23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET kultur@cumhuriyet.com.tr 22 NİSAN 2014 SALI 14 KÜLTÜR ‘Felsefe, Eğitim ve Toplum Üzerine’ adlı kitabı yayımlanan Prof. Dr. Bedia Akarsu: ‘Dilsiz düşünme olmaz’ ZEYNEP ALTAY Cumhuriyetle yaşıt bir Türk aydını Prof. Dr. Bedia Akarsu. Mukadder Özgeç’le yaptığı söyleşilerden oluşan, “Felsefe, Eğitim ve Toplum Üzerine” (Remzi Kitabevi) adlı kitabında, felsefeyle iç içe geçmiş yaşamını, tespitlerini ileri yaşına rağmen çok iyi koruduğu çelik iradesi, yüksek disiplin ve birikimiyle okurlarla paylaşıyor. 75 yıldır elinde kalemle düşünen Bedia Akarsu, bu kez İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde 25 yıl öğrencisi ve meslektaşı olarak birlikte çalıştığı Prof. Dr. Önay Sözer’in arzusunu kırmayarak, görme bozukluğu nedeniyle yazmadan anlatıyor düşündüklerini… Bedia Akarsu ile uzun bir söyleşi yapma düşüncesini, Sözer’in yol göstericiliğiyle ses kayıtlarından hayata geçiren Özgeç, 2010 yılında başlayan ve iki yıl süren bu serüveni şöyle anlatıyor: “Söyleşiye başlarken yalnız Türk Dil Kurumu’nun (TDK) vazgeçilmezlerinden biri olan ‘Felsefe Terimleri Sözlüğü’nün yazarı olarak bildiğim Bedia Hanım’ı yavaş yavaş tanırken sözlüğü tek başına kotarmış olduğunu da öğrendim. O, yaşının çok üstünde bir güç, berraklık, titizlik ve içtenlikle anlatırken, ‘Beni böyle şeyler değil, boş oturmak yoruyor’ diyordu.” Önay Sözer kitabın sunuşunda, “dürüst ve doğrucu tutumla” düşünce özgürlüğü ve insanın etik değerlerini savunduğunuzun, Türk diliyle felsefe yapılması için verdiğiniz mücadelenin tanığı ve destekçisi olduğunu yazıyor. Söyleşiyi bu çalışmalarınıza duyulan ilginin artması için mi istedi? Önay, İtalya’da yaşıyor. Kitabı kendi yazamadı, çok meşgul. Kitabın planını yaptı, üniversite reformunun yapıldığı 30’lu yıllarda Türkiye’ye gelen, Avrupa’da ve 75 yıldır elinde kalemle düşünen Akarsu, Mukadder Özgeç’le yaptığı söyleşilerden oluşan kitabında, felsefeyle iç içe geçmiş yaşamını okurlarla paylaşıyor. Almanya’da karşılaştığım Arnold Gehler, Joachim Ritter, Hans Georg Gadamer gibi hocalarla ilgili görüşlerimin de kayda geçmesini istiyordu. Mukaddes Hanım mimarlık eğitimi aldığı halde titizlikle ses kayıtlarını açarak bu kitabı yaptı, aramızda çok güzel bir bağ kuruldu. Önay’ın arzusu gerçekleşti. Kitap büyük ilgiyle karşılandı. Arayıp şöyleşi yapmak istiyorlar. Bugün de Darüşşafaka Felsefe Kulübü öğrencileri öğretmenleriyle geldi, sorular sordular. Darüşşafaka’ya özel bir ilginiz mi var? Evet. Çocukluğumdan beri Osmanlı’dan kalma bu 150 yıllık eğitim kurumu ile ilişkim var. Babam ben altı aylıkken ölmüş. Abim burada okudu, bütün Darüşşafakalılar gibi yürekten bağlıydı. Onları anlayan Darüşşafaklılarla beraber. gerçek babasızlardır. Emekli olduğumda yakınlarımdan kimse kalmamıştı, 91 yılı başında vasiyet bağışı yaparak taşınmazları, eniştem Sami Yetik’in tablolarını, ablam Mediha Akarsu’ nun seramiklerini buraya bıraktım. Kitaplarımı ise Muğla Üniversitesi’ne bağışlamıştım. 2008’den beri de Darüşşafaka Rezidans’a yerleştim. Yazarlarla dostluğunuz TDK’ye mi dayanıyor? Kurum ile ilişkim 50’den önce başladı.1963’te 35 kişilik yarısı dilbilim, felsefe yapmış profesörler, öbür yarısı gerçekten şairler, romancılardan oluşan yönetim kuruluna seçildim. Kimler yoktu ki… Necati Cumalı, Oktay Akbal, Salâh Birsel, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Akşit Göktürk, Berke Vardar, Metin And... 20 yıl sürdü ilişki, 83’te, ne yazık ki TDK kapandı. Aslında kapatamadılar, yok saydılar. Bu korkunç bir hatadır. Ve biz hâlâ üyesiyiz. Felsefe Terimleri Sözlüğü yazma fikri nasıl doğdu? Ömer Asım’ın başkanlığı döneminde, 1970 olabilir, TDK Macit Gökberk’ten istedi. O da “Bedia Akarsu yapar” dedi. Sonuçta bütün arkadaşlar da bana yüklendiler. 1000 sözcüklü bir sözlüğü bir yandan öz Türkçesini ararken Osmanlıca, Yunanca, Latince, İngilizce, Fransızca, Almanca karşılıkları ile iki yılda hazırladım. Dile çok önem veriyorsunuz? Dilsiz düşünme olmaz. Felsefe dil ile yapılır. Mecbursun bir dile bağlı olmaya. Başbakan “yaşayan dil” diyor, oysa bu dil çoktan aşıldı. Kendisi bile öz Türkçe konuşuyor, öz Türkçe Yunus Emre’den beri var. Yani kadın devrimi gibi dil devrimi de kendiliğinden tutmuştur. Dilbilime gelince, Türkiye’ye Tahsin Yücel ve Berke Vardar getirmiştir. Nasıl bir eğitimi öneriyorsunz? Çalışmak isteyen plan ve disiplinli olmalı. Kanımca plansız makale bile yazılamaz. Sevgiyle yaklaşılınca her şey öğrenilebilir. Tutarlı kişilik, öğrenme tutkusu ile çalışmanın birbirini çoğaltan ilişkisi sürecinde güçlenir. Kendisi güzellik olan sanat, toplum için çok önemlidir, kötüye kullanılamaz. Sanatı olmayanın kültürü yok demektir. Bilim kültür yaratamaz. Kültürsüz bilim kötüye kullanılır. Türkiye’den ümitli misiniz? Evet. Aydınlanma başlayınca durmaz, ilerler. Dünya çapında coşkuyla izlenen Gezi Parkı eylemi de aydınlanmanın kanıtlarından biridir. Gençler böyle bütün canlılıklarıyla, değiştirmek isteğiyle ortaya çıkabiliyor. Halkımız da felsefe, kültür, sanat öğrenmeye açık. Bunu Çukurova’da bir sanat kurumu ile yaptığımız halka açık felsefe günlerinde gördük. Anlıyorlar mıydı? Tıpkı müzik gibi dinlemeyi seviyorlardı. Çocukları için “enstitü” istiyorlardı. Bizim Korkunç ve Büyülü Gerçeklerimiz Rıza Sarraf, “Türkiye’ye 25 milyar TL gelir sağladım; cari açığın yüzde 15’ini ben kapattım” dedi... Kamer Genç, “Yurtiçinde yurtdışında nereye gitsem herkes beni Cumhurbaşkanı olarak görmek istiyor. AKP’nin hakkından ben gelirim” diye ortaya çıktı... Bülent Arınç, Adnan Hoca’nın kediciklerine dil uzattı; Adnan Hoca da onunla laf yarıştırdı. Ciddi ciddi internet yasakları başladı... Ve ülkenin Başbakan’ı, birkaç ay sonra Cumhurbaşkanı olmaya soyunacağı devletini Anayasa Mahkemesi’ne dava etti. İşte bunlar hep büyülü gerçeklik. Hem korkunçlar, hem gerçekler hem de içlerinde olağanüstülük barındırdıkları için inanılmazlar! Tıpkı Marquez’in yazdıkları gibi. Nietzsche, “Hiçbir sanatçı gerçeğe katlanamaz” der. Camus ekler: “Ama hiçbir sanat gerçekten vazgeçemez.” Camus’nün etikte, Nietzsche’nin göklerde aradığı katlanma gücünü Marquez yerde, hemen yanı başında bulmuştu. O güç atalarının dilinde, hafızasında ve hayalinde yüzlerce yıldır capcanlı duruyordu. İşte bu yüzden biz Marquez’i çok sevdik. Yenilmesi yutulması zor gerçekleri hepimizin genlerinde var olan o olağanüstü dille anlattı bize. Hem bizi gerçeklerle yüzleştirdi hem de onları alt edebilme gücümüzü hatırlatıp bizi büyüledi. “Başkan Babamızın Sonbaharı” adlı romanında anlattığı general mesela... O generalin birazı Kenan Evren’dir; birazı Tayyip Erdoğan. Çoktan ölüp gitmesi gerektiği halde yüz yaşını geçmiştir. Ve hâlâ inatla halkı yönetmeye devam etmektedir. İki kez öldü sanılmıştır, ama her seferinde dirilerek halkın gözünde iyiden iyiye kutsallaşmıştır. Bir mucizenin büyülü şahsiyetidir. Ve çok da zalimdir. Bu arada hep ihanete uğrar. En yakınındakiler bile onu devirme planları yapar. Hepsiyle devamlı mücadele etmek ve kimsenin gözünün yaşına bakmamak, iktidarına zeval getirecek ufacık bir açık bile bırakmamak zorundadır. İktidarını sürdürebilmesi buna bağlıdır. O yüzden kendisiyle alay eden papağanlar dahil, herkes hemen ortadan kaldırılır. Uçurtma uçurmayı yasaklar. Küçük çocuklar için öldürme emri verir. Sonra o emri uygulayanı da öldürtür. Marquez’in başkan babası bizim de başkan babamızdır ve nesiller boyu başımızdadır. Marquez o romanı, birbirinden noktalı virgüllerle ayrılmış, okunması zahmetli, çok ama çok uzun cümlelerle yazar, çünkü zor zamanlarda hayat o cümlelere benzer. Duyduğunuzla ve gördüğünüzle yetinirseniz kaybedersiniz. Kimin gerçekte ne dediğini anlamak için tekrar tekrar başa dönüp bakmanız gerekir. Felaket zamanlarında hayatın büyüsünü kaybetmeden gerçeğin peşine düşmek maalesef zorlu bir meseledir. ‘Barış insan hakkıdır’ Kültür Servisi Uluslararası PEN’in Barış İçin Yazarlar Komitesi, barışın evrensel bir hak sayılmasını talep eden bir manifesto yayımladı. Temel kaynaklarının 1987 Lugano Barış ve Özgürlük Bildirgesi, 2009 Linz Çevre Tahribine Karşı Çağrı ve barış yolu olarak diyaloğu savunan 2011 Belgrad Bildirgesi olduğu belirtilen manifestoda, PEN’in ifade, diyalog ve alışveriş özgürlüğüne dayalı, barış kültürü geliştiren bir örgüt olduğuna vurgu yapılarak temel değerleri sıralandı. PEN ilkelerinden birinin çatışma halindeki ülkeler arasında ve de siyasal iradenin gerilimleri gideremediği durumlarda tartışma ve diyaloğu teşvik etmek olduğu söylenen metinde, “Kendimizi her türlü çatışmayı sona erdirebilecek şartlar yaratmaya adamış olarak yaşamayı önemli buluyoruz. Ne barışsız özgürlük olur ne de toplumsalsiyasal adalet ve özgürlük olmadan barış” denildi. Manifestoda PEN’in her yerde adaletsizlik ve şiddete karşı mücadele verecek, baskı, sömürgeleştirme, yasadışı işgal ve terörizme karşı olacağı, bütün insanların haysiyetinin saygıyla korunmasından yana tavır aldığı da belirtilerek “Her yerdeki çocuklar okul müfredatı bünyesinde barış eğitimi alma hakkına sahiptir. PEN bu hakka uygun davranılmasını savunacaktır. Barış hakkı Birleşmiş Milletler tarafından bir insan hakkı olarak benimsenmelidir” ifadelerine yer verildi. Uluslararası PEN’den barış manifestosu TÜRVAK MÜZESİ’NDEKİ SERGİ, 25 NİSAN’DA AÇILACAK Rum Sinemacıları’ Kültür Servisi TÜRVAK SinemaTiyatro Müzesi tarafından hazırlanan “İstanbul’un Rum Sinemacıları” sergisi, 25 Nisan Cuma günü TÜRVAK Sergi Salonu’nda ziyarete açılacak. “Türk Sineması’nın 100. Yılı” kapsamında açılacak sergi, Beyoğlu’ndaki halka açık ilk sinema gösteriminden Yeşilçam’a uzanan süreçte sinemaya emek vermiş “İstanbul’un Rum Sinemacıları”nı konu ediniyor. Sergide, TÜRVAK Müzesi ve Sula Bozis’in arşivinden 100’ü aşkın belge, fotoğraf ve film afişi yer alıyor. “Balkanlar’ın ilk sinemacısı” Fenerli Dimitris Meravidis; Sponek Birahanesi’nin sahipleri Dimitris Panuryas ve Dimitris Alataris; Odeon Tiyatrosu’nda film gösterimleri gerçekleştiren Petrakis Raftopulos; Concordia Tiyatrosu’nun işletmecileri Andreas Livadas ve Andreas Ksenatos; film şirketi sahipleri Antoni Apostolu (Ceylan Film) ve Yorgo Saris (Elektra Film); “Cici Berber”, “Milyoner Avcıları” ve “Leblebici Horhor Ağa” filmlerinde rol alan Zozo Dalmas; “Şarlo İstanbul’da” filminin başrol oyuncusu Kimon Spathopulos gibi birçok isim bu sergide sanatseverlerle buluşacak. 29 Haziran’a kadar devam edecek sergi, müzenin ikinci katında bulunan, TÜRVAK Sergi Salonu’nda, pazartesi günleri hariç her gün, 10.0018.00 arasında gezilebilir. ‘İstanbul’un Ustalara ‘Sahnede 23 Nisan’da Çanakkale Zaferi’ni de kutlayacaklar ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) – Çanakkale Zaferi’nin 99. yıldönümünde Ayça Nur Kip Akyol’a ait olan “Gelibolu Algelincik” adlı müzikli sahne eseri, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nda, Kültür ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü Sanatçıları Müzik Topluluğu’nca Çanakkale’de ilk kez izleyici ile buluşacak. Devlet Opera ve Balesi sanatçılarının da destek verdiği eser, Mehmet ‘Gelibolu Algelincik’ çiğin kahramanlıklarını ve insanlığını anlatıyor; askerlerin savaş günlüklerinden oluşan öyküsüyle tüm dünyaya barış mesajı veriyor. Eserde köyünden memleket aşkıyla yollara düşen Mehmet ve İstanbul’dan tıp eğitimini yarıda kesip gözünü kıpmadan kışlaya koşan Ferhat, dünyayı keşfetmek için yola çıkan Anzak asker Bill ve siper paylaştığı yakın arkadaşı John ile nicelerinin imzaları var. “Gelibolu Algelincik”te askerlerin ve onları bekleyen ailelerinin öyküleri yeniden dile geliyor. Eserde Atatürk’ü tiyatro sanatçısı Rüştü Asyalı seslendiriyor. Sahne uyarlamasını Ali Yoleri’nin yaptığı, Çanakkale destanı için yazılan eserin Türk müziği uyarlamasını ve müzikal katkılarını aynı zamanda müzik topluluğunun yönetmenliğini de yapan şef Cumhur Koca gerçekleştirdi. Türk ve Anzak askerlerinin savaş anılarından yola çıkılarak yazılan ve ilk kez sahnelenecek olan eser Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü’nün ev sahipliğinde 23 Nisan’da, saat 20.00’de İçdaş Kongre Merkezi’nde Çanakkale seyircisiyle buluşacak. 50. Yıl Ödülü’ Kültür Servisi Türk tiyatrosunun usta sanatçılarına 118 T Lions Kulübü tarafından “Sahnede 50. Yıl” ödülü önceki akşam, Tiyatro Kare’nin “Müziksiz Evin Konukları” oyununun ardından Profilo Kültür Merkezi’nde düzenlenen törenle sunuldu. Ellinci yılını dolduran ve halen tiyatro sahnesinde yer alan, aralarında Yıldız Kenter, Ayten Gökçer, Serpil Tamur, Tijen Par, Tuğrul Çetiner, Nedret Güvenç, Tomris İncer, Celile Toyon, Erol Keskin, Füsun Erbulak, Ali Poyrazoğlu, Suna Keskin, Duygu Sağıroğlu, Müjdat Gezen ve Göksel Kortay’ın da olduğu sanatçılara ödülleri Lions’lar tarafından verildi. Sanatçılar, sanatın yok edilmek istendiği bu dönemde sanatın, tiyatronun yüceltilmesinin verdiği mutluluğu dile getirdiler.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle