30 Nisan 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 20 NİSAN 2014 PAZAR 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Mit Yasasına Bakış Milli İstihbarat Teşkilatımız ile ilgili çok köklü ve aynı zamanda da tehlikeli değişikliklerin öngörüldüğü MİT yasasının bu şekilde yürürlüğe girmesi halinde; ulusal bünyemizde kalıcı hasarların oluşması kaçınılmazdır. İ Av. SEMA AKSOY Ankara Barosu Başkanı sızlığı, her siyasi parti veya grubun eşit ölçüde temsil edilmesiyle mümkün hale gelebilecektir. Mevcut şekliyle MİT tamamıyla iktidarın Meclis çoğunluğunun denetimi altına sokulmaktadır. Denetleme Kurulu’nun ideal yapılanmasının şu şekilde olması mümkündür: Meclis’te grubu bulunan ve seçim barajını geçen partilerin oybirliği ile Meclis dışından tespit edecekleri dokuz aday arasından, MGK’nin tavsiye içeren görüşü de alındıktan sonra, doğrudan cumhurbaşkanı tarafından atanacak üç kişiden oluşur. Kurul başkanı kendi üyeleri arasından seçilir. Kurul üyelerinin vasıfları ve kurulun faaliyetlerini yürütmesi için gerekli olan kadro ile ilgili hususlar MGK’nin çıkaracağı yönetmelikle belirlenir. (Oybirliği ve üyelerin dışarıdan atanması esası; milli davalarda, milli menfaatler doğrultusunda mutlak bir uzlaşı ve tarafsızlık sağlamayı amaçlamaktadır.) Devlet sırrı kapsamındaki faaliyetleri MGK’nin çıkaracağı yönetmelik esasları dahilinde bu kurul tarafından tespit edilir ve her yıl sonu ve olağanüstü hallerde cumhurbaşkanının onayına sunulur. Örtülü ödenek ile ilgili harcamalar Sayıştay denetimi dışında olup, cumhurbaşkanının emriyle gerektiğinde bu kurul tarafından denetlenir. Örtülü ödenek dışındaki her türlü mali faaliyetler Sayıştay denetimine açıktır. MİT müsteşarı ve MİT mensuplarının görevle ilgili suç işlemeleri halinde soruşturma izni doğrudan bu kurul tarafından oyçokluğu ile verilir. Ancak açıkça ağır cezalık suç teşkil eden durumlarda ilgili savcılıklar doğrudan önleyici tedbirleri almakla birlikte durumu derhal en seri vasıtayla üst kurula bildirir ve üst kurul da gecikmeksizin gerekli izinleri verir veya reddeder. MİT müsteşarının görevi ile ilgili yargılanmasının Yüksek Mahkeme tarafından yapılması doğru bir yaklaşım olarak değerlendirilmektedir. Yasada öngörülen diğer hükümler açı stihbarat teşkilatları, milli bünyelerin sağlıklı kalabilmesi için gerekli olan, “milli siyaseti” besleyen damarlar gibidir. Bu damarlarda oluşabilecek tortular, bünyede çok ciddi rahatsızlıklara yol açabilir. Milli İstihbarat Teşkilatımız ile ilgili çok köklü ve aynı zamanda da tehlikeli değişikliklerin öngörüldüğü MİT yasasının bu şekilde yürürlüğe girmesi halinde; ulusal bünyemizde kalıcı hasarların oluşması kaçınılmazdır. Kalbin damarlara, damarların kalbe sağlıklı bir akışı sürdürebildiği ölçüde bünye de sağlam kalacaktır. O nedenle; MİT’in kalbi konumunda bulunan MİT müsteşarı ile yardımcıları ve daire başkanlarının atanmasının öncelikle değerlendirilmesi gerekmektedir: MİT müsteşarı; öncelikle ve mümkünse MİT’in geleneksel değerleri içerisinde olgunlaşarak her yönüyle milli değerleri benimseyen ve evrensel hukuk ilkelerine de sıkı sıkıya bağlı kişiler arasından seçilmelidir. MİT müsteşarı, Meclis’te grubu bulunan ve seçim barajını geçen partilerin oybirliğiyle tespit edecekleri üç aday arasından veya Milli Güvenlik Kurulu’nun (MGK) tavsiye edeceği üç aday arasından cumhurbaşkanı tarafından seçilebilir. Adayların vasıfları MGK tarafından çıkarılacak yönetmelikle belirlenebilir. Yine, MİT müsteşar yardımcıları ve daire başkanları da MİT müsteşarının MİT’in kendi bünyesi içerisinden teklif edeceği en az ikişer aday arasından cumhurbaşkanı tarafından seçilerek atanabilir. MİT müsteşarlığının faaliyetlerinin denetlenmesi için mutlaka bir üst kurulun oluşturulması gerekmektedir. Yasada öngörüldüğü gibi bu kurulun adı Ulusal Güvenlik ve İstihbarat Faaliyetlerini Denetleme Kurulu (UGİK) veya Ulusal Güvenlik Denetleme Kurulu (UGDK) olabilir. Kurul, hükümetin öngördüğü şekilde Meclis’te grubu bulunan siyasi parti temsilcilerinden oluşabilir; ancak taraf sından baktığımızda: Sonsuz bir yetkiyle donatılan MİT görevlilerinin sorumlulukları daha doğrusu, sorumsuzlukları da bu düzenlemede yer almaktadır. MİT çalışanları, yöneticileri hemen hemen yargılama dışıüstü tutulmuşlardır. Hukuki sorumluluk, siyasi iktidarın takdirine bırakıldığında demokratik hukuk devletinde varlığı öngörülmemiş bir organizma yaratıldığını göstermektedir. Bu düzenleme ile kuvvetler ayrılığı ilkesi zedelenmekte, haberleşme özgürlüğü, ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü ve çalışma özgürlüğü, kişisel verilerin korunması ilkesi, özel hayatın gizliliği ilkesi yok sayılmakta, mesleki, şahsi ve ticari sırların korunma çatısı tamamen ortadan kalkmaktadır. Basın özgürlüğüne aykırı olarak, haber alma ve haber verme özgürlüğünü kısıtlayan ve ağır cezalar getiren ve TCK’de ve Basın Kanunu’ndaki basın suçlarına ilişkin sorumluluğun kapsamını genişleterek, süreli veya süresiz yayın sahiplerinin de sorumluluğunu getiren düzenleme anayasaya açıkça aykırıdır. Yine anayasaya aykırı olarak, barolar başta olmak üzere diğer kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının kişisel, ticari ve kurumsal verilerine ulaşma yetkisi kabul edilemez sınırı belirsiz keyfi bir yetkidir. MİT’in kişisel verilere ulaşıp, depolayarak tüm yurttaşlarla ilgili bir “analiz” ve “profilleme” anlayışı içinde olduğu görülmektedir. Bu düzenleme ile MİT, “milli” olma özelliğinden çıkarak siyasi iktidara doğrudan bağlı bir yapı haline dönüşmektedir. İktidar demokrasinin temel koşullarından olan muhalefeti; kendisine değil, devlete karşı bir kalkışma olarak değerlendirme alışkanlığını edinmiş ve kamuoyunun önemli bir kısmına da kabul ettirmiştir. Mevcut yasa ile her türlü muhalefetin; terör, dış güvenlik ve milli güvenliğe yönelik birer tehdit olarak değerlendirilmesi mümkün hale getirilmektedir. Siyasi iktidar bu yasa ile etrafında bir Çin Seddi oluştururken, “muhalefet ve sivil toplum kuruluşlarını baskı altında tutacak ve gerektiğinde de tamamen ortadan kaldırabilecek” bir gücü elinde bulundurabilecektir. Nitekim; Dışişleri Bakanlığı’nda Suriye ile ilgili yapılan görüşmelerden med yaya sızan bilgilerin içeriği ile yeni yasa ile verilecek yetkiler birlikte düşünüldüğünde; demokrasimizin geleceğinin ve ülkemizin iç ve dış güvenliğinin karşılaşabileceği durumların neler olabileceği görülmektedir. MİT’e terör örgütleri dahil olmak üzere, “milli güvenliği tehdit eden bütün yapılarla irtibat kurabilme” yetkisi öngörülmektedir. Bu yetkinin Oslo, İmralı ve daha belki de bilmediğimiz birçok görüşmeyi meşrulaştıracağı düşünülmektedir. Kaldı ki, böyle bir yetkinin MİT’e verilmesi, uluslararası hukuk kuralları açısından mümkün değildir ve uluslararası mevzuata ve Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin içtihat kararlarına açıkça aykırıdır. Dolayısıyla, yasa sadece iç hukukta geçerli olacak ve uluslararası mahkemelerde söz konusu görüşmelerle ilgili yargılanmayı önleyemeyecektir. Bu yasa ile MİT’e verilen; operasyon yapma, her türlü özel ve tüzel bilgilere ulaşabilme, kendi personeli dahil herkesi dinleyebilme, soruşturma ve dava dosyalarına müdahale edebilme gibi olağanüstü yetkilerle birlikte MİT’e ait bilgi ve belgeleri yayımlayan basın kuruluşlarına verilmesi öngörülen cezalar anayasanın temel hak ve özgürlüklere yaklaşımına ve MİT’in kuruluş amacına aykırı çok vahim bir tabloyu ortaya koymaktadır. Sonuç olarak bu yasa; l Terörist organizasyonlarla müzakereyi ve her türlü provokatif faaliyeti meşru kılan, l Her türlü muhalefeti baskı altında tutmayı veya tasfiye etmeyi hedefleyen, l Yolsuzlukları, yasadışı faaliyetleri perdeleyebilecek araçları iktidarların eline veren, l Halkın bir kesimini diğer kesimine düşman hale getirebilecek, iç ve hatta dış çatışmalara sürükleyebilecek sonuçlara yol açabilen, l MİT’i adeta “sorumsuz bir kolluk kuvveti” haline getiren, l Özgürlükleri kısıtlayan, özel hayatın dokunulmazlığını ortadan kaldıran, l Ve iktidar erkini de dokunulmaz kılan bir içeriğe sahip olup, demokrasimizin ve devletimizin bekasının temeline konulan bir dinamit niteliğindedir. Dinamitin fitili yakılmıştır. Fitil, kesilmeli yani, ya değiştirilmeli ya da bu şekliyle çıktığı takdirde, Cumhurbaşkanı tarafından veto edilmelidir. Yüksel Yalçın’ın Mektubu ve Engin Alan Engin Alan’ın adını artık herkes öğrendi: Emekli korgeneral, MHP milletvekili, Silivri davalarından dolayı yatıyor... Bütün milletvekilleri salıverildi ama o “Balyoz”dan hâlâ içeride! HHH Sevgili okurlarım, biliyorsunuz, içeride haksız, hukuksuz ve adaletsiz bir biçimde yatanların sorunlarını anımsatmak için her hafta “Sessiz Çığlık” adı altında bir eylem yapıyor yakınları. Geçen haftaki eylemde okunan emekli Kur. Alb. Yüksel Yalçın’ın mektubu, Engin Alan’ın da içinde bulunduğu grubun trajedisini oldukça iyi özetlemiş; kısaltarak sizlere aktarıyorum. HHH “... Hepinizin çok iyi bildiği gibi önce asılsız şayialar yayarak uygun ortamı yarattılar. Sonra ürettikleri sahte dijitallerle ve adil yargılanma hakkını da ihlal ederek özgürlüklerimizi elimizden aldılar. Kimimizin ve kimi yakınlarımızın zamansız aramızdan ayrılmalarına, sağlıklarının bozulmasına, telafisi imkânsız zararlara sebep oldular. Yine Türk Silahlı Kuvveetleri’ni yetişmiş personelden mahrum bırakarak, personelin moral ve motivasyonu ile Türk Silahlı Kuvetleri’nin örf ve âdetlerini altüst ederek milletin ordusunda onarımı uzun yıllar alacak tahribata neden oldular. Ama artık mızrak çuvala sığmıyor, millet yalanlarına inanmıyor ve milletin vicdanında aklandık. Devletin en yetkili şahsiyetleri, son günlerin moda tabiriyle paralel yapının; • Başta emniyet ve yargı olmak üzere devletin kurumlarında örgütlendiklerini, • Son teknolojiyi kullanarak sahte deliller üretebildiklerini, istediklerini istedikleri anda cezaevine kapatabileceklerini, • Şu anda bir kısım yargının adil bir karar verme durumunda olmadığını, intikam duygusu ile hareket ettiklerini, • Türk Silahlı Kuvvetleri’ne kumpas kurulduğunu, Balyoz ve Ergenekon davalarında katakulli yapıldığını ifade ediyorlar ve kandırıldıklarını samimi olarak itiraf ediyorlar. Artık hiç kimse ‘bilmiyordum’un arkasına saklanamaz. Bir an önce bu zulüm sonlandırılmalı, zindanlarda esir tutulan masum insanlar özgürlüklerine kavuşturulmalıdır. Öncelikle özgürlüğümüzü, sonra da adil yargılanmamızın sağlanmasını istiyoruz. İftira ve kumpaslarla atıldığımız bu zindanlarda sanmayın yıkıldık, sanmayın tükendik, sanmayın kin ve nefret biriktirdik... Adalet ve hukukun varolduğu sevgi ve hoşgörünün hâkim olduğu bir ülke için sabır, inanç, kararlılık ve umut biriktirdik.” HHH Silivri davalarındaki haksızlık ve hukuksuzluklar sonlandırılmadıkça “Türkiye’de demokrasi ve hukuk devleti var” diyemeyiz. Ermeni Dayatmasında Ruhbilim Sorunu Y Prof. Dr. TÜRKKAYA ATAÖV ten ne olduğu artık önemli değildir. Yeni kuşaklar doğup büyüdükçe, tarihsel denge gitgide gözden ırak olur. “Bir de karşı tarafın şu görüşü var” demek sanki ihanettir, kimi yerlerde yasaklanır. Acıların bu “seçilmiş” olanını doğurup besleyen ikinci ruhsal koşul toplum çadırının sallanmasıdır. Herkesin yaşamında iki önemli “çadır” var; aile ve ulus çadırları. Baba ölür, hastalanır, anadan ayrılır ya da işsiz kalırsa, aile çadırının direği ve onunla birlikte çadırın kendi sallanmaya başlar. Komşu devlet saldırdı mı ya da toprağın bir bölümünü alıp götüren oldu mu, ulusun direği de sallanır. Seçilmiş acı o koşullarda daha şiddetlidir. 187778 OsmanlıRus Savaşı’ndan sonra, Ermeni azınlık da “Devlet çöküyorsa bize ne olacak?” kaygısına kapıldı ve yabancı dünyayıcılarının da desteğiyle “Özerk ya da bağımsız olalım!” düşüncesine yöneldi. O zaman da “Ermenistan” dedikleri altı ilin hiçbirinde çoğunlukta değildiler. Britanya Büyükelçisi, 17 Mart 1879’da Patrik Nerses’e de aynen bunu söylemişti. Ruhbilimci J. E. Mack “düşman”ın acılarını bütünüyle yokmuş sayan “yalnız kendisinin kurban edilmiş olmasının bencilliği”ni ortaya attı. Kendini kıygın (mağdur) gibi sunan tarafın saldırı, şiddet, suç, kan dökümü, yığınsal kıyım ve devlet düşmanlarıyla işbirliği gibi ihanetini görmezden gelen tavrı bu başlık altında incelenmelidir. Tüm kötülüklerin kaynağı sanki karşı taraftır. Oysa 1920’lerin Ermeni yazarlarının kendileri Türklere karşı savaştıklarını ayrıntılarıyla anlatan kitaplar, dizi yazılar yayımladılar. Türkiye’nin o zamanki düşmanları onlara bu silahlı destekten ötürü teşekkür edip para ve silah akıttılar, madalyalarla donattılar. Kimi Fransız ve Rus subayları Ermenilerin yaptıklarından utandıklarını açıklamak zorunda kaldılar. Bunların da belgeleri var. Ermenilerin yerlerini değiştirmek, bu yüzden, askeri bir zorunluluk oldu. Sonuç olarak 1915’te ne olduğu ancak gerçeğin bütününde görülebilir. üzlerce yıllık ErmeniTürk ilişkilerini ya da 1915’e odaklanan sorunu bir yazıda özetlemek olanak dışıdır. Konunun içinde olağan sayılamayacak ruhsal bir yan var ki, onu tartışmanın ortasına koymakta, bir giriş niteliğinde bile olsa, yarar var. Yurtdışındaki birtakım vuruşkan Ermeni sözcüleri tartışmayı daha çok Batılılara, Hıristiyan bir topluluğun durup dururken tek yanlı bir kıyımla kurban edildiği biçiminde kısıtlayıp ikinci bir görüşe kapıları kapayarak sunuyorlar. Gene Batı’da Türklerin hakkını teslim eden dengeli yaklaşım sahipleri, ama azınlıkta kalan aydın yazarlar da var. Konuyu koca bir kitapta “Ermeniler de melek değillerdi” ibaresiyle kendi namusunu kurtarma çabası içinde olan yazar da eksik değil. Ancak bu konu abartmalı ve kimi devingenleri göz ardı edilerek ele alınamaz. Konuyu yalnız ruhsal devingenler açısından sunarsak, şu üç bilimsel kavram üstünde kısaca durabiliriz: “Seçilmiş acı, toplum çadırının sallanması ve kurban edilme bencilliği.” Bunların etkisindeki yeni Ermeni kuşakları ve sözcüleri Türklere çektirdikleri acıları anlamaktan her geçen gün daha uzaklaşıyor ve uzlaşıyı geciktiriyorlar. Bir gerçek şu ki, kimi kişilerin, toplumların, giderek ulusların bir çatışmanın sürmesinde ruhsal yatırımları var. Bir tür “düşman” bellenen “öteki” kavramı sanki iki yarar birden sağlıyor: İçte denetim ve dışta kazanç. Öyle ki, bu düşman simgesi hiç ortadan kalkmamalı. Demek ki kimilerinin hem dosta, hem düşmana gereksinimi var. Bir tarih olayı da hem siyasileştirilebilir, hem de normal sayılamayacak ruhsal bir soruna dönüşebilir. Bu yanlış davranışın sözcülüğünü uygar denilen ulusların en eğitimli kişileri de yapabilirler. Hatta korktukları şey, düşman imgesinin yok oluşu bile olabilir. Kişi ya da topluluk acı ya da acılar yaşamıştır. Bunlardan biri, diyelim belki de en kötüsü, kuşaktan kuşağa aktarıldıkça, geçmişte gerçek Gazetecilik maratonunu sürdürürken, mesleki faaliyetleri nedeniyle, Ergenekon davası kapsamında tutuklanan Mustafa Balbay, 3 adıma 4 adımlık hücresinden katıldığı 2011 seçimlerinde CHP İzmir Milletvekili seçildi. 4 yıl 278 günlük esaretin ardından, 9 Aralık 2013'te tahliye edilen Balbay, Türkiye'nin önemli bir siyasi aktörü haline geldi. “Balbay'ın Maratonu”nda, yarım asırlık bir yaşama mercek tuttuk... 1971 Burdur depremi yaşamını nasıl etkiledi? 12 Eylül'ü nasıl yaşadı? Kimlerden, nasıl ölüm tehditleri aldı? Yıllardır gündemden düşmeyen “Genç Subaylar Tedirgin” haberini nasıl yazdı? Hakim karşısında geçen 3 bin saatte neler yaşadı? Cezaevinde toprağa basmak için ne reçetesi aldı? Hastalık tanısına ne yazıldı? Silivri'den Sincan'a taşınırken neler yaşadı? Yaşamında pişmanlık duyduğu bir şey var mı? Siyasetteki hedefi ne? Neden Türkiye'yi kasaba kasaba dolaşıyor?
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle