15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
14 EYLÜL 2013 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA 13 SOS Putin ile Obama, Suriye’nin kimyasal silahları teslim etmesi konusunda anlaştı, savaş çığırtkanlığı fosladı. Ailecek Arjantin’e olimpiyatlar için koştu, Tokyo’ya tosladı. Sırtını sıvazladığı PKK “çekilme”yi bıraktı, “barış süreci” dediği şey cosladı. Ekonomi desen, hepten “SOS” veriyor. Tuzluçayır ayakta, ODTÜ ayakta; polis kurşunu, dayağı ile ölen çocuklar için Anadolu ayakta. Usta Teyyüp, içte ve dışta çarşafladı. Bu gidişle yola devam edemeyecek gibi gözüküyor. Hacıbektaş Dağ Başı Değil Hacıbektaş Belediye Başkanı Ali Rıza Selmanpakoğlu, yılda yaklaşık 15 bin adak kurbanı kesilen ilçede tertemiz bir mezbaha yaptı, kurbanlık satan ve kesenler için yer açtı. İlçenin orasında burasında kurban kesilmesine engel oldu, kokuya ve kirli görüntüye son verdi. Sen misin bunları yapan... Kurban çetesi, Ali Rıza Selmanpakoğlu’nun peşine düştü. Başkanı pusuya düşürüp vursun diye kiralık katil tuttular. Kiralanan adam son anda silahı bırakıp durumu Selmanpakoğlu’na açıkladı. Yine de amaçlarından vazgeçmediler. En son, geçen günlerde bu kez başkanın üzerine araba sürdüler. İçişleri Bakanı’na, CHP Genel Merkezi’ne ve uygarlık yanlılarına sesleniyoruz: Hacıbektaş’ı bir kültür ve bilim kentine çevirmek için canla başla çalışan gönül insanı Selmanpakoğlu’nun canına kasteden bir avuç çıkarcıya karşı orasının dağ başı olmadığını göstermek gerekmiyor mu? Şiddet Sarmalı Taksim Gezi Parkı’nda çevrecilerin çadırlarının yakılmasıyla başlayan sokak gösterilerinin ardı arkası kesilmiyor. Kesilecek gibi de görünmüyor, çünkü merkezi iktidar gibi AKP’li yerel yönetimler de bu gösteriler sürsün diye ellerinden geleni artlarına koymuyorlar. Bu tür olayların sosyalpsikolojik doğası gereği her gösteri bir yenisini tetikliyor. Ne var ki gösteriler “gösteri” olarak kalmıyor, en son Ahmet Atakan’ın “kuşkulu” ölümü gibi bu olaylar can da alıyor. Genç ölümlere yenileri ekleniyor. Bu olaylara ilişkin olarak polisin tutum ve davranışları kafalarda soru işaretlerinin doğmasına yol açıyor. Bilindiği gibi bu tür gösterilerde öncelikli olarak Çevik Kuvvet polisleri görevlendiriliyor. Çevik Kuvvet polislerinin çok büyük bir bölümü Polis Koleji’ni, üstleri de Polis Akademisi’ni bitirmiş, yani iyi bir mesleki eğitimden geçmiş görevlilerden oluşuyor. HHH Devlet polise gerekli görüldüğü durumlarda şiddete başvurma yetkisi vermiş, fakat yasa ve yönetmelikler şiddet kullanımına kurallar koymuş. Bu gibi olaylarda temel kural, gerektiğinde şiddet kullanarak olayların yayılmasını önlemek, kalabalığı dağıtmak! Öyleyse nasıl oluyor da her olayda onlarca, yüzlerce gösterici başından, boğazından, ensesinden, göğsünden yaralanıyor, kimi zaman da canını yitiriyor? Onca mesleki eğitimden geçmiş polislerin, ellerine verilen sis bombalarını, plastik mermi tüfeklerini, biber gazlarını “doğru” kullanmasını bilemedikleri düşünülebilir mi? Pratikte şiddet kullanımını kurallarıyla uygulamaların birbiriyle çatıştığı görülüyor. HHH Polis irili ufaklı, amacı farklı her gösteriye aynı şiddeti kullanarak, aynı yöntemleri uygulayarak karşılık veriyor. Derhal TOMA’lar harekete geçiyor, sis bombaları patlatılıyor, plastik mermiler atılıyor, biber gazı sıkılıyor, buna göstericiler taş atarak, barikatlar kurarak yanıt veriyor, ortalık savaş alanına dönüyor. Yine yaralananlar, yine kan, yine acı… Şiddet şiddeti doğuruyor. İletişimbilişim çağında yaşıyoruz, hiçbir olay gerçekleştiği kentle sınırlı kalmıyor, hemen aynı anda birçok kentte, hatta yurtdışında dayanışma gösterileri düzenleniyor. Ülkemizdeki toplumsal olaylar dünya gündeminden düşmüyor. HHH AKP iktidarı polisgösterici çatışmalarını el altından destekliyor görüntüsü veriyor. Örneğin, Taksim Gezi Parkı’na ilişkin “Buraya topçu kışlası da, cami de yapacağız!” yollu kışkırtıcı söylem, bu kez ODTÜ’ye ilişkin olarak “Bu yol mutlaka buradan geçecek!” biçiminde yineleniyor. Ki direnişçi öğrenciler ve halk durmasın, eyleme geçsin, polisgösterici çatışmasına zemin oluşsun! AKP kurmayları herhalde bu çatışmalardan yerel seçimler öncesi oy bağlamında medet umuyorlar. “Çapulcular”, “marjinaller”, “Vandallar”, “yakıp yıkmacılar”, “AK” Parti düşmanları söylemleriyle oylarını artıracaklarını düşünüyorlar. Fakat yanılıyorlar. Eğer tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de hak aramak için sokağa çıkmış göstericilerin arasına ajanprovokatör unsurlar sızmışsa bunları geniş kitleden ayırmak görevinin yine poliste olduğunu halkımız da biliyor. Hem dikkat edin, son olaylarda cam çerçeve indirme türünden görüntülere rastlanmıyor, olaylar polisgösterici çatışması olarak doğrudan sürüyor. Bu süreğen şiddet sarmalı ise cam çerçeveden çok daha tehlikeli ve vahimdir; vebali de aynı sarmalda boğulmaya mahkum iktidarın boynundadır. Değini, Ümit Sarıaslan’dan: “G20’de savaş, Buenos Aires’te barış istemek; Sultanahmet’te dilenip Ayasofya’da dağıtmaktır.” Dilenip... Öyle anlaşılıyor ki TBMM “türban” sorunu ile açılacak. Her alanda bitik AKP, yine türbana sarılacak, belki de bir kadın milletvekilinin başını bağlayıp içeri sokacak. Karşılığında CHP ne yapacak? Partide iki görüş var: İlki, anayasanın Yine Türban Sorunu başlangıcında yer alan “laiklik ilkesinin gereği olarak kutsal din duygularının devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamayacağı” ilkesi gereği duruma kesin karşı çıkılmasını içeriyor. Diğer görüş de, AKP’nin her alanda sıkıştığı bir dönemde yine “türban”a sığınarak durumu kurtarma çabası karşısında oyuna gelmeyerek, CHP’nin kılıkkıyafet değil, evrensel sol ilkeler üzerinden tavır koyduğunun sergilenmesi yönünde. Edindiğimiz bilgiye göre Kemal Kılıçdaroğlu, ikinci görüşe daha yakın gözüküyor. Projecilik Vizyona yeni sokulan “proje” konusunda AleviBektaşi dernekleri ortak açıklama yaptı: “Pensilvanyalı hoca efendi ve İzzettin Doğan hoca efendi ortaklığında yapılan ‘cami, cemevi iç içe’ projesi ‘barış projesi’ değildir. Her iki inanç açısından da bir meşruiyeti ve hakkaniyeti yoktur. Arsasından imar projesine, temelinden harcına kadar yöntemi, korsan zihniyeti gayrimeşrudur! Bu bir asimilasyon projesidir, Aleviliği ‘ılımlı siyasal İslam’ içinde eritmeyi amaçlamaktadır. İki hoca efendinin ‘mukaddes maksadı’ Alevi toplumunu demokratik hak taleplerinden uzaklaştırmak, hak ve özgürlükler mücadelesinde toplumsal muhalefetten koparmak ve ‘ehlileştirme’ çalışmasıdır.” Olay tam da budur. CHP heyeti, Diyarbakır’dan başlayarak bölgeyi gezdi, insanlarla görüştü, partinin düşüncelerini aktardı. Heyete başkanlık eden Oğuz Oyan, yurttaşlara öncelikle Türkiye’de demokrasi olmadan bölgede demokrasi olamayacağını bildirdiklerini söyledi: “AKP gibi demokrasi yerine otokrasiyi inşa etmeye çalışan bir iktidarla ne ülkede, ne bölgede sorunların çözülemeyeceğini ifade ettik. Seçim barajından tutun kullandığı polis şiddetine değin AKP’yi demokrat olmaya zorlamak gerektiğini anlattık. Meclis, eğer varsa Kürt siyasi hareketinin temsilcilerini de içermektedir. İradesi kısıtlı bir hükümlü üzerinden meşru CHP’nin Bölge İzlenimleri re karşı olduğumuzu da belirttik.” Oyan, bölge yurttaşlarının en çok anadilinde eğitim konusuna ağırlık verdiğine değinerek bu öneriye verdikleri karşılığı olmayan bir zeminde olamayız. Varsa muhada şöyle ifade etti: tap, BDP’dir. Ver çözümü, al diktatörlüğü türü “Biz anadilinin öğretilmesine ‘evet’ diyoruz. gayri ahlaki bir siyasi tavra karşı olduğumuzu dillendirdik. Ayrıca, meselenin uluslararasılaştı Anadilinin öğretilmesi konusunda bir toplumsal mutabakat olmuşken bu aşamayı sanki rılmasına, bölgesel plana taşınmasına da karşı geçmişiz gibi, yeni taleplerle ortaya çıkmanın olduğumuzu aktardık. Türkiye sınırları içinde bir çözüm düşünülmesi gerektiğini vurguladık. yanlış olduğunu söyledik. Ulaşılabilir hedeflere ‘Musul, Kerkük, Suriye’ye gireyim; yeni bir yapı ulaşmayı da engelleyecek talepler olarak bakinşa edeyim; geniş siyasi yapılar kurayım’ gibi tığımızı özenle yurttaşlarımıza anlatma olanağı bulduk.” maceralara karşı olduğumuzu açıkça dile geCHP heyeti, bugün bölgeden çok olumlu tirdik. Bunun barış değil, savaş yolu olduğunu söyledik. Emperyalizmin kontrolünde çözümle izlenimlerle dönüyor. Olimpiyatlar ve Vatan Hainliği Sadık ÇELİK Olimpiyatları neden alamadık üzerine günlerdir yapılan tahminlerin ucu dopingli sporcularımızdan giriyor; Gezi olayları ya da iktidarın Suriye konusundaki tutumundan çıkıyor. Olimpiyatların gerçekten hangi sebeplere bağlı olarak bize verilmediğini tam olarak bilmemiz belki de hiçbir zaman mümkün olmayacak fakat aslında bunun bir önemi yok. Önemli olan bugün olimpiyatların bize verilmemesinin nedeni olarak öne sürülen gerekçelerin her birinin yaşadığımız ülkenin, sadece uluslararası arenada puanımızı düşüren değil, asıl içeride tüm toplumu içten içe kemiren somut birer problemi olduğunun bilincine varıp bu sorunların çözümüne odaklanmaktır. Evet yerleşmiş bir spor politikamız ne yazık ki hâlâ yok ve futbol dışındaki sporlara toplumsal ilgisizlik had safhalarda. Ülkemizde her yüz kişiden bir sporcu bile çıkaramaz durumdayken çok kısıtlı sayıda dünya çapında başarı sahibi olan sporcumuzun da doping ve şike skandallarıyla başı dertten kurtulmuyor. Bunların yanında son dönemde toplumsal barışın aldığı darbeler, dünya çapında yürütülen savaş çığırtkanlığı, gerek ülke içinde gerekse ülke dışında ısrarla sürdürülen uzlaşmacılıktan, barışçıllıktan uzak dil ve aslında tam da sporda başarı kazanması beklenen genç nüfusa karşı uygulanan onca şiddet, onca hoşgörüsüzlük… Düşünün ki; daha üç gün evvel Kasımpaşa Stadı’nda oynanan ümit milliler maçında, aynı anda Taksim’de 1015 kişilik yürüyüşçü bir gruba 4550 polis tarafından sıkılan biber gazının etkisi yüzünden hakem ve futbolcular tıkanıyor ve maça ara veriliyor. Biz de burada olimpiyatları almaktan söz ediyoruz… Olimpiyat ruhunun da sporun da özünde her şeyden önce barış vardır. Hepsinden önce bu ruhu yakalamak gerekir, ama’sız ve lakin’siz bir biçimde. Bu barışın ise, çeşitli nedenlerle olimpiyatlara ev sahipliği yapmamızı istemeyen insanların ülkenin spor bakanı tarafından vatan haini ilan edilmesiyle, “kına yakmaları” tavsiye edilerek gerçekleştirilmesi ne yazık ki mümkün değildir. Aslında sadece bu örneği bile düşündüğümüzde olimpiyatları neden alamadığımızı açıklamaya çalışmak da zaten beyhude bir hal alıyor… Ne olursa olsun bu topraklarda yetişen barışçıl ve asil kanlara inancımız kaybolmasın; ne de olsa bu ülkede hâlâ spora ve gençliğe armağan edilen bir bayram var. KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] ODTÜ ve Yeni Bir Kayıp Evlat Hatay’da ODTÜ’ye destek yürüyüşünde hayatını kaybeden Ahmet Atakan’ın ölümüyle ilgili bahane ve katil arayışları devam ediyor. Devlet Ahmet Atakan’ı polis öldürmedi dese de insanlar buna inanmıyor. Peki ama neden inanmıyorlar? İnanmamak için yeterli gerekçeleri elbette ki var. Ahmet Atakan öldü ve onun yasını bile tutamıyoruz tek yürek olup. İçimizdeki acının yanında öfke ve inançsızlık buna müsaade etmiyor… Eğer sadece Gezi olayları sırasında ve sonrasında bazı devlet yetkililerinin, valilerin açıklamalarına ve sayısız müdahale hatalarında bulunan, şiddeti hiç düşünmeden kullanan Emniyet güçlerinin nasıl korunduğuna, ikramiyelerle nasıl ödüllendirildiğine bile baksak devlettoplum arasında oluşan bu güvensizliğin, bu şüpheciliğin kaynağını görmüş olmaz mıyız? Polisin, önüne çıkan her türlü gösteriye karşı şiddeti ve aşırı gücü rahatlıkla kullanabildiği, “Allah Allah” nidalarıyla, tekbirlerle kendi insanının üzerine saldırdığı ve aslında biraz da bu açıklanması güç müdahaleler yüzünden olayların arkasının kesilmediği, sokakların boşalmadığı ve ne acıdır ki gencecik yaşamları kaybetmeye devam ettiğimiz günlerde insanlara “bize inanın” demek ne kadar inandırıcı olabilir… Ethem Sarısülük, Ali İsmail Korkmaz, Abdullah Cömert, Mehmet Ayvalıtaş, Mustafa Sarı, İrfan Tuna… Daha hiçbirinin acısı dinmeden şimdi de Ahmet Atakan… Çocuklarımız ölüyor. Çocuklarını öldürmek, analarını ağlatmak ve sonra sözümüze güvenin demek ne kadar mümkün olabilir... ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] BULMACA SEDAT YAŞAYAN HARBİ SEMİH POROY UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK [email protected] SOLDAN SAĞA: 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Yaratıcılı 1 ğı olan, yara 2 tıcı. 2/ Saçları tutam 3 lara ayırıp 4 sık sık öre 5 rek yapılan 6 saç modeli... Dudak boya 7 sı. 3/ Artvin 8 yöresine öz 9 gü, yağı çıkarılmış ay1 2 3 4 5 6 7 8 9 ranın kaynatıl 1 H A M S İ N T A masıyla yapılan 2 A Ğ A M A D İ K bir peynir... Neo 3 A dim elementinin 4 M A S K A R A S K A M A L A K simgesi... Bir noA Z ta. 4/ Doğu Kara 5 İ M A M E İ N AM deniz yöresinde, 6 N A R A D A L A N MU akarsuların üs 7 A Z AME T tüne kurulan bir 8 T İ tür ilkel teleferi 9 A K A K M U T A ğe verilen ad. 5/ Rüzgârdan aşırı derecede korkma. 6/ Boru sesi... “Acıbalık, gördek” gibi adlar da verilen bir tatlı su balığı. 7/ Bir renk... “İskoç çoban köpeği” de denilen, uzun tüylü bir köpek. 8/ Kesinlikle uyulması gereken Kuran ve hadis hükümleri... Tasvir. 9/ Hinduların kutsal kitabı... İngiltere’de çok sevilen bir cins bira. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Bir tür ayçöreği. 2/ Yurdumuzda bir petrol bölgesi... Şarap mahzeni. 3/ Tutsaklık... Tavlada “üç” sayısı. 4/ “Meydanda oynatalım / Boynun döndürü döndürü” (Köroğlu)... Hatay ilinde bir ova. 5/ Arjantin kökenli bir dans ve müzik... Göçebelerin konak yeri. 6/ Giysileri tanıtmak amacıyla mankenlerin yaptıkları gösteri. 7/ Fransiyumun simgesi... Vladimir Nabokov’un, sinemaya da aktarılmış ünlü romanı. 8/ Afrika’da yaşayan bir antilop... Vilayet. 9/ Tırnak boyası... Yerine koyma, yerine kullanma.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle