04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET [email protected] 17 EKİM 2014 CUMA 14 KÜLTÜR Antalya Altın Portakal’da ‘Kuzu’ filmiyle yarışan Kutluğ Ataman: Sansürü çok yaşadım CEREN ÇIPLAK FİLMEKİMİ’NDEN İZ BIRAKANLAR ANTALYA 51. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin Ulusal Uzun Metraj bölümünde yarışan Kutluğ Ataman’ın “Kuzu” filminin Türkiye prömiyeri yapıldı. Ataman, film sonrası panelde seyircilerin sorularını yanıtladı. Erzincan’da çekilen filmde Nesrin Cavadzade, Cahit Gök, Mert Taştan, Sıla Lara Cantürk, Nursel Köse rol alıyor. Filmde, köyün en fakir ailesinin hanımı olan Medine, oğlu Mert’in sünneti için köyde bir şölen yapmak ister. Şölen için tandırda pişirmek üzere bir kuzu lazımdır. Mert’in ablası Vicdan, kardeşini eğer düğün için kesecek bir kuzu alamazlarsa onu keseceklerine inandırır... lı bir değişim yaşanıyor. Her şey şehirleşmeye başladı. Sadece İstanbul’a konsantre olunmasını çok çarpık bir durum olarak görüyorum. Bir noktada provokatif olmaya karar verdim. İstanbul çevresi artık bana sıkıntı vermeye başladı. Her şeyin İstanbul’da olması gerekmiyor. Tek kültür başkenti İstanbul kabul ediliyor. Yurdum Erzincan’a taşındım ve İsveçli yönetmen Roy Andersson’un ‘İnsanları Seyreden Güvercin’i bir başyapıt Varoluşçu güvercin... Şehir sinemalarındaki yeni Woody Allen eserini (“Sihirli Ay Işığı”nı) bile göremeden yine cumburlop içine daldığımız Filmekimi’nde, son Venedik Festivali’nin Altın Aslan’ını kazanan, kolay kolay akıldan çıkmaz, harika bir film seyrettim bu hafta: “İnsanları Seyreden Güvercin”. 14 yıl önce “İkinci Kattan Şarkılar”ına hayran kaldığım, İsveç sinemasının az ama öz üreten, usta yönetmeni Roy Andersson’un o kendine özgü, aykırı melankolik vizyonu ve kara mizah ağırlıklı, incelikli üslubuyla günümüz insanına bakışının ürünü niteliğindeki birtakım skeçlerden bütünlenen “En Duva Satt pa en Gren och Funderade pa Tillvaronİnsanları Seyreden Güvercin” (tam çevirisiyle “Bir Güvercin Bir Dala Konmuş Varoluş Hakkında Düşünüyordu”), bu filozof tavırlı, bilge yönetmenin tuhaf, karanlık, tedirgin edici dünyasından ve gülümsettiği kadar düşündürücü de olabilen kara mizahından pasajlar sunan, çeşitli göndermelere, dokundurmalara sahip, çarpıcı bir “auteur” eseriydi. Vampir dişleri, kahkaha torbası, tek dişli çirkin adam maskesi giri hep merakla beklenen yönetu Venedik’te Altın bi şaka oyuncakları satan, men Andersson’un “İkinci KatAndersson’un modern Don tan Şarkılar”la görmediğim Palmiye kazanan KişotSanço Panza çeşitleme“Siz Yaşayanlar”ın (2007) arfilm, her an çepeçevre dından “Yaşayanlar” üçlemesileri olarak adlandırdığı, bikuşatılmış olarak ni noktaladığı “İnsanları Seyreze de biraz LorelHardi koden Güvercin”, Ruslarla yenimik ikilisini çağrıştıran, inyaşayageldiğimiz ölüm leceği bir savaşa giden (sonra da sanları eğlendirmek bizim işikavramını kurcalayıp Osmanlı’ya sığınacak olan ve bu miz diyen, biri mızmız öteki didikliyor. arada kadınlardan da pek hazzetçokbilmiş iki gezgin ve bezmediği vurgulanan) İsveç kralı gin satıcı ortağın (Nisse Vest12. (Demirbaş) Şarl döneminden blom, Holger Andersson) hikâyesi bağlamında gelişen filmde, her an çe uygar Avrupalıların gariban Afrikalıları metalden yapılmış, devasa bir silindir tencereye peçevre kuşatılmış olarak yaşayageldiğimiz koyup pişirdikleri sömürge çağlarına ve Naölüm kavramı kurcalanıp didikleniyordu orazilerin tüm Avrupayı kana buladığı, faşizmin sından burasından. Uzun aralarla pençesindeki o dehşetengiz (Lili Marlen’li) çektiği filmle1940’lı yıllara kadar, geçmişin ve günümüzün karmaşık dünyasına bilgece kamera tutan, ayrıntıları ve yansıttıklarıyla, derinleşip benzersizleşen bir başyapıttı sonuçta. Bu kolay kolay unutulmaz Roy Andersson epiği, Filmekimi’nde şimdilik seyredebildiklerimin en iyisiydi diyebilirim. Ataerkil ideoloji Ataman 64. Berlin Film Festivali’nde Uluslararası Sanat ve Deneme Sineması Konfederasyonu (CICAE) Özel Ödülü alan “Kuzu” filmiyle ilgili olarak şunları söyledi: “Film, kocasından öç almak için çocuklarını öldüren Mediha efsanesine arkaik bir bakış. Filmimde kadının haklı olabileceği bir neden düşündüm. Filmi, feminist Mediha gibi de düşünebiliriz. Filme ilk baktığımızda ‘Kuzu’ olan Mert, ama Mert’in babası İsmail’in de kuzu psikolojisinde olduğunu görüyoruz. Aslında herkes kuzu. Erkeklere karşı bir hıncım yok, sadece ataerkil ideolojinin eleştirilmesi gerektiğini düşünüyorum, bunu eleştirdikçe demokrasiye daha çok yaklaşırız. Sinema duygular silsilesidir. O yüzden her seyirci farklı şeyler hissedebilir. Film her seyirciyle ayrı ayrı ilişkiye girer.” Anadolu’da ilk kez film çeken Ataman, Türkiye’nin sosyolojik anlamda çok hızlı bir değişim yaşadığını belirtti: “İstanbul’dan doğuya gidip doğu romantizmi içinde değil de oradan biri olarak bu filmi çektim. Türkiye’de sosyolojik anlamda çok hız Korku, engelleme ve sansürü çok yaşadığını, sansürden çok çektiğini belirten Ataman, ‘Bana, pornocu bile dediler. Ürettiğim çoğu eseri, halihazırdaki pek çok eserimi Türkiye’de gösteremiyorum’ dedi. orada üretmeye başladım.” Türkiye’de çok zorluklar çektiğini belirten Ataman, “Hep olumlu insan olmakla suçlanırım, bu ülkede de ‘Her şey çok güzel olacak’ dediğim için suçlandım. Bir Polyana değilim, ama hep iyimser oldum. İyimser oldukça her defasında daha iyisini yapabildim. Arkamda bıraktığım eserlerimle de bu şekilde anılmak istiyorum” dedi. Ataman, Altın Portakal’daki sansür krizi sonrası sansüre karşı hazırlanan bildirilere neden imza atmadığı sorusunu ise şöyle yanıtladı: “Korku, engelleme ve sansürü çok yaşadım, hatta sansürden çok çekmiş bir insanım. Bana, pornocu bile dediler. Ürettiğim çoğu eseri, halihazırdaki pek çok eserimi Türkiye’de gösteremiyorum, ancak Altın Portakal festival komitesi üyelerini sansürcü bulmuyorum, çünkü onları tanıyorum. Onlar, zamanında yurtdışından riskli filmleri getirip Türkiye izleyicisiyle buluşturmuş, sinemamıza büyük katıkları olmuş isimler. Aslında sorun kişilerde değil, anayasada. Darbe anayasası değiştirilip daha demokratik bir anayasa üzerinde çalışılmalı.” Sorun anayasada Zalim otoriteye isyan... Baştaki kesilmiş bir ineğin derisinin yüzülmesine nezaret edip tüketime uygun damgası vuran, boşanmış, veteriner bir babaya, ergenlik sorunları yaşayan kızı Lili’yle köpeği Hagen’i teslim ediyor, yeni erkeğiyle üç aylığına ülke dışına gidecek annesi. Ancak melez bir sokak köpeği olan Hagen’i apartman baskısı nedeniyle evde tutmayıp barınağa vermek isteyen baba, Lili’nin tüm itirazlarına karşın sokağa terk ediyor munis Hagen’i. Bir orkestrada trompet çalan Lili’nin, Fareli Köyün Kavalcısı gibi trompetiyle sakinleştirdiği Hagen’i, kumarcı köpek dövüştürücülerinin eline düşüp ağır baskı ve işkencelerden geçeceği acımasız bir dünya bekliyor Budapeşte sokaklarında. Günümüzde kökeni, ten rengi ya da cinsel tercihinden ötürü tüm baskıya maruz kalanların metaforu gibi algılanan Hageni ‘Beyaz Tanrı’, Cannes Belirli Bir Bakış bölümünün en iyi filmi seçilmişti... u Macar yönetmen Kornel Mundruczo filmi, Macar sinemasının namlı ustalarından Miklos Jancso’ya adanmış, boşanmış aile melodramından aksiyon ve gerilime yönelerek türler melezi halinde seyreden soluk kesici bir yapıt. mizin, gaddar barınak yöneticilerine başkaldırıp (bütün köpeklerin Spartaküs’ü gibi) öteki sokak “it”leriyle beraber insanoğlunun ağır zulmüne karşı isyan etmesini Lili’nin büyümesine paralel bir şekilde hikâye eden, Kornel Mundruczo’nun yönettiği Macar filmi “Feher IstenBeyaz Tanrı”, Filmekimi’nin ilk günlerinden gönlümde ve belleğimde yer eden bir başka etkileyici filmdi. Örgütlenmişçesine, koştura koştura sokaklara dağılıp Lili’nin konserini de basan Hagen’le ‘Erzincan’a taşındım’ itler ordusunun naif bir finale bağlanan intikam serüvenini baştan sona, yoğun bir duygular seli halinde aktaran “Beyaz Tanrı”nın mesajını, yönetmen Mundruczo’nun jeneriğe eklediği R.M. Rilke alıntısı (“Bizi ürküten her şey sevgimize muhtaçtır!”) yeterince özetliyordu zaten. Son Cannes’da Belirli Bir Bakış bölümünün en iyi filmi seçilmiş ve Macar sinemasının namlı ustalarından Miklos Jancso’ya adanmış, boşanmış aile melodramından aksiyon ve gerilime yönelerek türler melezi halinde seyreden bu soluk kesici film, öncelikle hayvansever seyircinin gönül tellerini titreten, çok iyi yönetilmiş o köpeklerin sürü halinde koşturduğu sekans gibi etkileyici bölümleriyle unutulmazlaşan bir zalim otoriteye isyan çeşitlemesiydi kısacası. Balıkçı Nuri’yi yitirdik Kültür Servisi Dostları arasında “Balıkçı Nuri” olarak tanınan Nuri Akay, 88 yaşında İstanbul’da yaşamını yitirdi. İstanbul’da doğan Akay, aileden gelen bir resim dünyasıyla yaşamış, ancak çok genç yaşta resmi bırakmıştı. 1968’de Devlet Matbaası’ndan sendikalist hareketler yüzünden Çanakkale’ye sürülmeye kalkıldığında malulen emekli olmuştu. Aynı yıl Aydın Arakon ile birlikte Oba Reklamcılık’ı kuran Akay daha sonra Fethi Naci ile birlikte Gerçek Yayınları’nda çalışmıştı. Hayatı boyunca Edip Cansever, Turgut Uyar, Melih Cevdet Anday, Ferit Edgü, Cihat Burak, Ömer Uluç, Atilla Tokatlı, Selahattin Hilav, Cevat Çapan, Komet, Lale Naci, Aydın Boysan, Ali Sirmen, Hıfzı Topuz, Aydın Emeç, Turhan Günay, Celâl Üster gibi dostlarıyla sohbet masalarını paylaşan Balıkçı Nuri, Çiçek Pasajı’ndaki “Cuma masaları”nın, daha önce de Cumhuriyet Meyhanesi Çarşamba sofralarının müdavimlerindendi. Akay’ın cenazesi Şakirin Camii’nde kılınacak öğle namazının ardından Karacaahmet Mezarlığı’nda toprağa verilecek. Ödüllü Türk filmleri Selanik’te u Cannes’da Altın Palmiye alan ‘Kış Uykusu’ ve Venedik’te Jüri Özel Ödülü alan ‘Sivas’ da Selanik’te gösterilecek filmler arasında. ASLI SELÇUK 55. ULUSLARARASI SELANİK FİLM FESTİVALİ 31 EKİM9 KASIM ARASINDA 31 Ekim9 Kasım arasında yapılacak olan 55. Selanik Uluslararası Film Festivali’nde ödüllü filmlerimiz gösterimdeler. Balkanlar’a Bakış bölümünde Cannes Altın Palmiye ödüllü “Kış Uykusu” (Nuri Bilge Ceylan), Venedik Özel Jüri ödüllü “Sivas”ın (Kaan Müjdeci) yanı sıra “Kuzu” (Kutluğ Ataman), “Dondurma” (Serhat Karaaslan), Open Horizons’ta “The Cut” (Fatih Akın) izleyiciyle buluşacaklar. Balkanlar’a Bakış’taki yapımlar aile, şiddet, kayıp, gençlerin sorunları, çağdaş toplumlardaki belirsizlikleri irdeliyorlar. “The Second Game”de (Corneliu Porumboiu/Romanya) 1988’de yapılan futbol maçının ham malzemesiyle hakem babasını karşılaştıran Porumboiu politik ve sosyal bir yozlaşmayı gözler önüne seriyor. “Barbarlar” (Ivan Ikic/ SırbistanSlovenyaKaradağ) Kosova’nın bağımsızlığını ilan etmesinden sonra gençlerin girdiği çıkmazı işliyor. Psikolojik gerilim “CureThe Life of Another” (Andrea Staka/ İsviçreHırvatistan Bosna Hersek) Dubrovnik’te savaş travmalarından kurtulmaya çalışan gençlerin gerçek öykülerini ele alıyor. “Three Windows and a Hanging” (Isa Qosja/KosovaAlmanya) tabu bir konuya savaşta kadın tecavüzüne odaklanarak dindar kesimin katı duruşunu sergiliyor. Bu yıl Türk sineması gibi Yunan sineması da 100. yaşını kutlu yor. Bütçesi 100 bin drahmi olan ilk Yunan filmi “Golfo” (Kostas Bachatoris/1914) iş yapmayınca Bachatoris şirketini kapatmak zorunda kalmıştı. “Astero”yu (Dimitris Gaziadis/1929) izleyip çok beğenen başbakan Eleftherios Venizelos hemen Yunan filmlerinin bilet vergisini yüzde 30’dan yüzde 10’a indirmişti. 1975’te Cannes’da gösterilen “The Travelling Players” (Kumpanya/ ‘Kış Uykusu’ Theo Angelopoulos) çok beğeni kazanmış, yönetmen Werner Herzog, Angelopoulos’un önünde eğilip onun ayaklarını öpmüştü. “Golfo”yla başlayan 200 filmlik bir listeden halk oylamasıyla seçilenler etkinlikte gösterilecek.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle