05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 30 KASIM 2014 PAZAR 8 GÜNCEL CÜNEYT ARCAYÜREK n Baştarafı 1. Sayfada haksız yere Cemil Çiçek’i yerden yere vuran konuşmalar yaptı amma ve lakin ortaya çıktı ki, meğer yasak kararını aldıran başkan değil, komisyonun AKP’li bakanı imiş! Genel Başkan’ın, Çiçek’e acı veren saldırılar yapmasını, olayın içeriğini ve sorumlularını araştırmadan gazete haberlerine dayanan eleştiriler yapmasını ve tabii bilgi yoksunluğu nedeniyle hayli zor duruma düşmesini önleyecek çevresinde üç beş kişi yok muydu diye hayli eleştirdik. HHH Genel Başkan’a bu içerikte eleştiriler yönelttiğimiz gün; koskoca Adalet Bakanı Bekir Bozdağ benzeri bir çukurun içine yuvarlanıverdi. Üstelik emrinde, bakanlarını doğru bilgilendirecek, hatalara, üstelik gülünç duruma düşmesini engelleyecek uzman bürokratlar olmasına karşın... HHH ... Bakan, büyük patronunu illa ki savunacak ya, yaptırdığı sarayla ilgili yapımı durdurma kararının hâlâ yürürlükte olduğunu belgeleyen CHP Milletvekili Levent Gök’ü, üstelik Meclis’te yalanlama gayretine düştü. Dedik ya, illa ki büyük patronunu savunup, muhalefeti haksız çıkaracak! “İdare Mahkemesi’nin o kararını Bölge İdare Mahkemesi kaldırdı” dedi Adalet Bakanı Bozdağ! Vekil sordu bakana: “Ne zaman kaldırdı?” Bakan kendinden ve söylediğinin doğruluğundan o kadar emin ki: “İki karar da burada” diye karşılık verdi muhalefet milletvekiline. Ama önündeki evraklar arasında belgeleri bulamadı... Bürokratlarını topladı ve sonra Gök’ün yanına geldi. Kolay yöntem... Bürokratlarını suçladı; “Bana yanlış bilgi verilmiş. Bölge Mahkemesi itirazı reddetmiş. Yürütmeyi durdurma devam ediyor” dedi. Ama Gök, kuliste söylediklerini Bakan’dan Meclis kürsüsünde yinelemesini istedi ve Bozdağ bu haklı isteği yerine getirdi. Bakan, büyük patronu kollayayım derken, böylece sarayın kaçak olduğunu itiraf etmiş oldu... HHH Bakan, düştüğü bu duruma karşın istifa etmeyi aklının ucundan geçirmiyor ve... ... Anımsarsınız; büyük patron, daha önce yargı kararları kendisine anımsatıldığında “Bu kararlar bana vız gelir” demişti. Bu sözün sahibi şimdi yatıyor kalkıyor; o kafadadır ki, şu yargıyı tamamen elime geçirsem de böyle kararlar alarak saraylık huzurum bozulmasın diye planlar yapıyor, büyük uğraş veriyor... HHH Büyük patron ile küçük patron her fırsatı kullanarak zorba rejimi güçlendirecek sürekli kararlar alıyorlar. Meclis’ten yargıyı, partinin aracı konumuna getirecek torba yasalar geçiriyorlar. Örneğin polis, hâkim kararı olmadan 48 saat dinleyebilecek meskenleri, kişileri. Bir emniyet amirinin emriyle kişi 48 saat gözaltına alınabilecek. Gösterilerde havai fişek, molotofkokteyli, sapan kullandın mı 4 yılla yargılanacaksın! Bu iktidarın absürd kararları bitmiyor. Herhalde buyruğuyla, çevre mevzuatında yapılan son değişikliklere göre toplu konut projeleri, AVM inşaatları, denizden milyonlarca metreküp kum çekmek, orman ve tarım arazilerindeki dönüşüm denetimsiz bırakılıyor. HHH Bu ve daha neler neler!.. Yetmiyormuş gibi; Bay Cumhurbaşbakan; dışarından gelen herkesi geçen gün İSEDAK toplantısında şu sözleriyle düşman ilan etti ve: “Dışardan gelenler, yüzümüze dost gibi görünenler, inanın bizim ölümüzü, çocuklarımızın ölüsünü seviyorlar. Buna daha ne kadar seyirci kalacağız? Buna daha ne kadar sabredeceğiz?” dedi. HHH Son günlerde “erkekkadın fıtraten eşit değildir, esnaf polistir, yargıçtır” açıklamalarıyla içeride dışarıda tepki çeken RTE’ye daha ne kadar zaman tahammül edeceğiz? Asıl soru ve sorun bu! HABERLER GÜNDEM MUSTAFA BALBAY n Baştarafı 1. Sayfada yılı nedeniyle Foça’da düzenlenen çalıştayın açılışına katıldıktan sonra Foça Açık Cezaevi’ne geçtik. Foça Belediye Başkanı Gökhan Demirağ’ın ev sahipliğinde düzenlenen çalıştayda ana konu olarak Köy Enstitülerinin edebiyata katkısı seçilmişti. Bugün yaşanan ise Köy Enstitüleri kültürü benimsemiş Aydınlanmacı öğretim üyelerinin cezaevindekilere katkısı! Dostluk bağlarını Silivri günlerinde kurduğumuz avukat kardeşim Murat Ergün ile birlikte güzelim Foça doğasının tam ortasında kurulu açık cezaevine giderken ister istemez yakın geçmişi anımsadım. Hapisteki insan en çok ne ister, biliriz... Zamanı boşa geçirmeme çabası, kendisini yalnız hissetmeme duygusu... İki tarafı çam ağaçlarıyla dolu cezaevinin bahçesi de çam ve zeytin ağaçlarıyla örülü. Biz içeri girer girmez hoparlörden anons edildi: “Rennan Pekünlü, ziyaretçiniz var...” Rennan Hoca bizi güler yüzle kollarını açarak kucakladı. Morali yerinde, yeni hayata nasıl adapte olduğunu cümleleri birbirine takarak anlatıyor. Cezaevinde işsizlik sorunu çözülmüş, mandıradan kütüphaneye, doğramadan döküm atölyesine kadar her türlü iş var... Rennan Hoca mandıra işini öğrensem de çıkınca Foça yoğurdu yapıp ticarete atılsam deyip kahkahayı basıyor. Planlarından biri de mahpuslara uzmanlık alanı uzay dersi vermek. Eğer cezaevi yönetimi sunumlu ders vermesine izin verirse dışarıdan görüntü de getirtecek. Müdüre sorduk, neden olmasın dedi. HHH Prof. Pekünlü, türbanlı öğrencilerin derse girme hakkını engellemek suçundan 2 yıl 1 ay hapis cezasına çarptırıldı. Bu cezanın alt sınırı 1 yıl idi. Bunu da geçtik, ceza 2 yılla sınırlı olsaydı, ertelemeye gidiyordu, üstüne 1 ay ek yapıldığı için tutuklanarak cezaevine kondu. Rennan Hoca’nın moralinin yüksek olması bir yana, onun hapse atılmasının başlıca ana nedeni üniversitelerdeki sessizliğin daha da derinleşmesi. Çünkü ortada hüküm giymesini gerektirecek bir durum yok. Öğrenim hakkını engellediği iddia edilen öğrencilerin ders durumunu çıkartmış, hepsi sınıfını geçmiş, devam sorunu görünmüyor. Bu durumda öğrenim hakkı nasıl engellenmiş olabilir? Başta vurguladığımız gibi amaç geçmişte türban üzerinden yaşanan gerilimi tersine çevirip üniversitelere gözdağı vermek. Adil yargılanma hakkının çiğnendiği, suça karşılık oluşturacak bir delilin olmadığı kanıtlandığı halde Prof. Pekünlü’nün cezaevine konması, kişisel bir sorun değildir. İktidarın Türkiye’yi büyük bir cezaevi haline getirmiş olmasının en önemli delilidir. HHH Prof. Pekünlü 12 Eylül döneminde de Ege Üniversitesi Fen Fakültesi’nde işine son verilen ilk öğretim üyelerindendi. Mahkeme kararıyla görevine dönünce bu kez 1402’likler arasına alındı ve 1990 yılına dek bilimden ve öğrencilerinden koparıldı. Bu tür davaların yılmaz savunucularından Güney Dinç’in avukatlığıyla yıllar sonra bütün haklarını geri alarak üniversiteye döndü. Kaderin cilvesine bakın ki, Prof. Pekünlü bu kez de AKP diktası döneminde benzer hukuksuzluklarla karşı karşıya. Nasıl ki 12 Eylül hukuku bugün 12 Eylül’ü yapanların bile savunamayacağı bir yüz karası olarak tarihe geçtiyse, şimdi de gelecekte öyle anılacak. Prof. Pekünlü’nün hiç kaybetmediği ruhsal özgürlüğünün yanında bir an önce bedensel özgürlüğüne de kavuşmasını diliyoruz. Hıristiyan âleminin iki büyük mezhebinin lideri ayinde buluşup birleşme yönünde güçlü mesajlar verdi Fotoğraflar: VEDAT ARIK Büyük kucaklaşma MUSTAFA K. ERDEMOL Katoliklerin ruhani lideri Vatikan Devlet Başkanı Papa Francesco İstanbul’a geldi. Sultanahmet Camisi’nde dua eden Papa, Ayasofya’yı gezdi. Harbiye’deki Saint Esprit (Kutsal Ruh) Katolik Kilisesi’nde barış güvercinleri uçuran Papa, buradaki ayini yönetti. Papa’nın İstanbul ziyareti sırasında havadan, karadan ve denizden çok yoğun güvenlik önlemleri alındı. İstanbul Emniyeti’nin yanı sıra Vatikan’dan gelen yabancı güvenlik güçleri de Papa’yı korumak için görev yaptı. Papa dün akşam Fener Rum Patrikhanesi’ndeki ayine de katıldı. Bartholomeos, Papa’nın başını öptü ve eliyle okşadı. Ayinde katolik ve ortadoks kiliselerinin yeniden birleşmesi yönünde güçlü mesajlar verildiği ifade edildi. Papa ve beraberindeki heyeti taşıyan İtalya havayolları Alitalia’nın kendisine tahsis ettiği özel uçak ile Atatürk Havalimanı’na saat 10.29’da indi. Francesco, kendi isteği üzerine tahsis edilen Renault marka araca binerek, Atatürk Havalimanı’ndan ayrıldı. Papa’nın ilk durağı Sultananmet Camisi oldu. Sultanahmet Meydanı’na Gülhane’den gelen Francesco ve beraberindeki heyet İstanbul Müftüsü Rahmi Yaran, Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir ve cami imamları tarafından karşılandı. Müftü Yaran, Sultanahmet Camisi avlusunda, Papa’ya yapının mimarisine ilişkin bilgi verdi. Papa Francesco, sandalyeye oturup ayakkabılarını çıkardıktan sonra camiye girdi. İstanbul Müftüsü Yaran, Francesco’ya caminin tarihi ve çinileri ile İslam’ı anlattı. Papa Francesco ve Rahmi Yaran, daha sonra mihrabın önünde durarak, bir süre sohbet etti. Yaran, Nahl Suresi’nin 90. ayetinin mealini aktardı ve bunun her cuma namazından sonra cemaate okunduğunu kaydetti. Papa Francesco da ayette geçen cümleyi çok beğendiğini belirterek, “Bu çok güzel, şiirsel bir parça. Verdiğiniz bilgiler için çok teşekkür ediyorum” dedi. Daha sonra Papa Francesco, Rahmi Yaran’a dua etmek istediğini söyledi. Bunun üzerine Yaran ve Francesco, birlikte mihraba çıktı. Yaran, bu sırada görüntü almaya çalışan gazetecileri, “Dua edenin önünde durulmaz” diyerek uyardı. Papa’nın, Sultanahmet Camisi’nden etkilendiğini belirterek, “İnsanı dua ortamına çektiğini, yapı olarak insan Özür diledi ları duaya hazırladığını” söylediği öğrenildi. Heyet camiden araçlarıyla Ayasofya Müzesi’ne geçti. Ayasofya Müzesi Müdürü Hayrullah Cengiz, Papa’ya Ayasofya Müzesi’nin yapılışına, tarihine ve Türk dönemine ilişkin bilgi verdi. Papa Francesco, ana mekanı örten kubbedeki yazıyı uzun süre inceleyerek, yazının ne ifade ettiğini sordu. Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşarı Haluk Dursun da kubbede Kuranı kerim’deki Nur Suresi’nin 35. ayetinin yazılı olduğunu belirterek, “Allah’ın yeryüzünün ve göklerin nuru olduğu” şeklinde ifadeler yer aldığını söyledi. “Evet doğrudur, çok güzel” diye konuşan Papa kubbenin havada uçuyor gibi durduğunu söyledi. Papa Francesco, Ayasofya Müzesi ziyaretinde, özel defteri de imzaladı. Papa’nın Ayasofya Müzesi ziyareti sırasında Sultanahmet Camisi başta olmak üzere çevre camilerden okunan öğle ezanı duyulmaya başlandı. Papa Francesco, 25 dakika süren müze ziyaretini ezan eşliğinde tamamladı. St. Antuan Kilisesi ve Bulgaristan’daki Katekümen Cemaati temsilcileri, vatandaşlar ve turistler, Papa Francesco’ya Ayasofya Müzesi’ne girişi sırasında sevgi gösterisinde bulundu. Cemaat temsilcileri gitar eşliğinde İtalyanca, Bulgarca ve Türkçe ilahiler söyledi. Papa daha sonra Harbiye’deki Vatikan Temsilciliği’ne geçti. Francesco’ya temsilcilikten Saint Esprit (Kutsal Ruh) Katolik Kilisesi’ne geçişi sırasında vatandaşlar yoğun ilgi gösterdi. Papa Francesco, kilise bahçesinde bulunan 15. Benedikt’in heykeline gelmeden önce barış güvercini uçurdu. Papa’ya Şişli Belediye Başkanvekili Emir Sarıgül de eşlik etti. Papa daha sonra ayini yönetmek üzere kiliseye girdi. Ayine Fener Rum Patriği Bartholomeos ile Süryani Ortodoks Kilisesi İstanbul Metropoliti Yusuf Çe Havada uçuyor gibi Ayakkabılarını çıkardı tin, Süryani Katolik Cemaati Lideri Yusuf Sağ, Ermeni Patrikvekili Aram Ateşyan da katıldı. Papa Francesco salona girdiğinde, Fransızca “Yaşasın Papa” şeklinde tezarühatta bulunuldu. Ayinden önce salondaki koro, Arapça, Rumca, Süryanice ve Fransızca ilahiler seslendirdi. Ayinde Papa, diyalog ve birlik mesajı verdi. Papa, “Kendi bireyciliğimiz ve yalnızca kendi dediğimizi doğru sanmacılığımızla farklılık yaratmaya çalıştığımız zaman bölünme yaratıyoruz. Kendi insani planlarımızla birlik yaratmaya çalıştığımız zaman da tektipçiliğe ve onaylamacılığa ulaşıyoruz” dedi. Zenginliğin, çeşitliliğin ve farklılığın karşıtlık anlamına gelmediğini vurgulayan Papa, “Uyuşmazlıkları, bölünmeleri ve anlaşmazlıkları aşabilir, birliğin ve esenliğin inandırıcı işaretleri olabiliriz” diye konuştu. Vaazının sonunda, hastalığı nedeniyle 2008’den bu yana görevini icra edemeyen Ermeni Kilisesi Patriği Mesrob Mutafyan için dua ettiğini belirten Papa Francesco, Mutafyan’ı sevgiyle andığını dile getirdi. Francesco’nun konuşmasının ardından şarap ve ekmek yeme kısmı olan komünyon hazırlığına geçildi ve ilahiler okundu, kilisede bulunanlara ekmek ve şarap ikram edildi. Ayinin son bölümünde Afrika Hıristiyanlarının söylediği ilahiler de büyük ilgi gördü. Papa Francesco, Ankara’dan ayrılışı sırasında kendisini uğurlayan Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’ndan Ankara’da yarattığı olası rahatsızlık nedeniyle özür diledi. Papa, bugün tekrar Fener Rum Patrikhanesi’ne gidecek ve Bartholomeos ile ortak bir deklarasyona im za atacak, birlik te öğle yemeği yiyecek. İstanbuldaki temaslarının ardından Papa Francesco, akşam saatlerinde Türkiye’den ayrılacak. Protesto Saadet Partisi Kadın Kolla rı üyeleri, Papa Francesco’nun Türkiye ziyaretini protesto etti. Eyüp Meydanı’nda toplanan kadınlar “Ne Ayasofya ne Aksa çiğnetmeyiz asla” sloganları atarak “Haçı hilale üstün tutanları kınıyoruz” dövizi taşıdı. Saadet Partisi Kadın Kolları Genel Başkanı Ebru Asiltürk, “Kardinalken Türkleri Nazilere benzeterek haddini aşan Papa, bu aziz milleti Ermenilere sözde soykırım yapmakla suçladı. Papa soykırım görmek istiyorsa kendi tarihine bakmalıdır” dedi. atrikhanede güçlü mesajlar Ayinin ardından Fener Rum Patrikhanesi’ne giden Papa, patrikhanede Aziz Andreas Yortusu arifesinde yapılan ayine katıldı. Ayinde Papa Francesco ve Fener Rum Patriği Bartholomeos birbirine sarıldı. Patrik Bartholomeos önünde eğilen Papa Francesco’nun başını öptü ve eliyle okşadı. Papanın bu ziyaretiyle 1054 yılında birbirlerini karşılıklı aforoz ederek ayrılan Katolik ve Ortadoks kiliselerinin yeniden birleşmesi yönünde güçlü mesajlar verildiği ifade edildi. P Diyanet’ten açıklama ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Diya net İşleri Başkanı Mehmet Görmez ile Papa Francesco’nun görüşmesine ilişkin dün Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan bir yazılı açıklama yapıldı. Açıklamada Görmez’in Papa’ya “Batıdaki Müslüman azınlıklara, bilhassa Batı kamuoyunda yaygınlaştırılmış bulunan İslamofobik paranoyaya karşı Papa’yı inisiyatif almaya çağırdığı” dediği belirtildi. 23 Kasım’da Başbakan Davutoğlu Dersim’e gitti. Günler öncesinden “reklamı” yapılan bir gezi idi. Başbakan orada “Alevi açılımı” denen ve ne olduğu Alevilerce bile bilinmeyen bir “açılım”ın önadımını atacak ve Dersim halkına müjdeler verecekti. Nitekim bizzat Davutoğlu “Onlara bir de sürprizim olacak” diye ilan etti. Gitti. Üniversitenin adını Tunceli’den Munzur’a çevirme sözü verdi. Eski kışla binasının müzeye dönüştürüleceğini söyledi. Başka? Valla Cumhuriyet’ten kapı yoldaşım Çiğdem Toker’in yerinden aktardığı dolaysız tanıklık bu soruya yalın bir cevap veriyor: Hepsi bundan ibaret!.. Başbakan’ın Dersim gezisini eleştiren MHP önderi Devlet Bahçeli, Davutoğlu’nun Dersim’e gidip özür dileyeceğine ilişkin yanlış bilgiye dayanarak kükredi, “193738’de Tunceli’de baş gösterenler isyandır. Bu isyana karışanlar da devrin bölücü teröristleridir” buyurdu. Davutoğlu geri kalır mı? Meydan okudu: “O sözü Tunceli’ye gidip, orada tekrarla da görelim bakalım”. Eh, bu yarışta geri kalmak olmaz… Ertesi hafta bu kez de Devlet Bahçeli Dersim’in yolunu tuttu. Çevre illerden (Erzincan, Malatya, Elazığ) getirilmiş ülkücü gençlerin desteğinde, biber gazı ve TOMA suyu ile donatılmış polis Dersim’de Kayıkçı Dövüşü ekiplerinin eşliğinde kente girdi; içinde Tuncelili olmayan steril bir salonda konuştu ve yarışın düğümlendiği cümleyi bu kez Tunceli’de de yineledi: “193738’de Tunceli’de baş gösterenler isyandır. Bu isyana karışanlar da devrin bölücü teröristleridir…” Böylece yiğitliğini kanıtladı, kentteki yurttaşların tepkisini göğüsleyemeyeceğinden, tıpkı Davutoğlu gibi Cemevi ve belediye ziyaretlerini iptal edip Ankara’ya döndü. Davutoğlu ve Bahçeli arasındaki “Tunceli’ye gidersin, gidemezsin… O lafı orada söyleyemezsin, söylerim” yarışını Bahçeli galiba burun farkıyla kazandı. Nitekim ertesi gün medya, Bahçeli’nin Dersim gezisinde işte bu noktayı öne çıkardı. Farklı başlık ve içeriklerdeki haberlerin ortak vurgusu şuydu: Bahçeli o sözlerini Tunceli’de de tekrarladı… Ama o sözün içeriği tartışılmadı. “Haydi bakalım, git de o sözü Tunceli’de de tekrarla” diye meydan okuyan Davutoğlu’nun o cümleye ilişkin ne düşündüğü, ne dediği (ya da demediği) kimsenin umurunda olmadı. Keza Bahçeli’nin o sözünü Dersim’de de tekrarlamasında haber değeri bulundu ama o sözün içeriğinin anlamı, doğruluğu yanlışlığı üstüne bir vurguya, bir dikkat çekmeye tanık olmadık… Şimdi tutsam, ancak çocukların mahalle oyunları, didişmeleri sırasında gülümsenerek karşılanabilecek sidik yarışının, “Dersim gerçeği”nin içi tamamen boşaltılarak, o gerçeğin sözü bile edilmeksizin “De bakalım Dedim bakalım” yarışına indirgenmesine bakıp “İki siyasetçi Dersim’de sidik yarışına girdiler” desem ağzı bozuk bir gazeteci mi olurum? Peki, peki, iyi aile çocuğu rolü oynayayım ve iki siyasetçinin yaptıklarına “kayıkçı dövüşü” demekle yetineyim… HHH Bahçeli buyurdu: “193738’de Tunceli’de baş gösterenler isyandır. Bu isyana karışanlar da devrin bölücü teröristleridir...” Davutoğlu’nun bu sözlere bir itirazı var mı, yok mu bilmiyoruz. Ağzından bu yönde tek cümlecik bile çıkmadı. Bu iki siyasetçiyi kendi ayıpları ile baş başa bırakıp soralım: “Diyemezsin Derim” yarışına yol açan bu cümle gerçeği yansıtıyor mu? Dersimliler 19371938 yıllarında yaşadıkları cankırımı için “Tertele” diyorlar. Ermenilerin 1915 için “Meds Yeghern” terimini kullanmaları gibi, Zazaca “Büyük felaket” anlamında “Tertele”… Resmi tarihin “Dersim isyanı” üstüne yalana, karartmaya, gölgelemeye bulanmış iddialarını yıllar boyu çok dinledik. O yıllardan ya hiç söz edilmemesi, yokmuş gibi davranılması istendi ya da resmi tarihin iddialarının tekrarlanması. Dersimliler bile o yıllardan ancak sağına soluna baktıktan sonra ürkek bir fısıltı tonunda söz edebiliyorlardı. (O bölgede yedek subay öğretmen olarak yaz tatilinde bile bölgeden ayrılmadan iki uzun yıl geçirdim. Birilerinden duymadım, doğrudan tanık oldum). Ne var ki son yıllarda “Korkunun ecele faydası yok” diyen Dersimlilerin çıkışları ile yürekli aydınların gerçeği aramaktan vazgeçmemeleri sayesinde cin şişeden çıktı. Türkiye er ya da geç “1938 Dersim gerçeği” ile yüzleşecek. Bir Ermeni yetimi iken Atatürk’ün manevi kızı olan, “ilk Türk kadın savaş pilotu” olarak sunulan, Dersim harekâtına savaş pilotu olarak katılan Sabiha Gökçen’in anılarındaki “Bomba yağdırdık. İnsanlardan sonra keçilerin bile üstüne bomba yağdırdık” cümlesinde yatan trajik gerçekle yüzleşeceğiz. Daha sonra Hava Kuvvetleri Komutanlığı yapan ünlü Orgeneral Muhsin Batur’un anılarındaki “…Harput’un eteklerinde çadırlı ordugâh kurduk ve bir müddet sonra ilk durak Pertek olmak üzere harekete geçtik ve iki ayı aşkın bir süre özel görev yaptık. Okuyucularımızdan özür diliyor ve yaşantımın bu bölümünü anlatmaktan kaçınıyorum...” cümlesinde vurgulanan yaşantısının o bölümünü niye anlatmadığı sorulacak… Daha sonra uzun yıllar Dışişleri Bakanlığı koltuğunda oturan, dönemin genç bürokratı İhsan Sabri Çağlayangil’in “Mağaralara sığınan Dersimlileri gaza boğarak fare gibi yok ettiler” cümlesinin gerçeği yansıtıp yansıtmadığı sorgulanacak. O dönem Dersim harekâtında görev alan subayların evlatlıklarına neden “Etek altı çocukları” dendiği, nüfus kütüğündeki bilgilerinin neden eksik hatta yok olduğu sorulacak, sorgulanacak… Birkaç gün önceki Cumhuriyet’te yer alan “Harekât sonrasında, bölgede yaşayan 13 binden fazla sivil ve 110 asker öldü. Sayıları 12 bini bulan insan da zorunlu göçe tabi tutuldu” haberine bakılıp “Bir isyandan söz ediliyor. Peki, öldürülen 13 bini aşkın Dersimlinin kaçı kadın, çocuk, yaşlı, eline silah değmemiş köylü idi” sorusuna cevap aranacak. Er ya da geç Türkiye “1938 Dersim gerçeği” ile yüzleşecek. O gün gelince Davutoğlu ile Bahçeli’nin sergiledikleri “kayıkçı dövüşü”nün artık haber değeri kalmayacak, olsa olsa mizah değeri olacak…
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle