27 Nisan 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 22 OCAK 2014 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Sınavsız Üniversite Mümkün mü? Namus ve Medya BİN defa tekrara gerek yok; namus, elbet örtülü baş, uzun etek veya şu bu değil, kısaca söylemek gerekirse dürüstlük demektir. Medya (media) ise, Latince “ara, ilişki, tam görünürlük” anlamlarına gelen“medium” sözcüğünün yine o dilde çoğuludur. Dolayısıyla, medyada dürüstlük bir süreç işidir. Yani, örneğin sizin aracılığınızla kamuya iletilecek bir olgunun, haberin, hatta yorumun “doğru” yansıtılması beklenir. Düşüncelerin ve yorumların farklı olması başka, kasıtlı biçimde çarpıtılması, değiştirilip yalana dönüştürülmesi başkadır ve öylesi medya namusuna sığmaz. Sığdırılması kısa vadede kârlı olsa da zamanla zarar getirir. bakımdan, basın, radyolar, televizyon kanalları gibi medya kuruluşları son derece önemlidir, toplumların ve devletlerin alınyazılarını mutlaka etkiler. Özellikle bu kuruluşların özel kesim ya da kamu malı oluşu veya kamusal olanların ciddi denetimden geçirilmesi üzerinde ısrar edilmelidir. Siyasal tarihimizin yakın geçmişinde iletişim alanındaki kamu işletmelerinin ekonomik ve malî sorunları ihmal edilmiş, kâr kaygısıyla kamudan özele satışlara öncelik verilmiştir. Bu çeşit yanlış politikaların demokrasinin niteliği, düşünce özgürlüğü gibi alanları bir de bu açıdan düzenleme gerekliliği üzerinde fazla durulmamıştır. Bu yaklaşımın getirebileceği kısa vadeli maddi kazançlar ile manevi alanlardaki zararlarının uzun vadeli zararlarını karşılaştırıp kesin ortaya koyabilen bir muhasebe tekniği de henüz bulunamamıştır. A Prof. Dr. İSA EŞME O ltan Günalp ve çalışma arkadaşlarının geliştirerek ortaya koyduğu ve 1974’ten beri uygulanmakta olan merkezi sistem, geçmiş uygulamalarıyla toplumun güvenini kazanmış ve uzun yıllar hiçbir güç, merkezi sınav uygulaması ile sağlanan güveni ve adaleti bozamamıştır. Gözde bir üniversiteye o üniversite rektörünün çocuğu giremezken, bir işçi çocuğunun girebilmesi, bu güven ve adalet duygusunun kaynağı olmuştur. Son yıllarda yaşanan birkaç olay bu güveni gölgelemişse de sistemin halen bu niteliğini koruduğu umulmaktadır. Merkezi sistem, sağladığı bu güven unsuruna rağmen eğitime olan yan etkileri nedeniyle hep sorgulanmış, belli aralıklarla yeni düzenlemelere gidilmiştir. Son günlerde bu tartışmalar yeniden yoğunlaşmaya başlamış olup yetkililerce birkaç yıl içinde yeni bir seçme yerleştirme sistemine geçileceği yönünde açıklamalar yapılmaktadır. Bu kapsamda, siyasilerin öteden beri dillendirdiği, “sınavsız üniversite” sözü de edilmektedir. Kulağa hoş gelen “sınavsız üniversite” çözümünün arkasında, yükseköğretime geçişin, ortaöğretim başarı puanıyla ya da üniversitelerin kendi bünyelerinde yapacakları sınavlarla gerçekleştirileceği önerileri bulunmaktadır. Peki, bu öneriler ne kadar gerçekçidir? Ortaöğretim başarı puanının bir bileşeninin, öğretmenlerin yıl içinde vereceği başarı notları olması söz konusudur. Peki, bu notlar ne kadar Türkiye’de yükseköğretime girişte halen sorun yaşandığı doğrudur. Ancak iyi düşünülmeden, iyi tasarlanmadan ortaya konulan ve ayağı yere basmayan modellerle üniversiteye giriş sorunu çözülemez. Çözüm; içinde lise bitirme sınavlarının da bulunduğu, köklü bir eğitim reformu içinde aranmalıdır. objektif ve güvenilirdir? Okullardaki işleyişi bilenler, buradaki sorunun öğretmene olan güvensizlikten kaynaklanmadığının farkındadır. Okul başarısının, hatta bir ildeki eğitim başarısının, öğrencilerin yükseköğretime giriş performansıyla ölçüldüğü koşullarda, öğretmen not vermede ne kadar objektif olabilir? Bizce güven duyulmayan, öğretmenin verdiği not değil, vermek zorunda bırakıldığı nottur. Geçen yıl ortaokullarda SBS yerine getirilen sistemin liselerde de uygulanacağı ve ortaöğretim başarı puanının ikinci bileşeninin bu sınavlardan alınacak başarı notları olacağı anlaşılmaktadır. Çok yeni olan bu uygulamanın yol açacağı sorunlar ve sonuçlarının ne kadar güvenilir olduğu henüz bilinmemektedir. Ayrıca ÖSYM’nin, üç yıl önce bazı illerde toplu kopya olayının önüne geçmek için aday sayısı kadar soru kitapçığı uygulamasına geçmek zorunda kaldığı da unutulmamalıdır. Daha disiplinli olarak uygulanan ÖSYS’de sağlanamayan sınav güvenliği, bir yılda yerel imkânlarla yapılacak 12 ayrı sınavda nasıl sağlanacak ve bu sınavdan alınan puanlara ne kadar güvenilecektir? Yükseköğretime girişte üniversitelerin kendi öğrencilerini kendilerinin seçmesi bir başka çözüm yolu olarak gösterilmektedir. Böyle bir uygulamanın dünyada örnekleri bulunmaktadır. Ancak unutulmamalıdır ki, bize model olabilecek belli başlı ülkelerde, ortaöğretim sonrasında ciddi bir olgunluk ya da lise bitirme sınavı uygulaması bulunmakta ve ortaöğretim öncesinde etkili bir yönlendirme nedeniyle üniversiteler önünde aşırı bir yığılma yaşanmamaktadır. Üniversitelerin kendi öğrencilerini kendilerinin seçeceği modele geçilmeden önce şu sorulara cevap bulunmalıdır: 4 On binlerce başvurunun olduğu fakültelerde objektif bir sınav nasıl başarılacak? 4 Birden fazla üniversiteye başvuran öğrencinin yerleştirilmesinde yaşanacak kaos nasıl önlenecek? 4 Siyasi otoritenin üniversiteler üzerindeki etkisinin dorukta olduğu bir dönemde hatırlı ve siyaseten güçlü kişilerden gelecek baskıya hangi üniversite ne kadar direnebilecek? 4 Bugün uygulanan sistemde, alt gelir grubundaki ailelerin çocukları çok prestijli üniversitelere bile girebilmektedir. Bu sisteme son verildiğinde acaba bu yol açık kalabilecek mi? Yoksa seçkin üniversiteler, seçkinlerin çocuklarının gidebilecekleri üniversiteler mi olacak? Merkezi yerleştirme sisteminden vazgeçilmesini önerenler, hiç de abartılı olmayan bu kaygılar konusunda toplumu ikna etmelidir. Çözüm ne? Türkiye’de yükseköğretime girişte halen sorun yaşandığı doğrudur. Ancak iyi düşünülmeden, iyi tasarlanmadan ortaya konulan ve ayağı yere basmayan modellerle üniversiteye giriş sorunu çözülemez. Çözüm; içinde lise bitirme sınavlarının da bulunduğu, köklü bir eğitim reformu içinde aranmalıdır. Yolsuzluk Deyince… İRFAN O. HATİPOĞLU Ü lke gündemi yolsuzluk, rüşvet söylemleri ile dolup taşıyor. Yalnızca siyasal parti liderleri, sivil toplum önderleri konuşmuyor. Toplumun tüm kesimleri, bulabildiği her platformda algılama durumuna göre konuşuyor. Ortamda yoğun bilgi kirliliği birikmesi var. Bir taraftan siyasal iktidar kamu kurumlarının saygınlığını aşındırmada sınır tanımıyor. Ansızın yakalanmanın telaşı içinde “dış güçlerin”, “faiz lobisinin”, “çetelerin” saldırısı diyerek topu taca atmaya çalışıyor. Diğer tarafta ise yanıt vermek gibi kör dövüşün içine sürüklenmiş bir muhalefet var. Yaşanan karmaşanın içinde sessiz çoğunluk olarak tanımlanan halkımız ne düşünüyor? Sessiz çoğunluk uzun süredir siyasal iktidarın dezenformasyonu altındaydı. Büyük çoğunluğu ülkenin iyi yönetildiği, zenginleştiği, Başbakan’ın bir dünya lideri olduğu, ülkenin darbecilerden arındığı, düzenli ilerleyen çözüm süreci olduğu, ileri demokrasinin yerleştiği düşüncesindeydi. Her platformda bu düşüncelerini savunuyorlardı; karşıtlarını faiz lobisi, dış mihraklara bağlı bozguncu gibi görüyorlardı. Fakat ülke gündemine düşen son yolsuzluk, rüşvet olayı tabanda tam olarak algıyı değiştirmese de beyinlere kuşku tohumları ekti. Savunucular, yolsuzluk, rüşvet olayında açmaza sürüklendiler. Derin bir sessizliğe gömülmeseler de geleceğin eskisi gibi olmayacağının ayırdına vardılar. Sessiz çoğunluk için güncel sorunların konuşulduğu en önemli platformlar berber dükkânları, mahalle bakkalı, terziler, ara sokaklardaki kahvehanelerdir. Buralarda yurttaşların dünya/ülke gündemi, yolsuzluklar, günlük siyasi gelişmeler, Gezi Direnişi vb. olaylar konusundaki algılarını, düşüncelerini ve değerlendirmelerini ayrıntılı şekilde duyarsınız. Şimdilerde yolsuzluk, rüşvet olaylarının tartışılması farklı bir değerlendirmeyi ortaya çıkardı. Büyük boyutlu, ülkeyi derinden etkileyen yolsuzluk/ rüşvet olayları tabandaki yurttaşı derinden etkilemiyor. Kaygılansa da günlük yaşamını doğrudan etkilemediği için kısa sürede unutuyor, gündeminden çıkıyor. Vatandaşı etkileyen, öfkelendiren kendisinin/ komşusunun doğrudan yaşadığı yolsuzluk, rüşvet talepleri oluyor. Unutmadığı gibi, gündeminde tutuyor, her fırsatta anlatıyor. Yolsuzluk, rüşvet olaylarının yerelleşmesinin kaynağı belediyelerdir. Bugün belediyeler yolsuzluğun, rüşvetin ana merkezi durumuna gelmiştir. Vatandaşın belediye ile ilgi hiçbir işi rüşvet vermeden çözümlenmiyor. Doğup büyüdüğü kentin usulsüz imar uygulamaları ile yağmalanması, yaşanmaz duruma getirilmesi, hizmetlerin sunumunda yapılan haksızlıklar/ kayırmacılık, yaratılan yerel zenginler, vatandaşlar tarafından yakından izleniyor. Kentte/beldede yaygınlaşan kayırmacılık, yolsuzluk/rüşvet olayları yerel yönetimdeki siyasal partilerle özdeştiriliyor. Ülke düzeyinde sürdürülen yolsuzluk/rüşvet mücadelesinin başarılı olması için berber, bakkal, kahvehane, terzi dükkânlarında tartışılması sürekli kılınmalıdır. Bunun için yerel siyasetin güçlendirilmesi gereklidir. Güçlendirilmenin yolu da siyasi uğraşın ucuzlatılması, partilerde demokratik işleyişin sağlanmasıyla olur. Taşrada siyaset pahalı bir uğraş haline geldiğinden yapsatçı, günlük iş kovalayan, ilkesiz, kimliksiz insanların eline geçmiştir. Özellikle kendini solda ifade eden partiler bu süreci değiştirme yoluna gitmelidir. Yaklaşan yerel seçim çalışmalarından (başkan, meclis üyesi adayları) görülüyor ki böyle bir çabanın içinde görülmüyorlar. Böyle olunca genel başkan düzeyinde verilen yolsuzluk/rüşvet ile mücadele tabanda yeterli ilgiyi görmüyor. Yolsuzluk, rüşvet olaylarını önlemenin yolu televizyon ekranları, büyük kent meydanlarından çok, berber, bakkal, kahvehane, terzi dükkânlarından geçmektedir. Bunun yolu da siyasal partilerin, sivil toplum kuruluşlarının demokratikleşmesiyle mümkündür.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle