06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
9 NİSAN 2014 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA EKONOMİ [email protected] 11 Avrupa ile Gümrük Birliği çok şey kazandırdı ama serbest ticaret anlaşmaları belimizi büktü Madalyonun kara yüzü Son 20 yılda dünya ekonomisinde değişen koşulların Serbest Ticaret Anlaşmaları’na taraf olmayan Türkiye’nin aleyhine geliştiğini vurgulayan TOBB Başkanı Hisarcıklıoğlu, “Bu yapı revize edilmeli. Ağır vize ve vergi koşulları AB pazarında rekabeti engelliyor” dedi. Ekonomi Servisi Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, Avrupa Birliği’nin (AB) geçmişte serbest ticaret anlaşmalarına (STA) Türkiye’yi de taraf etmeye çalıştığını ifade ederek, “O günkü yanlış düşünce, yanlış politika veya geleceği görememe sonucunda reddeden taraf biz olduk. Biz o gün yanlış yaptık, bu yanlıştan dönmek istiyoruz, bu STA’lara bizi de taraf edin” çağrısında bulundu. TOBB ve Dünya Bankası (DB) tarafından hazırlanan ve DB Kıdemli Ekonomisti Kamer Karakurum Özdemir tarafından sunulan “AB Türkiye Gümrük Birliği (GB) Değerlendirme Raporu” tanıtım toplantısında konuşan Hisarcıklıoğlu, Türkiye’nin AB üyeliğinin bir aşaması olan GB’nin 20 yıla merdiven dayadığına, ancak nihai bir sonuca ulaşılamadığına dikkat çekti. GB’nin, Türkiye’nin sanayi üretimi yapısının çeşitlenmesinde, üretimde kalite ve sürekliliğin sağlanmasında, rekabet kurallarının tesisinde, rekabet edebilme gücünün artmasında öneminin büyük olduğuna belirten Hisarcıklıoğlu, “Böylece Türkiye ekonomisinin dünya ekonomisiyle entegrasyonu sağlandı. GB ile Türkiye’nin sanayi ürünlerinde ciddi bir ihracat artışı gerçekleşti. Bunlar işin olumlu tarafları” diye konuştuktan sonra şunları söyledi; l Diğer taraftan tüm bu olumlu gelişmelerin yanında son yıllarda dünyada GB’nin kurulduğu ekonomik temeller değişti. AB’nin hızla gelişen, Türkiye ile benzer gelir ve üretim koşullarına sahip 13 yeni üyesi oldu. 15 üye şu anda 28’e çıktı. Gelişmiş Avrupa pazarlarından pay almak isteyen GB’deki ülke sayısı katlanarak arttı. 1995’te yani GB’ye girdiğimiz yıl 15 AB ülkesinin toplam ithalatından aldığımız pay yüzde 1.7 idi. GB’den sonra ise 2004 yılında AB pazarındaki payımız yüzde 2.7 ile zirveye ulaşmış. Fakat 2004 sonrasında yeni giren 10 AB üyesi ülkeyle beraber bizim pazardaki payımız 2.7’den 2.2’ye düştü. GB bizim yeni AB ülkelerine karşı rekabet koşullarımızı korumadı. l Şimdi Türk işadamları vize problemi ile karşı karşıya. Rakiplerimiz AB pasaportuyla gezerken biz vize engeliyle boğuşuyoruz. Türkiye GB açısından önemli bir tehdit ile karşı karşıya. AB, STA’lar yapıyor, biz yetişmeye uğraşıyoruz. Trans Atlantik Ticaret Anlaşması imzalanırsa yıllık kaybımız 20 milyar dolar olacak. 95 bin kişi işini kaybedecek. Bu durum düzeltilmeli. l Şunları istiyoruz: AB ile Türkiye arasında, danışma mekanizmaları güçlendirilmeli. Türk özel sektörünün GB içinden veya dışından haksız rekabete maruz kalması engellenmeli. ABD dahil, üçüncü ülkelerle gerçekleştirilen STA müzakerelerine Türkiye’nin eş zamanlı müzakere yürütmesi sağlanmalı. Bir Anlaşmazlıkların Çözümü Mekanizması oluşturulmalı. Vize sorunu ortadan kaldırılmalı. Ekonomide Görünüm 2013’ün verileri artık tamamlandı. Geçen haftaki yazımızda ulusal gelirde büyüme rakamlarını tartışmış ve büyümenin ana kaynaklarında “değişen bir şey olmadığını” vurgulamış idik. Bu haftaki yazımızda bir soluklanıp son on yılda büyümenin yapısal özelliklerini anımsamamızda ve hafızalarımızda kalıcı olarak yer açmamızda yarar görüyorum. 1) Bilindiği gibi Türkiye ekonomisi 2013’te yüzde 4 oranında reel büyüme gösterdi. Söz konusu büyümenin ardında yoğun olarak özel tüketim harcamalarındaki ivmelenmenin yattığı ve özellikle sabit sermaye yatırımlarındaki gerilemenin ekonominin potansiyel büyüme yolağını olumsuz etkilemekte olduğu sıkça vurgulandı. Söz konusu dönemde tüketim harcamalarındaki artış, elde edilen büyümenin yüzde 3.1’ini sağlamaktaydı. Ekonomi yazınımızdaki değerlendirmelerde büyümenin “iç talebe dayalı” olmasının sakıncalı olduğu ve muhakkak “ihracata yönelik olarak” ivmelendirilmesi gereği sıkça dile getirilmektedir. Oysa, büyümenin iç talebe dayalı özellikler göstermesinin tek başına bir sakıncası yoktur. Hatta tersine, 80 milyona yaklaşan nüfusu ve geniş kırsal kesim yerleşimleri düşünüldüğünde, Türkiye benzeri orta gelir düzeyine sahip, geniş bir iç pazarı olan bir ekonomide, büyümenin “iç talep kaynaklı” olarak sürdürülmesinden daha doğal bir durum söz konusu olamazdı. Zira ihraç edilen mallar nihayetinde “yabancılar” tarafından tüketilmektedir ve dış satımdan elde edilen döviz ancak dolaylı yoldan Türk hanehalkının gelirine ve tüketimine yansımaktadır. Ancak burada söz konusu olan tehlike, büyümenin iç talebe dayalı olması değil; yurtiçi gelirin ve dolayısıyla tasarrufların düşük, tüketim talebinin finansmanının ise dış borçlanmaya dayalı olmasıdır. Türkiye’nin 2012’den 2013’e ulusal gelirindeki dolar bazındaki artış 34 milyar dolardır. Oysa 2013’ün sadece ilk dokuz ayında dış borçlarımızdaki net artış 35 milyar dolardır. Yani dış borçlarımız, milli gelirden daha da hızlı büyümektedir. Türkiye, ancak dışarıdan borçlanabildiği sürece büyüyen bir ekonomi haline dönüştürülmüştür. 2) Bu dış borçlanma temposunun bir diğer izdüşümü ise, kuşkusuz, cari işlemler dengesindeki artık yapısallaşmış niteliktekibozulma olarak gözlenmektedir. Cari işlemler açığı (dış açık ya da reel kesim döviz açığı) 2013 sonunda 64.9 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir (milli gelirin yüzde 7.9’u). Orta Vadeli Program’ın (OVP) 2013 yılına ilişkin cari işlemler açığı tahmini 58.8 milyar dolar idi. 2014 için cari işlemler açığını OVP 55 milyar, IMF ise 65.7 milyar dolar (milli gelirin yüzde 7.4’ü) olarak öngörmektedir. Gene benzer bir yorumda bulunalım: Türkiye benzeri bir gelişmekte olan ekonomi için önemli olan tehlike tek başına cari işlemler açığının büyüklüğü değil, söz konusu açığın kırılgan finansman biçimleridir. 2013’te cari işlemler açığının finansmanında uzun vadeli, yabancı doğrudan yatırımların katkısı sadece yüzde 15 iken, portföy yatırımları ve diğer kısa vadeli sermaye akımlarının payı yüzde 46 düzeyindedir. Türkiye’nin büyümesi yabancı finansal yatırımcıların spekülatif kaprislerine bağımlıdır. 3) Türkiye’nin makroekonomik göstergeleri, örneğin diğer “yükselen ve gelişmekte olan piyasa (YGP) ekonomileriyle” karşılaştırıldığında aslında ortalamanın altında ve daha istikrarsız bir görünüm sergilemektedir. 2009 krizi öncesinde Türkiye, sergilediği yüzde 6’lık ortalama büyüme hızıyla, YGP ekonomilerinin ortalaması olan yüzde 7.6’nın gerisinde kalmıştır. Dahası, YGP ekonomileri 2009 krizinde düşük olsa da pozitif bir büyüme içinde iken, Türkiye ekonomisi yüzde 4.8’lik gerilemeyle şiddetli bir daralma içine sürüklenmiştir. Türkiye ekonomisinin “mucize bir başarı öyküsü yaratmakta olduğu” savı tamamen gerçekdışı, abartılı bir aldatmacadır. Türkiye ekonomisinin 2001 krizi sonrasında yıllık ortalama büyüme hızı, yüzde 4.8 olan tüm Cumhuriyet dönemi büyüme ortalamasından farklılık göstermemektedir. 2002 sonrası büyüme patikasının ardında, ucuz dövizin sunduğu aritmetik işlemlere dayalı olarak dolar bazında hızlı bir büyüme yanılsaması yaratmaktadır. 4) Büyümesini sürdürebilmek ve daha fazla “tüketebilmek” için Türkiye daha fazla dövizi ulusal para piyasasına çekmek zorundadır. Türk finans piyasalarında göreceli olarak daha yüksek faiz sunma politikası tüm 2003 sonrasında AKP’nin geliştirdiği ana hedef olmuştur. Yüksek faiz ve bunun karşılığında ucuz döviz, AKP’nin makroekonomi politikalarının ta kendisidir. “Faiz lobisi” ve benzeri savlarla hayali ekonomik düşmanlar yaratma söylemleri, AKP’nin seçmen tabanına yönelik bir mağduriyet çabasından ibarettir. Uluslararası Para Fonu (IMF), Türkiye’nin 2014 için büyüme tahminini yüzde 3.5’ten yüzde 2.3’e indirdi. IMF tarafından yayımlanan Dünya Ekonomik Görünüm Ekonomi Servisi Dünya Bankası Raporu’nda Türkiye Direktörü Martin Raiser, “Biz bu yıl yüzde Türkiye’nin dış dengelerini istikrara 2.3’e gerilemekavuşturmasını bekliyoruz. Bu da dasi öngörülen Türkiye’nin ha mütevazı büyüme rakamları anlaGSYH bümına gelecek. Yabancı yatırımcılar ek yümesinin kaynakları Türkiye’ye aktarmadan ön2015’te yüzde ce, siyasi risklere ve önümüzdeki seçim3.1’e yükselleri de göz önünde bulunduruyor. Önümesi bekleniyor. IMF’nin müzdeki yıl büyüme daha yukarı yönlü ekim ayındaki raporunda olabilir” dedi. Gümrük Birliği Değerlendiru 38. İktisatçılar Haftası’nda yaptığı bu yılki büyüme öngöme Raporu’nun sunumu sırasında Bloomberg’e konuşmada, ekonominin son yıllarda rüsü ise yüzde 3.5 konuşan Raiser, Türkiye’nin yabancı yatırımcılar olmuştu. ortalama yüzde 4.9 büyüdüğünü belirten İKTİSATÇILAR HAFTASI Türkiye tuzağa düştü Yatırımcı siyasi riskleri göz önünde bulunduruyor IMF büyüme tahminini düşürdü CHP Genel Başkan Yardımcısı Öztrak, ülkenin orta gelir tuzağına düştüğünü söyledi. için hâlâ cazibesini koruduğunu da sözlerine ekle yerek şöyle devam etti: “Ancak tabii ki ortam mükem Martin Raiser mel değil, yatırım açısından ikinci grupta. Tabii ki seçimler ve bununla ilgili belirsizlikler de yabancıları ‘bekleyelim görelim’ tavrına itiyor. Türkiye’nin yatırımlardan daha fazla pay alabilmesi için daha fazla gayret göstermesi lazım.” Raiser, faizler konusunda da, “Merkez Bankası’nın eylemleri hakkında ne kadar az yorum yapılırsa, banka o kadar bağımsız kalır, bu önemli” dedi. Ekonomi Servisi İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mezunları Cemiyeti (İFMC) tarafından bu yıl 38’incisi düzenlenen İktisatçılar Haftası’nın “Büyüme ve Sektörel Dinamikler” konulu ilk oturumunda konuşan CHP Genel Başkanı Yardımcısı Faik Öztrak, Türkiye’nin orta gelir tuzağına düştüğünü söyledi. Türkiye’nin 20022013 arası ortalama yüzde 4.9 büyüdüğünü vurgulayan Öztrak, bu büyümenin Türkiye’nin liginde olan ülkelerde yüzde 6.4, Çin çıkarıldığında ise yüzde 5.1 olduğunu belirtti. Türkiye’nin bu büyüme oranlarıyla “orta gelir tuzağı”na girdiğini belirten Öztrak, şunları söyledi: “Kişi başına milli gelir 2013 için 10 bin 782 dolar açıklandı. Bu rakam son 5 yılda sadece 330 dolar kadar arttı. Bu sonuçlarla biz 10 bin dolar tuzağına düştük. Bu yıl rakamın daha da gerilemesi bekleniyor. Bu tuzağın toplumsal sonuçları da olacak. Genç nüfus geleceğiyle ilgili umutsuzluğa kapılabilir.” İstanbul Üniversitesi Kongre Kültür Merkezi’nde devam eden 38’inci haftanın bugün 09.30’da başlayacak “Dış Politikada Arayışlar ve Dönüşüm” oturumunun açış konuşmasını Hikmet Faik Öztrak Çetin yapacak. BMC ihalesi ertelendi Ekonomi Servisi Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF), Çukurova Holding’in borçlarına karşılık 18 Mayıs 2013’te devralarak yönetimine el koyduğu BMC’nin Ticari ve İktisadi Bütünlüğü’nün satış ihalesini, “yüksek katılım sağlanması” amacıyla 10 Nisan’dan 30 Nisan’a erteledi. TMSF’nin açıklamasına göre ihale süreci ile ilgili bilgi odası 25 Nisan’da kapanacak. Son başvuru 29 Nisan saat 17.00’ye kadar uzatılırken, ihale tarihi 30 Nisan saat 11.00 olarak belirlendi. İhale sonrası pazarlık olursa 2 Mayıs’ta yapılacak. TMSF, BMC’yi 4 Şubat’ta 985 milyon lira muhammen bedelle satışa çıkarmıştı. BMC’ye el konduğu tarihte Çukurova’nın TMSF’ye toplam 455 milyon dolar borcu bulunduğu açıklanmıştı. Aynı tarihlerde söz konusu borçlar nedeniyle el konulan Aks Televizyonculuk (Show TV) 402 milyon dolar bedelle Ciner Grubu’na, Skyturk360 ve Akşam gazetesinin dahil olduğu Turkmedya 62 milyon dolara Ethem Sancak’a satılmıştı. Sanayi üretimi ihracat güdümlü Ekonomi Servisi Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, mevsim ve takvim etkisinden arındırılmış sanayi üretimi Şubatta bir önceki aya göre yüzde 0.1 azaldı. Takvim etkisinden arındırılmış sanayi üretimi Şubat’ta bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 4.9 arttı. Yapılan yorumlara göre veriler, ilk çeyrekte büyümenin ihracatla desteklendiğini ve çeyrek sonunda beklenenden daha iyi bir büyüme oranı görme ihtimalini yükseltiyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle