29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
30 HAZİRAN 2014 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA [email protected] EKONOMİ 11 Sadece 22.9 milyon kişi tatile çıkmayı planlıyor, bunların da yüzde 90’ı tatile gitse dahi büyük stres yaşıyor Bu yıl da evdeyiz François Hollande Medef Başkanı Pierre Gattaz Sorularım... Bundan tam on beş gün önce, Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu’nun Cumhurbaşkanlığı için CHP ve MHP’nin ortak adayı olduğu açıklandı. Aradan geçen iki haftalık sürede sürekli gündemde olmasına karşın, İhsanoğlu’nun Cumhurbaşkanı seçilirse nasıl bir yaklaşım sergileyeceği konusunda çok sayıda bilinmeyen var. HHH İhsanoğlu’nun aday olarak saptanması sürecinin nasıl işlediğini kamuoyuna açıklamak onu aday gösteren iki partinin yönetimlerinin görevi ve sorumluluğudur. Ancak, sürecin bir de aday tarafı vardır; kanımca, seçmen, adayın nasıl aday yapıldığını kendi sözlerinden de öğrenebilmelidir. Ancak, en baştan açıkça vurgulayayım ki sorularım hiçbir biçimde diğer siyasal İslamcı adayın, yani, AKP adayının oy almasını kolaylaştırmak amacıyla sorulmuyor. Tam tersine aşağıdaki sorular, iki aday arasındaki farklılıkların açıklık kazanması amacıyla soruluyor. Sorulara geçmeden bir durum saptaması yapılması gerekiyor. AKP iktidarının giderek yaşamsal bir dava noktasına taşıdığı siyasal İslamcı uygulamaları ve Osmanlı özlemi, çoğu Cumhuriyetin kazanımları olan, günümüzün, hukukun üstünlüğü, hukuk devleti ve laiklik; düşünce özgürlüğü; kadınerkek eşitliği ve özellikle de bilimsel bilginin yol göstericiliği değerleriyle uyum sağlayamıyor; bunlarla bağdaşmıyor; tersine çatışıyor. AKP, siyasal İslamı, yalnız hukukun işleyişini yazboz tahtasına çevirerek çökertmekle; eğitimi bilimsellikten uzaklaştırarak yıkıma uğratmakla; kamu yönetiminin tüm kurum ve kadrolarını kendine göre biçimlendirmekle kalmıyor. AKP, siyasal İslamı, çalışırken ölümleri doğal sayacak kadar emeksermaye ilişkilerinde; toplantı ve gösteri de dahil, havuzlara, plajlara varıncaya kadar bireysel hak ve özgürlüklerin kullanımında; ana akım siyasette; toplumsal yaşamın tüm alanlarında; kullanılan günlük dilde; kültürde ve müzik, tiyatro, yontu dahil sanatta da egemen kılmaya çalışıyor; giderek olmazsa olmaz anlayışıyla dayatıyor. Eylemli iç siyasete en tepeden, yani Cumhurbaşkanı adayı olarak böyle bir ortamda giriyorsunuz. Bu durumda, bazı somut sorularım olacak: 1. AKP’nin yukarıda özetlediğim uygulamalarının neresinde duruyorsunuz? Doğrudan seçmen oyuyla seçilen ilk Cumhurbaşkanı olarak elde edeceğiniz bu desteği kullanırken sizin bilinen siyasal İslamcı kimliğinizle AKP uygulamaları arasında ne gibi farklar olacak? 2. AKP iktidarının TBMM’den geçmesini sağladığı, örneğin, kamu ihaleleri yoluyla sermayenin el değiştirmesi ve özellikle de bu yöntemle basın–yayının baskı altına alınması; Sayıştay ve Danıştay gibi kurumsal yapıların yetkisiz kılınması süreciyle birlikte bağımsız düzenleme ve denetlemeden düşünce özgürlüğüne uzanan çok sayıda bilim ve hukuk dışı yasa var; bunları inceletmeyi ve gerekirse düzeltilmeleri için çaba harcamayı düşünür müsünüz? 3. Cumhurbaşkanı olarak yetkinizde bulunan denetleme süreçlerini çalıştırarak AKP iktidarının işlem ve eylemlerini, başta yolsuzluk savları olmak üzere, inceletme yoluna gidecek misiniz? 4. Geçmişteki çok yanlış kullanılan Cumhurbaşkanlarının rektör atama yetkisini, düzeltmeyi, örneğin, öğretim üyelerinden en çok oyu alan adayı rektör atayacak biçimde kullanmayı düşünüyor musunuz? Rektör atamalarında hangi ölçütleri kullanmayı düşünüyorsunuz? YÖK Yasası ile ilgili görüşleriniz nedir? 5. Bir bilim tarihçisi olarak AKP iktidarının ülkemizde en üst bilim kurumları olan TÜBİTAK ve TÜBA konusundaki uygulamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Örneğin TÜBİTAK’taki akıl ve bilim dışı kadrolaşmaya nasıl bakıyorsunuz; bu kurumun 2009’da Darwin’i sansür etmesine; TÜBA’nın AKP iktidarı tarafından yok edilmesine ne diyorsunuz? Bu kurumların yeniden yapılandırılmaları konusunda bir girişiminiz olacak mı? HHH Umarım bu ve benzeri sorular ve bunlara verilecek yanıtlar, ilk kez seçmenin doğrudan oylarıyla seçilecek Cumhurbaşkanı seçimi sürecinin içeriğini kısırlıktan kurtarır; geleceğe dönük yaklaşımların sergilenmesiyle anlamlı ve sağlıklı kılar. Fransız işverenlerden ‘alarm çağrısı’ Ekonomi Servisi Fransa’da işverenler birlikleri, hükümetin şirketlere birçok avantaj sağlayacak reformları acilen hayata geçirmesi çağrısı yaptı. İşverenler, çağrılarının ‘Fransız halkının alarm çağrısı’ olduğunu iddia ederken, ‘Sorumluluk Paktı’ olarak adlandırılan ve işverenlere de devlet teşvikleri karşılığında öngörülen şartları beğenmiyor. ANF’de yer alan habere göre Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande’a yönelik 8 işveren birliği tarafından yapılan çağrıda, hükümetin vaat ettiği reformları acilen yerine getirmesi istendi. İşverenler, şirketlere prim ve vergilerde indirim öngören ve sol kesimlerce eleştirilen reformların gecikmesinin ise ülkeye zarar vereceğini savundu. Cumhurbaşkanı’na yönelik çağrıya ülkenin değişik sektörlerden önde gelen işveren birlikleri Medef, CGPME, UPA, FNSEA, UNAPL, AFEP, Croissance + ve ASMEPETI imza attı. Ekonomi Servisi MasterCard’ın paylaştığı tatil tercihleri araştırması sonuçlarına göre, Türkiye’de bu yıl 22.9 milyon kişi yurtiçinde tatil yapmayı planlıyor. Bu, geçen yıla göre yüzde 6.2’lik bir artış anlamına gelse de 75 milyonluk nüfusun içinde tatile gidenlerin oranı oldukça düşük. Araştırmaya göre, 2013’te Türklerin yüzde 47’si tatil yapmadı. Yüzde 38 ise ekonomik gerekçelerle tatil yapamadığını belirtti. Bu, 28.5 milyon kişiye karşılık geliyor. Araştırma, tatile gidebilen 22.9 milyon kişinin de buna rağmen stresten kurtulamadığını söylüyor. Her 100 kişiden 89’u tatile gitse de stres yaşı MasterCard’ın araştırmasına göre, 75 milyon nüfuslu Türkiye’de 28.5 milyon kişi ekonomik durumu el vermediği için tatile çıkmayı ertelerken tatile çıkanların yüzde 68’i de kredi kartına borçlanarak tatil yapıyor. yor. Kadınların yüzde 74’ü tatile çıkarken stresli. Erkekler de ise bu oran yüzde 67. Verilere göre Türkiye’de geçen yıl yüzde 44. iş veya tatil için en az bir kez yolculuğa çıktı. Euromonitor International’ın öngörülerini baz alan araştırmaya göre, Türkler iş ve tatil seyahatlerinde kredi kartına güveniyor. 2012 verilerine göre; iç ve dış seyahatlerde Türkler yüzde 68.2 oranında harcamalarını kredi kartıyla yapıyor. Yüzde 31.8, nakit kullanmayı tercih ediyor. Tatil harcamalarını kredi kartıyla daha rahat takip edeceğine inananların oranı ise yüzde 56. Geçen yıla göre iç turizm yapan tatilciler yüzde 6.3 oranında artarken yurtdışına turizm amaçlı gerçekleşecek seyahatlerin yüzde 5.5 artacağı hesaplanıyor. 2014 içinde yurtdışına 10.2 milyon adet iş seyahati gerçekleşeceği öngörülüyor. Öte yandan araştırmaya göre Avrupa genelinde en az tatil yapan Türkler olurken 2014’te toplam 1.14 milyar seyahatin gerçekleşeceği öngörüldü. En fazla Almanya ve Rusya vatandaşlarının Türkiye’de tatil yapacağı belirtildi. Turizm Bakanlığı’nın 2013’teki yabancı turist sayılarıyla karşılaştırıldığında; 2014’te yüzde 2.2 artışla 5.15 milyon turistle Almanya birinci sırayı alacak. Rusya’dan geçen yıla nazaran yüzde 7.2 artışla 4.57 milyon turist Türkiye’yi ziyaret edecek. Bunun karşılığında Türkler de 2014’te en fazla Almanya’ya ardından Rusya’ya seyahat edecek. Türkiye’yi tercih eden diğer ülkeler arasında bulunan 2.61 milyon turistle İngiltere’de yüzde 4.2 oranında bir artış söz konusu. İftar sofraları cep yakıyor Ekonomi Servisi CHP İstanbul Milletvekili Umut Oran’ın 40 temel gıda ürününün fiyatıyla çalışanların aylık gelirlerine oranlayarak yaptığı incelemeye göre, 4 kişilik bir ailenin iftar ve sahur sofraları yaklaşık 1900 TL’ye kuruluyor. Halkın en fazla tükettiği 40 temel gıda ürünündeki yıllık ortalama fiyat artışı yüzde 17’ye yaklaşırken, iftar ve sahur sofraları cep yakıyor. Oruç tutan bir kişinin günde yaklaşık 3 bin kalori alması gerektiği düşünüldüğünde, iftar 1.354 TL, sahur da 555 TL’ye mal oluyor. Bir asgari ücret, dört kişilik mütevazı bir Türk ailesinin ramazan ayı iftar ve sahur maliyetinin yarısına dahi yetmiyor, ortalama SSK emekli aylığı bunun ancak yarısını karşılayabiliyor. Ortalama memur emeklisi aylığı, ancak yüzde 80’ine yeterken, ortalama memur maaşı ile maliyet ancak karşılanabiliyor. Soma’daki maden faciasından yaralı olarak kurtulan Ahmet Mutluer, kazadan sonra ilk sahurlarını buruk yaşadıklarını ifade etti. Vergi mektupları yeniden yolda İETT’de ‘Emekli ol’ baskısı İETT’de çalışan Hizmetİş Sendikası üyesi işçiler, 67 ay önce kendilerine “emekliliğim geldiğinde, emekli olacağım taahhütnamesi” imzalatıldığını, şimdi de emekliliği gelen işçilere baskı yapıldığını söylediler. SERKAN YILDIZ Ekonomi Servisi Ödenmemiş vergi borcunun bulunduğuna dair mektuplar, içeriği güncellenerek yeniden postaya verilecek. “Vergi borcunuz var, ödeyin” anlamına gelecek şekilde düzenlenen mektupların gönderimi, yapılan şikâyetler üzerine , Maliye Bakanlığı tarafından durdurulmuştu. Mektuplarda mükellefleri rahatsız edecek ifadeler çıkarılacak. Hiçbir vergi dairesi, mektuplarda tek merkezden belirlenen içeriğin dışında ifadelere yer veremeyecek. Hakİş Konfederasyonuna bağlı, Hizmetİş Sendikası’nda örgütlü KİPTAŞ işçilerinin emekli olması için yönetim tarafından baskı yapıldığı öne sürüldü. Sendika yetkilileri herhangi bir baskının söz konusu olmadığını belirtmesine karşın, Hizmetİş Sendikası 2 No’lu Şube üyesi işçiler, 67 ay önce kendilerine “emekliliğim geldiğinde, emekli olacağım tahaahhütnamesi” imzalatıldığını, şimdi de emekliliği gelen işçilere baskı yapıldığını söylediler. Aynı zamanda Hakİş Konfe derasyonu Başkanı olan Mahmut Arslan’ın başkanı olduğu Hizmetİş Sendikası’nda ayrımcılığın diz boyu olduğunu öne süren işçiler, şöyle devam etti: “İETT’de ne yazık ki çalışma koşulları aynı ücretler farklı. Eskilerin saat ücreti 80 lira, bizimki 54 lira. Sendikaya, İstanbul Belediyeler Çalışanları Derneği’ne kesilen ücret aynı. Bu kadar haksızlık, adaletsizlik olur mu? Büyükşehir belediye başkanımıza, konfederasyon ve sendika başkanımıza soruyor ve düzeltilmesini istiyoruz.” İETT 3 No’lu şube sekreteri Muammer Teker, çalışanların emekgönderdi, insansız uçakları Musul semalarında dolaşıyor. Irak hükümeti, IŞİD ile savaşmak için Rusya’dan uçak satın aldı. Şimdi, bu sıkışma içinde IŞİD’in yakın gelecekte saldırılarını Ürdün ve Türkiye’yi, hatta Avrupa ülkelerini kapsayacak biçimde genişletme olasılığı bir kâbus senaryosu oluşturuyor. liliğe zorlandığının yalnızca bir iddia olduğunu belirterek, herkesin ‘isteyerek’ emekli olduğunu öne sürdü. Teker, “Yeni ve eski personel arasındaki fark da sözleşmeli ve kadrolu olmasından kaynaklanıyor” dedi. İşçiler taleplerini şöyle sıraladı: “Eşit işe eşit ücret politikası uygulanmalı. Sendikamız çalışanların yaşamını kolaylaştıracak şekilde düzenleme yapmalı. İşçilerin onayı alınmadan toplu iş sözleşmesine imza atılmamalı. Sendika çalışanların sağlık sorunlarıyla ilgilenmeli. İşçilerde yükselme hak edene yapılmalı.” diyordu ya...) Geçen iki hafta içinde yayımlanan yorumlar, veriler de bu “aşırı birikim krizi” dediğimiz durumu destekliyor. 10 Haziran’da Financial Times bu konuya bir günde iki yorum yazısıyla eğildi. John Plender, “Piyasalarda 2007 öncesini anımsatan ürkütücü bir istikrar var”... “dalgalanma indeksi adeta çöktü” diyor, sentetik türevlerin, Teminatlı Borç Senetlerinin (CDO) hacminin, geçen yıl sonunda 2006 düzeyine çok yaklaştığını vurguluyordu. Aynı gün Luke Johnson, “riskli yatırımların arttığını”... “yatırımcının adeta paralize olduğunu” bildiriyor; borsaların andaki durumuna ilişkin adeta dalga geçerek, Irwing Fisher’in 1929’da, piyasalar çökmeden az önce yaptığı “belki de varlık fiyatları kalıcı olarak yüksek bir platoya oturdu” saptamasını anımsatıyor. Bu sırada gelen veriler “Büyük Durgunluk”tan çıkılamadığını gösteriyor. Dünya Bankası 2014 yılı için büyüme beklentisini yüzde 2.8’le resesyon sınırına çekti. Gelişmekte olan ülkelerin büyüme oranı da yüzde 4.8 düzeyinde kalacakmış. Ancak şok ABD’den geldi, bu yılın ilk üç aylık döneminde ABD ekonomisi yüzde 2.8 daralmış. Kısacası toparlanma hikâyesinin yerini resesyon hikâyesi almaya başladı. ABD üretici fiyatları endeksinde mayısta görülen beklenmendik düşüş de bunu gösteriyor. Toparlarsam, I. Dünya Savaşı’nın yüzüncü yılında uluslararası jeopolitik sorunlar yoğunlaşır, çelişkiler birikirken, ekonomik krizin yeniden derinleşmesi, yeni bir mali kriz olasılığı gündeme geliyor. Cumartesi günü, ben bu satırları yazarken, Saraybosna’da bir suikast gerçekleşti... 1914 yılında. Bu suikast, dünyanın çehresini değiştirecek bir süreci tetikledi. Önce I. Dünya Savaşı patlak verdi. Bu savaşta 17 milyon insan öldü, ilk kez kitle imha silahları kullanıldı. Küreselleşme hızla çökmeye başladı. Bu savaş, çoktandır çürümüş imparatorlukları yıktı. Rusya’da Sovyetler Birliği, Türkiye’de Cumhuriyet bu yıkıntıların üzerinde yükseldiler. Savaş bitti ama barış, küresel kapitalizmin bu savaşa yol açan “yeniden paylaşım” sorunlarını çözemedi. Bugünkü Ortadoğu’da büyük acılara yol açan sınırlar da bu “barışın” ürünü. Savaş kapitalizmin ekonomik krizine de bir çözüm getiremedi, aksine “Büyük Depresyon”la bitecek olan finansallaşmayı hızlandırdı. Geçen hafta Project Syndicat’ta yayımlanan yorumunda, Fransız Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’nden Prof. Moisi, “yine tarihin üzerinde kontrolün kaybedildiğine ilişkin bir duygu var; liderlerin kapasitelerine ve ilkelerine ilişkin ciddi güvensizlik söz konusu” diyor. Moisi, “1914 suikastıyla başlayan sürecin derslerinin” önem kazandığını vurguladıktan sonra, nükleer silahların varlığından dolayı bugün tehlikenin daha büyük olduğunu iddia ediyor. Eski CIA Başkan Yardımcısı John McLaughlin geçen hafta, 1914’ün yüzüncü yıldönümüne ilişkin yorumunda “1914’te uluslar ticaretin ve telefon, telgraf, Büyük yanılsama buhar makinesi, uçak gibi teknolojik gelişmelerin getirdiği karşılıklı bağımlılıktan dolayı artık savaşın olanaksız olduğunu düşünerek kendilerini kandırıyorlardı. Bugün karşılıklı bağımlılığın adı küreselleşme, yine internet, sosyal medya gibi yeni teknolojik gelişmeler var. Yine savaşın artık olanaksız olduğuna inanılıyor” diyerek uyarıyordu. Gerçekten de son aylarda yaşanan gelişmelere bakınca artık büyük bir savaş asla çıkmaz demek giderek zorlaşıyor. Bu gelişmelerden bir grubuna “Dünyanın V. Köşesi” başlıklı yazımda değinmiştim. Avrupa’nın kıyısında Ukrayna’nın bir kısmının Rusya tarafından ilhak edilmesi, gelecekte tarihçiler tarafından başlı başına bir dönüm noktası olarak görülebilecek bir olaydı. ABD ve Avrupa Rusya’ya yaptırımlar uygulamaya, çok etkili olmasa da başladılar ama esas önemli olan sanırım, geçen hafta cuma günü Avrupa Birliği’nin Ukrayna. Moldova ve Gürcistan ile imzaladığı ekonomik, siyasi birliği anlaşmasıydı. Rusya bu anlaşmaya tepkisini “ağır sonuçları olacak” sözleriyle ifade etti. Özetle Rusya ile Batı arasındaki gerginlik tırmanmaya devam ediyor. ABD ile Çin arasındaki siyasi, ekonomik sorunlarda belirgin bir artış ve tırmanma eğilimi var. Çin, silahlanmayı hızlandırarak, karasularını tek taraflı genişleterek, tartışmalı alanlarda hak iddia ederek, Japonya’yı, Filipinler’i, Güney Kore’yi, Vietnam’ı korkutuyor. Geçen hafta Stephen Roach Project Syndicat’teki yorumunda, ABD 19142014 ve Japonya’nın çok sağlıksız biçimde birbirlerine ekonomik olarak bağımlı hale geldiklerini, ortaya çıkan sorunlardan, birbirlerini sorumlu tutmaya başladıklarından yakınıyordu. Yüzyıl önce, Balkanlar patlamaya hazır bir bombaydı. Bugün aynı tanımı, Doğru Avrupa, Çin Denizi, hatta Hindistan’daki seçimlerden sonra Pakistan sınırı Sermaye çok, gidecek yer yok Yüzyıl önce gelişmelerin temelinde derinleşmekte olan bir ekonomik kriz vardı. Bugüne gelirsek, neoliberalizmin çok bilmiş iktisatçıları bir süredir, mali krizin ve “Büyük durgunluk” durumunun artık geride kaldığını savunuyorlardı. İki haftadır ekonomi medyasında hava yine değişmeye başladı. Adeta 2006 yılına geri dönüyoruz. Aslında 2012 sonunda yayımlanan bir sermaye piyasası raporu (A World Awash in Monypara içinde yüzen bir dünyaBain&Company) aslında hâlâ orada olduğumuzu gösteriyordu. “Sermayenin dünyası tepetaklak” saptamasıyla başlayan rapor “Çok fazla sermaye var” ama yatırılacak yerler gittikçe azalıyor, “yatırımcı gittikçe daha riskli varlıklara yöneliyor” sözleriyle devam ediyor. Dünyanın toplam gayri safi hasılası 2010 yılında 63 trilyon dolar, toplam finansal varlıklar 935 triyon dolar olmuş; neredeyse mali kriz öncesine dönülmüş. Rapor 2020 yılında gelindiğinde bu büyüklüklerin sırasıyla 90 trilyon dolar ve 1400 triyon dolar olmasını bekliyor (Birileri bu kriz 2031’e kadar uzar Nurus’tan stratejik ortaklık Ekonomi Servisi Türkiye’nin ofis mobilyası üreticilerinden Nurus, Amerika merkezli mobilya tasarımı markası Bernhardt Design ile yaptığı stratejik iş ortaklığı çerçevesinde belirlenen ürün seçkisini ‘Bernhardt Design by Nurus’ adı altında, Türkiye’nin de içinde bulunduğu Avrupa ve Ortadoğu pazarında satışa sunacak. Global marka olma yolunda attığı bu adım neticesinde seçilen Nurus ürünleri de Bernhardt Design tarafından üretilerek Amerika pazarına sunulacak. Bu işbirliği ile Nurus kilogram başına 10 dolar olan mevcut ihracat değerini 20 dolar seviyesine çıkarmayı hedefliyor. için kullanabiliriz. Ancak bu tanıma en çok uyan, hatta patlamaya başlayan bölge bugünlerde Ortadoğu. ŞiiSünni çatışması Kuzey Irak’ta büyük hızla tırmandı. Suriye iç savaşını Irak’a bağlayan dinamik IŞİD operasyonlarıydı. Geçen hafta Suriye uçaklarının sınırı geçerek Irak toprağında IŞİD’i bombalamasıyla, iki iç savaşın alanı birleşti. ABD, Irak’a 300 askeri uzman
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle