14 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
11 EYLÜL 2013 ÇARŞAMBA CUMHURİYET [email protected] SAYFA KÜLTÜR 15 Binasının otele dönüştürülmek istenen Arkeopera Kitabevi varlığını sürdürmek için direniyor Otel kitabevini kovarsa Arkeoloji temalı kitabevi, aynı zamanda Arkeoloji ve Sanat Dergisi’nin yayın bürosu Arkeopera, Galatasaray’daki binasının otele dönüştürülmek istenmesi nedeniyle kepenk kapatacak. 20 Eylül’e dek mekânı boşaltmak durumunda olan Arkeopera, aynı bölgede başka bir mekânda varlığını sürdürebilmek için direniyor. Arkeoloji yayınları satışının yanı sıra düzenlenen sergiler ve konferanslarla da bir kültür evi niteliğindeki üç katlı Arkeopera Kitabevi, 2000 yılından bu yana işlevini sürdürüyor. Yerli yabancı pek çok ziyaretçisi bulunan Arkeopera yabancı turizm dergilerinde de İstanbul’da görülmesi gereken yerler arasında gösteriliyor. Tarih öncesinden günümüze Türkiye arkeolojisi, eski uygarlıklar, tarihi eserler, sanat tarihi, mimarlık tarihi ile ilgili pek çok yayına yer veren kitabevi arkeFotoğraflar: VEDAT ARIK CEREN ÇIPLAK u Arkeopera’nın kurucusu, arkeolog Nezih Başgelen, “Anlıyorum ki bu şehirde kültür ve sanatın akropolisi sayılan Beyoğlu’nda da artık bizim gibi kültür girişimlerine, kitaba ve kitabevlerine yer bulabilmek zorlaşıyor, hatta imkânsızlaşıyor” dedi. oloji ile ilgili hazırladığı yayınlarla da tanınıyor. Arkeoloji ve Sanat Dergisi’nin yayın yönetmeni, Arkeopera’nın kurucusu arkeolog Nezih Başgelen, günümüz İstanbul’unda otelrezidansAVM sarmalın dan kurtuluş olmadığını vurgulayarak “Anlıyorum ki bu şehirde kültür ve sanatın akropolisi sayılan Beyoğlu’nda da artık bizim gibi kültür girişimlerine, kitaba ve kitabevlerine yer bulabilmek zorlaşıyor, hatta imkânsızlaşıyor” dedi. Başgelen, bu durum nedeniyle arşivlerini depoya kaldırdıklarını, on binlerce değerli harita, gravür, fotoğraf, kitap ve görsel belgeyi kutulara koyduklarını, ancak eserlerin bu şekilde çürüme tehlikesi içinde olduklarını belirtti. Başgelen, “İğneyle kuyu kazarcasına arkeoloji ve sanat alanında 1978’den bu yana araştırarak ürettik. Sayısı 1500’e ulaşan yayın projesini Türkiye’ye kazandırdık. Müslüman mahallesinde salyangoz mu satacaksınız denilen ortamda 35 yılda imkânsız denen pek çok kültürel girişimi ba şardık ve Türkiye’de arkeoloji yayıncılığının ön cüsü ol duk” dedi. Orhan Pamuk, Şamanlık ve Yasakçılık “İstanbulGyeongju Dünya Kültür Exposu” ile Kore büyük bir kültür çıkarması yapıyor. 31 Ağustos 22 Eylül 2013 tarihleri arasında gerçekleşen Kültür Exposu dans, tiyatro, tekvando gösterileri, el sanatları, fotoğraf, çağdaş sanat, mimarlık sergileri, İpek Yolu Pazarı, geleneksel el sanatları atölyesi, moda gösterisi, Kore pop müziği konseri, Şifalı Yiyecekler Tanıtımı, Kore mutfağı tanıtımı ve Kore Senfoni Orkestrası gösterisi gibi “kültür” tanımının içine giren her şeyin yer aldığı büyük bir etkinlik. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın söylediğine göre “kültürel, siyasi ve ticari alanlarda iki ülke halklarının tanışmasıkaynaşması ve aradaki dostluğun pekişmesi hedefleniyor”. İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Gyeongju Belediyesi’nin birlikte hazırladığı İstanbulGyeongju Dünya Kültür Exposu’nda 23 günde 35 mekânda 28 etkinlik yapılması planlanmış. En önemlilerinden biri 13 19 Eylül tarihleri arasında yapılacak olan Türk Kore Film Haftası. Sinemaseverler Kore Sineması’nın iyi örneklerini izlemenin yanında Kim Ki Duk’la da buluşacak. Expo’nun tek edebiyat etkinliği 45 Eylül tarihlerindeki “Türkiye Kore Edebiyat Sempozyumu”ydu. Türk ve Koreli akademisyenlerin katıldığı sempozyumda Kore ve Türk edebiyatları, dil eğitimi, çeviri sorunları gibi konularda bildiriler sunuldu. Amaç Kore Edebiyatı’nı Türkiye’de tanıtmaksa tek bir akademik toplantının yetersiz kalacağı açık. Okuru hedefleyen etkinlikler de yapılmalıydı. Örneğin sempozyuma katılan Yi MunYol gibi dünyaca tanınmış, eserleri Türkçeye de çevrilmiş yazarların okurlarla buluşması sağlanabilirdi. Türkiye ile Kore’nin edebi alandaki ilişkisi pek parlak değil. Doç. Dr. Göksel Türközü’nün bildirisine göre Koreceden Türkçeye 13 kitap, Türkçeden Koreceye 34 kitap çevrilmiş. Koreceye çevrilenlerin dokuzu Orhan Pamuk’un kitapları. Orhan Pamuk Kore’de çok tanınıyor, seviliyor ve kitapları çok satanlar listelerine giriyor. Koreli akademisyenlerin Orhan Pamuk üzerine çalışmalar yapması şaşırtıcı değil. Prof. Dr. HaeChoon Ryoo’nun “Kore ve Türk Edebiyatında DoğuBatı Çatışması” adlı bildirisi de Orhan Pamuk’un “Benim Adım Kırmızı” ve Kore’nin en büyük yazarlarından Kim Dongni’nin “Kadın Şaman Resmi” adlı eseri hakkındaydı. Prof. Ryoo konuşmasına organizasyonun Türk tarafının Orhan Pamuk’un Türkiye’de sevilen bir yazar olmadığını bildirdiğini ve bildiri konusunu değiştirmesini istediğini söyleyerek başladı. Bu nedenle Pamuk’tan kısaca söz edip Kim Dongni’nin “Kadın Şaman Resmi” adlı eserine ağırlık vereceğini belirtti. Simultane çevirmen de Pamuk’la ilgili bölümlerde hemen hiç çeviri yapmadı. Daha sonra Türk akademisyenler Orhan Pamuk’un önemine değinen konuşmalarla durumu kurtarmaya çalıştılar ama Koreli konukları ikna ettiler mi bilemem. Esas sürpriz ise Kim Dongni’nin Şaman bir anne ile Hıristiyan oğlunun tartışmalarını anlattığı “Kadın Şaman Resmi”nin Türkçe Korece kitapçığının sempozyumu izleyenlere dağıtılmasına izin verilmemesiydi. Türkiye tarafını temsil eden İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Orhan Pamuk’la ilgili ne sıkıntısı vardı, Kore’deki Şamanlık ile Hıristiyanlık arasındaki çatışmanın akademisyenlerce bilinmesini neden istemediler merak etmiyorum. Net olan tek şey, yasakçılığın hayatın her alanına nüfuz ettiği, akademik sempozyumlara kadar yansıdığı. Nezih Başgelen Kitabevinin sarmaşıklarla bezeli arka kapısı. #direnbelgesel Küratör Fulya Erdemci’nin yakın zaman önce “varlığı yoklukla imlemek” ile gerekçelendirdiği ve bienal mekânlarına sirayet etmesini arzu ettiği Gezi Direnişi ve kamusallık ruhu, bizi 14 Eylül’de Antrepo No. 3’te karşılayacak Meksikalı sanatçı Jorgé Mendez Blake, “El Castillo / Şato” adlı düzenlemesiyle kendini hissettireceğe benzer. Sanatçı, Antrepo’nun hemen girişinde yer alacak bu işte, Franz Kafka’nın “Şato” romanını, bir uçtan diğerine uzanan bir tuğla setinin en altına erişilmez bir tahrik ve tahrip nesnesi gibi yerleştiriyor. Kitap ayrıca, olanca öznelliğiyILERIKUTSAL ISYAN10.6X15 9/6/13 4:58 PM Page 1 C M Y CM MY CY CMY K Kültür Servisi İstanbul Belgesel Günlerinin düzenleyicisi, belgesel sinema oluşumu DOCUMENTARIST, Facebook sayfasından geçen günlerde televizyonda yayınlanan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın hayat hikâyesinin anlatıldığı “Ustanın Hikâyesi” isimli belgesel ile ilgili olarak bir açıklama yaptı. “Bir grup belgeselci” imzasıyla ve #direnbelgesel başlığıyla yapılan açıklamada: “Gezi Direnişi’nde imajı bozulan iktidar ve medyası, gri dünyalarını renkli göstermeye çalışan muhtelif PR çalışmalarına girişmiş görünüyor. (bkz.‘Yeşilin hastasıyım’) Bunlardan biri de ‘belgesel’ diye seyirciye yutturulmaya çalışılan “Ustanın Hikâyesi” isimli 5. sınıf TV programıydı. Bu banal reklam hamlesine, en iyimser tabirle sıkıcı talk show programına, niye belgesel etiketi yapıştırma ihtiyacı hissedilir? Belgeselin ikna edici gücüne yamanmak için, tabii ki... Kavram, herhalde tarihte hiç bu kadar birilerinin ayağına paspas edilmemişti. ‘Belgesel kavramından elinizi çekin!’ diye haykırmak ve mücadelede yeni bir cephe açmak farz oldu: #direnbelgesel.” ‘Şato’da bir emekçi… u Meksikalı sanatçı Jorgé Mendez Blake, 14 Eylül’de başlayacak 13. İstanbul Bienali’nde Franz Kafka’nın Şato’sunu Erzurumlu yapı işçisi Yakup İpek’in emeğiyle Antrepo No. 3’te yorumluyor. Eser, günümüzün türlü sosyal yapılarının kırılganlığını hayli nazik bir üslupla gündeme taşıması bakımından öne çıkıyor. EVRİM ALTUĞ Jorgé Mendez Blake, İstanbul Bienali’ndeki işinde Kafka’nın romanını temel alıyor Mendez Blake Yakup İpek le, Blake’in hazırladığı harçsız çıplak duvarda belli belirsiz bir tümsek yaratarak, tüm ezberlere meydan okumayı başarıyor. Sanatçının bunu yapmasının nedeni ise bienal ekibince şöyle dillendirilmiş: “Blake’in enstalasyonunda kitabın kendisi bir arzu nesnesi olmanın yanı sıra, bu bilgiye ulaşmanın hem potansiyeli hem de imkânsızlığının temsili olarak bu konuma yerleşiyor.” Şiir, edebiyat, mimarlık ve felsefeye ilgisi olan Blake yapıtını hazırlarken, daha önceki tüm projelerinde olduğu gibi, gittiği bölgede edindiği rutin tuğlalardan ve emek gücünden faydalanmış. Tuğlalarda herhangi bir ibare, numara veya özellik bulunmuyor. İstanbul’da ortaya çıkan biçim ise bizlere Yedikule’yi çağrıştırır yatay bir kale duvarını andırıyor. Blake’in yapıtı özellikle, kırılganlık ve sağlamlık algısının birbirine aslen ne derece yakın olduğunu bizlere duyumsatması açısından, devlet, din veya bürokrasi gibi tüm kurumlara yaptığı nazik göndermeyle de akla kazınmayı başarıyor. Bu ilginç projenin Blake için de ayrı bir yeri var. Kariyerine mimarlık eğitimi alarak başlayan sanatçı, tıpkı Kafka’nın yarım kalan kitabı gibi, bu eğitimi yarıda bıra karak aktif sanata yönelmiş. Ancak halen eserlerinde fiziksel ve sembolik mimarlık ruhunu yansıtmayı sürdürüyor. Blake eseri için “Küresel bir içeriğe sahip ve türlü biçimlerde okunmaya müsait” derken İstanbul’daki bitmeyen yapısal kakofoninin altını çizmeden edemiyor. Kafka’nın “Şato”sunun duvarını “Blake gücü”’yle ören kişi bir tek kendisi değil elbette. Ona, 1966 Erzurum doğumlu emekçi Yakup İpek de refakat ediyor. İpek, Gaziosmanpaşa’da bulunduğu sırada ustasının yönlendirmesi üzerine kendisini bienalde bulmuş. Yaptığı işin bilhassa harçsız oluşunun kendisini çok zorladığını anlatıyor. Blake’in eseri tamamlanınca bu çalışmayı cep telefonuyla resimlemeye ve sevenlerine iletmeye de karar vermiş. İstiyor ki, tüm dünya onun emeğinin sanata dönüştüğünden haberdar olabilsin. Yazık ki, “Şato” yu henüz okumamış İpek. Ama üsteliyor, “İstanbul’da her yerde inşaat olması, bazı yerde iyi, bazı yerde aynı değildir. Buradaki tuğlalar da o kadar iyi değil. Bazı tuğla var ki, cam gibidir, bak işte o çeşitler daha iyi. Parlıyor onlar. Ama burada böyle, çünkü sanatçı bunu istiyor.” FSEK yasalaşmalı Kültür Servisi Türkiye Yayıncılar Birliği (TYB), Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu (FSEK) tasarısıyla ilgili bir açıklama yaptı. Açıklamada, geçen yasama döneminde Kültür ve Turizm Bakanlığı, kültür endüstrisini temsil eden sektör dernekleri ve birlikleriyle birlikte hazırlanan FSEK taslağının Meclis gündemine alınarak yasalaşması talep edildi. Türkiye’de yayıncılık sektörünün hızla büyüdüğüne dikkat çekilen açıklamada, istatistiki bilgilere de yer verildi. Buna göre son beş yılda (20082012) yeni yayımlanan kitap (ISBN alan başlık) sayısı 32.339’dan 42.626’ya, üretilen kitap sayısı 291.398.943’ten 460.439.561’e, kişi başına düşen kitap adedi ise 4’ten 6.4’e yükseldi. Buna karşın ekitap yayıncılığın sektördeki payı yüzde 0.3 seviyelerinde kaldı. Bu durumun en önemli nedenlerinden birinin internette ekitap korsanlığının hızla artması olduğu kaydedilen açıklamada, hükümet yetkilileri ve diğer partilere çağrıda bulunularak, “Mevcut yasalarla ekitabın korsanlığı ile mücadele çok sınırlı kalmakta, caydırıcı sonuçlar alınamamaktadır. Korsanlıkla etkili yasal mücadelenin yürütülebilmesi ve sorunun daha büyük boyutlara ulaşmaması için, Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu taslağının bir an önce yasalaşması gerekmektedir” denildi. Türkiye yazarlar birliği’nden ekitap korsanlığıyla ilgili açıklama AKSAV yöneticileri beraat etti ANTALYA (Cumhuriyet) Antalya Kültür ve Sanat Vakfı’nda görevli 3 yönetici hakkında, kişisel harcamalarını vakfa fatura ettikleri suçlamasıyla açılan davada adı geçen üç kişinin beraatına karar verildi. Antalya 2’nci Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen üçüncü duruşmaya Altın Portakal Film Festivali’ni düzenleyen Antalya Kültür ve Sanat Vakfı’ın (AKSAV) yöneticileri Göksel Kumsal, Hüseyin Şanlı ve Birol Kaya ile avukatları katıldı. Önceki duruşmada mahkeme heyetinin Ankara Nöbetçi Ağır Ceza Mahkemesi’ne talimat yazısı yazılarak talep ettiği 3 kişilik bilirkişi heyetinin mali inceleme konusundaki raporu incelendi. İnceleme sonunda Savcı, suç unsurunun oluşmadığı için sanıkların beraatını talep etti. AKSAV yöneticileri, İstanbul’da konakladıkları otelde, kişisel harcamalarını AKSAV’a fatura ettikleri iddiasıyla suçlanmışlardı. Van Gogh’un kayıp eseri bulundu Kültür Servisi Ünlü ressam Vincent Van Gogh’un kayıp olduğu düşünülen “Montmajour’da Günbatımı” adlı eserinin, yıllardır Norveç’teki bir çatı katında olduğu öğrenildi. Hollanda’nın başkenti Amsterdam’daki Van Gogh Müzesi’nden yapılan açıklamada, varlığı 1928’den beri bilinen tablonun orijinal olduğunun belirlendiği bildirildi. Uzmanlar, eserin orijinal olduğunun, Van Gogh’un kalın fırça darbelerini taşıyan eserde kullanılan üslup, fiziki malzemelere ve sanatçıyla kardeşi arasında geçen yazışmalara bakılarak saptandığını belirtti. Ünlü ressamın ilk tam boyutlu tuval çalışması olan tablodan, Van Gogh’un kardeşi Theo’ya yazdığı bir mektupta bahsedildiğini ifade eden uzmanlar, söz konusu mektuptan tablonun yapılış tarihinin 4 Temmuz 1888 olduğunun anlaşıldığını bildirdi. ‘Montmajour’da Günbatımı’ gün ışığına çıkarıldı Composite
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle