22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
17 HAZİRAN 2014 SALI CUMHURİYET SAYFA DİZİ 7 Dirençli böceklerle mücadele için Bakanlığın izin vermediği ilaçlar kullanılıyor. Çiftçiye yol gösteren yok. Böceğin direnci arttıkça ilacın dozu da artıyor. Bilinçsiz kullanılan tarım ilaçları ise anne sütünde ve cilt altı yağ dokusunda ortaya çıkıyor Biz Koca ülkeden herkesin gönül rahatlığıyla, “İşte bu! Ona güvenebiliriz” diyebileceği bir ortak aday çıkmaz mı? Ne yazık ki, Köşk koltuğunu dolduracak, tüm toplumu kucaklayacak, hepimizin adayı olacak bir isim gelmiyor akla… Bulunan hiçbir ad, topyekun “biz”i temsil etmiyor. HHH Zaten “Biz” diye bir şey kaldı mı ki? Bir ringin köşelerine savrulmuş, karşıdakilere kinle bakıp nihai kapışmayı bekleyenlerden sağlıklı bir “biz” çıkar mı? Hepimizi kapsayacak kadar geniş bir “çatı” var mı? Bunca kamplaştıktan sonra birinci, ikinci, üçüncü tekil şahısları aşıp birinci çoğulla başlayan cümleler kurabilir miyiz? Bunca farklı “ben”i ve ötekileştirdiğimiz “onlar”ı toparlayıp bir “biz” ortaklığı yaratabilir miyiz? O çatının altında toplanabilir miyiz? HHH Eskiden korkardım böylesi arayışlardan… O “biz”in çok dayağını yedik çünkü… Tek ideoloji, tek etnisite, tek mezhep, tek adam, tek yaşam tarzı, teker teker dayatıldı. “Biz”in eski sahipleri, gün oldu, “Türküm doğruyum” andını farklılıklarımızı yok etmekte kullandı, gün geldi kendi günahlarını “ortak varlığımız” dedikleri bayrağa sardı; “Hepimiz Müslümanız” diye diye kendine benzemeyenleri yok saydı. “Biz Türkler”, “Biz Müslümanlar” diye diye rengârenk bir toplumu, tek tip bir üniformaya hapsetmeye kalktılar. “Ben”leri ezerek kendi hükümranlıklarında, dar bir “biz” yaratmak, hepimizi aynılaştırmak istediler. Olmadı. Zorla “biz”leştirmeye çalıştıkları toplum, o elbiseye sığmadı. Sıkıştırıldıkça attı dikişleri, sigortaları… “Bölünmeyelim” denildikçe bölünüp kamplara ayrıldı. HHH “Biz” denen dar kafesin baskısından bıkanlar, birer ikişer taşındı mahalleden… Kürtler, Aleviler, eşcinseller, ateistler, vicdani retçiler, “öteki”leştirilenler, “Siz’den değiliz” diyerek açtı bayrağını… “Ben başkayım” şarkıları dinler olduk, ortak marşlar yerine… “Biz” ülkesinin nüfusu azaldı. Ancak “anti” seanslarında kalabalıklaşan, terk edilmiş, sıkıcı bir kasabaya dönüştü. HHH “Hepiniz birbirinize benzeyeceksiniz” diye tutturan eski “biz”in yarattığı bıkkınlığa rağmen, yeni bir “biz”i özlüyorum bazen… Babalar Günü’nde 15 yaşında bir çocuğun polis kurşunuyla öldürülmesinin hepimizin yüreğini dağlamamasına, her evden bir “Allah rahmet eylesin” sedası çıkamamasına üzülüyorum. Bir kömür dehlizinde ekmek peşinde diri diri gömülenlerin katillerini bulmak için topluca seferber olamamamıza şaşıyorum. “Bu ülke hırsızlarca soyulmasın” ya da “Yetti bu savaş, çocuklarımız vurulmasın” gibi cümleleri, cümle âlemle birlikte “ama”sız kurabilmeyi düşlüyorum. “Ben kuşağı” dediğimiz gençleri bir anda “biz” yapan Gezi Parkı’nı, orada asılı, “Farklılıklarımızla bir aradayız” pankartını tüm ülkeye yayabilmenin hayalini kuruyorum. HHH Belli ki eski kalıplara dökülmekle ortak bir “biz”de buluşamıyoruz. Yeniçağda çatık kaşlı bir ideoloji değil, tek bayrak, devlet, millet, mezhep dayatması değil, ancak farklılıklara saygı duyan, “öteki”nin suskunluğuna, dışlanmasına, fedakârlığına dayanmayan, baskısız, öfkesiz, kucaklayıcı yeni değerler yakınlaştıracak “biz”i birbirimize… Evrensel hukuk, insan hakları, adalet inancı, barış umudu, özgürlük tutkusu, demokrasi idealinde buluşacağız. Kürt’le Türk’ü, Sünni’yle Alevi’yi, inananla inanmayanı sulh içinde bir arada tutacak bir toplumsal sözleşmeye, “Biz aşağıda imzası olanlar” diye imza atacağız. Bu kez lider parlatmak, düşman yaratmak, soygun saklamak, askere almak için filan değil; tersine, birbirine diş bileyen bir kindarlar toplumu olmaktan kurtulmak, çocuklarımıza daha iyi bir istikbal hazırlamak için, gönüllülüğe dayanan, insani bir “biz” kuracağız. Çatı adaylık tartışmaları yetti… Tabanda yeni bir sözleşmeyi tartışmanın, yepyeni asgari müştereklerde buluşmanın vaktidir şimdi… Bereketli toprakların sonu mu? MELTEM YILMAZ 1 ‘Demem o ki analizler Orhan Kemal’in 1954 tarihli ünlü romanı “Bereketli Topraklar Üzerinde”, bir lokma ekmek için zehir gibi bir hayatı yaşayanların hikâyesini anlatıyordu. Orhan Kemal, bir keresinde roman yayımlanmadan önce yazdıklarını okuduğu ırgat, usta ve usta yardımcısının, kendisine şu yorumu yaptığını anlatmıştı: “Bu kadar olur. Bütün anlattıkların doğru. Eksik bile. Çukurova’nın bereketli topraklarında öyle işler olur ki, aklın durur. Sana anlatsak, bir değil beş roman çıkarırsın…” İşte ben de, bu kez roman değilse bile yazı dizisi için, Çukurova’nın bereketli topraklarının yolunu tuttum. Gördüklerimi, duyduklarımı, içinde bulunduğum şartları anlatmadan önce hemen belirteyim: Çukurova toprakları bereketini kaybetmek üzere… Çünkü, buradaki tarlalardan Türkiye’nin dört bir yanındaki sofralara uzanan meyvesebze, “zehir” alarmı veriyor. Bu konuda konuştuğum kimi çiftçiler, meyve ve sebzede direnç kazanan böcekleri yok etmek için Bakanlığın izin vermediği zirai ilaçları kullandığını söylerken, kimileri de ilaçlamada 10 kata varan doz aşımına başvurduklarını itiraf etti. Peki, bu zehir kalıntıları, denetimlerde çıkmıyor mu? Hayır, çünkü en yetkili ağızlarca söylenene göre, sofralarımızdaki meyve ve sebzeye yönelik iç pazarda herhangi bir denetim yok, yalnızca ihraç ürünler kontrol ediliyor. sahte’ Tarım ilaçları kaçak mı geliyor? Bir çiftçinin bu durumu, “analiz şirketleri, sayemizde zengin oldu. Demem o ki analizler sahte” sözleriyle özetlemesi ise, bu vahim tabloyu gözler önüne sermeye yetiyor. Kafaları karıştıran bir diğer soru ise, bu ruhsatsız zirai ilaçların nereden geldiği. Suriye, İran gibi komşu ülkelerden kaçak geldiği iddia edilen bu ilaçlar, Türkiye’de serbestçe dolaşıma giriyor. Çukurova topraklarında bir başka hayati mesele ise, burada yetiştirilen narenciye ürünlerinin, bilinçsiz seçimden ötürü alıcı bulamaması. Bu nedenle, yanlarına gittiğimizde birçok çiftçi, tarla ve bahçesindeki ürünü sökmekle meşguldü. Çünkü, Tarım Bakanlığı’nın kendilerine yol gösterecek bir pazar araştırması ve ekim programı hazırlamaması, yurtdışında gördükleri narenciye çeşidini Çukurova’ya bilinçsizce uyarlamalarına neden olmuş. Söz konusu çeşitler, iç ve dış pazarda talep görmeyince bu yıl yalnızca tek bir ürün çeşidinde milyonlarca dolar zarar meydana gelmiş. Çukurova’ya özgü olmamakla birlikte belki de en çok burayı etkileyen bir başka mesele ise, üreticilerin artan girdiler karşısında ürünlerini maliyetlerin altında satması ve bu nedenle üretim yapamaz hale gelmeleri… Bu konuyu ovanın yetkili isimleriyle konuşunca, çiftçinin içinde bulunduğu karanlık tabloyu daha net anladım. Ve son olarak, Türkiye’de en yoğun olarak Çukurova’da yaşayan mevsimlik tarım işçileri… Aslında onlar mevsimsiz köleler. Çadırlarına konuk olduğum tarım işçilerine bir dokundum, bin ah işittim. Şimdi, en baştan başlama zamanı… eyvesebzelerdeki böceklerin mutasyona uğrayarak mevcut ilaçlara karşı direnç kazanması nedeniyle kimi çiftçiler, bu böcekleri yok etmek için aşırı doz kullanımına başvururken, kimi çiftçiler de Bakanlık tarafından “izin verilmeyen” zirai ilaçları kullanıyor. Konuyla ilgili görüşlerine başvurduğumuz bir çiftçi, Bakanlığın narenciyede 2 yıl önce “yasaklı” listesine aldığı bir ilacı kullanmaktan başka çarelerinin olmadığını, aksi takdirde üründeki böceklenmenin önüne geçemediğini söyledi. Çukurovalı çiftçi, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu ilaç narenciyede yasak, ama elmada serbest. Neye göre yasak, neye göre serbest? Örneğin, AB ülkelerinde yasak değil, bizde yasak. Ayrıca bu ilacın şu an alternatifi yok. Bakanlık da bize etkili bir alternatif göstermiyor.” Bir başka çiftçi de, yasak olmasına rağmen çileği 10 günde bir ilaçladıklarını söylüyor. “Çünkü” diyor, “Bakanlık tarafından bize tavsiye edilen bir ilaç yok. Kendi başımızın çaresine bakmak zorundayız.” Zehir listesinin başında yer alan diğer ürünlerin ise nar ve susam olduğuna dikkat çekip, “Bu ürünler tamamen çiftçinin inisiyatifine bırakılmış durumda desek yanlış olmaz” ifadelerini kullanıyor. M Tarladan sofraya zehir ancak bu avcı böceklerin yüzde yüz etkili olmadığını belirterek, şöyle devam ediyor: “Ruhsatsız ilaç kullanıldığının yakalanması durumunda önce 2 bin lira ceza kesilip izlemeye alınıyor. Sonra para cezası artıyor ve iş imhaya kadar gidiyor. Yine de bunu göze alıyoruz, öbür türlü ürün böcekli çıkacak, daha kötü. Ama yakalandığını söylemek zor, zaten çiftçi sayesinde analiz şirketleri zengin oldu. Bir de şöyle bir sorun var. Ben, bugün arasam Tarım İl Müdürlüğü’nü, desem ki bende ruhsatsız ilaç var gelin alın, inanın gelmezler bile. Anlayacağınız bu tarım konusu başıboş bir saha.” Doç. Dr. Nebile Dağlıoğlu 10 kata varan doz aşımı Bir başka çiftçi, “zamanla böcekler mutasyona uğrayarak ilaçlara dayanıklılık kazanıyor. O nedenle önceden kullandığınız dozlarla yok edemiyorsunuz. Dolayısıyla doz aşımına gitmek zorunda kalıyorsunuz. Dekara 4 kilo atılması gereken ilaç, bizde 40 kilo atılabiliyor” ifadelerini kullanıyor. Bir diğer çiftçi ise, Bakanlık’ın ürünlerdeki böceklenmeye karşı avcı böcek kullanılmasını gerekli kıldığını Cilt altında birikiyor Kendi imkânlarıyla kullanıyorlar l Antalya Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Vahap Tuncer, şu yorumu getirdi: “Halihazırda, zararlı böceklere karşı sahada etkili bir ilaç yok. Üreticiler de, ürün kaybını önlemek için kendi imkânlarıyla bu gibi ruhsatsız ilaçlara ulaşıp ürünlerinde kullanıyorlar.” Tuncer, Türkiye’den ihraç edilen ürünlerde sıkı bir denetim söz konusu olsa da, iç piyasadaki ürünlere yönelik bir denetimden söz edilemeyeceğine dikkat çekti. Yarın: Bilinçsiz ekim bereketsizleştirdi l Konuyla ilgili görüşlerine başvurduğumuz Çukurova Üniversitesi Adli Tıp Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Adli Toksikolog Doç. Dr. Nebile Dağlıoğlu, zirai ilaçlamada halk sağlığı açısından en önemli sorunun doz aşımı olduğunu, bu durumun özellikle seralarda alarm verdiğini söyledi. İlaçlanan ürünlerin zamanından önce pazara gitmesi nedeniyle kalıntı kaldığını belirten Dağlıoğlu, yasaklanan ilaçların stokları ve bertarafı ile ilgili akıbetin ise bilinmediğini, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın bu konudaki soruları yanıtsız bıraktığını söyledi. Dağlıoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü: “Örneğin, 1972’de ABD’de, 1980’li yılların ortasında ise bizde yasaklanan DDT tarım ilacının parçalanma ürünü olan DDE’yi 20062007’de bölgemizde anne sütünde, 2009’da yaptığımız diğer bir çalışmada ise cilt altı yağ dokularında tespit ettik. Bu kirleticilerin nereden kaynaklandığı ile ilgili kafamızda soru işaretleri var. Bir diğer iddia bu yasaklı zirai ilaçların acaba illegal yollarla komşu ülkelerden gelip gelmediği.” ANTALYA (Cumhuriyet) Akdeniz Üniversitesi (AÜ) Hastanesi’nde geçen 23 Ağustos’ta Türkiye’nin 6’ncı yüz nakli yapılan 55 yaşındaki Salih Üslün, uyuşmazlık nedeniyle yüzünün geri alınması amacıyla ameliyata alındı. 5 saat süren operasyon sonunda daha önce nakledilen yüzün yüzde 60’lık bölümü alındı. Ameliyatı gerçekleştiren Prof.Dr. Ömer Özkan, “Üslün’ün sağ bacağından alınan deri dokusu, yüzüne nakledildi. Silikona gerek kalmadı. Alınan deri, Üslün’ün yüzü için yeterli oldu. Daha önce yapılan tüm nakillerden daha ağır bir operasyon gerçekleştirdik. Bu nedenle hastamızın hayati tehlikesi sürüyor. Şu an yoğun bakım ünitesinde tutuluyor” dedi. Nakledilen yüzü geri alınıyor
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle