03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
10 ŞUBAT 2014 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA [email protected] EKONOMİ 11 2012’de 52 bin 153 kişi olan ‘milyonerler kulübü’ne geçen bir yılda yaklaşık 15 bin kişi daha katıldı Banka hesaplarında en az 1 milyon lirası bulunanların sayısı Ekonomi Servisi Ekonomik ve siyasi belirsizliklerin arttığı 2013’te, işsizlik çift haneye dayanıp ne ihracat ne de enflasyonda hedefler tutarken ekonomideki bu gidişat milyonerleri etkilemedi. Banka hesaplarında 1 milyon lira ve üzerinde parası bulunan yurtiçi yerleşik gerçek ve tüzelkişi sayısı, 2013’te, bir önceki yıla göre yüzde 28 civarında artarak 66 bin 846’ya yükseldi. Söz konusu rakamın 2012’de 52 bin 153 olduğu dikkate alındığında, “milyonerler kulübü”ne geçen yıl yaklaşık 15 bin kişi daha katılmış oldu. AA’nın Bankacılık Düzenleme ve 15 bin yeni milyoner Denetleme Kurumu (BDDK) verilerinden derlediği haberine göre, geçen yılın sonu itibarıyla bankalardaki toplam mevduat 945.8 milyar liraya ulaşırken, bu tutarın yaklaşık yüzde 62’sine karşılık gelen 584 milyar liralık kısmı Türk Lirası cinsinden mevduatlardan oluştu. Söz konusu tutarın yüzde 46’sını, 1 milyon ve üzerindeki TL mevduatları oluşturdu. Banka hesaplarında 1 milyon lira ve üzerinde parası bulunan yurtiçi yerleşik gerçek ve tüzelkişilerin sahip oldukları TL mevduat tutarı 2013’te önceki yıla yüzde 12.4 artış göstererek 267.2 milyar liraya ulaştı. Bu tutarı 126.4 milyar lira ile 50 bin250 bin lira arasındaki mevduatlar, 93.8 milyar lira ile 250 bin1 milyon lira arasındaki mevduatlar, 67.1 milyar lira ile 10 bin50 bin lira arasındaki mevduatlar ve 29.4 milyar lira ile 10 bin liraya kadar mevduatlar izledi. Mevduat türleri mudi sayısı açısından değerlendirildiğinde, toplam mudi sayısı yıllık bazda yüzde 8.9 arttı ve 2013 sonu itibarıyla 58 milyon 230 bin 978’e ulaştı. Geçen yılın sonu itibarıyla toplam mudilerin içinde, hesabında 10 bin liraya kadar mevduat bulunan kişi ve kuruluşların sayısı 55 milyon 343 bin 962 olarak belirlendi. Leke Geçen hafta fezlekeler haftasıydı. Adları rüşvet ve yolsuzluk soruşturmasına karıştığından hükümetten ayrılmak zorunda kalan bakanlarla ilgili fezlekeler elden ele dolaştı. Bunları, üstelik ülkenin adalet dağıtan kurumunun başı, yani Adalet Bakanı ile ilgili fezleke izledi. Bakanlarla ilgili fezlekelerden daha önemlisi, Başbakan’ın mimarı olduğu anlaşılan Sabah ATV ile ilgili fezlekeydi. CHP Genel Başkanı’nın grup toplantısında açıkladığı fezleke, Sabah ve ATV için, ülkenin önde gelen sekiz yüklenicisine toplam 630 milyon dolar salma yapıldığını belgeliyordu. Bir kamu bankasından halka küfre uzanan ayrıntılarının da kanıtladığı gibi, aslında bu sıradan bir fezleke olmanın çok ötesindedir; ortalıkta hiçbir ak bırakmayan diğerleri gibi Türkiye için kapkara bir lekedir. HHH Leke olayı bir kez daha kanıtlamaktadır ki, ülkede, yalnız hukuk değil, diğer kurum ve kurallar da ya yoklar ya da hiç çalışmıyorlar. Leke, kapitalist düzenin savunucuları tarafından sermaye sahipleri arasında olması kesinkes zorunlu sayılan açık ve yarışmacı rekabet ilkesinin çiğnendiğini gösteriyor. Burada, düzenin etkin işlemesi gerekli olan rekabete iki taraftan darbe vuruluyor. Önce parayı veren iş insanları, diğer yüklenicilere göre ya çok büyük bir çıkar sağlıyor ya da çıkar sağlamaya aday oluyor. İkincisi, para aktarılan basınyayın grubu da diğer basınyayın işletmelerine göre çok büyük bir sermaye gücü elde ediyor. Demokrasinin işlediği bir toplumda, bu duruma öncelikle diğer sermaye sahiplerinin özellikle de yüklenicilerin karşı çıkmaları, yapılanlar karşısında isyan etmeleri gerekir. Örneğin, TMBTürk Müteahhitler Birliği, fezlekede adı geçen kişi ve şirketlere, mesleğin onurunu koruma adına bir yaptırım uygulamalıdır. Neden sermaye sahiplerine yaptırım uygulaması yine kendi meslektaşlarınca yapılmaz? Çünkü çok büyük bir olasılıkla hükümetin çıkar dağıtımından kendilerine de bir pay düşeceği beklentisi ya da hükümetin hışmına uğrayacakları korkusu, susmalarına yol açıyor. Feodal düzenin esnaf loncaları kadar bile meslek ahlakına sahip çıkmayan bir kapitalizmin, kendi geleceği için, öncelikle kendi kendisini sorgulaması gerekir! SabahATV olayındaki haksız rekabetin ise ek olarak, her gün yeni sınırlama örnekleri yaşanan basınyayın özgürlüğü boyutu var. Yapılan, toplumun özgürlükten yana tüm kesimlerini doğrudan ilgilendiriyor. Gerçekte son atılan internet yasakçılığı adımı da AKP’nin aynı anlayışından kaynaklanıyor. HHH Toplumu sermayenin saldırılarına karşı korumak ve kapitalist düzenin etkin işleyişini sağlamak için ayrıca devletin düzenleme ve denetleme kurumları var. Örneğin, RKRekabet Kurumu, hem yükleniciler hem de kendilerine para aktarılmasına çalışılan Sabah ve ATV’ye ilişkin olarak olaya el koymalıdır. Konu ek olarak, KİKKamu İhale Kurulu, RTÜKRadyo ve Televizyon Üst Kurulu; SPKSermaye Piyasası Kurulu, BDDKBankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu ve vergi idaresini de doğrudan ya da dolaylı olarak ilgilendirir. Ancak, kurumlar kıpırdamıyor; toplum adına ekonominin düzgün işleyişini sağlaması gereken kurumlar da görevlerini yapmıyor. Leke olayı bir kez daha açıkça kanıtlıyor ki, bağımsız düzenleme ve denetleme kurulları; ne bağımsızdır ne de düzenleme ve denetleme yapabiliyor. AKP iktidarı, 12 Kasım 2012 tarihinde yaptığı yasa değişikliğiyle, ülkemizde esasen emekleme döneminde olan düzenleme ve denetleme kurumlarını tamamıyla hükümete bağlamış; kısaca yutmuştur. Oysa, kapitalizmin temeli olan serbest piyasanın işleyişi için de bağımsız düzenleme ve denetleme kurullarının varlığı gereklidir. Kapitalizmin kendi kuralları çiğnenerek sermaye birikimi ve gelişme sağlanamaz. Başbakan’ın açıkça vurguladığı gibi sermayenin el değiştirmesine çalışan AKP, yaptıklarıyla geriye ne hukuk, ne ahlak, ne güven, ne de düzgün işleyen piyasa ekonomisi bırakıyor; böylelikle leke de görülenden çok daha büyük zararlar veriyor. 2013’te yüzde 28 artışla 66 bin 846 kişiye yükseldi. Milyonerlerin bankalarda biriken parası 267.2 milyar liraya ulaştı. Müzeler 29.5 milyon kişiyi ağırladı TÜRSAB’ın raporuna göre 2013’te 29.5 milyonu aşkın kişi müzeleri ziyaret ederken, Topkapı Sarayı en çok ziyaret edilenler sıralamasında Ayasofya’yı geride bıraktı. Ekonomi Servisi Geçen yıl Türkiye’de 29 milyon 533 bin 966 kişi müzeleri ziyaret etti. Türkiye Seyahat Acentaları Birliği (TÜRSAB) tarafından hazırlanan “Türkiye Müzeleri 2013 Raporu”na göre, 2013’te en çok ziyaret edilen müze ise 3 milyon 397 bin 907 ziyaretçiyle Topkapı Sarayı Müzesi oldu. Topkapı Sarayı Harem’de ziyaretçi sayısı ilk kez 1 milyon kişiyi aştı. TÜRSAB’ın raporundan öne çıkanlar şöyle: * 29.5 milyon müze ziyaretçisinin 20 milyonunu yabancılar, 9.5 milyonunu Türkiye vatandaşları oluşturuyor. * Topkapı Sarayı Müzesi ve Topkapı Sarayı Harem’i toplam 4 milyon 428 bin 463 kişi ziyaret etti. * En çok ziyaret edilenler sıralamasında 3 milyon 275 bin 337 ziyaretçiyle Ayasofya ikinci sırada yer alırken, Efes Örenyeri 1.8 milyon kişiyle üçüncü oldu. * 2000 ile 2013 yılları arasında yabancı turist sayısı yüzde 335 artarken, müze ve ören yerlerini gezen ziyaretçi sayısı yüzde 428.8 arttı. * Müze ziyaretlerinin yüzde 44’ü İstanbul bölgesinde gerçekleşti. * Toplam Müzekart sahibi 783 bin 456 kişi artarak 4 milyon 420 bine ulaştı. Müzekartlıların yüzde 23’ü Topkapı Sarayı’nı gezdi. * İstanbul’daki tarihi kalıntı sayısı Londra’dan 2, Paris’ten 10, Berlin’den 4 kat fazla. Buna karşılık, İstanbul’da 78 müze bulunuyor. Londra’da 172, Paris’te 137, Berlin’de 158 müze var. Oto fiyatları yüzde 30 artacak Ekonomi Servisi Otomosuz beklentilerimizi Kur baskısı, kredilerde düzenleme ve ÖTV tiv Yetkili Satıcıları Derneçoğalttı. En çok verği (OYDER) Yönetim Kuru artışıyla birlikte otomobil fiyatları yıl sonuna gi toplanan sektörlerkadar kademeli olarak en az yüzde 2030 den biri olan otomolu Başkanı Şükrü Ilısal, sektörün kur baskısı, kredilerde artacak. OYDER Yönetim Kurulu Başkanı Ilısal’a tivin halen lüks tükeki düzenleme ve Özel Tüketim olarak algılanmagöre sektörde işten çıkarmalar da kapıda. MUSTAFA ÇAKIR tim Vergisi (ÖTV) artışı ile sı ve sürekli daha faz2014’e olumsuz bir başlangıç la vergi tahsil edilmeye ANKARA Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci, yolsuzluk opesanEkim 2013 tarihleri arasında yaptığını belirterek, “Araç fiçalışılması dünyadaki rasyonu kapsamında tutuklanan bakan çocukları ve diğer kişilerle yatları kademeli olarak artacak. sıfır otomobil alan bin 768 kişi ile sektör algısının tam tersi2002’den bu yana ticari ilişki bulunmadığını savundu MHP AnkaYıl sonunda fiyatların yüzde 20 gerçekleştirdiği Otomobil Alıcıları ne gelişiyor.” ra Milletvekili Özcan Yeniçeri, Ekonomi Bakanı Zeybekci’ye, baDiğer yandan Otomobil ile yüzde 30 arasında hatta kura Takibi Araştırması’nın sonuçlarıkanlığın ve bağlı kurumlarının 20022013 yılları arasında, yolsuzbağlı olarak daha fazla artacağı nın paylaşıldığı toplantıda yaptığı Alıcıları Takibi Araştırması luk iddialarına ilişkin 17 Aralık’ta başlatılan operasyonda tutuklakonuşmada şunları söyledi: Raporu’na göre; otomobil öngörülüyor” dedi. nan eski İçişleri Bakanı Muammer Güler’in oğlu Barış Güler, es“Sektörde yaşanan kâr daralma satın alımını en çok kamOtomotiv perakendecilerinin yaki Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’ın oğlu Kaan Çağlayan, işapılanmasını 1 milyon adetlere göre sından en çok etkilenenler pera panyalar tetiklerken, gelirdamı Rıza Sarraf, eski Halk Bankası Genel Müdürü Süleyman gerçekleştirdiğine işaret eden Ilısal, kendeciler oldu. Ağır standartlar deki artış ve mevcut işine güAslan ile bu kişilerin çalışanı, sahibi veya ortağı olduğu şirket“Zor günler geri gelebilir. Eğer bu altında çalışan şirketler, aldıkları ven 2. sırada yer aldı. Satın lerle herhangi bir ticari ilişkisi olup olmadığı hakkında bilgi istedi. Yeniçeri “Abdullah Happani, Emin Hayya, Fatma Aslan, senaryo gerçekleşirse ki büyük bir riskleri karşılayacak getirileri el alınan otomobilin görüldüğü Rüçhan Bayar, Mohammad Zarrab” adlı kişilerle ticari ilişkısmı gerçekleşecek o zaman istih de edemiyor. 2013 sonlarında ge mecralarda ilk sırayı internet ki olup olmadığını da sordu. Zeybekci bu sorulara yanıt olarak, dam kaybı yaşanması ne yazık ki len BDDK kredilerin düzenlenme aldı. Otomobil satın alanların “20022013 arasında bakanlığımın sayılan şirketler veya kisi çalışmaları ve yılbaşında açıkla yüzde 58’i taşıt kredisi kullangerçekleşebilir” diye konuştu. şiler ile herhangi bir ticari ilişkisi bulunmamaktadır” dedi. Ilısal, OYDER adına GfK’nin Ni nan yeni ÖTV oranları da olum dıklarını belirtti. Ticari ilişki yokmuş! Rüşvet, yolsuzluk, bir ekonomik modelden diğerine geçerken oluşan belirsizlik ortamında, “yasal boşluklarda” aniden çoğalır (“Benim memurum işini bilir”). Bir siyasi rejimden diğerine geçmeye zorlanan toplumlardaysa rüşvet, yolsuzluk adeta salgın hastalık düzeyinde bir patlama sergiler. Bu yüzden bu konuyu (hele beraberinde bir baskı, sansür rejimi de geliyorsa) bireylerin ahlak bozukluklarının ötesine geçerek anlamaya çalışmak gerekiyor. Benzer bir yolsuzluk, rüşvet patlamasına, 1990’larda SSCB’nin çöküşünün ardından ve neoliberalizm, küresel çapta yerleşik ekonomik yapıları, anlayışları, kültürü yıkarak, yaşamın her alanını metalaştırarak yayılırken tanık olmuştuk. O zaman konu üzerinde düşünürken aktardığım kimi akademik araştırmalara, o yazılarıma ne yazık ki bugün ulaşamıyorum, ama kimi önemli savları anımsıyorum. Bu araştırmalardan biri yolsuzluğu, rüşveti, toplum hızla değişirken oluşan yeni, henüz yasalaştırılamamış ekonomik ekinlik alanlarında ortaya çıkan hizmet ya da mal alışverişi olarak tanımlıyordu. Piyasa ilişkileri yeni alanlara girerken, sermayenin birikimi sürecinin gereksinim duyduğu kimi yeni hizmetler ve mallar ortaya çıkıyor. Sermaye bir talep oluşturuyor, ancak bunu yasal yollarla karşılayamıyor. Henüz yeni yasalar oluşmadığından (bu işlemler yasadışı iken) kimi devlet görevlileri, iktidara sahip ya da yakın siyasiler bu hizmetleri, malları belli bir fiyata karşılamayı belki önce ahlaki zayıflıktan, ama sonra artan oranda sermayeden gelen basıncın etkisiyle üstlenebiliyorlar. Bu “geçiş dönemi” tamamlanırken, yeni yasaların (“reformların”) devreye girmesiyle bu patlama yatışıyor. Bir süredir tanık olduğumuz, rüşvet ve yolsuzluk patlaması üzerinde bu “modelden” hareketle düşünmeyi deneyebiliriz. Önce “Hangi geçiş süreci” sorusuna cevap vermemiz gerekiyor. Bence bugün ülkeye dayatılan, bir toplum Yolsuzluğun EkonomiPolitiği modelinden bir başkasına geçiş sürecidir. Daha önce yayımlanan yazılarımdan yararlanarak tanımlamaya çalışacağım gibi, bu, kapitalist devletin, kapitalist sınıfların (sermaye birikim sürecinin) önceliklerine göre şekillenmiş parlamenter demokratik biçiminden, siyasal İslamın, liderliğini yapan SünniMüslüman entelijensiyanın kendi sınıfsal özelliklerine göre şekillenmiş otoriter bir kapitalist devlet biçimine geçiş sürecidir. Osmanlı toplumunun egemen sınıfının, çok özel konumundan dolayı, bugüne kadar varlığını sürdürmeye devam eden bir fraksiyonu, Müslüman entelijensiya, 2000’li yılların başında “iç ve dış dinamiklerin örtüşmesi” olarak tanımlanan bir “durum” içinde, liberal entelijensiyanın da katkılarıyla yeni bir “tarihsel blok” kurmaya başlayarak devletin yönetimini ele geçirdi. Bu entelijensiya devletin olanaklarını kullanıyor, kendini egemen (kapitalist) sınıfın içinde hegemonik fraksiyon olarak kurma yönünde yeni adımlar atarak ilerliyor. Bu entelijensiya, bir tür (diniahlaki) bilginin üretiminin, yeniden üretiminin, bu bilginin, giderek de güncel yaşamın bilgisinin (haber ve yorumların) dolaşım kanallarıyla araçlarının, kendi tekelinde bulunmasını varoluşunun önkoşulu, toplumsal ekonomik artığa, kapitalist birikim süreçlerine ulaşmasının aracı olduğunu biliyor. Hızla bir kapitalist sınıf fraksiyonuna dönüşmekte olan bu tabaka (entelijensiya) projesinde iki yoldan ilerliyor. Birincisi, tekeline almaya çalıştığı bu özel bilginin, toplumun simgesel evrenini tüm farklı söylemleri (ulusal kimlik, etnikdini aidiyetlerden, komünizme kadar) dışarı atarak doldurması, ait olduğu hakikat rejiminin egemen olması için, devletin disiplin, cezalandırma araçlarının (yargı ve güvenlik güçleri) kontrolünü elinde topluyor. Aynı anda devletin ideolojik aygıtlarının denetimini ele geçirmeye başlıyor, kendi tekelindeki bilgiyi üretmeye daha yatkın yeni ideolojik aygıtlar (tekke, zaviye, hiyerarşik unvanlar) kurmaya hazırlanıyor. İkincisi, mikro düzeyde, bu “yeni düzene” uygun yeni bireyin üretilmesi sürecini, nüfusun yeniden üretimini (nüfus politikası), bunun alacağı biçimleri (ailecinsel pratikler, tercihler), bedenin estetiğini (giysi, görünüm) mekânda ve zamanda yerini (ibadet saatleri, yerleri ve ritüelleri) denetleyen, yeniden şekillendiren bir biyopolitik rejimini egemen kılarak yönetmeye çalışıyor. (Cemaatle, Başbakan’da temsil edilen kesimin arasındaki savaş bu “bilginin”, üretimini, denetimini kontrol etmekle yakından ilgilidir.) Bu süreç, yalnızca eleştirel aklın ufkunu kapatmakla kalmıyor, özgürlüklerin konuşulmasına olanak veren kavramları silmeye, konuşulabilir olanın sınırlarını belirlemeye başlıyor. Siyasal İslamın bu yönetim anlayışının inşa sürecinde büyük rol oynayan, bir kere seçilirsem istediğimi yaparım anlayışı, vesayet, darbe, paralel devlet kavramları, medya, internet üzerinde denetim kurma kararlılığı, karşımıza bir totaliter devlet, bir organik toplum projesi koyuyor. Bu proje, demokrasinin seçimlere, siyasi iktidarın hükümete, hükümetin de lidere Bir geçiş dönemi semptomu Totaliter otoriterlik fırtınası indirgendiği, yalnızca “egemen hakikat rejimiyle” çelişen değil, lideri eleştiren, hükümetin uygulamalarını sorgulayan seslerin de susturulduğu, devlettoplum ayrımının kalktığı bir organik yapı kurmayı amaçlıyor. Bu proje devletle toplum arasındaki ayrımı kaldırmayı amaçladığından, rüşvet, yolsuzluk suçlamalarının zeminini oluşturan “ekonomisiyaset ayrı alanlardır”, “devlette görev alanların, bu konumlarından dolayı ekonomik ayrıcalık, kazanç elde etmeleri ahlaken yanlış, yasal olarak suçtur” varsayımlarını anlamsızlaştırıyor. Devlettoplum, ekonomisiyaset ayrımının kalktığı bu “organik toplumda”, devlet kurumlarına, güç noktalarına erişebilenlerin, bizim durumumuzda Müslüman entelijensiyanın, bu erişimden hareketle toplumsal artığa ulaşma olanağı elde etmesi, bu olanağı kullanarak servet yığmaya başlaması, medya vb., kültürel araçların neyi, ne zaman dillendireceğine karar vermeye başlaması da artık yeni yasalara, egemen ahlak sistemine aykırı olmayan sıradan bir durum olmaya başlıyor. Bu proje, siyasilerin kişisel ihtiraslarından, seçimlerin dönemsel etkilerinden kapitalist devleti, ekonomiyi korumak, sermaye sınıfının uzun dönemli çıkarlarını güvence altına almak üzere şekillenmiş güçler ayrılığını, bağımsız medya geleneğini, organik devletin oluşturulmasının önündeki engeller olarak görüyor. Bir taraftan “Ya bu projenin sahipleri bir kez daha seçimleri kazanırlarsa” diye düşünüyorum. Diğer taraftan aklımıza şu sorular geliyor: Devlet yoluyla toplumsal artığa el koyabilenler, ideolojik araçlar (bilgi) üzerindeki egemenliklerini kaybetmeleri durumunda, iktidardan düşerler mi? Bu düşüş biriktirdikleri servetleri kaybetmelerine yol açar mı?” Böyle bir toplumsal tabaka/ sınıf iktidardan uzaklaşmamak için, “her yolu” denemez mi? Bu sorular yüzünden de “iyi ki seçimler var” diyen “stratejik cahillik” beni rahatlatamıyor. 11 milyon 400 bin işçi Ekonomi Servisi Hakİş Genel Başkanı Mahmut Arslan, Türkiye’de özel sektörde çalışan 11 milyon 400 bin işçinin kıdem tazminatı alamadığını belirterek, “Yargıtayın, yerel mahkemelerin, yetkili muhatap kurumların sorunlarının, dosyalarının yüzde 70’i kıdem tazminatıyla ilgilidir” dedi. Arslan, İşletmeleri yanlış uygulamalarla zarara sokanların işletmecilik anlayışını modern anlayışa getiremeyenlerin en kolay yol olarak fabrikalarını kapattıklarını ve çalışanlarını işten çıkardıklarını, kıdem tazminatlarını vermediklerine dikkat çekti. kıdem tazminatı alamıyor
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle