03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 4 MART 2014 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Dön Dolap Dön! Bir dolaptır dönen. Kimin dolabı bu? Senin, benim, hepimizin... Dönmüş boyuna, durdurmasını bilen yaşadı. Bilmeyense, bir kenarda kuzu kuzu baktı olan bitenlere... Bugün tutturdum dolap diye. Açtım baktım, tıklım tıklım. Hep yazılar, kitaplar, not defterleri... Bir yazarın gizli dolabı yoktur. Herkesin açıp bakacağı bir başka biçimde... Kimi dolabı kurar, kimi dolabı kullanmasını bilir. Kimi de o dolabı sağa sola çevirenlere boyun eğer. Bu arada dönen dolaptaki paralar, kaç milyon liraya da dolar. Kim koymuş oraya bunca parayı? Dolabın sahipleri, kullananları hep seçkinlerdir. Ya seçimle gelmesini becermişlerdir ya da seçimi bir yana itip iktidar koltuklarını o dolaptan çıkaranlardır. Dön dolap dön, çocukluğumuzda da vardı. Eğlencelikli, seve seve kullanırdık dolap sözcüğünü. Bilmeden o dolabın kimin için, kimin çıkarı için döndüğünü. Boşuna dönmez o dolap, bir yere kadar gelir, orda durur bekler. Sen açıkgöz adamlar sınıfındaysan, elbet bizden iyi bilirsin dolabın nerede duracağını. Mizah en iyi dolapları beceriyle kullananlara hizmet eder. Kendisi bir şey almaz, ama nice beceriklilere dünyayı sağlar. O dünya bildiğimiz yer değil, başka bir diyardır. Açlıkla, yalnızlıkla baş başa kalmış yoksullara da arada bir umutlanma fırsatı verir. Bir kez gelir, sıkıysa sen yakala, bırakma! “Döner dolap dönmez olsun” gibi atasözlerini bir düşünün. Kimin aklına böyle bir şey gelmiş de bu söz kullanılmış. Benim bu yazım da o dolabın içinden zorlukla çıktı. İyidir dolap sahipliği. Dolap molap derken yazıyı bitirdim. Bu da yazarın okurlarına bir dolap şakası. Parklarda o döner dolaba bir kez bindiyseniz dediklerimi anlarsınız. Kendi dolabınızı kendiniz yapar, o rahatlığın içinde yaşama gücü bulursunuz. Türkiye Sanat Kurumu Yasa Tasarısı ile Aldatmak Sanatçıların opera, senfoni orkestrası, bale gibi sanat disiplinlerini yok etmekle eşit gördüğü ve Kültür Bakanlığı’nın ise seslerini duyurmaya çalışan tüm paydaşlara kulağını tıkadığı bir tasarıdır ortada olan. A RAZİYE KARABEY miasıyla adeta alay etmektedir çünkü ACE kültür bakanlığı kaynaklarını kullanmasına rağmen özerktir. ACE Genel Kurulu memurlardan oluşmaz ve yerel yönetimlerin seçtiği üyeler de yer alır. Ayrıca bölgesel sanat kurulları mevcuttur. Dolayısıyla, ACE örneğinin de gösterdiği gibi, özerklik örgütlenme biçiminden ziyade işleyiştedir, yoksa Kültür bakanının ileri sürdüğü gibi özerkliğin ölçütü sanat kurumlarının “devletin şemsiyeğı ile mutabık kaldığı Ulusal Sanat Kurulu yedi sanat dalından dernek, vakıf ve sendikaların seçtiği ikişer temsilci içeriyordu.” l İkinci tehlike ve ACE’den önemli bir fark şudur: Tasarının öngördüğü sistemde sanat dallarının yönetimleri ve bütçeleri merkezileştirilerek birbiri içinde eritilecektir. Fikri Sağlar bu düzenlemenin yol açacağı çoğunlukla gözden kaçan ama can alıcı bir sonucu net bir şekilde ortaya koyuyor: “Hangi Tarih Direnerek Onurlarını Koruyanları Yazacaktır... Gazetecilik yaptıklarını iddia edenlerden çok şey değil; yalnız ve yalnız gazetecilik yapmalarını, mesleğini etik ilkelerini korumalarını, Uğur Mumcu’ların, Ahmet Taner Kışlalı’ların, Çetin Emeç’lerin bayraklarını yere düşürmemelerini istemişti... ERDAL ATICI dnan Binyazar’ın bir yapıtında okumuştum: “Rus çarınca görevlendirilen genel vali salondan içeri girdiğinde Chopin’in gözleri birden keskinleşir, öfkesi bilince dönüşüverir birden. Piyano susmuştur. Yüksek arkalıklarına gömülü soylular habire tıkınmaktadırlar. Genel valinin salona girdiği duyulunca yerlerinden sıçrayıverirler, yerlere kapanıp sofranın baş köşesine oturturlar kurtarıcılarını. Soyluların başı, eliyle gözüyle Chopin’e çalmasını işaret eder. Öfkesi bilince dönüşüveren Chopin, parmaklarını tuşlara sertçe vurur. ‘Ben Çar’ın cellatlarının önünde çalamam’ diye bağırır. Oysa, o dönem sanatçıların yaşaması soyluların onu tutmasına bağlıdır...” Chopin her şeyi elinin tersiyle iterek onurunu seçmiştir... Tıpkı; Anadolu ve Asya’nın fethine çıkmış, gücünün zirvesindeki Büyük İskender’in, Dieogenes’e, “Dile benden ne dilersen” demesi karşısında büyük düşünürün “Gölge etme başka ihsan istemem senden!” diyerek onurunu seçtiği gibi... Daha dün Ali İsmail Korkmaz, Abdullah Cömert, Ethem Sarısülük, Mehmet Ayvalıtaş, Ahmet Atakan gibi gençlerin yaşamlarının ilkbaharında toplumun onuru için ölümü seçtikleri gibi... Tüm bunlar, geçen günlerde bir televizyon kanalında, bir gazetenin genel yayın yönetmenini izlerken geldi aklıma... Başbakan’dan aldıkları talimatlar doğrultusunda yayın yapmaları dinlemeye takılmış... Baskı altında kaldık, ama yine de gazetecilik yaptık demeye getiriyordu sözü. Aslında, onların nasıl gazetecilik yaptıklarını, iktidarın buyruklarını nasıl yerine getirdiklerini, biz dinleme kayıtları ortaya çıkmadan önce de biliyorduk. Özellikle “Gezi Direnişi” sırasında yaptıkları yayınlarla, taraflı tarafsız herkesin tepkisini çekmişler, çalıştıkları gazete ve televizyonlar birkaç kez protesto edilmişti. Oysa, on yıldan bu yana toplum, onlardan, çok şey değil; yalnız ve yalnız gazetecilik yapmalarını, mesleğin etik ilkelerini korumalarını, Uğur Mumcu’ların, Ahmet Taner Kışlalı’ların, Çetin Emeç’lerin bayraklarını yere düşürmemelerini istemişti... Onlar ne yaptılar? Bırakın gazeteciliğin etik kurallarını, meslek onurunu korumak adına gazetelerinden kovulan, hapislere atılan, işsiz bırakılan, gazeteciliği bırakmak zorunda kalan meslektaşlarına sahip çıkmayı, patronlarının çıkarları için gazeteciliği ayaklar altına aldılar... Tarih bir gün bugünleri, bugünlerde onurlarını koruyarak direnenleri mutlaka yazacaktır. Elbette direnemeyenleri de... A vrupa’da kültür kurumları tanımlanmıştır ve İnsan Hakları Bildirgesi 27. madde ile kültür hakkı garanti altına alınmıştır. Türkiye’de ise ne bunlar ne de tanımlı bir kültür politikası vardır. Böyle bir temel eksiklikle malul ve sanat yönetimi kavramından bihaber bir ortamda, kurt puslu havayı sever misali Erdoğan hükümeti, “devlet finansmanı vasıtasıyla bağımsız sanat” ilkesini “devlete bağımlı sanat” ile eş tutmak suretiyle özerklik kavramına ilişkin kargaşa yaratarak sanat ve kültürün çanına ot tıkama planları yapmaktadır. “Türkiye Sanat Kurumu (TÜSAK) ile Sanatın Desteklenmesi Hakkında Kanun Tasarısı Taslağı” devlet opera ve balesiyle devlet tiyatroları kanunlarını lağvetmeyi ve sanat “projelerine” kurulacak olan TÜSAK vasıtasıyla kısmen fon sağlamayı öngörüyor. Kültür Bakanı son bütçe görüşmeleri sırasında, bir kez daha kafa karışıklığı yaratarak devlet sanat kuruluşlarının kapatılmayacağını belirtirken bir yandan da sanat alanında devlet finansmanının ve kadrolarının bulunmaması gerektiğini söylemiştir. Bu konuşma da açıkça ortaya koymuştur ki hükümetin nihai hedefi devlet sanat kurumlarını kapatmaktır. Bu kesindir, belirsiz husus ise bunun kısa vadede mi gerçekleştirileceği, zamana mı yayılacağıdır. Her halükârda TÜSAK Yasa Tasarısı başlıca iki büyük tehlike içermektedir: l Birinci temel tehlike, TÜSAK’ın özerk olmamasıdır. TÜSAK atanmış memurlardır ve sivil toplum kuruluşlarının kamusal işleyişteki sorumluluklarını yok sayar. Örnek alındığı ileri sürülen İngiliz Sanat Kurumu ACE ile adı dışında bir benzerlik yoktur ve hükümet bu hususta sanat ca sinde” olup olmaması değildir. Çünkü kültür hakkı, tıpkı diğer insan hakları gibi, “devletten bağımsız” ve “devlet vasıtasıyla bağımsız” şeklinde iki yönlü bir özerklik içerir. Fikri Sağlar’ın ifadesiyle “Mevcut Kültür Bakanı’nın sanattan ‘devlet şemsiyesi’ni kaldırmanın özgürlük olduğuna ilişkin iddiasının tam tersi doğrudur; yani ödeneği olmayan sanat kuruluşu ve tiyatrodur özgür olmayan. Çünkü, bugün hâlâ tiyatro, opera seyircisi arzu edilen düzeyde değildir. Örneğin, sürekli turneler yapan Devlet Tiyatroları olmazsa ülkenin dörtte üçü tiyatro göremez.”Prof. Hüsamettin Koçan da mevcut tasarının “İngiltere örneğinin yakınından bile geçmediğini, tümüyle atama usulüyle çalıştığını” belirtiyor ve ekliyor. “Başkanlığını yaptığım Özerk Sanat Konseyi’nin 1995 yılında Kültür Bakanlı sanat dalına ne kadar destek verileceği dikkatlerden kaçırılacak. Bunun sonucunda, bale, opera, senfoni göz ardı edilecek ve yıldan yıla değişen uygulamalarla çok ihtiyaç duydukları süreklilik ve istikrardan mahrum bırakılmak yoluyla yok oluşa terk edilecektir.” Diğer taraftan ACE ise stratejik öneme sahip ve “Ulusal Portföy Kuruluşları” şeklinde tanımladığı sanat kurumlarıyla çok yıllık anlaşmalar yapar ve kesintisiz fon sağlar. Yani, yaptığı iş mevcut tasarının öngördüğü gibi, basit bir “proje” finansmanı meselesi değildir. ACE 2012/2013 yılı toplam 440 milyon sterlinlik bütçesinin yüzde 71’ini stratejik kurumlara ayırmıştır. Dahası, söz konusu fonun yüzde 40’ını da ilk on kuruma tahsis etmiştir ve ilk on kurumun yedisi bale ve opera kuruluşlarıdır: Royal Opera House, English National Opera, Ope ra North, Birmingham Royal Ballet, English National Ballet, Welsh National Opera ve North Music Trust. Diğer ikisi Royal National Theatre ve Royal Shakespeare tiyatrolarıdır. Tasarının diğer bir riskli ve muğlak yönü, sanat faaliyetlerinin artan şekilde ve tüm yurt çapında sponsorlukla finansmanını öngörmesidir. Oysa, sponsorluk bilincinin ve özellikle isteğinin ülkemizdeki yetersiz durumu nedeniyle, sponsorluk yapmanın prestij sağladığı bir ülkenin model alınması başlı başına bir tartışma konusudur. Örneğin Cihat Aşkın 2001 yılında kurduğu İstanbul Oda Orkestrası’nda sponsor kullanmayı tercih etmediğini belirtirken AKM’de yöneticilik yapmış bir sanatçı, AKM ve İstanbul dışında sponsor bulmanın zorluğunu açıklıyor. İstanbul Devlet Opera ve Bale Müdürü Suat Arıkan, “Ülkemizde sponsorluk doğru konumlandırılmadığı için, fon bulmak amacıyla ticari eserler sergilemek gerekir” derken, Fikri Sağlar “Türkiye koşullarında sponsorun kapısında yatan sanatçı, olsa olsa onun hoşuna giden, daha çok seyirci çeken eserlere yönelecektir” şeklinde görüş bildiriyor. Buna karşılık, Royal National Theatre 201112 faaliyet raporunda 17 sayfa, Metropolitan Opera 201011 faaliyet raporunda 4 sütuna 22 sayfa destekçi listesi mevcuttur. Yine de yüksek bilince rağmen, Avrupa’da sponsor geliri oranı çok düşüktür: Son faaliyet raporlarına göre bağış oranı toplam bütçelerinin National Theatre’da yüzde 8 (6.6 milyon sterlin), English National Opera’da yüzde 10 (3.6 milyon sterlin), Royal Opera’da yüzde 16 (18.4 milyon sterlin) ve Opera National de Paris’de yüzde 4’tür (9.1 milyon Avro). Sonuç, sanatçıların opera, senfoni orkestrası, bale gibi sanat disiplinlerini yok etmekle eşit gördüğü ve Kültür Bakanlığı’nın ise seslerini duyurmaya çalışan tüm paydaşlara kulağını tıkadığı bir tasarıdır ortada olan. Müjdat Gezen, Aziz Kocaoğlu ve Macit Özcan İnternet siteleri, Twitter ve Facebook hesapları, dikkat edilmezse, insanı çok yanıltabilir... Twitter’da ve Facebook’ta açılmış sahte hesaplar ve bu sahte hesaplardan yayımlanan yalan ifadeler var... İnternet haber ve bilgi sitelerinde pek çok yalan yanlış haber ve bilgi, belli bir konuda insanları yanıltmak için özel olarak hazırlanmış “dezenformasyon” dolaşıyor. Birtakım uyanıklar ya da kötü niyetliler, nasıl ilk internet adresleri çıktığında ünlü markaların ve ünlü isimlerin adını alıp kapatmış ve sonra bunları yüksek fiyatlara satmak istemişse, aynı olay Twitter ve Facebook’ta da yaşanıyor... Örneğin benim Facebook’ta hesabım yok... Aynen internette posta adresi alırken olduğu gibi, Twitter’a da girmek istediğimde “Emre Kongar” adının ve bu adın çeşitli biçimlerinin alınmış olduğunu gördük... Sonunda “Emre”nin sonundaki “e” harfini atarak “@emrkongar” diye bir isim almak zorunda kaldık. HHH Son olarak gündeme gelen bir siyasal “dezenformasyon” olayı bence çok önemli... Sevgili dostum, değerli sanatçı Müjdat Gezen adına açılmış sahte bir Twitter hesabından, iki başarılı ve değerli belediye başkanını yıpratmak için “tweetler” atılmış. İzmir’de Aziz Kocaoğlu’nu, Mersin’de de Macit Özcan’ı karalayan bu mesajlara Müjdat Gezen’in tepkisi sert olmuş: “Benim Twitter ya da Facebook hesabım yok. Başkaları benim ismimi kullanarak sosyal medyada yazılar yazıyor. Daha önce de savcılığa suç duyurusunda bulunmuştum. İzmir için de CHP’nin büyükşehir belediye başkan adayı Aziz Kocaoğlu’nu sonuna kadar destekliyorum. Zaten aile dostumuz olan Aziz Kocaoğlu ve CHP’nin sonuna kadar yanındayız. Kocaoğlu ve CHP dururken hırsızlıklara bulaşmışları niye destekleyeyim? Hırsızlar bizden uzak dursun. Eminim ki İzmir, Aziz Kocaoğlu ile birlikte CHP’nin olmaya devam edecek. Aynı şey Mersin’de de oldu. Mersin Belediye Başkanı Macit Özcan’ı desteklemediğime dair tweetler atılmıştı. Bu da yalan ve yine Macit Özcan’ı destekliyoruz” demiş. HHH Kocaoğlu ve Özcan halk tarafından sevilen, dürüst ve başarılı iki belediye başkanıdır... Bu politikacıları, bir başka değerli insan, sevilen sanatçı Müjdat Gezen üzerinden yalanlarla karalamaya çalışmak hem “suçtur” hem de “ahlaksızlıktır” diyeceğim ama... Ortada “suç” ve “ahlak” mı bıraktılar!
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle