06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
14 MART 2014 CUMA CUMHURİYET SAYFA 17 Berkin’i gönüllerinde de uğurlayan milyonlara “ölüsevici” diyen sabık başmüzakereciye en yerinde isyandı: “Ey Egemen Bağış, sende şu kadarcık vicdan varsa!..” HHH Yüce Tanrı’nın Bağış’a ne kadar vicdan bağışladığını bilemeyiz. Ama para tellalı Sarraf’ın cömertliği sayesinde, egosu kadar şişkin bir cüzdana sahip olduğunu tapelerdeki iddialardan biliyoruz! Patronu Tayyip Bey de biliyor! Ki perçeminden tuttuğu gibi, öteki “cüzdandaş” mevkidaşlarının yanına koyuverdi. Nadir Nadi’nin yazarlara en önemli öğüdüydü: “Kişilerle değil, fikirlerle uğraşın!” Nadir Bey, ah keşke!.. Ortada fikirden geçtik, ne kişi var ne de kişilik! Aydınımsı Atatürk düşmanları öteden beri “ölüsevici (nekrofil)” lafını pek severler. Bu sözü Cumhuriyet döneminin kahramanları için kullanırlar ve sapık bir zevkle aralarında gülüşüp dururlar. Berkin için ülke ayağa kalktığında, seçim turundaki liderinin paçasının dibinde memleketi Siirt’teydi. Siirt’in kalabalığı, Berkin için ayağa kalkan yüz binlerin, milyonların yanında solda sıfır kalmıştı. Liderinin gözüne yeniden girmenin peşindeydi. Bunun en kestirme yolunun, Berkin için gözyaşı döken milyonlarla dalga geçmek olduğunu düşündü. Ve o lafı etti. O lafı öteden beri liderinin de sevdiğini biliyordu. Ama sosyal medya zevzeklik Yumurta atan Ege Üniversiteli öğrenciyi bağışlamadı. Yaralama kastından 5 yıl hapse mahkum edilmesi için uğraştı durdu. Sureti haktan görünmeyi ve sözde espri yapmayı da hiç ihmal etmedi: “Gençler her platformda görüşlerini dile getirebilirler. Ama herkes birbirine yumurta atarsa Türkiye kadınbudu köfteye döner!” Başmüzakerecinin söylev ve demeçlerini Ankara’daki AB büyükelçileri ülkelerine iletiyor. Atılan yumurtadan kadınbudu söylemi çıkarma başarısını da herhalde kaydediyorlardı. Egemen Bağış, adının hakkını verdi. Ama soyadının “affetme” anlamını değil de “bahşiş” manasını yeğledi. Siyaseti, Amerikan Dışişleri Bakanlığı’nın Türkiye’den gelen konuklarına tercümanlık yaptığı sırada öğrendi. Ayrıntılar ve sözcüklerin farklı anlamları üzerinde uzmandı. Tayyip Bey’i etkileyen de belli ki bu yönü oldu. Başkaca ne hünerleri olduğunu, kapısına gelen elbiselerle ilgili TBMM’deki fezleke süreci sonunda öğreneceğiz. Ama Rakel Dink’in ifade ettiği şu görüşü Berkin sayesinde tekrarlamak şart oldu: “Amerikalılar adına, Amerikan Dışişleri’nde çalışan bir tercümandan Türkiye’ye Başmüzakereci ve bakan yaratan Ak Parti karanlığını sorgulamadan bu ülke aydınlığa çıkamaz!” Silivri’ye Yeni Konuklar Silivri’nin alelacele boşaltılması, Gülen’e Gülencilere yer açmak için mi acaba? Korku devleti yaratmanın ilk koşulu güçlü düşman yaratmak. Türk Silahlı Kuvvetleri’ne terör işbirlikçisi, Genelkurmay Başkanı’na da “örgüt lideri” diyerek bugünlere gelindi. Şimdi sıra “sahte ilim ordusu” ile onun “lideri”nde! İlker Başbuğ’dan boşalan hücre hazır gibi. Başbakan TV’de ilk sinyali verdi: “Cemaat” diye soru soran, önde gelen yandaş gazetelerden Star’ın yönetmeni Mustafa Karaalioğlu’na öfke ile çıkıştı: “Ne cemaati ya? Bunlar örgüt.. Örgüt!” Siyaset boşluk götürmüyor. Ergenekon Terör Örgütü’nün yerine belli ki Gülen Terör Örgütü davası hazırlanıyor. Acaba savcısı kim olacak? Belli değil. Ama o savcının, iktidara 11 yıl o örgütle al takke ver külah devleti birlikte yönettiklerini hiç sormayacak biri olacağı kesin. GÖRÜŞ Dr. ERDENER ÖZER Diline, Eline Egemen Olmayan Bir Bağış... kaldırmıyor. Patlayan tepki selinden korkup attığı tweet’i yalamak zorunda kaldı. HHH Kimi aileler çocuklarına hayatta en çok gereksinecekleri isimleri verirler. Ailesi de, diline hâkim olamayacağını ve zevzeklik yapmadan duramayacağını hissettiği için mi nedir, ona “Egemen” dedi. Ne yazık ki bu, temenni olarak kaldı. Washington’dan ABD Dışişleri Bakanlığı tercümanlığından Ankara’da TBMM’ye ve Bakanlar Kurulu’na yatay geçiş yaptığı günden beri diline egemen olamayan biri oldu.. Tapeler eline de hâkim olamadığını ortaya koydu. Sözde başmüzakereci idi. Üstüne ne vazife ise AB’nin en güçlü ülkesinin başbakanı için, “Merkel seçimi kaybedecek, balığa çıkacak!” diye demeç verdi. Bayan Merkel seçimi kazandı. Yeniden başbakan oldu. O ise koltuğunu seçime gitmeden kaybetti. Şimdi de “Keşke Yüce Divan yerine balığa çıksam!” diye dua ediyor olmalı. Adı gibi soyadı da temenniden ibaret kaldı. 14 Mart Tıp Haftası ve Acil Talepler 14 Mart Tıp Haftası’nın özelinde, ülkemizdeki hekimliği derinden etkileyen 6514 sayılı torba yasanın getirdiklerini ya da daha doğrusu götürdüklerini okurlarla paylaşmakta ve zihinlere bir not düşmekte yarar var. Bilindiği gibi Tamgün Torba Yasası Meclis’te AKP oyları ile apar topar yasalaştı ve Cumhurbaşkanı tarafından onaylanarak yürürlüğe girdi. Önce bu torba yasa ile özdeşleşen “tamgün” terimine bir açıklık getirelim. Kastedilen kavramın esin kaynağının, İngilizce “full time” kavramı olduğunu düşünecek olursak, aslında ifade edilenin hekimlerin “tam süreli çalışma” konusu olduğunu söyleyebiliriz. Son yasal düzenlemenin bu bağlamda bir yenilik ya da bir değişiklik getirdiğini söylemek mümkün değil. Bu nedenle de torba yasa ile ilgili tartışmaların tamgün konusuna odaklanması yanlış algılamaya neden olmakta. Bu yasal düzenleme on binlerce hekim için hiçbir iyileştirme getirmiyor. Emekli hekimler, asistan hekimler başta olmak üzere tüm hekimler yine mesleki mutsuzluğa terk ediliyor. Üstelik mesai sonrası muayenehanelerde serbest çalışma hakkının elinden alınması, artık kamuda çalışan tüm hekimleri kapsıyor. Serbest çalışmanın bu şekilde düzenlenmesi ile tıp fakültesi öğretim üyelerinin hekimlik emeğinin karşılığı, özel hastane patronlarının insafına bırakılıyor. Kısacası hekimlik için tablo yine karanlık. Peki, bu torba yasanın satır aralarında daha neler var? İzmir Tabip Odası’nın bu konudaki açıklamasından alıntı yapalım: Hekimlere yönelik “ruhsatsız sağlık hizmeti verme” adı altında bir suç tanımlandı. Hekimin hastaya ruhsatsız müdahalesi suç, müdahaleyi polis ya da özel harekâtçı yaparsa uygun dendi. Hastasının mahrem bilgilerini bildirmeyen hekimlere suçlu muamelesi yapılması ile hekimlik onuru hiçe sayıldı. Sağlık personelinin mesai saatleri dışında kuruma çağrılması adı altında, ikamet zorunluluğu gibi kölelik uygulamalarına kapı aralandı. Özel hastanelerden sonra, devlet üniversitelerinde de vatandaşın cebinden “hoca” farkının alınması ile “bıçak parası” şarlatanlığı kolaylaştırıldı. Acil hastalardan para alan, yeterli personel çalıştırmayan, hizmet standartlarına uymayan özel sağlık kuruluşlarına üç aya kadar faaliyet durdurma cezası çok bulundu ve on güne düşürüldü. Ruhsata aykırı ilaç imal edip halk sağlığını tehdit edilmesine yalnızca para cezası verilmesi uygun görüldü. Bu torba yasanın; sağlıkta piyasalaşmaya hizmet ettiğini, hekimlik mesleğini derinden yaraladığını ve sağlık sisteminde vahim sonuçlara yol açacağını söylemek hatalı olmaz. Umudumuz son yasal düzenlemenin, önündeki sürecin herhangi bir aşamasında bir an önce geri çekilmesi yönünde... Bununla beraber çözüme odaklı olmak gerekirse, hekimlerimizin mesleki şartlarını düzeltmek için bugün ortaya konabilecek acil talepler nelerdir? Yine İzmir Tabip Odası’ndan alıntı yapalım: Emekli hekim maaşı üst düzey bürokrat emekli maaşına yükseltilsin. Birinci basamakta çalışan hekimlerin, serbest çalışan hekimlerin ve asistan hekimlerin üzerindeki meslekten bezdiren idari ve mevzuattan kaynaklanan baskılar kaldırılsın. Özel sağlık kurumlarında çalışan hekimlerin, patron keyfiyetine kalmış ücret ödemelerine devlet güvencesi sağlansın. Mesleki dayanışmayı bitirmiş olan performans ek ödemesine karşılık, bütçeden karşılanan sabit performans ödemesi iki katına çıkarılsın. KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] Emmebasma Tulumba “10 Mart” gecesi özgürlüğüne kavuşan “Tuncay Özkan”ın kızı “Nazlıcan”, eşi “Duygu”yla birlikte “TV”lerde izledikten bir süre sonra, “Ergenekon Davası”nın “son” duruşmasında (5.8.2013) yine onlarla buluşuverdim. Bu “321.” duruşma unutulur gibi değil; mahkeme başkanı “H.H. Özese”, bunun bir “duruşma” olmadığını, yalnızca bir “hüküm bildirme” olduğunu söylediğinde yalnızca sesi duyuluyordu; kendisini de, “kürsü”yü de göremiyorduk; o gün de “yok” gibiydiler. Çünkü “jandarma”lardan oluşturulan ortaçağ “sur”larına “eş” bir duvarla “izleyici”lere (halk), “savunman”lara, “sanık”lara karşı “koruma”(!) altına alınmışlardı. Oysa onlar da jandarma erleriyle sarılarak ayrı ayrı “kafes”ler içine konulmuştu. İnsanlar birbirlerine sesleniyor ne olup bittiğini duymak, görmek, bilmek istiyor, savunmanlar “kürsü”yü görmek için masaların üstüne çıkıyor, salon tam bir “pazaryeri”; bağrış çığrış içinde... “Basın”, “kürsü”ye yakın olduğu için “Başkan Özese”nin söylediklerini az da olsa duyuyoruz; ne ki her bir “hüküm” okundukça, “Hukuk” da, “Adalet” de adım adım “yok” oluyordu; böylece “mahkeme” tümüyle “mahkeme” olmaktan çıkmıştı... Ama “Nazlıcan”ın: “Bütün laleleri kurutamazsınız” haykırışı, bu kargaşayı, gürültüyü aşarak yükselmişti... Yazının başında “o gün ‘de’ yok gibiydiler” dedim; çünkü bu “son” duruşmadan önce “316.” duruşmada (17.6.2013) “Kr. Plt. Tğm. M. Ali Çelebi” konuşmasında bir ara “kürsü”ye; “Hukuk’u kendi cinnetlerinize göre çarpıttınız, tepetaklak ettiniz!” diye seslenmiş ardından, “Ruhunuzu bir kez olsun ‘adalet’in kollarına atmadınız. (...) Anlaşılıyor ki ‘hiç’liğe yazgılısınız!” demişti yerden göğe “haklı” olarak. “Adli Emanet”teki cep “telefon”una “polis” tarafından yapılan yüklemelerle “suç”lanan ve duruşmalar boyunca tüm bunların “iftira”, “tezgâh” olduğunu haykıran “24” yaşındaki bu gencecik “insan”a, “33 ay” tutukluluktan sonra “yanlışlık” oldu derseniz, ondan şu yanıtı alırsınız: “Buraya gerçeğin bana verdiği yetkiyle ‘Utanma’ duygusunu hatırlatmak için geldim!” “Utanma”dan söz edilince de “Çelebi”nin bu “savunma”sından önce “30 Mayıs” günkü duruşmada “E. Tuğa. Alaettin Sevim”in savunması sırasında “M.A. Ersoy”dan aktardığı; “...edepten yok payesi, bir kızarmaz yüz, bir yaşarmaz göz” dizesine yer vermemek olanaksız. “Amiral A. Sevim” bu dizeyi “savcı”lara dönük söylemişti; bu durumda “Ergenekon”un “savcı”sı “R.T. Erdoğan” için de geçerli olmuyor mu “kızarmaz yüz, yaşarmaz göz” söylemi? Ayrıca “2013” yılının bu “Mayıs” ayındaki duruşmalarda; “Başkan H.H. Özese”ye “üye” yargıçlar “S.S. Haşıloğlu” ile “H. Çalmuk”a, “İşçi Partisi” yöneticilerinden “Mehmet Bedri Gültekin”in yaptığı; “Sizi ben ‘300.’ kez reddetmeyeceğim. Bir ‘çağrı’da bulunuyorum: ‘Bu davadan çekilin!” uyarısını bu “3’lü” dikkate alsaydı, bir “yargıç” için çok “üzücü” olan “HSYK” tarafından “sorgulanma” durumuna düşmezlerdi, diyorum. Bilmem anımsanır mı? “M.B. Gültekin”e yapılan “suç”lamalardan birincisi; “Başbakan Erdoğan”la “KKTC”nin Başbakanı “Mehmet Ali Talat” arasındaki, “Kıbrıs” sorunu ile ilgili telefon görüşmesini “kamuoyuna açıklamak”tı. Bu konuşmanın o ünlü bölümünü, “Gültekin” mahkemeye dinletti; “Erdoğan”, “Talat”tan, “Rum” kesimiyle yapılacak toplantıda “Kıbrıs’ta iki ayrı devletten kesinlikle söz etmemesini” birkaç kez yineleyerek istiyor; ardından da “Cumhurbaşkanı R. Denktaş”ı kastederek: “Bir numarayla fazla dalaşma!” diyor; bu uyarıyı yeterli görmeyip çok alaycı bir sesle de “Mehmet Ali Bey, ben size bir şey söyleyeyim mi, ‘artık o bitmiştir!” diyerek gevrek gevrek gülüyor... Toplumumuzda yer etmiş bir söz vardır, “Etme bulma dünyası” diye... Ama şu kadarcığını da söylemek gerekir diyorum: “Kıbrıs Halkı”, “Denktaş”ı, çocuklarını, ailesini de işaret ederek ne “Hırsız vaaar!” diye alanlarda, sokaklarda bağırdı ne de “Başçalan” diye adlandırdı... “Rauf Denktaş” onurla “tarih”teki yerini aldı... Oysa “Erdoğan” için de böyle bir durumdan, böyle bir “gelecek”ten söz edilebilir mi? Ne dersiniz? “HSYK” tarafından bir bakıma yargılanacak olan bu “Ergenekon Yargıçları” için de aynı soru geçerli olabilir, diyorum. Bilirsiniz, “yürek” tıpkı bir emmebasma “tulumba” gibi çalışır; kimileri göğüs kafeslerinde yalnızca böyle bir “tulumba” taşırlar... ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK [email protected] 1/ “Tefe 1 ci” anlamın2 da kullanılan yerel bir söz 3 cük. 2/ Uzun 4 omuz atkısı... 5 “Ah kimselerin vakti yok 6 / Durup 7 şeyleri anla8 maya” (Gülten Akın). 3/ 9 İçi küflü bir 1 2 3 4 5 6 7 8 9 peynir cinsi... Hi1 cap. 4/ Kalın bükülF E C R İ A T İ müş sicim... Kahra 2 A K A İ T A Ç I man, yiğit... Mak 3 H E R K İ B İ S sim Gorki’nin bir 4 R İ K AME T romanı. 5/ İran’da 5 İ D A R A L Ş Şiiliğin belli başlı 6 Y O R T U A R İ dinsel önderlerine S İ E L verilen şeref unva 7 E L A nı. 6/ En uygun du 8 AMB E R İ Y E rum ve zaman... Ja 9 Ö Z İ K İ L EM pon lirik dramı. 7/ Suudi Arabistan’ın plaka imi... Tiyatroda, bir oyuncunun heyecanlanarak rolünü oynayamamasına verilen ad. 8/ Yükselme, yücelme... Nazilerin politikasında Germen ırkından kimselere yakıştırılan ad. 9/ Su geçirmez kumaştan yapılan bir tür spor ceket. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Yaşlanmanın gecikmesini sağlamak amacıyla başvurulan çarelerin tümü. 2/ Gerçekleştirilmesi olanaksız tasar ya da düşünce... Tantal elementinin simgesi. 3/ Ticaret mallarını saklamak için rıhtımda yapılan büyük depo... Avlanırken avcıların hayvanlardan gizlendiği yer. 4/ “ belalı şey fakat uzlet sıkıntılı” (Y. K. Beyatlı)... Telefon sözü. 5/ Mevki, makam... Güzel sanat. 6/ Kayısı, erik, zerdali gibi meyvelerin kurusu... Borsada belli miktardaki hisse senedini belirtmekte kullanılan işlem birimi. 7/ Ses... Bir renk... Üzerine yazı yazılan tabaklanmış ceylan derisi. 8/ Faruk Nafiz Çamlıbel’in bir tiyatro oyunu. 9/ İç rahatlığı... Yoz beğeni, zevksizlik. 1 2 3 4 5 6 7 8 9
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle