29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 21 ŞUBAT 2014 CUMA 2 HABERLER Müjde: Türk Basın Birliği Hortluyor Kanser ve Hukuk YILLAR öncesi... Hangi yıl olduğunu hatırlayıp kaç yıl olduğunu hesaplamak bile zor. Ama o insanın yarattığı sıcaklık ve hayranlık öylesine içten ve derinden duyulmuş olmalı ki, bellekten hiç silinmiyor. Anadolu ortasının o kentindeki üniversitenin yeni rektörüydü. Genç yaşına karşın sanki orayı çok eskiden beri biliyormuşçasına her şeyi eski haliyle biliyor, kendisi işbaşına geldikten sonra hepsini çok kısa zamanda nasıl değiştirdiğini, öğrencilerin ve halkın beğenisini nasıl kazandığını inanılmaz bir coşkuyla ama hiç açığa vurmadığı bir gururla anlatmaktaydı. Anlatmasa bile, gösterdiği sınıfları, çalışma salonlarını, kütüphaneyi gezerken hemen anlaşılıyordu ki üniversiteye yeni bir hava ve taze bir dinamizm gelmişti. ün, radyonun öğle yayınında nihayet “tahliye” edileceği haberi okundu. İyi olup hastaneden “taburcu” edilen hastaların veya yatılı okuldan “yaz tatili”ne çıkan öğrencilerin sevincinden çok farklı olarak, bilinmeyen bir hastalığa tutulan ve “müstahak” olup olmadığı tartışma konusu olabileceği söylenenlerin hissedebileceği bir duygudur bu: “İçeri”yi yaşamak ile “dışarı”yı düşünmek arasındaki başkalıkları düşünüp durmak sona erecek ve tersine olacakmış sanılan yeni bir süreç başlayacaktır. Başka bir deyişle, “açık ve kapalı mekânlar arasında gidip gelmek insanı ister istemez biraz filozof yapar sözüne inanmaya başlayıp daha az tedirgin bir yaşam sürdürür” diye bakmak mı gerekir böyle bir sürece? Yok, hayır. Birtakım hukuk hastalıkları söz konusudur ve onların mutlaka tedavisi gerekir. Adalet sistemimizde vaktiyle bir süre dengesiz bir dönem yaşadığımız ve terazilerin şaşarak yaptırımların, daha açıkçası cezaların şaştığı kesindir. O şaşkınlığının sonuçlarını düzeltmeden sanki hiçbir şey olmamış gibi uzunca bir süre aynen tekrar edilmesi de katmerli bir yanlış olmuştur. Şimdiki “tahliye” sevinci onunla hiç ilgili olmasa da bu vesileyle bütün sistemi gözden geçirmek artık ihmal edilemeyecek bir zorunluluktur. Çok değerli bir bilim adamımıza çektirilmiş bir acının vebalini ya da günahını hiç değilse böyle ilgisiz bir tahliye sevinciyle silmek pek yakışık almıyor ama, herhangi bir telafi ya da özür dileme töreni önermek de içinden gelmiyor insanın. Tek teselli, artık çok geç de olsa, kanserin hukuku öldürememiş olmasıdır. Hükümetin tayin ettiği “Telekomünikasyon İletişim Başkanı” (TİB) sıfatlı memur, bir başvuru olunca hatta başvuru olmadan da kimseyi dinlemek gereğini duymadan karar verip internetteki o mesajı sildirecek veya o siteyi kapatacak. Hem de öyle bir usulle (IP veya URL adresinden) kapatacak ki, o site yahut o mesajı yazma hakkı tümden ortadan kalkacak. OKTAY EKŞİ İstanbul Milletvekili geniş iletişim platformu. O nedenle “internet” üzerinden kurduğumuz iletişimin kısıtlanması yahut sansür edilmesi 35 milyon 600 bin insanımızı doğruca ilgilendiriyor. Oysa doğruca basını ilgilendiren bir “yasak” yahut “ceza” hükmü, “gazeteciler” açısından bakarsak en çok 7080 bin kişiyi, okuyucu açısından bakarsak (günlük gazete tirajlarının 23 misli itibarıyla) en çok 15 milyon kişiyi ilgilendirir. O nedenle “internete” getirilen yasak çok daha büyük bir darbedir. Kaldı ki internet ülke sınırı diye bir şey tanımıyor. O yüzden Türkiye’deki internet sitelerine erişimi yasakladığınız zaman örneğin Tibet’te yahut Papua Yeni Gine’de yaşayan bir internet kullanıcısının da “iletişim özgürlüğünü” kısıtlamış olursunuz. Ama biz TBMM’den geçen yasanın getirdiği sınırlamaları ve tehlikeleri oraya kadar gitmeden tartışalım: Aslında Türkiye’de bu konuyla ilgili bir yasa var. Numarası 5651. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin bir kararına göre, hükümlerinin keyfi kullanıma yani iktidarın kızdığı internet sitelerini kapatmasına imkân vermesi nedeniyle “düzeltilmesi” gereken bir yasa… Ama AKP iktidarı “düzeltmek” bir yana, yürürlükteki hükümlere rahmet okutan hükümleri Meclis’ten geçirdi. Bunların hepsine bir yazıda değinmek mümkün değil. O nedenle en önemli gördüğümüz hususu ele alalım: Bu düzenleme sözde “insanların özel yaşamının” internet sitelerinde teşhirine engel olmak yani sizi beni korumak için yapılıyor. Gerçekten o amaca dönük ve keyfi kullanıma izin vermeyen bir düzenleme olsa öper hepimiz başımıza koyarız. Örneğin bir kişi, kendi özel yaşamının teşhir edildiğini iddia edince yargı bu iddianın “haklı” mı “haksız” E D n temel insan hakkımız olan “ İletişim Öz gürlüğü ” son günlerde Meclis’ten geçen bir yasayla, inanılmaz diyeceğimiz kadar vahim bir yara aldı. Cumhurbaşkanı da imzalayıp yayımlanmak üzere Resmi Gazeteye gönderirse, yasa on beş gün içinde yürürlüğe girecek ve lafta Avrupa Birliği’ne üye olmayı isteyen Türkiye, aslında Kuzey Kore’nin, Çin Halk Cumhuriyeti’nin, Suudi Arabistan ’ın, Yemen’in, İran’ın yanında yer alacak. Önce belirtelim: İletişim özgürlüğü aynen hava gibi, su gibi hem hayatidir hem de engellenmedikçe, ne kullanıldığı fark edilir ne de önemi kavranır. Rakamlarla söylemek gerekirse: Son belirlemelere göre nüfusumuz 76 milyon 700 bin. Bunun yüzde 46’sı yani 35 milyon 600 bini “internet” kullanıyor. İnternet “iletişim özgürlüğünün” kullanıldığı en mı olduğunu kısa zamanda değerlendirir ve mesele hukuk içinde çözülür. Oysa yasa öyle demiyor. Hükümetin tayin ettiği “Telekomünikasyon İletişim Başkanı” (TİB) sıfatlı memur, bir başvuru olunca hatta başvuru olmadan da kimseyi dinlemek gereğini duymadan karar verip internetteki o mesajı sildirecek veya o siteyi kapatacak. Hem de öyle bir usulle (IP veya URL adresinden) kapatacak ki, o site yahut o mesajı yazma hakkı tümden ortadan kalkacak. Bir benzetmeyle anlatmak gerekirse, şimdiye kadar “alan adı” temelli engelleme yapılıyordu yani “o site tutuklanmış gibi” gibi oluyor, ama sonra özgürlüğüne kavuşabiliyordu. Bu yasa TİB Başkanı sıfatlı memura “IP veya URL adresi” yoluyla kapatma yetkisi verdiği için o site idam edilmiş olacak. Dahası… Yasa bu pis işi yapma yani kendi arkadaşını ipe çekme görevini, örneğin size internet sitesi kurma imkânı veren (erişim sağlayan) şirketlere yüklüyor. Yani devletin TİB Başkanı sıfatlı memur, bu sektörün mensuplarını kendi arkadaşlarının celladı olarak kullanma yetkisiyle donatılıyor. Çünkü yasa “erişim sağlayıcı” denen ve halen sayılarının 196 olduğu bilinen şirketlerin “Erişim Sağlayıcılar Birliği” adıyla bir araya gelmelerini ve TİB Başkanı sıfatlı memurun verdiği emri haklı mı haksız mı tartışamadan uygulayıp en geç dört saat içinde o siteyi kapatmalarını emrediyor. Yasa o kadar kötü ve katı ki, “erişim sağlayıcı” bir şirketin “biz o birliğe katılmıyoruz” deme hakkı yok. “Erişim Sağlayıcılar Birliği” de ayrı bir facia! Gerçi bu birliğin kurulmasını savu nanlar “başka ülkelerde de var” diyorlar, ama onların dediği “beyaz” ise bu yasanın getirdiği “siyah” da değil, “simsiyah”. Çünkü onların “var” dediği “birlik”lerin “devlet”le hiçbir ilişkisi yok. Yukarıda değin diğimiz bu birliğin, “geçmişini” araştırınca karşımıza iki örnek çıktı. Biri faşist İtalya’ da, Be nito Mussolini’ nin 1928’de gazetecileri susturmak için kurduğu Aleo Professiyonale adlı birlik. Bu düzenlemeye göre Faşist Parti ve Aleo Professiyonale üyesi olmayan bir kimsenin gazetecilik yapması mümkün değildi. Birlikten çıkarılınca meslekten de çıkıyordunuz. Bizde de Celal Bayar başbakan iken ( 1938 ’de) çıkarılan bir yasayla Türk Basın Birliği kuruldu. Bu birliğe üye olmayan kimse gazetecilik yapamıyordu. Birlik aynen İtalya’daki gibi gazeteciyi meslekten atabiliyordu. Şimdi Meclis’ten geçen yasa, işte o birliği tüm “internet kullanıcıları” için getiriyor. Mussolini’nin Aleo Professiyonale’si artık yok. Türk Basın Birliği de, merhum Sedat Simavi’nin liderliğindeki gazetecilerin başlattığı bir isyanla 1946’da tarihe karıştı. Darısı Erişim Sağlayıcılar Birliği’nin başına. Sivil Darbe ve Sivil Sıkıyönetim Askerlerin siyasal rejim üzerindeki etkisi kaldırıldı... Bu amaçla büyük bedeller ödendi... Zindanlar, tartışmalı iddiaları yargılayan tartışmalı mahkemelerin tartışmalı kararlarıyla subay ve komutanlarla dolduruldu... Ve anlaşılıyor ki: Şimdi “Polis devleti” uygulaması başlamıştır. Artık “Sivil darbe” deyimi, AKP’ye bir zamanlar destek veren çevreler ve yazarlar tarafından da kullanılmaya başlandı. HHH “Gezi Direnişi” olaylarından sonra, AKP iktidarının diyaloğa yönelmek ve demokratik kuralları uygulamak yerine daha da sertleşeceğini, sertleştikçe taban yitireceğini, taban yitirdikçe daha da sertleşeceğini defalarca yazdım... O zamanlar bu gözlemime dudak bükenler, şimdi yaşananlar karşısında “Sivil darbe” söylemine kaydılar artık. HHH Hazirandaki “Gezi Direnişi” “sonun başlangıcıydı”. Bu olayda maskesi düşen ve sıkışan iktidar, hem baskıyı hem de “işlerini” iyice artırdı ve hızlandırdı... Sonuç, 17 Aralık rüşvet ve yolsuzluk operasyonlarıyla ortaya dökülen pislikler oldu... Şimdi yeni baskılar gündemde: Herkesi takibe ve kayda alan, sitelerin yasaklanmasını kolaylaştıran internet yasası... Pek çok hukukçu ve uzmanın, “Anayasa ihlali” olarak nitelendirdiği, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun yeniden düzenlenmesi ve teftiş kurulu ile birlikte Adalet Bakanı’na bağlanması... MİT’e getirilen yeni yasal koruma, artırılan yetkiler ve cezalar... Ve bir sıkıyönetim dönemi uygulaması olan, Ankara’nın yarısına yönelik, sokakta herkesi arama uygulamasının devreye sokulması... HHH Evet olaylar aynen benim söylediğim gibi gelişiyor... Keşke ben yanılsaydım; böyle olmasaydı... Çünkü bedelini tüm toplumca, hepimiz ödüyoruz. HHH Düşünmeden edemiyorum: Böyle bir ortamda Erdal İnönü, hangi makamda bulunursa bulunsun, ne derdi, ne yapardı? Dün de yazdığım gibi, bugün saat 14’te, Kültür Üniversitesi’nde ilginç ve güzel bir tören var... Zaten unutulmamıştı; orada bir kez daha anılacak.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle