06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 14 MART 2014 CUMA 2 kaçabilecek bir anlatım veya açıklama korkusu yüzünden bu tür eğilimlere kolayca kayabiliyoruz. Oysa, derinliğine düşünüp doğru çareler bulabilmek zaman ister. Demek ki, kültürde “bile” biraz değişiklik gerekebiliyor. halde, kıssadan hisse, her şeyi kendi ölçüsünde tutmak gerekir. Derin bir üzüntü kısa anlatılamıyor, değil mi? Fransız düşünürlerden Boileau, “yazarken bin kere okumalı” anlamına gelen bir şeyler yazmıştır, hatırladığıma göre. Ama, affedersiniz, zaten çoktan anlamış olmalısınızdır. Keşke kelime ve düşünce oyunları yapmak yerine, olayın hiç bitmeyecek acılığını olabildiğince vurgulayıp daha kısa yazabilmeliydim. Ama, ne yazık ki, olmadı. Daha doğrusu olamadı, yahut ben yapamadım, pek elim varmadı. ünkü öyle bir kültürümüz Ç var; konuya, yerine ve zamana göre “münasebetsiz” HABERLER Yalan Makinesi Altay GÜNDÜZ Prof. Y. Müh. İTÜ 1951, YTÜ E. Öğretim Üyesi Yaşamı boyunca haksızlığa uğrayan insanlara arka çıkan Erle Stanley Gardner (18891970), savunma avukatı bir polisiye roman yazarıdır. Romanlarının baş kişisi Perry Mason da öyle. Geçen gece okuduğum bir romanında, bir müvekkili Mason’a sordu: “Mr. Mason, yalan makinesi nedir?” Mason yanıtladı: “Yalan dedektörü (yalan bulucu), duygusal gerilimlerin yarattığı psikolojik değişimleri yansıtan bir aygıttır. Bir kimse yalan söylediği zaman, zihinsel çaba harcar, kan basıncı yükselir. Doğruyu söylediği zaman, böyle bir çabaya gerek duymaz, kan basıncı normal değerinde süregider. Aygıt, bu değişimleri, bir kâğıda kaydeder. Büyük genlikli dalgalar yalanı belirtir.” Dalmışım. Korku filmlerinde görülen hayal gibi bir binanın üst katındayım. Kocaman bir salon. Ortada yalnızca bir masa, üzerinde yalan dedektörü, masanın arkasında morg kaçkını bir sorgucu. Masanın önünde uzayıp giden bir kuyruk; alt katlara iniyor, sokağa çıkıyor, birkaç blok ötede köşeyi dönüyor, sonunu belirleyemedim. En önde papa, arkasında kardinaller, rahipler, devlet başkanları, başbakanlar, bakanlar, parti başkanları, milletvekilleri, üst yöneticiler, kitle iletişim araçlarının patronları, holding yöneticileri, sendika başkanları... Tümü yabancı. Bir punduna getirip sorgucuya sordum: “Bizden kimseyi göremiyorum.” “Ah!” dedi sorgucu. “Ülkenizi yöneten üst yöneticilerinden birkaçını denedik, çok kısa zaman aralıklarında olağanüstü büyüklükte genlikli dalgalar oluştu; aygıt hasara uğradı.” Acı BERKİN olayı, hiç kuşkusuz her yönüyle acı. Konuşulması, yazılması bile acı veriyor. Gözleriniz yaşarmadan anlatmak kolay değil, çünkü, trajik ve dramatik, her yönüyle ve hakkını vererek anlatmaya kalkarsanız da olmaz, kitap yazmak gerekir. Olabilir bazen, çok acı verici bir olay ister istemez tarih veya edebiyat konusuna dönüşüyor. Hiç unutulmaz ve hep acı verici kaldıkları için. Yine de, tam bir sonuca varmak amacıyla daha derin düşünmemiz gerekiyor. O Evlat Acısı, Evlat Çelişkisi Acıların en büyüğü evlat acısıdır... Her ölüm acıdır... Her sırasız ölüm daha acıdır... Ama evladın ölümü, ölümlerin de en acısıdır. Yaşayan, tanık olan bilir: Bir anne için, doğurduğu, emzirdiği, özene bezene büyüttüğü evladın ölümünü hiçbir şey telafi edemez... Bir baba için, kendinden olan bir parçanın yok olması bütün yaşamın kararması demektir. Ben ailemde bu acıyı yaşadım, bu acıya tanık oldum; ağabeyimi 21 yaşında yitirdiğimiz zaman... Bütün ailem darmadağın oldu: İki yıl sonra, ağabeyimin ölüm yıldönümünde, babamın yüreğine indi, aramızdan ayrıldı... Annem ise hiçbir zaman eski annem olamadı, hüzünlü varlığıyla bir süre sonra o da sonsuzluğa gitti. HHH 15 yaşında tanık olduğum evlat acısını bütün ömrüm boyunca yüreğimde, zihnimde taşıdım... Şu anda da taşıyorum... Çünkü ben de “idolümü”, inandığım, güvendiğim, örnek aldığım, benim için adeta “ölümsüz” olan ağabeyimi yitirmiş, ölümün acımasız yüzüyle tanışmıştım o yaşta... Bu nedenle her ölüm beni üzer, sırasız ölüm daha çok üzer... Hep o annebabaları, o aileleri düşünürüm. HHH Berkin Elvan’ın cenaze günü yayımlanan yazımda, son dönemde yitirdiğimiz çocukların listesini, yaşlarıyla birlikte vermiş, bunun gerisinde yatan nefret söylemine dikkat çekmiştim. Ne yazık ki cenaze günü, iki evladımızı daha kurban verdik: Tunceli’de kimyasal gazdan etkilenerek kalp krizi sonucu hayatını yitiren, yeni evli polis Ahmet Küçüktağ 30 yaşındaydı. İstanbul Okmeydanı’nda, cenaze dolayısıyla protesto eylemi yapanlara saldıran sopalı grupla çıkan çatışmada, kurşunla vurularak öldürülen Burak Can Karamanoğlu 22 yaşındaydı. Ne yazık ki ayrışmaya, bölünmeye, düşmanlaşmaya yol açan nefret söylemi, trajik sonuçlarını vermeye devam ediyor. HHH Ayrıca bir önemli çelişki, kamuoyu vicdanını daha da rahatsız ediyor: İktidar mensuplarının evlatları, kutuların, kasaların içindeki dolarlarla, Avrolarla, gemiciklerle, arazilerle, villalarla, danışmanlıklarla beslenirken vatandaşın evlatları genç yaşlarda ölüme yollanıyor!
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle