08 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 9 ŞUBAT 2014 PAZAR [email protected] 16 KÜLTÜR Yazarların ölümünden sonra aşk mektuplarının yayımlanması nasıl değerlendirilmeli ‘Dünya merak rüzgârıyla döner’ ASLI ULUŞAHİN Orhan Veli’nin, bir dönemin edebiyat dünyasının ünlü kişiliklerinden, 12 yıl önce yitirdiğimiz Nahit Hanım’a (Nahit Gelenbevi) yazdığı aşk mektuplarının, Yapı Kredi Yayınları’nca basılması, eski bir tartışmayı gündeme getirdi. Hatırlanacağı gibi kısa bir süre önce de Ahmed Arif’in Leyla Erbil’e yazdığı mektuplar “Leylim Leylim” adıyla İş Kültür’den çıkmıştı. Bu tür yayınlar, okur için bulunmaz bir nimete mi, yoksa iki kişi arasındaki mahrem alana tecavüz mü? Çünkü Nahit Hanım, kitabın editörü Murat Yalçın’ın aktardığına göre, “aşkını röportaj yoluyla ifşa etmesi ve özellikle de bu mektupları yayımlaması için, dostları ve gazeteciler tarafından sıkıştırılmasına rağmen” ömrünün sonuna kadar mektupların yayımlanmasına yanaşmamıştı. Orhan Veli’nin kız kardeşi Füruzan Yolyapan da basılmasına onay vermesine karşın, mektupların ağabeyinin edebi kişiliğine zarar vereceği kaygısı taşıyordu. Konuyu, yazarlar Ferit Edgü, Mario Levi, Mine Söğüt ile editör Sevengül Sönmez ve eleştirmen Hande Öğüt’e sorduk. Mine Söğüt, mahremiyetin kıymetinin tartışılmaz olduğunu, eğer mektubu yazan ve mektubun muhatabı olan kişiler yazışmaları kimsenin görme ‘Yalnız Senin İçin Yaşıyorum’ “Canım sevgilim, tekrar ne zaman buluşacağız? Arzum, ümidim, zevkim, neşem, her şeyim sensin. Ancak senin yanında bahtiyar oluyorum. Hiç ayrılmadan yaşayacağımız gün gelmeyecek mi? Sen bu arzumun ebedi olacağına inanmak istemiyorsun (...) Sevdiğim, hoşlandığım, arzuladığım, güzel bulduğum, eşsiz şekilde güzel bulduğum tek kadın sensin. Hep senin yanında olmak, sonunda da senin yanında ölmek istiyorum. Bu sözlerimi mübalağa sanma. Duyduklarımı anlatamıyorum bile. Ben senin hayranın, esirinim. Her şeyinin hayranı, her şeyinin esiri. Yüzünün, saçlarının, vücudunun, kokunun, sıcaklığının, her şeyinin. (...) Diyordun ki ‘Ben başkalarından ne mektuplar aldım’. Ama ne çare ki onlar mektup, benimki hakikat. İş mektup yazmaya kalsa, yani mesele sadece bir edebiyat meselesi olsa ben de bir şeyler söyleyebilirim. Ama mesele benim için bir edebiyat meselesi değil. İşte bunun için değil mi zaten mektup yazmaya kalktığım zaman, elimden, duyup düşündüklerimi çırılçıplak söylemekten başka hiçbir şey gelmiyor...” Yukarıdaki satırlar Orhan Veli’nin Nahit Hanım’a yazdığı mektuplardan... Yapı Kredi Yayınları, Orhan Veli’nin edebiyat oğretmeni Nahit Gelenbevi’ye yazdığı 62 mektubu “Yalnız Seni Arıyorum: Nahit Hanım’a Mektuplar” başlığıyla kitaplaştırdı. Günlerdir elimden düşmüyor. İçinde yaşadığımız şu pislikler döneminde ilaç gibi geliyor... Her sözcüğe aşk sinmiş, özlem, hasret dinmiş satırlar. Tam da şairin dediği gibi “hakikat”... “Nahit ölüyorum. Senden ayrı yaşamak beni mahvediyor. Ne olursun üzme artık beni” diye yakaran mektuplar... Nahit Hanım evli. Nahit Hanım’a tüm edebiyat çevresi âşık.... Orhan Veli, Nahit Hanım’a âşık ama en çok da aşka âşık... 70’li yılların sonuydu Nahit Hanım’ın Taksim’deki evine ilk gidişimde. Bu esin perisi, gerçek miydi yoksa bir düş mü? Cömertliğine karşın sömürülmemeyi; açık yürekliliğine karşın ihanete uğramamayı; öfkesine karşın düşman edinmemeyi nasıl başardı? Hep ama hep onca saygın kalmayı?.. Zaman içinde Nahit Hanım’a ziyaretlerim sıklaştı. (Her cuma akşamı birçok edebiyatçının hazır bulunduğu sofrasına katılmaktansa, gündüzleri, yalnızken ona gidiyordum.) Güzeldi , akıllıydı, zekiydi. Karşısındakini düşünceleriyle, emeğiyle değerlendiriyordu. Sohbeti muhteşemdi. Harika bir dinleyiciydi de. Yalnız evini değil, yüreğini, sandıklarını, defterlerini, mektuplarını açıp önüme sermişti. Bana güveniyordu. (Nahit Hanım’la ilgili daha çok bilgiyi Cumhuriyet Kitapları’ndan çıkan “O Güzel İnsanlar” kitabımda bulabilirsiniz.) O sararmış sayfaları çevirirken küçük yorumlar yapmaktan geri kalmazdı. Mutlak paylaşmak istediği bir satırı bulduğunda gözleri parlar, kahkahalar atardı. O mektupları okurken birlikte ağlamış, birlikte gülmüştük. Birkaç mektuptan kimi bölümleri yayımlamama izin vermişti. Bu mektuplarda özlem, hasret, tutku var ama güncel dertler, sorunlar, parasızlık da var. At yarışlarından dostluklara, şiirden meyhanelere yaşamın tüm renkleri de var. Hepsine egemen olan renk ise kâh gülümseten kâh acıtan bir hüzün... Gazete tanıtımlarında, mektupların gün ışığına çıkmasına ha bire “ilk kez, ilk kez” diye vurgu yapılmasına içimden hafif bozuluyordum ki, kitabın başında editör Murat Yalçın’ın yazdığı önsöz niteliğindeki “Bir Sevdanın Belgesi” yazısıyla, rahat bir nefes aldım. Hiç olmazsa orada mektupların kimi bölümünün daha önce Papirüs ve Milliyet Sanat dergilerinde yayımlandığı anımsatılıyordu. (Bir düzeltme: Sanat Dergisi’nde 1981’de değil; 1 Kasım 1980’de yayımlandı.) Nahit Hanım’ı en son Balıklı Rum Hastanesi’nde ziyaret ettim. Yatağı kocaman, kendi minicik kalmıştı. Yine oturduk sohbet ettik... O ziyaretten kısa bir süre sonra uçtu gitti. 2002’nin Mayıs ayıydı, 93 yaşındaydı. Hiç unutmam, dışarıda insana “Beni bu güzel havalar mahvetti” dedirtecek bir hava vardı... u Ahmed Arif’in Leyla Erbil’e mektuplarının ardından Orhan Veli’nin Nahit Hanım’a mektuplarının da yayımlanması, bu konudaki tartışmayı yeniden gündeme getirdi. Ferit Edgü, Mine Söğüt, Mario Levi, Sevengül Sönmez ve Hande Öğüt konuya değişik açılardan yaklaştılar. ‘Yazarlar göze almalı’ sini istemiyorlarsa, buna saygı duymak gerektiğini söylüyor. “Ama dünya saygıdan ziyade merak rüzgârıyla döner” diyor Söğüt, “Bir edebiyatçıysanız ve arkanızda mektup gibi merakı kışkırtan bir yazılı belge bırakıyorsanız, olabilecek her şeyi göze almak zorundasınız.” Mario Levi de benzer bir noktaya değiniyor: “Yazarlar, en mahrem kabul ettiğimiz metinlerin bile yayımlanacağı ihtimalini aklının bir köşesinde tutar.” Ferit Edgü, bu tür yazışmaların tüm dünyada, özellikle yazanlar ve o mektubu alan kişiler öldükten sonra yayımlandığını vurgularken “meraklı okurlara” uyarıda bulunuyor: “Kimi zaman bu mektuplarda aradığımızı bulamayız. Bunlar sıradan hal hatır sormak için yazılan mektuplar da olabilir. Ama iş, aşk mektuplarına geldiğinde orada durmak gerekir. Çünkü bu tür mektuplar eğer mektupları yazan bir yazarsa onun yaratıcılığından çok AŞKIYLA ilgilidir. Dolayısıyla o açıdan okunmaları gerekir.” Mine Söğüt, bu tür mektupların yayımlanması konusunda, “okur” ve “yazar” olarak farklı tutumlar benimsiyor: “Sahaflardaki manasız kartpostalların arkasını bile bir hazine haritası okur gibi iştahla okuyan ve oralardan müthiş hikâyeler çıkarmaya çalışan mütecessis bir okur olarak edebiyatçıların özel yazışmalarının kimseyi rencide etmemek kaydıyla kamuya mal edilmesinden; bir yazar olarak ise mektuplarımın muhatapları tarafından okunduktan sonra derhal imha edilmesinden yanayım.” Orhan Veli’nin artık edebiyata mal olmuş bir kişi olduğunu hatırlatan Mario Levi, onunla ilgili ne kadar çok ayrıntıya ulaşırsak kendisi için o kadar önemli olduğunu belirtiyor: “Burada tek ölçüt edebi değer taşıyıp taşımamasıdır. Orhan Veli yazdıysa mutlaka edebi değer taşıyordur.” Edgü de mektubu yazan kaleme dikkat çekiyor: “Sanırım Orhan Veli’nin Nahit Hanım’a yazdığı mektupları bugün 60 yıl sonra okurken Orhan Veli’nin poetikasıyla ilgili değil, bir gençlik aşkıyla ilgili cümleler okuyacağız. Doğrusu bu da az şey değil.” Benzer kitapları yayına hazırlamış Sevengül Sönmez, tartışmada taraf olmanın da, mektupları yayımlamaya karar ver ‘Onlar mektup, benimki hakikat’ menin de zor iş olduğunu ifade ediyor. “Ben kendi adıma, söz konusu mektup olduğunda, kişilerin rencide olmamasını, kendilerinin ya da yaşayan yakınlarının bundan rahatsız olmamasını önemsiyorum” diyen Sönmez, bu ölçüyü koruyarak bir sanatçıdan/yazardan geriye kalan her şey gibi mektupların da yayımlanabileceğini düşünüyor. ahremiyet bireysel hak’ Kuşkusuz, tartışmanın bir de Nahit Hanım’la ilgili boyutu var. Onun hayatından izler taşıyan mektupların, isteği dışında yayımlanması konusunda, feminizm ve kadın yazını üzerine incelemeleriyle tanınan eleştirmen Hande Öğüt şöyle düşünüyor: “Kadının kendini, kendisi için saklamasının bir değeri vardır; öznel mahrem bilgiyi, kamusal olandan korumasının özgürlükle bir ilgisi vardır. Çünkü erkek egemen toplumlarda fitneyle, yalanla, güvenilmez olanla özdeşleştirilen kadınlardan ‘M hep gizledikleri varsayılan bir bilginin açıklanması, itiraf beklenir. Toplumsal bir konuya dönüşmek, ‘dile düşmek’, ataerkinin ve çoğunluğun kararı, algısı ve baskısı karşısında savunmasız kalmak, kontrol edilebilir hale gelmek demektir.” Hande Öğüt, “İletişimsel özgürlük daima ‘negatif özgürlüğü’ ya da mahremiyet hakkını varsayar. Mahremiyet hakkı ise bireyseldir” diyor. Orhan Veli, “Ben Orhan Veli” diye başlayan ünlü şiirinin bir yerinde, “Bir de sevgilim vardır, / pek muteber; / ismini söyleyemem, / edebiyat tarihçisi bulsun...” diyordu. Kim bilir, bu tartışmanın sırrı bu dizelerde belki de. Benim Nahit Hanım’ım ‘Assos’tA FelseFe’ etkinliği Arif Akkaya ‘aa tiyatro’ topluluğunu kurdu a’dan başlayan tiyatro Kültür Servisi Yönetmen Arif Akkaya “aa tiyatro” adında bir tiyatro topluluğu kurdu. Topluluk, önceki gün düzenlediği basın toplantısında açılış bildirilerini okudu. Bildiride “İronik, sert, duruşu ve söylemi olan oyunları ilke edinmiş, muhalif oyun ve oyuncuları içine katarak a’dan başlayan bir tiyatro olacak ” deniliyor. aa tiyatro, Yeton Neziray’ın yazdığı azınlık konulu “Büyük Şehir” adlı oyunla açılış yaptı. Arif Akkaya’nın yönettiği oyunda Ali Burak Palabıyık, Atılgan Gümüş, Bekir Çiçekdemir, Berkin Özuyanık, Esin Doğan, Şeyla Halis rol alıyor. Oyun, şubat ayı boyunca perşembe günleri saat 20.30’da Cihangir Bo Sahne’de izlenebilecek. ‘Bilim ve Din’ konuşuldu ÇANAKKALE (Cumhuriyet) “Assos’ta Felsefe” etkinliğinin bu yılki ulusal toplantısı 78 Şubat tarihlerinde Assos Nazlıhan Otel’de “Bilim ve Din” konusunda gerçekleşti. Felsefe Sanat Bilim Derneği’nin Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Örsan K. Öymen’in öncülüğünde, Aristoteles’in yaşamının bir bölümünü geçirdiği antik Assos kentinde yapılan toplantılara öğretim üyeleri, öğrenciler ve felsefe meraklıları katıldı. Bilimin konuşulduğu bu yılki felsefe etkinliğine ilk kez bir fizik bilimci katıldı. CERN’deki “Büyük Patlama” deneylerine de katılan Doç. Dr. Kerem Cankoçak modern kozmoloji teoremlerini açıkladı. ODTÜ felsefe profesörlerinden Halil Turan’ın paylaştığı Sokrates ve Galileo gibi örneklerle eski Yunan’dan modern döneme uzanan dinlerin bilim düşmanlığı vurgulandı. Etkinliğe son noktayı Prof. Dr. Uluğ Nutku, “BilimDin Karşılaştırması Üzerine” adlı sunumuyla koydu. Nutku, her insani çağda yeniden işlenen bir paradokstan “Kendi doğamızı bilgilerle ve her bilgi edinişten sonra bilgiyi aşan anlamlarla donatıyoruz” cümlesiyle söz etti. Etkinlik videoları ise YouTube’dan 2014 Assos Felsefe Günleri adı altında izlenebilecek. Ne çok hüzün Pera’da Picasso atölyesi Kültür Servisi Pera Eğitim, 15 Şubat 13 Nisan tarihleri arasında, 414 yaş grubu çocuklar için hafta sonu atölyeleri düzenleyecek. Atölyeler, Picasso’nun, “Doğduğu Evden Gravürler ve Seramikler” sergisi kapsamında “Picasso: Deli Dolu” ve “Aurora: Kuzey Ülkelerinden Çağdaş Cam Sanatı” sergisi kapsamında “Saydam Tasarımlar” adlı iki programdan oluşuyor. Her iki program boyunca çocuklar, önce sergileri gezecekler, ardından atölyede çeşitli malzeme ve tekniklerle farklı projeler gerçekleştirecekler.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle