04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 6 NİSAN 2014 PAZAR 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Avrupa Şaşkın Tepkiyle yetinen kısır ve iknadan uzak politikanın değişmesi gerekiyor. Tepki yine verilsin, ama çerçeveyi somut projeler oluşturmalı. Seçmenin önüne somut seçenekler konulmalı. Tepki tek başına pasifliktir. Etken politika özgün program ve somut projelerin anlatılmasıyla sağlanır. Y S Yüksel PAZARKAYA ne Erdoğan’a sert çıkmasının arkasında yatan budur. Ecevit’i, Irak ve Kıbrıs politikası yüzünden alaşağı eden Washington, kendisine kafa tutmaya yeltendiğini düşündüğü Erdoğan’ı da iktidardan indirme sürecini devam ettirecektir. Ecevit’i, ekonomik krizle hükümetten uzaklaştıranlar, Erdoğan için de en başta ekonomik kriterin etkili olacağını, bu seçim sonucundan çıkarmışlardır. Öyleyse, önümüzdeki dönemde Türkiye’yi bir ekonomik sallantı bekleyebilir. Erdoğan’ın bunun da üstesinden gelmesini beklemek, biraz dünyaya yabancı olmaktır. İçerde büyük ölçüde özelleştirme satışlarına, yol yapıp altı ay geçmeden onarma çalışmalarına ve uydurduğu kentsel dönüşüme dayanan ekonomik balonun patlaması an meselesidir. Dışardan gelen kaynağı belirsiz paranın kaynağını siyaseten önemli ölçüde kurutmuştur Erdoğan’ın Ortadoğu politikası. Bir de faiz yemiyle gelen dış sermayenin bugünden yarına geri çekilmesi sorun değildir. Bütün bunlara direnebilir mi Erdoğan? Mutlaka direnmeye çalışacaktır. Belki belli bir ölçüde başarıyla direnecektir. Bu yüzden, öz erel seçim sonuçları Avrupa Birliği ülkelerinde şaşkınlık yarattı. Washington ile birlikte onlar da yıllardır destekledikleri Recep Tayyip Erdoğan’ı, dolayısıyla AKP’yi silme sürecinde düğmeye basmışlardı. Gülen hareketi eylemlerini Amerika merkezli yürüttükçe, bunun anlamı, Amerika’nın Ortadoğu ve dünya politikasına araç olduğu ve katkı sağladığı sürece, Avrupa ülkeleri de “özgürlük” bahanesiyle harekete arka çıkmaya devam edecektir. Batı’nın, seçim sonuçları üzeri gürleşmenin ve demokratikleşmenin ana etkenleri dışta değil, içtedir. Dış etkenler, Erdoğan’ı devirseler bile, bunun anlamı özgürleşme ve demokratikleşme olmayacaktır. Dış etkenler, daima kendi dış çıkarlarını kollayacaklar, bu çıkarlar için çalışan iktidarlar oluşturmak isteyeceklerdir. Burada işte ana muhalefet CHP’nin konumu gündeme gelmekte ve önem kazanmaktadır. Erdoğan’ın “karanlık demokrasisinden” gerçek demokrasiye geçmenin yönderleri, ekonomi ve eğitimdir. Muhalefet, özellikle CHP, politikasını, tutum ve davranışını irdelemek zorundadır. Bir yandan da AKP’nin “mirasyedi” ekonomisinin kredilerle, faizlerle borçlandırarak girdabına çektiği seçmen kitlelerinin, “istikrar” beklentilerine güvence verecek politikalar, somut projeler üreterek, korkularının yersiz olduğuna dair onları ikna etmek gerekir. En başta Erdoğan’a tepkiyle yetinen kısır ve iknadan uzak politikanın değişmesi gerekiyor. Tepki yine verilsin, ama çerçeveyi somut projeler oluşturmalı. Seçmenin önüne somut seçenekler konulmalı. Tepki tek başına pasifliktir. Etken politika özgün program ve somut projelerin anlatılmasıyla sağlanır. Bir de az çok “refah” toplumu olan Batı toplumlarındaki “sağa teşne sosyal demokrasi”, Türkiye’nin kurtuluş ve kuruluş sürecinin koşullarından yoğrulmuş özgün CHP’yi yabancılaştırır. Özgün CHP’nin, başta “halkçılık” ve “devrimcilik” ilkeleri olmak üzere, “altı ilkesi” vardır. Onlara günün koşullarına uygun çağdaş yorumlarla sarılmak ve bunların doğrultusunda program ve proje üretmek tek çıkar yol gibi görünüyor bana. Sığıntı olmaksızın, Avrupa Birliği’ne tam üye olarak başı dik girmenin yolu da budur. Ergenekon Neyin Adı? Davaya, olmayan bir örgütün adını koyarsınız... Medya, dava hakkında haber yaparken o adı kullanır... Böylece olmayan bir örgütün adı varmış gibi belleklere yerleşir... “Ergenekon” adı işte böyle bir süreçle tarihe geçmiştir. Yandaş yazarların sürekli olarak “Ergenekon” adını bir örgüt olarak kullanması da bu süreçte elbette büyük bir katkı sağlamış, böyle bir örgüt olduğu algısını topluma iyice yerleştirmiştir. HHH “Ergenekon davası” kararlarının gerekçesi nihayet yayımlandı; önce bu gerekçeyi yazan mahkemenin durumunu anımsayalım: Bu mahkeme önce kaldırılmış ama elindeki davaları bitirmesi öngörülmüştü... Daha sonra tümden yok edildi çıkarılan yasayla... Yargıçları ve savcıları da farklı illere, farklı görevlere gönderildi. İşte kaldırılan yani “yok edilen” bu mahkeme, verdiği kararın gerekçesini dahi aylardır yazmadı, yazamadı... Davaya zaten “kumpas” diyen iktidar çevreleri bile buna isyan etti... En sonunda da mahkemeye gerekçeyi yazıp bitirmesi için 15 günlük ek bir süre tanındı... Mahkeme bu süre içinde de gerekçeyi bitiremedi... İşte yayımlanan gerekçenin öyküsü bu! HHH Aslında sadece gerekçe konusu değil, bütün bir yargılama “süreci”, eski deyimle “safahatı” (safhaları), rahmetli İsmet İnönü’nün deyimiyle tam bir “maskaralık” olarak yansıdı kamuoyuna. Nitekim bunun etkilerini, kararın geçen gün yayımlanan 16.798 (yazı ile onaltıbinyediyüzdoksansekiz) sayfalık gerekçesinde görmek de olanaklı. Uzun bir girişi var bu gerekçenin... Anlaşılan esas olarak kopyalayapıştır yöntemiyle yazıldığı izlenimi veren bu çok uzun metinde tek yeniden yazılan bölüm de zaten bu giriş... Çünkü bu girişte mahkeme, kamuoyundaki “maskaralık algısına” karşı kendini savunuyor. Bakın örneğin Başbuğ hakkında neler diyor: “Sanıklar tarafından ‘Bir Genelkurmay başkanından nasıl terörist olur’ söylemleriyle oluşturulan bir algı söz konusu olmuştur. Öncelikle ifade etmek gerekir ki, ‘terörist’ kelimesi hukuki değil, basın yayın organlarının kullanmayı tercih ettiği siyasi bir kavramdır. Hukukta ise terör suçlusu kavramı tercih edilir. Bunun yanında bir Genelkurmay başkanının bu tür bir örgütün içinde olabileceği algısı ilk olarak mahkememizdeki yargılama ile de oluşmuş değildir. ‘Genelkurmay başkanından terörist mi olurmuş’ söylemi bir başka açıdan da çelişki içermektedir. Çünkü bir mahkeme eğer böyle bir kişinin hiyerarşik olarak altındaki kişilere aynı eylem dolayısıyla ceza vermişse, ‘yasalar önünde herkes eşittir’ ilkesi gereği bu kişilerin eylemlerinin ortağı olan komutana da ceza vermesi kaçınılmazdır.” HHH Nasıl, muhteşem(!) değil mi? Başbuğ, “terörist” değil, “terör suçlusu!..” Emrindekilere aynı eylem dolayısıyla ceza verildiğine göre o da ceza almalıdır! HHH Ergenekon davasının durumu, Balyoz davası açısından da geçerli olduğu halde, o davanın Yargıtay aşaması da tamamlanmış olduğu için, mağdurlar için henüz harekete geçilmemiş olması kamuoyu vicdanını rahatsız etmektedir. Hurşit Tolon’un içler acısı hukuki durumu ve mağduriyeti ise ayrı bir yazı konusudur. Kime, Niçin, Neden Saygı Duyacağız? Sevgi ÖZEL aygı, Atatürk’ün Türk Dil Kurumu’nun yayımladığı Cep Kılavuzlarıyla (1935) dilimize kazandırılan, Dil Devrimi’nin ürünü, söyleyiş ve yazım kolaylığı ile hızla benimsenmiş bir sözcüktür. Bu sözcükten “saygılı, saygısız, saygıdeğer, saygın, saygınlaşma, saygısızlaşmak, saygısızlık…” gibi sözcükler de türetilmiştir. Bunlar bir dönem devrim karşıtlarının tepkisini çekmiştir. Bugün evrensel ve ulusal değerlere, hukukun üstünlüğüne saygısızca yaklaşanların da dilindedir. Sözcüğün yalnız Dil Devrimi’ne değil, bir bütün olan Türk Devrimi’ne saygısızlık edenlerce de kullanılması, kuşkusuz devrimlerin ve Türkçenin gücünü kanıtlar. Değeri, üstünlüğü, yaşlılığı, yararlılığı, kutsallığı dolayısıyla bir kimseye ya da bir şeye karşı dikkatli, özenli, ölçülü davranmayı gerektiren saygı, aynı zamanda başkalarını rahatsız etmeme duygusudur. Çoktandır saygı kavramının da birçok evrensel kavram gibi özünden uzaklaştırıldığını, içselleştiremeyenlerin dilinde beş harflik bir sözcük olarak kaldığını görüyoruz. Saygı gibi saymak, sayın/saygıdeğer sözcüklerini de yazık ki saygıdeğerliliğinden kuşku duyduğumuz kişiler için kullanmak zorunda kalıyoruz. Niçin? Devlet, hükümet, Meclis gibi kurumlara; halkın gönenci, sağlığı, eğitimi, mutluluğu için var olan orunlara seçilmiş ya da atanmış kişilere saygı duyma bilincini ilkin aileden aldığımız için… Gelgelelim son yıllarda halkın saygılı duruşuna karşın, devleti temsil edenlerin verdiği karşılık hiç de dikkatli, özenli, ölçülü değildir; dahası koskoca bir ülkeyi rahatsız ederek saygı beklenmesi, saygılı olanlara saygısızlıktır. Çokları gibi ben de yurttaş kimliğimle paldır küldür çıkarılan yasalara ve çıkaranlara saygı duymuyorum ama yürürlükte olan yasalara ve uygulayıcısına saygı duymak zorundayım. Yurttaş, böyle düşünüyor ve davranıyorsa, yurttaşın seçtiği herkes de böyle davranmak zorundadır. Yürürlükte olan, hatta çıkaranlarca bile saygı duyulmayan yasaların değişmesi için hukukun üstünlüğüne inanarak tepki vermek de yurttaşların saygı duyulması gereken en temel hakkıdır. Ancak iktidarın sözlüğünde “hak ve özgürlük” aramak çapulcu işi olduğundan, doğallıkla iktidar kendi çıkardığı yasalarla bile sıklıkla çelişebilmekte, saygımızı zedelemektedir. Devletin en üst orununda da olsak, hiçbirimizin, işimize gelince yasaya saygı duymak, gelmeyince özgürlüklerle çelişen tavırlar sergilemek lüksü yok. Kim olursa olsun, hiç kimsenin güce sığınarak aklına estiği gibi konuşma hakkı da yok. Son haftalarda yaşadığımız “Twitter” yasağı, özellikle gençlerin ve her görüşten insanın tüm yasakları da düşünmesini sağlamıştır. Bir başbakan, bir bakan, bir profesör yasaya saygı duymadığını söylerse, dahası “Twitter” yasağını kaldıran yargıyı “milli karar almamakla” suçlarsa, hiç kimse sokaktaki yurttaşa biber gazı sıkarak “milli irade”yi savunamaz. Bu noktada akademik san taşıyanların, hukukun üstünlüğüyle savaşan politikacılara sahip çıkması ise şaşılacak değil, gerçekten utanılacak bir durumdur. AKP’nin on iki yıllık iktidarında neredeyse bir kuşak yetişti; iktidar, binlerce “tablet” dağıtmakla övünüyor. Minicik çocuklar bilgisayarı, “tablet” dağıtanların çoğundan iyi kullanıyor. AKP’nin iktidar olduğu günlerde doğan bir çocuğun bile tıpkı Cumhurbaşkanı gibi “Twitter” yasağını deldiğine tanık olduk. Bu çocuk şimdi kime saygı duyacak, yasağı delen Çankaya’ya mı, yargıyı “milli karar almamakla” suçlayan Başbakan’a, bakanlara, profesörlere mi? “Milli karar” nedir; hukukun üstünlüğü “milli” midir, evrensel midir; bunu ona kim anlatacak; iktidarın dağıttığı “tablet”te, evrensel değerlerin ussalbilimsel karşılığı var mı? 4+4+4’lük eğitim ucubesi, iktidarın “tablet”lerine sığmıyor; çocukları bile kandıramıyor; hangimiz bu eğitim sistemine saygı duyuyoruz? Eğitim ve gelir düzeyi sıfırlanmak üzere olan halk, çağdaş dünyadan uzaklaşmamıza yol açanlara oy vererek mi saygısını kanıtlıyor? Yolsuzluğu, yolu olmamak diye tanımlama noktasına gelen bir iktidar ve yasakçı yasaları saygıdeğer mi? Saygı duyulması gereken bir iktidar istemek halkın en saygın hakkı değil mi? Yanıtları, kimimiz için belli, kimimiz için seçimden seçime değişen sorularım için bağışlayın!
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle