04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
26 OCAK 2014 PAZAR CUMHURİYET SAYFA [email protected] KÜLTÜR 15 Hande Küden Uğur Mumcu için çaldı Kültür Servisi İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası (İDSO) önceki akşam Fulya Sanat Merkezi’nde şef Burak Tüzün yönetiminde bir konser verdi. Konserin solisti ise İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın 2012’de başlattığı Aydın Gün Teşvik Ödülü’ne değer görülen keman virtüözü Hande Küden’di. Jean Sibelius’un Op.47 Keman Konçertosu’nu seslendiren sanatçı, Uğur Mumcu için de bir eser seslendirdi. Küden, “Uğur Mumcu’ya ithaf ediyorum” diyerek E.Ysaye’in 2. Keman Sonatı’nın 2. bölümü olan “Melankoli”yi çaldı. Küden, ayrıca, LuciaLoeser Vakfı bursuyla Berlin, Hochschule für Musik Hanns Eisler’de Prof. Stephan Picard ile çalışmalarına devam ediyor. İDSO konserinin ikinci bölümü ise orkestra fagot solisti Süleyman Alnıtemiz’in bestelediği Nasreddin Hoca senfonik eseri seslendirildi. Nasreddin Hoca’nın hikâyelerini ise İstanbul Devlet Tiyatrosu sanatçılarından Ali Düşenkalkar anlattı. ‘Sonuçlarına bakmalı’ AYŞEGÜL ÖZBEK Yapımcı Çakarer, bakanlığın festivallerden filmler için istediği kayıt tescil belgesini yorumladı: Dünya prömiyeri Berlin Film Festivali’nde ‘Sesime Gel’ Kültür Servisi Yönetmen ve senarist Hüseyin Karabey’in ikinci uzun metraj filmi “Were Denge Min Sesime Gel”, dünya prömiyerini 64. Uluslararası Berlin Film Festivali’nde gerçekleştirecek. Film, 64. Uluslararası Berlin Film Festivali’nin ‘Generation’ bölümünde yer alacak. “Were Denge Min Sesime Gel”, festivalin ana yarışma bölümünden sonra en çok seyirci çeken prestijli bölümlerinden biri olan Generation’da, ‘Uluslararası Jüri’ tarafından verilen ‘Büyük Ödül Grand Prix’ için yarışacak. Senaryosu Hüseyin Karabey ile Abidin Parıltı’ya ait olan filmin görüntü yönetmenliğini Anne Misselvitz, ses tasarımının Gregor Arnold üstleniyor. Kurgusu Baptiste Gacoin tarafından gerçekleştirilen filmin özgün müzikleri ise Serhat Bostancı, Ali Tekbaş ve A. İmran Erin’e ait. Van’ın Gevaş ilçesine bağlı dağ köylerinde çekimleri gerçekleştirilen filmin başrollerini daha önce hiç kamera deneyimi olmayan Feride Gezer (63) ve Melek Ülger (9) paylaşıyor. 64. Uluslararası Berlin Film Festivali, 6 16 Şubat tarihleri arasında gerçekleştirilecek. Film, karlı bir dağ köyünde yaşayan yaşlı kadın Berfe ve onun kız torunu Jiyan’ın bir sıkıntısına odaklanıyor. Geçen günlerde, sanat dünyasının gündemine düşen konulardan biri de Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü’nün, artık ülke içinde üretilen filmlerin festivallerde gösterilebilmesi için kayıt tescil belgesi istenmesini zorunlu tutacağı yönündeki haberlerdi. Aslında, yönetmelikte çoktandır var olan bu maddeyi Sinema Eserleri Yapımcılar Meslek Birliği Yönetim Kurulu üyesi de olan yapımcı Serkan Çakarer’e sorduk. Sizce sinema Genel Müdürlüğü neden şimdi yolladı bu yazıyı? Bilmiyorum, ama teknik olarak şunu diyebilirim, bu var olan bir yönetmeliğin hatırlatılması yazısı. Sonuçlarına bakmak lazım. Bu yönetmelik eski mi? Evet. Yabancı filmlerle ilgili olarak Sanatsal Etkinlikler Komisyonu var. Festivaller, programlarını SEK’e sunuyordu. Oradan uygunluk alıyordu. Yerli filmlerden ise kayıt tescil belgesi isteniyor yönetmelikte. Yabancı ve yerli filmlere ayrı uygulama var yani... Evet, öyle bir ikilik var. Yabancı filmlerle yerli filmlerin statüsü farklı kılınmış. Yabancı film için festivaller ticari bir gösterim kabul edilmezken, yerli filmler için öyle kabul edilip kayıt tescil mecburiyeti getiriyor mevcut yönetmelik. Fiiliyatta ise festivaller yerli filmlere de yabancı filmlerle aynı muameleyi gösteriyordu. Bakanlık bu yazıyla yönetmeliği festivallere hatırlatıp gereken hassasiyeti göstermelerini istemiş. Artık bu yönetmeliğin fiili olarak yerli filmlere uygulanması nelere yol açabilir? Mevcut kanunda kayıt tescil işlemi bağımsız bir işlem değil. Tescil ettireceğiz derseniz, bu “eser işletme belgesi alacaksınız” anlamına geliyor. Mesela belgesellerin durumu ne olacak sorusu geldi ilk benim aklıma. Çünkü belgesellerin çoğunun yapımcısı, şirketi yok. Dolayısıyla bu insanların bir yapımcı belgesi de alması mümkün değil. Bunu genel müdürlüğe de danıştım. Anlaşılan bu yazıyla daha çok kastedilen uzun metrajlı filmler olacak, söylenen o. Ancak festivallere de bunu anlatıp onları mutlaka rahatlatmak gerekiyor. Uzun metrajlı filmlere gelince: Türkiye’de filmler festivallere son dakikada yetişir. Birçok film aynı anda başvuracağından tescilde yığılmalar, dolayısıyla gecikmeler olabilir. Dolayısıyla festivallerin biraz esneklik ve işbirliği göstermesi gerekecek. neden şimdi yolladı bu yazıyı’ sorusunu Çakarer, ‘Teknik olarak şunu diyebilirim, bu var olan bir yönetmeliğin hatırlatılması yazısı. Sonuçlarına bakmak lazım’ diye yanıtlıyor. Çakarer ayrıca, kayıt tescil ve eser işletme belgelerinin ayrı ayrı verilmesi gerektiğini ekliyor. Eser işletme belgesi gerçekten zor alınan bir belge mi? Aslında bir günde alındığı söyleniyor, ama realitede durum pek öyle olmuyor maalesef. Özellikle uluslararası ortak yapımlarda işler biraz uzuyor, benim deneyimlerim bu yönde. Kayıt tescil formu ve eser işletme belgesi arasındaki fark nedir? Kayıt tescil filmlerin eser sahiplerini gösterir bir belge. Tapu belgesi gibi ve alınması eser sahiplerinin lehine olan bir belge. Eser işletme belgesi ise kayıt tescilin sonunda verilen ve filmin ticari gösterimi sırasında hangi yaş sınırlaması ile gösterileceği bilgisini de içeren bir tür ruhsat. Mevcut kanunda iki işlem birlikte yapılıyor, ayrılamıyor. Yani “Ben eseri adıma tescil ettireceğim ama belgeselim vizyona girmeyecek, eser işletme belgesi istemiyorum” diyemiyorsunuz. Yeni kanun taslağında aslında bu iki işlem ayrılmıştı, ama kanun daha yasalaşmadı. Bu aynı zamanda sansür anlamına mı geliyor? Dediğim gibi mevcut uygulamada eser işletme belgesinde filmin tabi olacağı yaş sınırlaması yer alıyor. Eser işletme belgesi almak isteyen bir filme şu sahneyi çıkar, şurasını değiştir, yoksa vermem eser işletme belgesini denilseydi o durumda sansür olurdu. u ‘Sinema Genel Müdürlüğü Mesela şunu sordum kendi kendime: Diyelim bir filmin eser işletme belgesi festivale yetişemedi, gösterimden önce filmin afişine en büyük yaş sınırlaması olan +18 işareti koyarsam bu filmi gösteremez miyim? Yerli filmlerin festival gösterimi konusunda neler önerirsiniz? Ben bir filmin festival versiyonunun vizyonda gösterilecek versiyonundan farklı olabileceğini düşünüyorum. Bunun örnekleri de var dünyada. Festivallerde daha uzun versiyonlar gösteriliyor. Ya da filmle ilgili eleştiri alan bir yönetmen filmini tekrar kurgulayabiliyor festivalden sonra. Tarantino, Assayas, Wenders gibi örnekler çoğaltılabilir. Onun için tescil ile eser işletme belgesinin ayrılması bence önemli. Ayrıca belki yönetmelikte değişiklik yapılarak yasa çıkana kadar bir ara formül üretilebilir. Meslek birlikleri bu sürece dahil olabilir. Belki SEK’in görev tanımına yerli filmler de dahil edilebilir. Bunların hepsi imkân dahilinde. Tabii uluslararası uygulamaları incelemek de faydalı olur. Avrupa’daki festivallerdeki uygulamalar nedir bakılabilir. ‘Örtülü sansüre yatkın’ TUNCA ARSLAN (sinema eleştirmeni) Kayıt tescil belgesiyle ilgili yönetmelik maddesinin görünürde sansürle doğrudan bir ilgisi yok, ama örtülü sansüre dönüşecek bir uygulamaya da son derece müsait. Festivallere katılacak filmler için de tescil belgesi şartının aranacağının bir kez daha gündeme getirilmesinden, denetim kemendinin biraz daha sıkılacağı sonucu çıkartılabilir. Pek çok filmin festivallere yapımcısı tarafından birkaç gün kala, hatta festival başladıktan sonra gönderilebildiğini, son anda yetiştirildiğini biliyoruz. Genel Müdür Sayın Erkul, “Filmlerin kayıt tescilleri birkaç saat içinde hemen yapılıyor” diyor, ama bunun bazı filmler açısından “birkaç gün”e uzaması olasılığı da her zaman var. Ticari gösterime girecek yapımlar bir yana, festivallerde yarışacak ya da özel gösterim kapsamına alınacak yapımların, yalnızca festival yönetimleri ve ön jüriler tarafından belirlenmesi gerektiğine inanıyorum. Festival gösterimleri ile ticari gösterimler arasında bu açıdan net bir ayrım olmalı, festivallere bir tür “dokunulmazlık” getirilmeli. ‘Ayrımcılığa son verilmeli’ VECDİ SAYAR (sinema eleştirmeni) Türkiye’de festivallerdeki sansür uygulaması, 1988 yılında İstanbul Film Festivali programında yer alan bazı filmlerin sansür engeline takılması üzerine İstiklal Caddesi’nde Elia Kazan ve diğer jüri üyelerinin yaptığı protesto yürüyüşü sonucu, dönemin Kültür Bakanı Tınaz Titiz’in yönetmelikte yaptığı değişiklikle hafifletilmiş ve yabancı filmler denetimden muaf tutulmuştu. Yerli filmler için ise denetim zorunluluğu kaldırılmadı, “eser gösterim belgesi” istenmesi yöntemiyle geçerliliğini korudu. Bu çözüm, festivallerin elini bir ölçüde rahatlattıysa da yerli filmcilerimizin sorununu çözmedi. Yeni filmlerin bu işlemi festival başvuru tarihine yetiştirmesi mümkün olamadığından, bugüne dek yönetmeliğin bu hükmüne ilişkin bir denetim uygulanmıyordu. Anlaşılan o ki, bu hükmü hatırlatarak sansürü hortlatmak niyetinde siyasi iktidar. Yapılması gereken, bu ayrımcılığa son verilerek, tüm festival filmlerinin denetimden muaf tutulmasıdır. Dünyanın hiçbir festivalinde, sansür ya da yaş sınırlaması gibi bir uygulama yoktur. Demokrasinin geçerli olduğu ülkelerden söz ediyorum elbette! Budapeşte Festival Orkestrası kurucu şefi Ivan Fischer’le birlikte CRR’deydi ‘Prenses Grace’ Cannes’da Bir müzik şöleni EGEMEN BERKÖZ Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda çok önemli bir konser vardı 23 Ocak Perşembe akşamı. Daha önce Oda Müziği Topluluğu’nu dinlediğimiz, İngiltere’nin ünlü müzik dergisi Gramophone’un 2008’de dünyanın en iyi 20 orkestrası arasında 9. sırada yer verdiği Budapeşte Festival Orkestrası tam kadrosuyla CRR sahnesindeydi. Geçen yıl 30. yaşını kutlayan orkestra, kurucu şefi Ivan Fischer yönetiminde ve CRR’nin yerleşik orkestrası olarak verdiği bu ilk İstanbul konserine, Rus Beşleri’nden Borodin’in Poloveç Dansları ile başladı. Bestecinin ansızın ölümü üzerine yarım kalan ve RimskiKorsakov ile Glazunov’un bitirdikleri Prens İgor operasının bir bölümü olan bu yapıtı 20. yüzyıl Rus bestecilerinin en önemlilerinden Prokofiev’in 3. Piyano Konçertosu izledi. Gergiev yönetimindeki Kirov Orkestrası ile yaptığı Prokofiev Piyano Konçertoları kaydının çok beğenildiği belirtilen Gürcü piyanist Alexander Toradze’nin çalışının yumuşaklığı öne çıktı bana göre. Arada konuştuğum müzikçiler de orkestrayla piyanistin u Gramophone’un 2008’de dünyanın en iyi 20 orkestrası arasında 9. sırada yer verdiği Budapeşte Festival Orkestrası’nın gizi, orkestranın 92 üyesinin tek bir yürek gibi atmasındaydı. u Cannes’da yarışma dışı gösterilecek filmde Grace Kelly’yi Nicole Kidman, Prens Rainier’ı Tim Roth oynuyor. Paz Vega ise ünlü soprano Maria Callas’ı canlandırıyor. Kültür Servisi 14 Mayıs 2014 günü başlayacak olan 67. Cannes Film Festivali, Fransız yönetmen Olivier Dahan’ın “Grace de Monaco” (Monaco Prensesi Grace) adlı filmiyle açılacak. 1956’da Prens III. Rainier ile evlendikten sonra Monaco Prensesi olan Hollywood yıldızı Grace Kelly’nin yaşamından bir dönemi konu alan film, festivalde yarışma dışı olarak gösterilecek. Filmde, Grace Kelly’yi Nicole Kidman, Prens Rainier’I de Tim Roth canlandırıyor. Paz Vega’nın ünlü soprano Maria Callas’ı oynadığı filmin oyuncuları arasında Frank Langella, Parker Posey, Jeanne Balibar ve 67. CANNES Film Festivali, OlIvIer Dahan’In yeni Filmiyle açIlacak Derek Jacobi de yer alıyor. John Ford, Alfred Hitchcock, Fred Zinnemann gibi usta yönetmenlerle çalışmış, Oscar ödüllü bir film yıldızı olan Grace Kelly’nin Prens Rainier ile evlenmesi, o günlerde, basında “yüzyılın evliliği” olarak nitelenmişti. Yeni yaşamında pek çok sıkıntı yaşayan Grace Kelly, bir süre sonra Hitchcock tarafından “Marnie” filminde oynaması için Hollywood’a davet edilmiş, ancak Monaco Prensesliği ile sinema oyunculuğu arasında kararsız kalan Kelly bu daveti geri çevirmişti. “Marnie”de başrolü Tippi Hedren üstlenmişti. “Grace de Monaco” filminin yönetmeni Olivier Dahan’ın 2007’de çevirdiği ve Edith Piaf’ın yaşamöyküsünü konu alan “La Vie en Rose” (Pembe Hayat) adlı filmde Piaf’ı canlandıran Marion Cotillard bu roldeki başarısıyla En İyi Kadın Oyuncu Oscar’ına değer görülmüştü. uyumu ve tutturulan denge açısından çok başarılı bulmuşlardı Prokofiev Konçerto’yu. Konserin ikinci bölümü ise başlı başına bir müzik şöleniydi. Çaykovski’nin kardeşi Modest’in isteğiyle “Patetik” adını verdiği 6. Senfoni’sini dinlerken bir ara kendimi unuttuğumu ve aynı yapıtı yaklaşık 10 yıl önce Gergiev’in yönettiği Mariinski Operası Kirov Orkestrası’ndan dinleyişime gittiğimi anımsıyorum. O konserde de Çaykovski’nin yapıtının senfonik görkemi beni kendimden geçirmiş, orkestranın içinde bir çalgı gibi duyumsatmıştı kendimi. Aynı duyguları yaşatan Budapeşte Festival Orkestrası’nın (ve yıllar önce de Kirov Orkestrası’nın) gizi neydi peki? Çok çalışma, teknik ustalık vb. ama asıl bunların önünde tüm orkestranın, orkestranın 92 üyesinin tek bir yürek gibi atmasıydı bence. Konserin sonunda, bitmek bilmeyen alkışlara teşekkür olarak çaldıkları iki kısa parçayı şef Ivan Fischer’in Türkçe sunması da güzeldi. Salonun tümüyle dolu olması da elbet. Bitirirken, Budapeşte Festival Orkestrası’nın 2014’te yine tam kadro olarak ve ikisi kurucu şefleri Ivan Fischer yönetiminde üç konser daha vereceğini ve ilk konserin 3 Nisan’da olacağını da ekleyelim.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle