02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
24 ŞUBAT 2014 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA 13 Niye Soruşturma İstenmez? Türk Hukuk Kurumu Başkanı Sabih Kanadoğlu, iki kez açıklama yapıp uyardı. Çocukları ve kendileri yolsuzluğa bulaşmış eski bakanlar hakkında fezlekelerin Meclis’e gelmesini beklemek yerine, anayasa gereği bir yürütmeyi denetleme aracı olan “Meclis soruşturması” istenmesi gerektiğini vurguladı. Hem, fezleke Meclis’e gelse ne olacak? Suçlanan ilgili bakanın durumu, dönem sonuna kalacak. Oysa, “Meclis soruşturması” istense, konu TBMM’ye gelecek, konuşulacak, görüşülecek, tutanaklara geçecek, kamuoyuna yansıyacak, tartışılacak. Meclis soruşturması önergesi iktidar milletvekillerinin oylarıyla kabul edilmezse de, onların ayıbı tarihe geçecek. CHP, Meclis soruşturması önergesi vereceğine, neden temcit pilavı gibi “Fezlekeler nerede? Fezlekeler nerede?” diye sorar, anlamış değiliz. Ali Sirmen’in önceki günkü yazısının başlığını anımsatıp soralım: “CHP’nin kaç milletvekili var?” Soruşturma önergesi verebilmek için 55 milletvekili yetiyor... Özerk Kurulların Haracı CHP’li Mehmet Kesimoğlu, adı “bağımsız idari otorite” olan kurul ve kurumların her türlü gelirlerinden Maliye Bakanlığı’nın önerisi ile aktarılan ve bir tür “haraç” anlamına gelen kaynak toplamının ne kadar olduğunu sormuştu. Maliye Bakanlığı’ndan gelen yanıt, neoliberal modaya uyularak kurulan sözüm ona “özerk ve de bağımsız” kurum ve kurulların geldiği durumun özeti niteliğinde: İstanbul Menkul Kıymetler Borsası, RTÜK, Rekabet Kurumu, SPK, BDDK, Telekomünikasyon Kurumu (Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu), EPDK, Kamu İhale Kurumu ile Tütün ve Alkollü İçkiler Piyasası Düzenleme Kurumu’ndan 2006’dan Ekim 2013 tarihine kadar Maliye Bakanlığı’na toplam 7 milyar 888 milyon 493 bin 523 lira 97 kuruş aktarma yapılmış. Zekâ mı, Yoksa İspiyoncu mu? Yetmez ama “Evet”çilerin büyük desteği ile geçen düzenlemelerin ülkenin demokrasi hayatına katkısının ne olduğunu ben hâlâ anlayamadım. İnşallah destekleyenler anlamışlardır... E bize de boş bir zamanlarında anlatırlar diye umuyorum. Sayın Başbakan iktidara ilk geldiği dönemlerde vatandaşın birinci sınıf bir statüye kavuşturulacağını sık sık anlatırdı. Yollarda arabalarından indirilip aranmayacağını, devlet dairesine gittiğinde kötü muamele görmeyeceğini ve hukuk önünde eşit olacağını, hatta devletin istihbarat biriminin kendi halkını takip eden bir kurum olmaktan çıkaracağını bize ezberletene kadar anlatmıştı. Aslında bunlarla ilgili bazı düzenlemeler çıkarılmadı demek de yanlış olabilir, ama çıkarılan bu düzenlemeler aynı hızla da hayatımızdan farklı bir kanunla ortadan kaldırıldı. Artık toplu arama emirleriyle yollarda durdurulmaya başlandık. Şehrin büyük bir kesimi “olağan şüpheli” sıfatıyla aranabilir kişi vasfına dönüştürüldü. Yeni çıkartılan yasal düzenlemelerle halkın özel hayatı özel olmaktan çoktan çıkarıldı. Özelimiz genele dönüştüğünden de, servis edilmesinde bir sakınca görülmemeye başlandı. Artık devlet dairelerinde inanın bize çok iyi davranıyorlar. Protesto edilen valiler mail yoluyla ya da sözlü olarak bireylere hakaret etmekten ve tehdit etmekten çekinmiyorlar. Bunu yaptıktan sonra da görevlerine devam edebiliyorlar. Burada elbette önemli olan “hangi halka hakaret ettiğiniz” gibi özel bir durum ortaya çıkabiliyor. Böylece hukuk önünde hepimizin eşit olduğunu en üst düzeydeki insanların söylemlerinden de anlamış bulunuyoruz. Bazı devlet görevlileri nerede olursa olsun ifade verebiliyor, ama maalesef bazılarının ise adı bile geçirilmiyor. Bazıları kaçma şüphesiyle tutuklanıyor, bazıları da kaçacakları bilindiği halde serbest bırakılabiliyor. Yapboz tahtası gibi hukukla ilgili yeni düzenlemeler yapılıyor. Kanunla ilgili yönetmelikler hazırlanmadan kanun, yanlış yaptık diye yeniden değiştirilebiliyor. “MİT”in, halkını takip eden bir kurum olmaktan çıkartılacağı söylendikten sonra yeni koruma zırhları ve süper yetkilerle donatılması kararı alınabiliyor. Bu kararlarla beraber mahkeme veya kovuşturma kararına gerek olmadan herkesin özel hayatını delik deşik edebilecek yasa teklifleri TBMM’ye sunulabiliyor. Bu düzenlemelere gerekçe olarak da devlet güvenliği kavramı öne sürülebiliyor. Hani iktidara geldiğinizde bireyin haklarının devlet güvenliğinden daha önce olduğunu söylemiştiniz. Hani daha önceki eleştirdiğiniz hükümetler gibi davranmayacaktınız. Hani mazlumun ve haklının yanında olacaktınız. Hani herkesi “Yaratan”dan ötürü sevecektiniz. Peki, o gün verilen tüm sözler nerede? “MİT” kanununda köklü değişikliklerin ana nedeni olarak değişen dünya düzeni ve ihtiyaçlar ifade ediliyor. Bu nedenle de güçlü bir istihbarat teşkilatına kavuşmak istiyorsak bu kanun teklifinin geçmesi gerektiği vurgulanıyor. Aslında bir yerde doğru söylüyorlar; evet, dünya çok değişti. Artık uluslararası toplumlarda istihbarat birimleri ispiyoncu konumundan çıkartılarak fikir üreten yerlere dönüştürüldü. Dokunulmazlık sağlayarak görev yapmaları yerine, ulusal meclislerine ve hukuka hesap vererek çalışmaya yönlendirildiler. Siyasal erkin kontrolüne girmemesi ve siyasetin üzerinde baskı unsuru oluşturmaması adına muhalefet partisinin sürecin içinde olması sağlandı. Açıkçası kendi tecrübelerime göre gördüğüm; demokrasi standartlarını yükseltmeyen ülkelerde dokunulmazlık zırhları ile donatılan ve süper yetkiler verilen kurumların bir süre sonra “kara delikler” haline dönüştükleridir. Kara delik uzayda ne yapıyorsa demokrasilerde de aynı etkiyi yapıyor... Yani her şeyi içine çekerek yok ediyor. Hep O Dava Hani kendilerine “kininin davacısı” diyorlar ya. Algıları tümüyle o davaya bulanmış, hayatın her alanına ilişkin bakış açılarına yansıyor. İşte bir örnek: AKP Kars Milletvekili Yunus Kılıç, TBMM kürsüsünden konuşuyor: “Kars’ta birisine mikrofon uzatıyorlar, diyorlar ki: Bir şikâyetiniz var mı Kars’la alakalı? Yok Allah’a şükür, diyor. Israr ediyorlar, var mı bir şikâyetiniz? Yok, ama Ruslara kinimiz var; diyor. Nedir, Ruslarla alıp veremediğiniz; diyorlar. Yahu, yetmiş, seksen yıl önce buralarda bir şeyler yaptılar ama bir gelip bakmadılar ki, bunlar eskimiş mi, bunların yenilenmeye ihtiyacı var mı diye; diyor. Ama, Ak Parti’yle beraber Kars hatırlanır olmuştur; diyor.” Düzey bu! Örgütlü Yolsuzluk Saptama, AKP’nin kirli çamaşırlarını ortaya saçan CHP’li Aykut Erdoğdu’nun: “Türkiye’de bütün kurumlara yayılmış, örgütlü bir yolsuzluk düzeni var.” Erdoğdu’ya soruyoruz, “Toplam ne kadar bir yolsuzluktan söz edilebilir?” diye. Kesin bir rakamdan söz edemiyor, çünkü yolsuzluğun, götürmenin ucu bucağı yok. Rüşveti var, imar izni var, özelleştirmesi var, arsa devri var; var oğlu var... Erdoğdu, yalnızca bir örnek verebiliyor: “525 milyar liralık kamu alım ihalesini inceledik. Bunun sadece 125 milyar liralık küçük alımları içeren bölümü dışındaki 400 milyar liralık kamu alımının tümünün yolsuzluk şüphesi altında olduğunu söyleyebilirim.” Gerisini siz hesaplayın artık! Dostumuz Tevfik Kızgınkaya, siyasetçileri “akıllarını başlarına toplamaya” çağırıyor: “İnsan ve yurttaş ortak kimliklerimizi ve sınıf bilincini bırakıp bu farklılıklarımız temelinde kamplaştık. Sonuçta, AleviSünni, laikantilaik, inananinanmayan, başı açıkkapalı, kadınerkek, DoğuluBatılı, TürkKürt diye ayrıştık ve birbirimizle çatıştık. Bugün demokrasi adına yutturulmaya çalışılan bu siyaset anlayışı ile partilerin fanatik taraftarları gibi birbirimizle kavga etmekten bir adım öteye gidemiyoruz.” Ayrışma Recep Tayyip Erdoğan, “Benim türbanlı bacım” dediği Z.D.’nin Gezi eylemleri sırasında Kabataş iskelesinde saldırıya uğradığında ısrarcı. Görüntüler ortaya çıkmasına, verildiği ileri sürülen rapor ile Z.D.’nin anlattıklarının birbirini tutmamasına, onlara en yakın kalemlerden Fehmi Koru’nun, iddia sahibi kadının “etkisi altına giren genç kadınlarda beklenmeyen arazlara yol açan postpartum depresyon” geçirdiğini ifade etmesine rağmen... Okurumuz Dr. Funda Yamanel, Kabataş iskelesinde yaşadığı bir olayı aktardı bize: “Oğlum ile Kabataşvapurundan inerken Kabataş Adalar elimdeki torbalardan birini çay içilen yerde unutmuş olduğumu fark ettim. ‘Torbam vapurda kaldı’ diye çığlık attım. Aynı anda 3 kişi fırladı. Görevlilerden biri ‘Nerede?’ diye sordu. Ben, ‘Çay salonunda, yerde’ deyince, görevli gitti, aldı ve aşağı inip verdi. Bütün bunlar olurken vapur beni bekledi. Yaşadıklarım göz önüne alınırsa; Kabataş’ta çocuklu bir kadın darp edildiğinde bunun görülmeyeceğine beni kimse inandıramaz.” Kimse inanmıyor zaten. Bir tek Recep Tayyip Erdoğan inanıyor... KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] Opera GAZETEDE “Devlet Tiyatroları her bakımdan onarıma muhtaç” haberini okuyunca ister istemez Ankara’daki Büyük Tiyatro’yu düşünmeden edemiyor insan. Önce Sergievi olarak yapılıp yıllar boyu toplantı, konser, tiyatro salonları olarak kullanılarak opera olmaya kadar gelen bina, mimarisi yeryüzündeki bütün operalar arasında belki de adına en ters düşeni sayılabilir. Çünkü ciddi devletlerin opera binaları hep bulundukları kentin ve hatta ülkenin en görkemli anıtlarından biri olarak yapılmıştır. Latince “yapıt” anlamına gelen “opus” sözcüğünün çoğulu olan “opera” sözcüğü çeşitli “müzik” ve başka sanat “yapıtları”nın bir araya gelişini ifade eder: Orkestra, “libretto” denen bir metne dayalı şarkılarla konuşulan müzikli bir tiyatro, onun dekoru. Bireysel aryalar, çoğu zaman kamu bilincini seslendiren korolar vesaire, vesaire. Kısacası, birçok dalın birleştirilip bir bütünlük durumuna getirilmesini gerektiren çaba. Elbet çok pahalı, çok emek, özveri ve disiplin isteyen bir girişim. yle olduğu içindir ki, bir toplumun kalitesini, renkliliğini, kararlılığını ve dayanışmasını temsil eden önemli bir konudur opera. Hafife alınması, köhne bir sanat türü olarak rafa kaldırılması ve emekçilerinin küçümsenmesi, kaynaklarının kısılması asla affedilemez hatalardır. Cumhuriyet Türkiyesi’ni kuranlar, başlangıçtaki sıkıntılı ve zayıf ekonomiye karşın bu ülkeyi konservatuvarlarla donatmayı, gençlerini Opera gibi güç bir alana çağırmayı ulusal gurur konusu olarak seçmiş ve o alana kaynak ayırmayı hiç ihmal etmemiştir. Çoğu zaman bir özenti, bir lüks sayılan, sık sık eleştirilip alay konusu bile yapılan böyle bir tercih, aslında çok doğru bir kararlılığın soncuydu: Güvenilen bir ulusun gençlerinin önüne bilinçli bir yaklaşımla zor hedefler koymak ve o hedeflerin gerçekleşmesi için onları çalışmaya zorlamak. Şimdi bu tutumu küçümseyip hedefsiz ve plansız bir eğitim kargaşasını gençlerin sırtına yüklemek bu ülkeyi dünya yarışında yaya bırakmak demektir. HARBİ SEMİH POROY Ö BULMACA UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK [email protected] SEDAT YAŞAYAN 1 2 3 4 5 6 7 8 9 SOLDAN SAĞA: 1/ Çiçekli dal 1 ları halk he2 kimliğinde kullanılan otsu bir 3 4 bitki. 2/ Yunan abecesinde 5 bir harf... Sö6 zü en açık bi7 çimde anlat8 ma yollarını öğreten edebi 9 yat bilgisi dalı. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 3/ Meyveli ya da 1 B A T İ ME T R E kakaolu bir pasta... Utanç duyma. 4/ At 2 A K A Ş B İ A T F O R S A ve benzeri hayvan 3 K O Y 4 A V B İ N İ ların sırtına vuruİ Z B E lan keçe, meşin ya 5 L A S O 6 A L E T İ S da kalın kumaş... 7 R A K E T K L E Bir nota. 5/ Şöhret... Avustralya’da 8 A H İ R R U A M yaşayan keseli bir 9 B O L O M E T R E hayvan. 6/ Yaldızlı... Sodyum elementinin simgesi. 7/ Gümüşbalığı. 8/ Eski dilde göz... Önemli tarihsel olgu. 9/ Kemiklerin yuvarlak ucu... Metal paranın yüzündeki bütün kabartma ve resimlerden daha yüksek bir çıkıntı oluşturan çevre pervazı. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Osmanlı Devleti’nde üst düzey yetkililerin vekil ve yardımcılarına verilen ad. 2/ İskambilde koz... Pilotlar ve havacılar için yayımlanan bülten. 3/ Zorunlu gereksinme maddeleri için devletçe saptanan fiyat... Oy. 4/ Çalgılı meyhane. 5/ Gemiyi baştan ya da kıçtan halatla karaya bağlama. 6/ Bir nota... Güney Anadolu’da bir dağ. 7/ İnce dantel... Karışık renkli. 8/ Erzurum’un bir ilçesi... “Meydanda oynatalım / Boyun döndürü döndürü” (Köroğlu). 9/ Avrupa’da bir ülke.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle