02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
12 ARALIK 2014 CUMA CUMHURİYET SAYFA CHP Lideri Diyanet’i Solladı! Meleklerin tuttuğuna inanılan günah sevap defterini (defteri amal) artık Google tutuyor. Siyaset adamı ne demiş, nerede demiş, adını ve o sözcüğü yazın anında karşınızda. Erdoğan dinden imandan, ümmetten söz etmeden konuşamıyor. Ama nedense ağzına o bir tek sözcüğü alamıyor: “Kul hakkı”! Kul hakkı, esirgeyen ve bağışlayan (rahman ve rahim olan) Allah’ın, bağışlamayacağını ilan ettiği ve bu sorumluluğu hakkı yenilen kula bıraktığı tek günah. Google’da, “kul hakkı” yazın, karşısına da “Recep Tayyip Erdoğan”... Muhteremin ağzından çıkmış bir satıra rastlanmıyor. “Kul hakkı”nı hatırlatan hep ve hep CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu olmuş. Öyle ki Diyanet İşleri Başkanlığı’nın adı, bu kavramla ilgili 105 bin kez geçerken... Kılıçdaroğlu neredeyse her konuşmasında, tam 232 bin ayrı haberde Tayyip Bey’e bu günahı hatırlatmış. Ama nafile... Kul hakkı lafı Erdoğan’ın iştahını daha da artırdı artırıyor... Sonunda tarihi bir haramzadelik rekoruyla “1150 küsur odalı” devasa Kaçak Saray’ı yaptırıyor. Ama “Bu saray milletin!” diyor. Bu büyük günaha ortak araması elbette korkudan. Ama cehennem değil, seçmen korkusundan! Cehennemden korksa... Bir kez bile olsa ağzından “kul hakkı” sözü çıkardı! 15 Soluğumuzu Kesemezsiniz!.. “Yok artık” dedim, “daha neler...” haberi duyduğumda. İzmir’in dibinde yüz bin ağaç kesilecek... Akıl alacak gibi değil, inanılır değil! Yüz bin ağaç... Katliam... Gezi eylemleri geliyor aklıma, HES’ler ve RES’ler için, Atatürk Orman Çiftliği’nde kaçak saray için yapılan kesimler, Yalova’daki kıyımlar... HHH Ülkede çevre yağması doludizgin, dinmek bilmeyen bir iştahla, vahşice ve alçakça sürüyor. O denli pervasızlar ki, şimdi de gözden ırak, dağda taşta değil, insanların gördüğü, bildiği, İzmir gibi bir kentin dibinde gerçekleşiyor bu katliam... Ankara’da sessiz sedasız halletmişler. Kimsenin haberi yok. Zaten betonla kuşatılmış bu kentte, belediye İnciraltı’nda, Kadifekale’de “kent ormanı yapayım” diye çırpınırken, duyarlı insanlar tek bir ağaç daha ekelim diye boğuşurken sen kalk bunu yap. İzinler Ankara’dan... Orman Bakanlığı’ndan. Hani şu ormanları korumakla ilgili bakanlık, su işlerine de bakan... Bu kentin göbeğinde, Bornova gibi bir semtte çevreyi kirleten, ortalığı toza dumana katan, insanları zehirleyen çimento fabrikalarına istedikleri tahsisler sağlanmış. Ormanı yok edecek, doğayı kemirecek, fabrikaya hammadde sağlayacak tahsis. Çimentaş’a büyük kıyak... HHH Gel de şaşırma! Verdiği izinlerin sahiplerini, 2013 İzmir çevre sorunları raporunda suçlu ilan etmiş üstelik o bakanlık. Demiş ki: “Çimento fabrikaları her türlü modern jetpuls torbalı filtre ve elektro filtrelere sahip olsalar da üretim kapasitelerinin yüksek olması dolayısıyla elektro filtrelerinin kısa süreli arızalarında fazla miktarda toz emisyonu yaymaktadırlar...” Eeee... Neresinden tutalım şimdi. Hem böyle rapor yaz, ardından da ormanı tahsis et, insanların zehir solumasını seyret! Bu durumda dağların canavar dişlileriyle oyulmasına mı yanalım?.. Binlerce ağacın kıyılmasına mı?.. Korku filmlerindeki platolara benzer görüntü kirliliğine mi?.. Bütün İzmir’i kirleten ve soluğumuzu tüketen fabrikaların hâlâ kent içinde kalmasına mı? Ankara yolundan Bornova girişindeki dağların delik deşik oyulduğu o korkunç manzarayı düzeltmek için, çimento fabrikalarının terk ettiği alanları ağaçlandırmaya çalışan Büyükşehir Belediyesi’nin emeklerine mi? Hangisine? Ne kadar vahşi, acımasız ve insafsızsınız efendiler... HHH Anımsadım, bu iktidarın giderek azgınlığına örnek olabilir belki. Eski AKP’li Çevre ve Orman Bakanı Osman Pepe, Kemalpaşa’dan İzmir’e girerken gördüğü, Çimentaş ve Batıçim’in yarattığı manzara karşısında valiye “Derhal kaldırın, fabrikaları taşıyın, bu görüntü Türkiye’nin üçüncü büyük kenti İzmir’e yakışmıyor” demişti, haberlere konu olmuştu. Şimdi o makamın yeni sahibi, anayasaya göre insanların temiz ve doğal bir ortamda yaşamalarını sağlamakla görevlisi, vermiş onayı. Ne görevi? Sayısız örneği var, asıl işi korumak değil, çevreyi katletmek. “Kentin içinde çimento fabrikası olur mu?” diyeceğine, yol veriyor sermayeye. HHH Ey fabrika sahipleri! Kendi ülkende sana dağı taşı deldirmesinler, taşocağı açtırmasınlar, düşük ücretle işçi çalıştırmasınlar, gel Türkiye’ye, canına oku doğanın, insanımızı zehirle. Oh ne âlâ memleket! Ondan sonra da AKP’li Cumhurbaşkanı, Başbakan ve diğer bakanlar çimento ihracatındaki başarıdan söz etsin! Yok üretimde dünya beşincisi, ihracatta ikinci, Avrupa birincisiymişiz de... Evele gevele dur. Elin oğlu aptal değil; çevreyi doğrudan ve vahşice kirleten, insanlarını zehirleyen sanayileri, ülkesinde barındırmıyor artık. Senin ülkeni, insanını atıklarla, hurdalarla, çöp deposu olarak kullanıyor. Ondan sonra sen övün dur, aylık 310 Avro bedelle çalıştırdığın işçinin üretimine. İnsanlar hastalanıyor, kanser oluyormuş umrunda mı? Çevreye geri dönülmez yaralar veriliyor, derdin mi? Sağlık harcamalarını hesaba kattığın var mı? Ağaç kesimine başlanan, yarın katliama dönüşecek bu tahsis durdurulmaz, önlenilmezse eğer, yazık olacak. İzmir Barosu harekete geçti, konuyu yargıya taşıyor. Yerel yönetimler araştırıyor. Kentin, kentlinin, İzmir’i seven herkesin ayağa kalkması, “dur” demesi gerekmiyor mu bu akıl almazlığa? Ve Binalı Bey İlan Ediyor... Tarihte 45 darbe oldu. Ama darbenin tokadını değil, rantını en çok yiyen hep bunlar oldu. Yemeye de doymuyorlar. Taptaze iştahı ile şimdi de Davutoğlu başladı. O da darbesiz laf edemiyor. Mart kedileri gibi hem bağırıyor hem de üste çıkmaya çabalıyor. Ama patronunun üstüne çıkması mümkün değil. CHP’li Dr. Aytun Çıray dün sanal ortamda feryat edip duruyordu: “5 yıl sonra iktidardan ayrılacak olsa, bu devasa sarayı niye yapsın ki? Bu seçim son seçim olabilir... Uyanın artık!” AKP artık kumarı açık oynuyor Kaçak Saray’ın en yetkili kurmayı olacağı anlaşılan Binali Yıldırım dün NTV’de beklenen açıklamayı yaptı bile: “Cumhurbaşkanlığı’ndaki, başkanlık sayısı 13’e çıkarıldı. Yatırım İzleme Dairesi’nde Türkiye’nin 2023 hedeflerindeki mega projeler ile yeni projeler buralarda incelenecek!” Yani, anayasanın yürütme erki ile ilgili yetkileri Saray’a bağlanıyor! Başbakanlık ve yatırımcı bakanlıklar artık devre dışı! Ve Binali Bey’in sesinden beklenen anons: “1 Ocak 2015’ten itibaren Erdoğan kabineye başkanlık edecektir!” Geçmiş olsun! Kaçak Saray darbesi gerçekleşiyor. Başkanlık sistemine geçiliyor. Başbakan Davutoğlu’na da hayatta başarılar. Muhallebisi Değil Darbesi... Bu iktidar bir intikam iktidarıdır. İntikamı halka yayma iktidarıdır. (Kindar nesil sözü boşuna değildir.) İntikam kısasa kısas ile gerçekleşir. Binali Bey de tıpkı Org. Çevik Bir gibi yapıyor... Anayasaya dayanıyor! “Anayasa Mad. 103 cumhurbaşkanının yetkilerini yazmış. O şartlara uygun hareket edilecek, hiçbir çatışma olmayacak. Sadece cumhurbaşkanı onayı ile yürürlüğe girecek olan Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılacak. Cumhurbaşkanlığı’ndaki ofislerin nasıl çalışacağı, hangi görev ve yetkilere sahip olacağı anlatılacak. Böyle bir kararname olacak!” Eveeet... Postmodern darbe, “MGK kararı” ile yapılmıştı. Kaçak Saray darbesi de Başkomutanlıkça ve “Cumhurbaşkanlığı kararnamesi” ile gerçekleşiyor. Vatana millete hayırlı olsun! Seçmen = Kadın Seçmen de kadın gibidir. Sizi seçmiyorsa, bu sizi sevmediğinden değil. Sizin yeterli çabayı göstermemenizdendir! Fransa’da “cüce fırlatma” denen ve oyuncuların bir cüceyi olabildiğince uzağa fırlatması şeklinde oynanan bir oyun vardır. Cüce, kauçuk giysiler içinde olduğundan yere düştüğünde zarar görmez. Cüce ekmeğini bu “fırlatılma” oyunundan kazanır. MorsangSurOrge Belediyesi, beldede bu oyunun oynanmasını idari bir kararla yasakladı. Cüce ve cüceyi oynatanlar bu karara karşı iptal davası açtı. Versailles İdare Mahkemesi de belediyenin yasaklama kararını hukuka aykırı bulup iptal etti. Dava Fransız Danıştayı’na götürüldü. Danıştay ise cüce fırlatma oyununu “insan onuruna aykırı” buldu: “İnsan onuruna saygı kamu düzeninin unsurlarından biridir” gerekçesiyle belediyenin yasak kararının yerinde olduğuna karar verdi. Bireylerin bizzat kendilerinin, kendilerine karşı korunması da insan onuru kavramının gereğidir. Bu nedenle, yurttaşların devleti yöneten kişinin yanına yanaşıp da “bilmen nerenin kılı olayım!” demesi de kefen giyip, “öl de ölelim” diye bağırması da insan onuruna aykırıdır, dolayısıyla suçtur. Devlet adamının bu sözlerden değil mutlu olması, sessiz kalması bile hem ruhsal bir maraz hem de suça iştiraktir. Muhalefetin “AKP’ye oy vermeyin!” çağrısı ise bir anlamda, vatandaşlara artık kendi onurlarınıza sahip çıkın çağrısıdır. Cüce Fırlatma Oyunu Cumhuriyetle hesaplaşmadır ‘Şura’ mı ‘Kurultay’ mı? “8 Aralık” günü Ankara Bilkent Otel’de düzenlenen “5. Din Şurası”nın açılış konuşmasını kendi de bir din adamı, bir imam olan ve “laik T.C. Devleti”nin başındaki “R.T. Erdoğan” yapmıştı. Kuşkusuz konusu din olan bu toplantının hem bir “şura” olması, hem de açılışının bir “imam cumhurbaşkanı”nca yapılması pek “uygun” pek yerinde olmuş... Siz değerli dostlara bu “görüşüme” katılıp katılmadığınızı sormadan önce, bu “uygun” oluşun nedenine değineyim diyorum. İlkin “şura”nın, “Kuran’daki bir surenin adı olduğunun altını çizelim; “42.” surenin adı “Şura”dır; dolaysiyle “din”le ilgili her türlü konunun ele alındığı bir toplantıya “şura” denilmesi pek uygun düşer; ama “eğitim”in ele alındığı bir toplantıya da, “Milli Eğitim Şurası” değil “Milli Eğitim Kurultayı” adı verilmesi, pek yerinde olmanın ötesinde “gerekir”, gerekmelidir; kuşkusuz “genel” eğitim, “din” eğitimine dönüştürülmemişse. Açık hava toplantılarına ellerinde “Kuran”la katılan yöneticileri olan “Demokrat Parti”nin, “1950” yılıyla başlayan iktidarı döneminde, bir “karma dil” olan “Osmanlıca”yı yeniden diriltmek için, “Türkçe”ye karşı başlattığı savaş sürecinde “kurultay”ın yerini de “şura” almıştı. Ne var ki günümüzün “Atatürk Devrimi” yolundaki gençlerimiz bunun ayırdında; “TGB”li gençler, “Milli Eğitim Şura”sına karşı kendilerinin “Milli Eğitim Kurultayı”nı yapacaklarını açıkladılar. Kuşkusuz yerden göğe haklılar; çünkü “R.T. Erdoğan” aldığı eğitime uygun olarak “Eğitim Şurası”nı bir “Din Şurası”na çevirdi; “Din Şurası”nı da “Kin Şurası”na... (*) Bilmem ki anımsanır mı, ilk “Din Şurası”, “1993”te yapılmıştı; ele alınan temel konu özetle şöyleydi: “Toplumsal yaşamı düzenleyen ‘din kuralları’nı, çağın bilimsel ve ekinsel (kültürel) kurallarına ters düşmeyecek ‘yeni yorumlar’la ele alıp yeniden düzenlemek ve bunu, ‘Kuran’ı kaynak olarak alıp gerçekleştirmek.” Görüldüğü gibi “bir taşla iki kuş vuruluyor”; bir yanda laikliğe göz kırpılırken öte yanda da laikliğin belirli sınırlar içine çekilip özünden uzaklaştırılması amaçlanıyordu. Yine de ele alınan “Kuran’ın Yeniden Tefsiri” konusunda gereken “çalışmalar”, bu ilk “şura”nın sonuç bildirgesinde yer aldı. Ne var ki, beş yıl sonra yapılan “2. Din Şurası”nda, bu “çalışmalar”ın ne sonuca vardığı ya da ne aşamada olduğuna hiç değinilmedi; üstüne üstlük bu “şura”da “İslam”ın kendi içsorunları masaya yatırılmaktan çıkarılıp yerine “Dinler Arası Diyalog” oturtulmuş ve bu “diyalog” konusunun kanadı altında, “8 yıllık eğitim” özellikle de “laiklik” alabildiğine eleştirilmişti. Ve böylece de “İslam”ın en önemli sorununun “laiklik” olduğu görünümünün verilmesi sağlanmış, ayrıca ileride yapılacak “şura”ların temel konusunun da “laiklikle savaşım” olacağı belirlenmişti. Dolaysiyle, “8 Aralık” günü yapılan “5. Din Şurası”nda da bu “savaşım”, “Osmanlıca öğrenimi” görüntüsü altında “laik” Türkiye’nin “İmam Cumhurbaşkanı”nca ortaya döküldü; “Osmanlıca” kesinkes öğretilecekti; Osmanlıca yazılmış yapıtların bu özgün diliyle okunması gerektiği bunun için, “Arap” elifbasının da öğretilmesinin sırada olduğu açıkça belirtildi. Zaten, “Erdoğan”a göre karma dil Osmanlıca, “Kıdemli Türkçe”ydi... Başbakan “Davutoğlu”na göreyse, “Osmanlıca” doğrudan doğruya “Türkçeydi!”, üstelik “bunu herkes bilmeliydi!” Peki ama “yüzde 65” ila “yüzde 75”i “Arapça ve Farsça”, ancak “yüzde 25”i “Türkçe” olan bu “karma dil”e hangi mantıkla “Türkçe” denebilir ki? “Osmanlıca= Türkçe” olsaydı örneğin “Fransızca” Türkçe Sözlük gibi, “OsmanlıcaTürkçe Sözlük” oluşabilir miydi? Bu “sözlük” , “Osmanlıca” nın “Türkçe” olamayacağını gösterdiği gibi, “Osmanlıca”nın ne olduğunu da ortaya koyar; sözlüğü oluşturan her bir “Osmanlıca” sözün belirtilen kökeni, ya “Arapça” ya da “Farsça”dır; başka bir anlatımla, “Arapça” veya “Farsça” olmayan yani “Osmanlıca” diyebileceğimiz bir tek “söz” yoktur; çünkü “Osmanlıca” diye Fransızca, Arapça, Çince gibi özgün bir “dil” yoktur; yalnızca üç dilin karışımından oluşmuş bir “karma” dil vardır... Kuşkusuz yapılmak istenenler, “Dil Devrimi”ni geçersizleştirmeye, “Harf Devrimi”ni de yok etmeye yöneliktir; “LAİK” Türkiye Cumhuriyeti’nin temelini oluşturan “Devrim Yasaları”nın birini yok saymak, ötekileri de “çorap söküğü” gibi etkileyeceği ortadadır. Bunun bilincinde olup, haklı olarak bunları önlemek isteyen, böylece Atatürk ’ün “Bursa Nutku”yla kendilerine verdiği görevi yerine getirmekte olan gençlerimizi candan destekleyerek “çağrılarına” yanıt verip onlara katılmaya ne dersiniz? (*) Bu söylem CHP Milletvekili İhsan Özkes’e aittir. Türkiye Barolar Birliği Başkanı Feyzioğlu’ndan Osmanlıca eleştirisi: LİSELİ ÖĞRENCİLERE SÜRÜKLEYEREK GÖZALTI Mersin Şevket Pozcu Anadolu Lisesi’nin girişindeki bahçe demirlerine kendilerini zincirleyen 2’si kız 4 öğrenci, attıkları sloganlarla 19. Milli Eğitim Şurası kararlarını protesto etti. Uyarılara rağmen öğrencilerin eylemlerini bitirmemesi üzerine polis ekipleri demirlere bağlanan zinciri kestikten sonra öğrencileri yakapaça sürükleyerek gözaltına aldı. Öğrenciler daha sonra Mersin Çocuk Şube Müdürlüğü’ne götürüldü. Alevilere hakaret eden öğretmene beraat MEHMET MENEKŞE AMASYA Gümüşhacıköy ilçesi Mehmet Paşa Ortaokulu’nda öğrencilere, “Bir Sünni, Alevi ile evlenirse yüz kırk kırbaç cezası ile cezalandırılır, çocuk yaparsa ölür”, “Kurtuluş Savaşı’nı kadınların başı kapalı olduğu için biz bu savaşı kazandık, bugün olsa kazanamayız”, “Bugün eteğini kısaltan yarın lisede en değerli şeyini kaybeder” diyen din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmeni Abdussamet Arslan, yargılandığı davada beraat etti. Milli Eğitim Müdürlüğü’nün sadece kınama cezası verdiği Arslan, adeta ödüllendirilerek bin nüfuslu Gümüşhacıköy’den 50 bin nüfuslu Merzifon ilçesine atanmıştı. Eğitim Sen Gümüşhacıköy Şube Başkanı Emrah Parlak, “Bu suçun cezasız kalmasıyla kamu vicdanı yaralandı. Yetkililer olayı kapatmak için büyük çaba harcadılar. Bu davanın sonucu en başından belliydi. Yargı bu kararla Alevilere hakaret edilmesini adeta serbest hale getirmiştir” dedi. KOCAELİ (DHA) Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu, AKP hükümetinin Osmanlıcanın okullarda zorunlu ders olarak okutulması tartışmalarını sert sözlerle eleştirdi. Feyzioğlu, “Bunlar ya kara cahillerdir ya da bilgisiz bırakılan insanları kandırmaya ahdetmiş hainlerdir. Bu Cumhuriyet ile çok açık bir hesaplaşmadır” dedi. Kocaeli Yüksek Öğrenim Derneği’nde düzenlenen konferansta konuşan Feyzioğlu, harf devriminin yapıldığı yıllarda okuma yazma oranının erkeklerde yüzde 7, kadınlarda ise yüzde 1 dolayında olduğunu belirterek “Aklımızla alay edercesine harf devrimiyle bir müddet cahil kaldığımızı söyleyebilmektedirler. ‘Dedelerimizin mezar taşlarını okuyamıyoruz’ diye şikâyet edenler, dedelerinin mezarına isimlerini yazacak okuma yazma bilen ustaların bulunmadığından haberdar değildir” diye konuştu. Feyzioğlu, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu milletin dili olan Türkçe, niçin kendilerini rahatsız etmektedir de milletin bir gün bile konuşmadığı sadece sarayda konuşulan, suni, sonradan yaratılmış bir dili kutsamaya kalkmaktadırlar? Osmanlıca bir değerdir, tarihi bir değerdir. Tarihle ilgilenenler öğrenirler, okurlar. Yasak yoktur. ” KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] 1/ Ağır bir kay 1 dırağı buz üzerinde kaydır 2 ma temeline 3 dayanan olim 4 pik bir kış sporu. 2/ Eski Yu 5 nan mimarlığın 6 da müzik ve tiyatro gösterile 7 rinin sunulduğu 8 yapı... İnsanda 9 ki etkisi açısından tanımlanan 1 2 3 4 5 6 7 8 9 ışınım dozu birimi. 1 Ç E K T İ RME 3/ Antalya’nın Elmalı ilçesinde antik bir 2 I R A S A U N A kent. 4/ Ancak ikin 3 T V A L L A P ci derecede bir önemi 4 L İ K R A L O R olan... Üzeri kırmızı 5 A R I MA L T A parafinle kaplanan bir L A B A N peynir cinsi. 5/ Hayat 6 M İ arkadaşı... Bir mekânı 7 A K B A B A A T örten kemerli yapı. 6/ 8 MA L A Y A N İ Bir sözü hem gerçek 9 V E L A D İ K A hem de mecaz anlama gelecek biçimde kullanma sanatı... Kalın bükülmüş sicim. 7/ Kayak... Tavana asılan süslü aydınlatma aracı. 8/ Yunan mitolojisinde Afrodit’in gözdesi olan güzel delikanlı. 9/ Tiyatroda, bir oyuncunun heyecanlanarak rolünü oynayamamasına verilen ad... Franz Kafka’nın bir romanı. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Beyin zarı. 2/ Yanarken güzel koktuğu için tütsü olarak kullanılan bir ağaç... “Gizlesem de etsem de canımsın benim” (Şeyh Galip). 3/ Brezilya’nın para birimi... Çağırma, bağırma. 4/ Vladimir Nabokov’un bir romanı... Yayla fırlatılan ucu sivri çubuk. 5/ Kayınbirader... Atın başına geçirilen dizgin ve süsler. 6/ Bir yüzeyde renk dalgalanması sonucu görülen parlaklık. 7/ Bir sıvının içindeki alkol derecesi... Bir peygamber. 8/ Elazığ’ın eski adı. 9/ Cemaate namaz kıldıran kimse... Küba’nın para birimi. 1 2 3 4 5 6 7 8 9
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle