01 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
31 OCAK 2014 CUMA CUMHURİYET SAYFA [email protected] KÜLTÜR TÜSAK YASA TASARISI’NIN TARTIŞILDIĞI KONFERANSTA PROTESTO 15 ASLI ULUŞAHİN ‘Kapalı kapılar ardında hazırlandı’ MASALDAN GERÇEĞE, KLASİK OPERADAN POP SANATA Türkiye Sanat Kurumu Yasa Tasarısı’nın ve İngiltere modelinin tartışıldığı “Sanat Yönetiminde Yeni Arayışlar: Sanat Konseyi Modeli” konferansı dün Bilgi Üniversitesi Santralistanbul kampusunda yapıldı. Toplantıya Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Nihat Gül, Serhan Ada, Serhan Bali, Doç. Dr. Asu Aksoy, British Council Türkiye Ülke Direktörü Margaret Jack ile akademisyenler, sanat alanında faaliyet gösteren STK temsilcileri ile sanatçılar katıldı. Gül, konuşması öncesinde Devlet Tiyatroları Sanatçıları Derneği üyeleri tarafından protesto edildi. Sanatçılar pankart açarken, dernek başkanı Mehmet Ege, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın bale sanatıyla ilgili olarak “kusura bakmasınlar biz istediğimiz sanatı destekleyeceğiz” sözlerini aktardı. TÜSAK Yasa Tasarısı’nın bu anlayış tarafından hazırlandığını söyleyen Ege, tasarının kapalı kapılar ardında, konunun bileşenlerinin görüşü alınmadan hazırlanmış olmasını da eleştirdi. Toplantıya katılan diğer sanatçılar da konferansta TÜSAK Yasa Tasarısı’nın tartışılacağının söylendiğini, ancak DT ve DOB genel müdürlerinin bile tasarının içeriğini bilmediğini söyleyerek protestoya katıldı. Gül, devletin son 6 yılda sinema ve tiyatroya verdiği desteği rakamlarla açıkladı. Son 6 yılda verilen desteğin büyük ölçüde arttığını söyleyen Gül, ancak birçok sanat dalının bu destekten faydalanamadığını, TÜSAK gibi bir kurumun bu nedenle gerekli olduğunu aktardı. Gül, eleştirilere de yanıt vererek, önümüzdeki haftalarda düzenlenecek bir çalıştayda, TÜSAK Yasa Tasarısı’nın konuyla ilgili tüm kişi ve kuruluşlarla görüşüleceğini söyledi. TÜSAK Yasası hazırlanırken İngiliz modelinin referans alındığı görüşünün de gerçek olmadığını belirten Gül, taslağın hiçbir modele bakılmadan oluşturulduğunu, sonrasında karşılaştırmalar yapılarak revize edildiğini söyledi. Açılış konuşmalarının ardından ilk panelde Emma Stenning ve Christopher Gordon, İngiliz Sanat Konseyi’nin çalışmalarını anlattı. Daha ilk anlardan bunun öyle sıradan bir “Külkedisi” olmayacağı belliydi... Orkestra Şefi Alessandro Cedrone yönetiminde İstanbul Devlet Opera ve Balesi Orkestrası Rossini’nin “La Cenerentola” “Külkedisi” operasının uvertürünü çalarken, sahnede dev perdede iki “tablo”, daha doğrusu iki işaret, iki ipucu, iki anahtar beliriverdi: “Aşk” ve “Sanat” sözcükleri. Bu sözcükler 60’lı 70’li yıllarda yeryüzündeki tüm gençlerin gözdesi pop sanatıyla yazılmıştı. Aşk ve sanatın peşinde masal dünyasından gerçeğe dönme serüvenimiz başlamıştı bile... Heyecanımı yenip daha sakin anlatmalıyım: Süreyya Opera Sahnesi’ndeyiz. Komik operanın ustası Rossini’nin “Külkedisi” operası, müziğiyle çetin ceviz, her rolde usta sesler isteyen, tiyatrosu ağır basan bir opera. Bugüne dek Türkiye’de hiç oynanmamış. (İtalya’da Pesaro Rossini Festivali’nde, ünlü tiyatro yönetmeni Luca Ronconi’nin rejisiyle izlemiş ve büyülenmiştim. Bu yüzden de Süreyya’ya giderken biraz endişeliydim. Boşunaymış endişem. O prodüksiyon silinecekti aklımdan ve gönlümden!) Perde açıldı ve neye uğradığımızı şaşırdık. Karşımızda popüler sanatın, daha doğrusu “Pop Art”ın tüm ikonları, imgeleri, simgeleri ve renkleri... Eseri sahneye koyan Yekta Kara, yüzlerce yıllık masalı gerçeğe, gereksinimiz olan yanıta, “güç kaynağına”, enerjiye dönüştürmek için; 50’lerin sonunda “elistist sanata” tepki olarak doğan, öncülüğünü Roy Lichtenstein, Andy Warhol gibi sanatçıların yaptığı, sanatı kitlelere mal etme amacı güden “Pop Art” akımıyla yoğurmuş, özümsemiş eseri. Yekta Kara’yı izlediğim bunca yıldır zaten onun da amacı opera sanatını geniş kitlelere yaymak ve sevdir Külkedisi! mek. Rossini’nin eseri onun yorumuyla eşsiz bir enerji ve dinamizm, harika bir “gençlik” kazanmış. Tüm yaratıcı kadronun çabası tam bir uyum içinde: Efter Tunç’un müthiş işlevsel ve hareketli “Pop Art” panoları da içeren dekorları.... Şanda Zıpçı’nın cart renkli giysileri... Metin Koçtürk’ün mekânı “çerçeveleyen” ve dönüştüren çarpıcı ışıkları... Hepsi bir bütün... bariton Caner Akgün (uşak) sesleri, müzikaliteleri ve oyunculuklarıyla çok başarılıydılar. Tenor Ahmet Baykara (üvey baba), basbariton Işık Belen (prens), bas Umut Tarık Akça (bilgeWarhol); soprano Dilruba Bilgi ve mezzosoprano Elif Tekışık (iki üvey kız kardeş) rollerini hakkını vererek oynuyorlar. İzlediğim eser olağanüstü yaratıcılıkla, çabayla, emekle, disiplinle, kotarılmış bir iş. Gerisinde müthiş bir motivasyon vardı. Başka türlü zaten olamazdı. Düşünmeden edemiyorum: Başımızda sanatlara, devletin sanat kurumlarına savaş açmış bir iktidar... Koca İstanbul kentini ucube bir köye çeviren bu kenti yıllardır yönetenler... Operayı o minicik mücevhere mahkum ettiler ya, yuh olsun sebep olanlara! Ya o mücevher Süreyya da olmasaydı! Ama görüyorsunuz işte onlara inat mucizeler yaratılıyor! Emeği geçen herkesi kutluyor; destek veren katkıda bulunan Kadıköy Belediyesi’ne teşekkür ediyorum. Düzeltme: Yazarımızın dünkü yazısında, ara başlıklar, teknik bir hata sonucunda normal yazı formatında dizilmiş; bu da yazının okunuşunda bir anlam bozukluğuna yol açmıştır. Yazarımızdan ve okurlarımızdan özür dileriz. Aşk ve sanatın peşinde Eski Bakan Ertuğrul Günay’dan sanatta üst kurula tepki rar sağlayacağını düşünmüyorum. Özel tiyatrolara bu yıl verilen destek nasıl sıkıntı yarattıysa, bu sıkıntılar tüm Türkiye’nin sanat yapısında görülür. TÜSAK gibi bir yapı Türkiye’nin sanat yaşamını tektipleştirir. İktidar güdümlü sanat yaratır. Böyle bir girişim katiyen başlatılamaz” dedi. Başbakan Erdoğan’ın bu taslağa zemin hazırlayan sözlerinin ardından kendi bakanlığı dönemindeki “bazı işgüzar bürokratların, bazı hazırlıklarının olduğunu” kaydeden Günay şu değerlendirmeyi yaptı: “Biz böyle bir yapıyı asla uygun görmedik. Sadece sanatçıların erken emekli olabilmelerine dönük, onların yerlerine u Günay, bakanlıkça revize edilen yasa ANKARA Eski Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, tasarısı taslağının Devlet Tiyatroları (DT), Devlet sanat yaşamını Opera ve Balesi (DOB) ile Gütektipleştireceğini zel Sanatlar Genel Müdürlüğü’nü belirterek “TÜSAK oluşturulacak Türkiye Sanat Kurulu’na (TÜSAK) bağlayan, gibi bir yapı, iktidar bakanlıkça revize edilen yasa tasagüdümlü sanat rısı taslağını, “Sanatı tektipleştiyaratır, böyle sir rir” diye eleştirdi. girişim katiyen Günay, “Bu tasarının bugünkü Türkiye’nin sanat yapısına yabaşlatılamaz” dedi. SELDA GÜNEYSU ‘Sanatı tektipleştirir’ gelecek yeni sanatçıların da yetenek üzerinden değerlendirileceği bir performans sistemi hazırlığı yapmıştık. ” Bu ne güçlü motivasyondur... Sürprizleri açıklamak istemiyorum ama iyilik perisi ya da bilge yaşlının Andy Warhol’a, prensin ya da uşağının Elvis Presley’e, hele hele koronun, siyah deri ceketleri, siyah gözlükleriyle “Beat Generation”a dönüşmesi harika! Üstelik koreografiyi de üstlenen Yekta Kara, opera korosuna “Rock and Roll” devinimleri vermiş. Tenor, bariton ve baslardan oluşan koro başlı başına muhteşem. Koro şefi Gökçen Koray’ı kucaklıyorum! Tüm roller, neredeyse başrol niteliğinde. Her biri dönüşümlü oynanıyor. Benim izlediğim gece Külkedisi rolünde mezzosoprano Nesrin Gönüldağ ve ‘Katiyen olmamalı’ TÜSAK gibi bir düzenlemenin “katiyen olmaması gerektiğine” vurgu yapan Günay, görüşlerini şöyle dile getirdi: “Bakanlığım döneminde yazarlara destek sağlayacak bir girişimde bulunmuştuk. Bunun için de bir yönetmelik çıkarmıştık. Çıkardığımız yönetmelikte kurul üyelerinin kimlerden oluşacağı belliydi. Hatta bu girişimin bütçesi 201213 yılı Plan ve Bütçe Komisyonu’nda da tartışılmıştı. Anlaşılıyor ki yasa tasarısı taslağında bu kurulu da TÜSAK’a bağlamışlar. Bunu bir tür şeker olarak koymuşlar. Sanki olumlu bir unsur gibi göstermeye çalışıyorlar.” Günay, bu yıl bakanlık tarafından Gezi eylemlerine katıldığı gerekçesiyle destek alamayan ve sahneleyecekleri oyunlara ahlak kriteri getirilen özel tiyatroları örnek gösterdi. Günay, “Nasıl ki özel tiyatrolara yapılan teşvikler sıkıntı yarattıysa, aynı sıkıntılar sanat kurumlarının yapısı değiştirilerek ülke geneline yayılır” dedi. TAYFUN SERTTAŞ’IN ‘MİMARLAR MEZARLIĞI’ SERGİSİ Kültür Servisi Columbia Üniversitesi’nin bir girişimi olarak dünyanın sayılı kentlerinin ardından İstanbul’da kurulan Studio X İstanbul, Tayfun Serttaş’ın “Mimarlar Mezarlığı” isimli sergisine ev sahipliği yapıyor. 28 Mart’a kadar açık kalacak sergide Serttaş, kentsel mekânın fiziksel kimliğinin bireyle olan ilişkisini kamusal bir arşiv olarak incelemeye alıyor. Devlete, saraya bağlı anonim mimarların aksine “birey” mimar kimliğinin ortaya çıktığı bir döneme odaklanan sergi, on yıllık bir arşiv çalışmasıyla hazırlandı. Sergi, günümüzde bir bölümü kentsel dönüşüm planları içerisinde yıkılmakta olan dönem binalarını, mimarları Anonim nin üzerinden, nostaljinin ötesinde kent tarihivazgeçilmez aktörleri üzerinden tartışmaya Serttaş, sergi ile ilgili olarak mimardan şunlarıaçıyor. söylüyor: “Şehrin çok katmanyapısı sadece kültürel anlamda debirey mimara lı ğil, mimari olarak da tartışmaya açılabilir. Yazıtlar kamusal alanda insan is mi okuduğumuz en eski şeyler.” Sergiyle paralel olarak yine Tayfun Serttaş imzasıyla çıkan bir de kitap var. “Issız Kent Üçlemesi”, günümüzde dünyanın en kalabalık kentleri arasında sayılan İstanbul’un kültürel belleğini, aldığı göçler kadar periyodik olarak kaybettiği nüfus ve verdiği göçlerin sonuçları üzerinden gösteriyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle