05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 25 ŞUBAT 2014 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Fikret Otyam’a Sağlıklar... Fikret Otyam hastanede yatıyor... Antalya’da, Olimpos Hastanesi’nde yatıyor. Önce ona sağlıklar dilemek, sonra da geçmiş arkadaşlık yıllarını anmak... Yazması zor, ama Fikret’in sağlığına kavuşması için, iyilikler dilemek kolay... Gazetede çıkan son yazısını okuyorum. Tayyip Bey’e övgüler diye başlamış, sonunu İsmet İnönü’nün sözleriyle şöyle getirmiş: “Şimdi iktidarda bulunanların, milletleri ihtilale nasıl zorladıkları İnsan Hakları Beyannamesi’ne girmiştir. Eğer bir idare insan haklarını tanımaz, baskı rejimi kurarsa, o memlekette ayaklanma olur. Buna mahal vermemek için idarelerin demokratik yolda olması, insan haklarının yürürlükte bulunması şarttır.” Otyam eski günleri, Demokrat Parti iktidarına karşı konuşan o günlerin CHP lideri İsmet Paşa’yı anıyor: “Böyle bir ihtilal dışımızdan, bizimle münasebeti olmayanlar tarafından yapılacaktır. Biz demokratik rejim dedik, demokratik rejim kurulmuştur.” Böyle demiş ama 27 Mayıs günü her şey değişmiş. Hem DP yıkılmış hem de Başbakan Menderes mahkemede idama mahkum edilmiş. Çok acıdır ki Türkiye’nin en demokratik döneminde eski bir başbakan asılmıştır. Böyle bir durumun bir daha yaşanmaması hepimizin candan dileğidir. Menderes asılmasaydı şimdi belki yine politikacı olacak, partisinin başında yeni seçimleri bekleyecekti. Şu günlerde seçime gidiyoruz. Seçmen olarak geçmişin bu çok acı, çok çirkin olayını anımsatmak bir görev. Bir daha öyle şeyleri yaşamamak. Ne olursa olsun halkın oylarıyla iktidara gelip gitmek gerekliliğini devamlı anımsatmak... Kötü yolda siyaset yapma düşüncesini nasıl yok etmeli? Türkiye’nin yolu dümdüz, engelsiz, aydınlık olmalı. Varlık nedenimiz buna bağlı... Sevgili Fikret Otyam’a acil şifalar dileyerek... Nüfus Konusundaki Özlemler Gerçekleşiyor mu? S ayın Erdoğan’ın nüfus dinamikleri konusundaki söylemi insanı şaşırtıyor. Söylemine karşı çıkışları acımasızca eleştiriyor. Başbakan Erdoğan’ın istemi, yüksek doğurganlığın gerçekleşmesi; fakat ülkenin kamuözel yatırımlarının çoğunu çektiği için cazibesi artan “İstanbul’a göçe bir çözüm” bulunması gerekiyor. Özlediği yüksek doğurganlık hızına ulaşılması için evli kadın başına koyduğu doğum sayısını üçten, beşe yükseltti. Nüfusla ilgili her olayda artık bu sayıyı gündeme getirmeye başladı. Ülkemizde “evde zor tuttukları tarafından” rol model olarak benimsendiği için, bakan arkadaşları, bürokratlar, kimi sağlık personeli de yüksek doğurganlık konusunda aynı görüşleri yenilemede bir sakınca görmüyorlar. Dahası altmış yılda oluşmuş plan geleneği olan ülkemizde, Onuncu Kalkınma Planı’nda hızsayı belirtmeksizin, önümüzdeki yıllar için yüksek doğurganlık hedefleniyor; bunun gerçekleşmesi konusunda gerekli politikanın oluşturulması savunuluyor. lıktaki düşüş, Batı ülkelerindeki gibi gelireğitim değişkenlerinden etkilendi. Ancak ülkemizde doğurganlık hızının yüksekliği, hızın yüksek düzeyden düşük düzeye gelme süresi Batı ülkelerinden çok farklı oldu. Doğurganlığın en yüksek olduğu dönemin (195060) başında (1950) nüfusumuz 20.947.188 idi. Bu nüfus, 25 yıl içinde (1975 yılı 40.347.719) Avrupa’ya olan işçi göçünü de dikkate alırsak, ikiye katlandı. Nüfus artış hızının 1970’li yıllarda başlayan azalmasına karşın, 2012 yılında nüfusumuz yurtdışında çalışanlarla birlikte ikinci kez ikiye katlandı, 80 milyona ulaştı. Nüfussal dönüşümün gerçekleştiği zaman dilimi temel alınırsa, 62 yıl içinde nüfusun iki kez ikiye katlanması Batı ülkelerinde görülmedi. 2000 yılı sonrası doğumölüm hızlarına göre ülkemizde yeni denge oluşmaya başladı. Toplam doğurganlık hızı (TDH) bir nüfusun kendisini yenileyebileceği düzeye (TDH= 2.1) geldi. Bebekçocukyetişkin ölüm hızları düştü. Doğumdaki, herhangi bir yaştaki yaşam umudu arttı. Yapılan çalışmalara göre eşlerin eğitiminin yükselmesi, aile gelirinin artması başta olmak üzere kentlileşme, kadının çalışma yaşamına katılımı, ebeveynlerin çocuklarına psikolojik değer atfetmesi, kentte çocuk yetiştirmenin maliyetinin artması doğurganlığı azaltıyordu. Bu açıklayıcı değişkenlerdeki iyileşmeden ötürü de ailelerin cinsel yaşamda gebeliği önleyici etkin usullerin kullanımı artıyor, istedikleriideal buldukları kadar çocuk sahibi olabiliyorlardı. Nüfusumuzdaki Dönüşüm: Ülkemizde doğurgan Türkiye’nin hayati olaylar temelinde ulaştığı dengesinde, akılbilim öncülüğünde yeni bir nüfus politikasına büyük gereksinimi var. Bu politika nüfusbilim açısından birbiriyle çelişen, ülke gerçekleriyle uyuşmayan “en az üçbeş çocuk”, “yüzde ikilik nüfus artışı”, “İstanbul’a göçe bir çözüm lazım” söylemlerini dışlamak zorundadır. MÜMTAZ PEKER NüfusBilimci Grafik: Türkiye ile Üç Büyük Şehrin Nüfusunun Yaş Yapısı (2012) Türkiye’nin yaklaşık 35 yıla ulaşan, grafikte 034 yaş grubunda görülen, doğumölüm hızından oluşan durağan/kararlı nüfus dengesi oluşmaya başladı. Erdoğan hükümeti, kısa dönem olarak tanımladıkları 2023 yılına kadar genç nüfusun eğitim durumunu daha da iyileştirecek, birey başına geliri artıracak, kadının konumunu yükseltecek, ülkemizi orta gelir tuzağından kurtaracak önlemleri alacaklarını belirtiyor. Bu önlemler şimdiye değin doğurganlık hızını tüm ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de azalttı. Nüfusbilim tarihinde bu değişkenlerin doğurganlık değerini zaman içinde artırdığı görülmedi. Başbakan Erdoğan’ın söylediği yüksek doğurganlığa dönüş mümkün mü? İstanbul’a göç önlenebilir mi? Son açıklanan adrese dayalı nüfus kütükleri verisine göre bunları kabaca tartışabiliriz. Günümüz nüfus verileri: TÜİK, yukarıdaki kayna ğa göre, nüfusumuzun 2013 yılında yüzde 1.37 artışla, yıl sonunda 76 milyon 667 bin 864’e yükseldiğini açıkladı. Bir önceki yıla göre nüfusumuzda bir yıl içinde 1 milyon 40 bin 480 kişilik artış görüldü. Nüfusbilim açısından bu artışın kaynağı doğumölüm farkı ile net dış göç oluyor. TÜİK’in verilerini incelendiğimizde bu artışta beklenen doğurganlık yanında, 4060 yaş grubunda görülen, fakat kaynağı belli olmayan bir nüfus artışı görülüyor. Tartışma: Nüfusumuzda görülen dönüşümden ötürü, nüfusa ilişkin hız temelindeki göstergelerin değişiminin gerek TÜİK verileri gerekse diğer kurumların verileri açısından uyumlu olduğu görülüyor. TÜİK verilerini temel aldığımızda 20002012 döneminde TDH 2.38’den 2.07’ye düşüyor. Kaba doğum hızı azalıyor (2000: yüzde 2.03, 2012: 1.67). Kaba ölüm hızı binde 6.6 düzeyindeki kararlılığını sürdürüyor. 2000 yılında yüzde 1.38 olan kaba doğum hızı, dönem içinde azalıyor, 2013 yılında 1.03 olacağı tahmin ediliyor. TÜİK’in doğumölüm verilerine göre, 2013 yıl sonu için açıkladığı nüfusun gerçekleşmeyeceğini TÜİK kendi tahminlerinde de gösteriyor. TÜİK 2014 yılı haziran sonu nüfusunun 75.8 milyon olacağını bu verilerle tahmin ediyor. TÜİK’in açıkladığı bilgilere göre doğurganlık kuşağındaki ailelerin doğurganlık davranışlarında Başbakan Erdoğan’ın istediği biçimde anlamlı bir değişiklik olupolmadığını söylemek için vakit erken. Hacettepe Nüfus Etütleri Enstitüsü’nün (HNEE) 2013 yılında yaptığı nüfus araştırması sonuçları 2014 yılı içinde açıklanacak. Doğurganlığın ekonomik kuramında açıklananlar bağlamında TÜİK’in 04 yaş grubunda görülen veri tutarlılığının, HNEE’nin araştırma verilerinde de görülece ği söylenebilir. Başka bir anlatımla Türk ailesi, Başbakan Erdoğan’ın kendi deyimiyle, değil 180 kez, binlerce kez söylese bile beş çocuk doğurmayacaktır. İstanbul’a göçün önlen mesi istemi ise boş bir hayalden öte gidemeyecek tir. İstanbul’un 2012 yıl sonu nüfusu 13.854.740. Köy nüfusu az olan İstanbul’da bu nüfus 2013 yıl sonunda 14.160.467’ye ulaştı. Köy nüfusunu İstanbul’un nüfusundan çıkardığımızda bir yıl içinde doğal artış ve göçle kazanılan nüfus 165 bine ulaşıyor, nüfus artış hızı (r) yüzde 1.2’i buluyor. Nüfusun ikiye katlanması, “70/nüfus artış hızı (r)” eşitliğinden hesaplanabilir. Buna göre 20122013 yılları arasında görülen nüfus artışının böyle sürmesi halinde İstanbul nüfusu kabaca 58 yıl sonra ikiye katlanabilir. Erdoğan hükümetinin kararlarıyla İstanbul’a başta finans kaynaklı kamu kurumlarının Ankara’dan zorunlu göçü gerçekleştiriliyor, kamunun öncülüğünde övünülen yatırımlarla göç özendiriliyor. Özel kesimin konut yatırımlarının yanı sıra öteki yatırımlarıyla kentin cazibe merkezi konumu sürdürülüyor. Söyleme gelince “İstanbul’a göçe bir çözüm” isteniyor. Sonuç: Türkiye’nin hayati olaylar temelinde ulaştığı dengesinde, akılbilim öncülüğünde yeni bir nüfus politikasına büyük gereksinimi var. Bu politika nüfusbilim açısından birbiriyle çelişen, ülke gerçekleriyle uyuşmayan “en az üçbeş çocuk”, “yüzde ikilik nüfus artışı”, “İstanbul’a göçe bir çözüm lazım” söylemlerini dışlamak zorundadır. Türkiye nüfus politikası açısından yol ayrımındadır. Doğurganlığı özendiren, yeni kuşakları “dindar” olarak eğiten, en iyi yetişen gençlerini ülkemizde üretime sokamayan, bunları dış göçe özendiren, çalışma çağındakilerin işsizliğini artıran, 65+ yaşlardaki nüfusun sorunlarını çözümlemeyen politikaların yeri tarihin çöplüğüdür. Yeni politikanın temel değişkenleri ne olmalıdır? aGenç nüfus sağlıklı yetiştirilmeli, çağın üretim tekniklerini sorunsuz kullanabilecek, buna katkıda bulunabilecek biçimde eğitim görmelidir. bNüfusumuz düşük doğumölüm hızlarına göre durağan/kararlı nüfus yapısına 90 milyonla 2040 yılında ulaşacak. Bu nüfusun çalışma çağındakilerine (1564 yaş grubu) hayat boyu öğrenme teknikleriyle, katma değer yaratacak üretim sürecinde sürekli yer alma olanağı sağlanmalıdır. c 2040 yılında büyüklüğü 10 milyona ulaşacak 65+ yaşlardaki özel nüfusumuz için bize özgü kuralları olan sosyal güvenlik kurumlarını şimdiden oluşturmaya başlamalıyız. Kıbrıs ve Çin Füzeleri: İktidarın Bedeli mi? AKP iktidarının foyası iyice meydana çıktı: Dışarda, Avrupa Birliği, internet yasasını şiddetle eleştiriyor, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu yasası için de “Aldatıldık” diyor. Amerika Birleşik Devletleri, gerek içerdeki sorunların Büyükelçi Ricciardone’ye fatura edilmesinden, gerekse Ortadoğu ve özellikle de Suriye ve Mısır politikalarından rahatsız... İçerde ise gerek rüşvet ve yolsuzlukların, yağmaların, gerekse medyaya otoriter müdahalelerin üstü örtülemez hale geldi... Bunlara ilaveten internet, HSYK ve MİT yasaları demokrasiyi rafa kaldırıyor. AKP iktidarı, tam üç seçim öncesinde, hem dışta hem de içte hızla yıpranıyor, taban yitiriyor. HHH Medyaya tam bir baskı ve sansür uygulandığı için bazı olaylardan hiç haberimiz olmuyor, bazı olayların ayrıntıları ise karanlıkta kalıyor. Örneğin, Türkiye’nin ulusal bütünlük ve bağımsızlığının güvencesi olduğu kadar, Ortadoğu’da bir “Bölgesel güç” olarak da devamını sağlayacak olan ve Çin tarafından hem uygun koşullarla finanse edilen hem de yatırım ve teknik destek sağlama güvencesi verilen, üstelik de ulusal denetimde kalacak füzeler konusunda, Batı’nın ve ABD’nin buna karşı çıktığını biliyoruz... Ama işin niye bu kadar uzadığını, kapalı kapılar ardında neler olduğunu, ne pazarlıklar döndüğünü bilmiyoruz. Örneğin Kıbrıs konusunun birdenbire yine gündeme geldiğini, üstelik de şimdiye kadar reddedilen, Kıbrıs Rum tarafı ile Türkiye’nin doğrudan muhatap olacağını duyuyoruz... Ama yine işin perde arkasını, Türkiye’nin güvenliğinin, Kıbrıs’taki insanlarımızın kaderinin, nasıl etkileneceğini, ne ödünler verileceğini bilmiyoruz! HHH Ve birdenbire, uzun süredir dondurulmuş olan Başkan ObamaBaşbakan Erdoğan temasları canlanıyor... Türkiye’ye övgüler düzülüyor... Uzun süredir askıda olan AWACS uçaklarının ve Sikorsky helikopterlerinin teslim süreci gündeme geliyor... HHH Tolga Tanış 16 Şubat’taki “Türkiye Ne Verecek” başlıklı yazısında, Amerikan Dışişleri Bakan Yardımcısı Victoria Nuland’ın yanında getirdiği paketin Kıbrıs olduğuna işaret ettikten sonra ilginç noktalara değiniyor ve makalesini şöyle noktalıyordu: “Başbakan Erdoğan... ‘Cemaat bizden ne istedi de vermedik’ demişti. İçeride yaşadığı sıkıntılardan sonra uluslararası alanda öyle bir destek ihtiyacı duyuyor ki... ...Türkiye acaba şimdi ne verecek?” HHH Evet, gerçekten de Başbakan Erdoğan, iktidarda kalmak uğruna neler verecek, Türkiye’ye ne bedeller ödetecek... Her istenileni verse bile, bunlar onu kurtarmaya yetecek mi? Cemaat konusunda ne olduğunu unutmayalım! ‘Küçük Prens’in Gezegeninden Büyüklere Öğütler DAVER DARANDE Emekli Diplomat A ntoine de SaintExupéry tarafından New York’ta bir otel odasında yazılan “Küçük Prens” yayımlandığı 1943 yılından beri milyonlarca insanın gönlünde yer etmiş, gerçek bir başyapıttır. Saint Exupéry, kırk dört yıllık kısa yaşamında bu ünlü yapıtıyla adını edebiyat dünyasına altın harflerle yazdırmış önemli bir yazardır. Çocuklar için yazılmış bir kitap gibi görünen, ancak yaşam, sevgi ve insanlık üzerine derin gözlemler içeren bu başyapıtı bugünlerde yeniden okumaya başladım. Saint Exupéry, Küçük Prens’i gezegenlerde dolaştırırken büyüklerin çok garip, çoğu zaman anlaşılmaz olduklarını bir ruh bilimcisi gibi inceler ve onlara ders verir. Küçük Prens’in bir gezegende Kral ile karşılaşması aralarında ilgi çekici bir diyaloğun başlamasına yol açar. Kral, Küçük Prens’e Adalet Bakanı olmasını önerecektir. Küçük Prens bu öneri üzerine ellerini açacak “Ama yargılayacak kimse yok ki” diyecektir. Kral bu sözler üzerine, “En zoru da budur. Kendini yargılamak, başkalarını yargılamaktan daha güçtür. Kendini yargılayabilirsen gerçek bir bilge olduğun ortaya çıkar” der. Küçük Prens kendini beğenmiş, övgüden başka bir şeye değer vermeyen gülümsemeyi, çiçek koklamayı unutmuş, bir kişiden söz ederken şöyle konuşur: “Mosmor Bay, bir kez olsun çiçek koklamamış, bir yıldıza bakmamış, kimseyi yürekten sevmemiş, ‘Önemli bir adamım ben! Önemli bir adam!’ diyerek sayıklamış gün boyunca…” 250’den fazla dile çevrilen, 140 milyondan fazla satılan ve on bir kez filme çekilen bu ünlü kitabında Saint Exupéry büyüklerin ruhsal yapılarını sorgularken kirli bir düzeni, insanların hoşgörüden yoksun çirkin yüzünü, ne kadar vurdumduymaz ve acımasız olabileceklerini, bencilliklerini imgelerle anlatır. Saint Exupéry kitabı yazdıktan altı yıl sonra “Le Petit Prince” adlı uçağıyla keşif uçuşu yaparken Akdeniz üzerinde kaybolmuş ve bir daha kendisinden haber alınamamıştır. “Küçük Prens” in ilginç öyküsünü geçmiş yıllarda radyo saatlerinde şimdi aramızda olmayan değerli devlet sanatçımız Kerim Afşar’ın sıcak sesinden dinlediğimi bugün de anımsarım. Büyükler için öğütler içeren bu ünlü kitabın tüm insanlar, özellikle de politikacılar tarafından okunmasını diliyorum.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle