07 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
9 ŞUBAT 2014 PAZAR CUMHURİYET SAYFA [email protected] KÜLTÜR 17 Tayfun Serttaş, ‘Mimarlar Mezarlığı’ sergisiyle İstanbul’un kayıp mimarlarının izini sürüyor AYŞEGÜL ÖZBEK Bir şehir bizde ne izler bırakır? İstanbul’un geçmişi, tarihi bize neler anlatır? İnsanı, sokakları, binaları, dükkânları... İstanbul’un unuttuğumuz, belki de adını hiç duymadığımız bilmediğimiz mimarları kimler? “Şehrin çok katmanlı yapısı sadece kültürel olarak değil mimari olarak da tartışmaya açılabilir” diyen Tayfun Serttaş, Studio X’teki “Mimarlar Mezarlığı” isimli yeni sergisiyle bu mimarların izini sürüyor. 28 Mart’a kadar açık kalacak sergi, İstanbul’da 19. yüzyılın son çeyreğinden başlayarak bir şekilde modernizme paralel olarak gelişen birey kimliğinin mimarideki yansımasına odaklanıyor. Anonim mimardan birey mimara geçişin de, binaların köşelerinde yer alan ve bir tür imza olan mimar yazıtlarıyla başladığını vurguluyor Serttaş: “Hiçbirimiz Yıldız Sarayı’nda yaşamadık belki ama bu isimlerin yaptıkları binaları bir şekilde kullandık. Belki kentin siluetine etki etmemiş ama sokaklara aurasını vermiş isimlere dair literatür yoktu ortada.” Serttaş, İstanbul Üniversitesi’nde okuduğu yıllarda Taksim’e yürüyerek gidiyor hep ve yazıtları ilk o ara yolda, SirkeciSultanhamam hattında fark ediyor: “Daha sonra yazıtın ne kadar hassas, bir o kadar da binanın kendisi kadar kilit bir şey olduğunu fark ettim. Bunları kaybetme korkusuyla daha fazla fotoğrafladım. 10 yılı bulan bir arşiv var sergide.” İstanbul’un fiziksel kimliğinin birey ile olan ilişkisi, sergide ele aldığınız dönemde nasıldı? Bugüne nasıl bir değişimle geldi? Birey bir modern zaman çocuğu, mimar da ondan bağımsız değil. Günümüzdeki anlamıyla “mimar” bu süreçte birey Juan Gris u Serttaş, İstanbul’un kentsel dokusunun eşsiz olduğunun bizde hâlâ anlaşılmadığını vurguluyor. Serttaş’a göre, kentsel dönüşümün en olağan sonucu kimliksizleşme. ‘Aslolan, kentsel doku’ kağındaki D. Georgiades imzalı binalar dönüşümün son mağduru. İstanbul gibi 2 bin sene başkentlik yapmış bir kentte, tescilli bina sayısı 5 bin ile sınırlı. İtalya’nın orta ölçekli bir kasabasından daha az ama kenti yönetenlere sorsanız, size İstanbul’un her karışının tarih koktuğunu söyleyecekler, üstelik bununla övünecekler. Kaos, bu kendine güvenle başlıyor. “Bizde nasıl olsa bu binalardan çok var” mantığı, “o semt giderse ötede bir diğeri var” ile devam ediyor... Sonra bir bakıyorsun yüzlerce yıllık birikim, on yıllar içerisinde tükenmiş. Tek tük binalar ayakta, dokuyu kaybettikten sonra o tek tük binaların çıbandan farkı yok. Renovasyon değil, dokudur aslolan ve bizde hâlâ anlaşılamayan şey İstanbul’da eşsiz olanın “kentsel doku” olduğu. Kentsel dönüşümle ilgili olarak, Tarlabaşı’nın bugün bu kadar kolay yıkılmasını, mi marinin bir etnisite meselesi olarak ele alınmasına bağlıyorsunuz. Kentsel dönüşümün en olağan sonucu kimliksizleşme... Kimliksizleşmeyi aşmanın tek yolu ise kolektif birikimi sahiplenme cesaretini göstermek. Oysa kültürel mirasın “öteki”si yaratılıyor. Taşı dahi “gâvur” olarak kodluyor, ahşabı Türk yapıyorsun. Üstelik memleketin en büyük ahşap yapısı bir Rum yetimhanesi. Süleymaniye’de Türk evi tabir edilen yapıların hepsi neo klasik unsurlar taşıyor. Beyoğlu’nun en taş ve en Batılı binası Botter Apartmanı Müslüman bir sultanın siparişi. Mimari yabancılaşma, sonradan yaratılmış bir ideolojik inkârın enkazı. CHRISTIE’S MÜZAYEDESİNDE 177 MİLYON STERLİNLİK SATIŞ Kültürel mirasın ‘öteki’si u Juan Gris’in ‘Ekose Masa Örtülü Natürmort’u 35 milyon sterline satılırken Picasso’nun ‘Masada Oturan Türk Giysili Kadın’ı 17 milyon sterline alıcı buldu. Picasso’yu ikiye katladı İstanbul’da çeşitli yapılardan toplanan mimar yazıtları. Mimar yazıtları selleşti. Hangi etnik gruptan olursa olsun, İstanbul’da 1870’ten önceye ait bir mimar yazıtı ile karşılaşamayız. Bu geçişte 1870 Pera yangınından boşalan arazilerin apartmanlaşmaya açılması, Tanzimat Fermanı’nın tanıdığı kültürel haklar ve imparatorluğun Batılılaşma dönemine girmesi gibi sıralanabilecek etkenler, İstanbul’un yarım asır gibi kısa bir sürede adeta baştan yaratıldığının habercisi. Dönem mimarları, çağdaş mimarlık kariyerinin kuruluşunda öncü rol oynadılar. Aynı tarihlerde yeni hayat tarzının gerektirdiği konut tipi olarak ortaya çıkan apartmanlar, dar kent parselleri üzerinde çalışan yeni bir mesleki zümrenin oluşmasını sağlıyor. Alexandre Vallauri, Raymondo d’Aronco, Giulio Mongeri, Balyanlar ya da Fossattiler gibi haklarında epeyce bilgiye sahip olduğumuz dönemin majör mimarlarının yanında, isimleriyle tesadüfen binalar üzerinde karşılaştığımız ancak başka bir bilgiye ulaşamadığımız bu topluluk, sivil mimariyi Batı standartları na taşıdı. Mimar yazıtları bu sınıfın en karakteristik ve ayırt edici özelliği olarak günümüze ulaştı. Yazıtı kullanmalarının nedenleri ise reklam ve aslında en büyük müşteri olan devletin gözüne girmek. Etnik kimliğe göre dil değişebilir. Benim topladıklarım arasında 9 kadar dil var. er karışı tarih kokar!’ Sergideki yazıtların üçünün bulunduğu binalar artık yok. Bunlar hangileri? Kentsel dönüşümün şehrin belleğine ya da kişisel belleğe nasıl bir etkisi var? Sakızağacı Caddesi üzerindeki KL. Klonarides, CH. Viladica ve hemen arka so ‘H Kültür Servisi Dünyanın önde gelen müzayede evlerinden Christie’s’in Londra’da düzenlediği Empresyonist, Modern ve Sürrealist Sanat Müzayedesi’nde, kübizmin öncülerinden İspanyol ressam Juan Gris’in “Ekose Masa Örtülü Natürmort” adlı tablosu 35 milyon sterline alıcı buldu. Bu rakamın, hem sanatçı hem de kübist yapıtlar için yeni bir dünya rekoru olduğu belirtildi. Gris’in 1915’te yaptığı büyük boyutlu resmin, İsviçre’deki bir sanat koleksiyonundan geldiği ve ilk kez müzayedeye çıktığı öğrenildi. Picasso’nun, 1961’de evleneceği sevgilisi Jacqueline Roque’un portresi, “Koltukta Oturan Türk Giysili Kadın” adlı yapıtı ise 17 milyon sterline satıldı. Christie’s’in, Portekiz hükümetinin satışa çıkardığı yaklaşık 30 milyon sterlin değerindeki Miró koleksiyonu için düzenleyeceği müzayedeyi yasal belirsizliklerden ötürü iptal etmesinin ardından yapılan Empresyonist, Modern ve Sürrealist Sanat Müzayedesi’nde toplam 177 milyon sterlinlik satış yapıldığı açıklandı. Christie’s’in 2013 Kasımı’nda düzenlediği müzayedede, Francis Bacon’ın “Lucian Freud Üstüne Üç Çalışma” adlı tablosu 142.4 milyon dolara satılarak bir müzayedede satılan en pahalı sanat yapıtı olmuştu. Crossing the Bridge the Sound of Istanbul filmindeki hamam sahnesinde “Ehmedo”yu söylerken kaç kişiyi sesine âşık ettiğinin haddi hesabı yok. Gerisi zaten çabuk gelmiş, dinleyici katında haklı bir dokunulmazlık unvanı almıştı Aynur (Doğan). Frida Kahlo çağrışımlı güzel kapağıyla, üç yıl aradan sonra çıkan yeni albüm “Hevra” (Türkçesi Beraber), onun dördüncü stüdyo çalışması. “Hevra” geleneksel Kürt müziğinin gırtlak hançeresi ile Flamenko gitarının mutlu evliliğinden doğan bebek. Zira albüme rengini, tonunu çalan önemli etken, Akdeniz müziği ve Brezilya cazı konusunda uzman bir Aynur ‘Hevra / Together’ (Sony Music) pımcı koltuğunda oturması. Javier’nin müzikal yelpazesi, yerel sözlere evrensel notalar döşüyor. Aynur’un (sesi ve yorumu başta olmak üzere), biraz da bu nedenle diskografisinin grafiği giderek yükseliyor. Üç parçanın sözü, bestesi kendine ait. “Xeriw”de İspanyol piyanist Ariadna Castellanos, “Sisile”de Cemil Qoçgiri’nin temburu küçümsenmeyecek bir ses zenginliği katıyor. Alevi bir Dersim kızı; ezilenler arasında da ezilenlerin verdiği bir güç var sesinde. Ahmet Kaya’nın kadınlar cephesindeki karşılığı demek su kaldırır ama “Hevra”nın dinleyen herkesi esir aldığı inkâr edilemez. besteci gitarcı Javier Limon’un ya Elektronik destekler almadan New Orleans Big Band ya da gürültülü bir rock topluluğu gibi ses çıkarmak için, müzisyenlerden oluşan bir ordu kurmaya hacet yok. Nasıl mı? Formülü Three Fall adındaki (saksofoncu ve basklarnetçi Lutz Streun, tromboncu Til Schneider ve davulcu Sebastian Winne’den oluşan) genç bir Alman üçlüsü bulmuş. Topluluğun ikinci albümü “Realize!” alıştığımız caz estetiği ile kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyor. Özgün kompozisyonlar çoğunlukta, ancak bazı parçalarda uzun mezürlerle eskilere selam yolluyorlar; albüme adını veren parçadaki “Smoke On The Water” rifi gibi… Rage Against The Machine hiti “Killing In The Name”, Coldplay parçası “The Scientist” ile Kurt Cobain imzalı “Lityum”unu, vokalleri melodik bir cümleye dönüştürerek kısa, lirik ve esprili ifadelerle yorumluyorlar. Sarsıntılı ritimlerle yapılan kontrpuanlar ve koroyu andıran zengin nefesli armoniler arasında dördüncü, beşinci ve bilmem kaçıncı sesleri rotasyona sokuyorlar. Son yıllarda rastladığı Three Fall ‘Realize!’ (ACT) mız en cesur teşebbüslerden biri Three Fall. “Realize!” ise çağdaş cazın ilericilik bayrağını elinden bırakmadığının kanıtı. Ateşten bir gömlek olarak, ne rockçılara bol ne de cazcılara bir beden küçük. KÜLTÜR SANAT KÜLTÜR SANAT
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle