14 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 1 EYLÜL 2013 PAZAR 2 yaşamın her köşesiyle bucağıyla içli dışlı olmak budur. Rakıyı kendine dost kılmak. Geçmiş günlerde sık sık buluştuğumuz rakılı sofraları anımsıyorum. Günün ünlü şairleriyle, yazarlarıyla. Her kadehi yudumlarken o günler canlanıyor sanki! Dağlarca ile Necatigil ile Cumalı ile Özdemir’le ve daha çok şair arkadaşlarla anılaşan rakı sofraları... Bunca olay bunca çirkin, ayıp, korkunç işlerle tıklım tıklım bir toplumda sen kalk rakının erdeminden söz et. Ey yazar, sen işini bitirmişsin, çekinmen kalmamış kimseden... Geçen gün bir arkadaş sordu “Bir kıyı meyhanesinde buluşsak mı?” Nerde o günler dedim, ama içimden. Kendi dertlerimi, sıkıntılarımı yaygınlaştırmak istemiyorum. Mademki elli yıldır haftada üç dört yazı yazıp okurlara sunmaktayım. Demek ki yaşam benden kopmamış. Yaz yaz diyen bir ses daktilonun çınçınlarıyla baş başa beni göreve çağırıyor. Rakı dedim nerelere geldik. Şu yazıyı bilmem nasıl bitireceğim. Rakı övgüsüyle mi, yoksa tersini mi yapsam? Ben her zaman özgürlük yanlısıyım. Hiçbir baskıya, zora katlanamam. Böyle geldi böyle gider. En iyisi yaşasın rakı sohbetleri, dostluklar, insana yaşama gücü veren rakılar, şaraplar, votkalar... OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 30 Ağustos’u İncelemek İstanbul’daki Fransız Yüksek Komiseri General Pellé, 8 Eylül’de Paris’e yolladığı telgrafta, Yunan suçlarına dair delil elde etmesine rağmen, çok uzun süredir Kemalistlere yönelik benzer bir suçlamayı Rum Patrikliği’nden bile duymadığını yazdı. Bütün bunların ışığında, 1922’de elde edilen zaferin sadece milli değil, aynı zamanda ahlaki bir zafer olduğu sonucuna varılır. MAXIME GAUIN Uzman, Avrasya İncelemeleri Merkezi er yıl 30 Ağustos’ta tüm Türkiye’de yaygın bir şekilde zafer kutlamaları yapılır, ancak günümüzde, pek az Türk 30 Ağustos’un yalnızca askeri bir başarı olmayıp aynı zamanda Yunan Ordusu’nun ve onun Ermeni gönüllülerinin işlediği savaş suçlarına karşı kazanılmış bir zafer olduğunu bilmektedir. İsviçreli muhabir Noëlle Roger, daha 1930’lu yıllarda, Yunan vahşetini anımsamak için dikilmiş ve hatta dikilmesi planlanan bir anıt bulunmadığını gözlemlemişti. Sözü edilen vahşet olayları Yunan kuvvetlerinin Anadolu’ya ayak bastığı ilk gün olan 15 Mayıs 1919’dan itibaren başlamıştı. rektirecek hiçbir neden bulunmadığına ve o dönemde, İzmir’deki savaş tutsaklarından sorumlu olan Fethi Bey’in “en centilmen düşmandan beklenenden” daha âlicenap davrandığına dair ilgi çekici bir ayrıntıya yer vermişti. Buna rağmen aynı Fethi Bey, “tüfek kabzalarıyla” 15 Mayıs 1919’da Yunanlılar tarafından katledilmişti. Rollin’in gözlemlerini aktardığı üç görgü şahidinden bir Fransız’ın da Bursa’daki ailesi 1. Dünya Savaşı sırasında sürgüne gönderilmişti. Yunan İşgal Komutanlığı her ne kadar Batılı temsilcilerin zoruyla göstermelik olarak 1517 Mayıs günlerinde işlenen suçlardan dolayı bazı suçluları (48 Yunanlı ile 12 Ermeniyi) cezalandırmış olsa bile, devam eden süreçte, benzer suçlar işlenmeye devam etti ve suçlular cezasız kaldı. Örnek vermek gerekirse, Amerikan Yüksek Komiseri Amiral Bristol’un yolladığı telgraflarda ve raporlarda Yunanlıların Müslümanlara ve Yahudilere karşı işlediği savaş suçları açık bir şekilde anlatılmaktadır. Yunan ordusunun Anadolu çıkarmasının sözde gerekçesi, İzmir ve çevresinin “çoğunluğunu teşkil eden” Rum ve Hıristiyan nüfusa “zulmedildiği” iddialarıydı. Ama bu iddiaların her ikisi de Amerikan, İngiliz, Fransız ve İtalyan subaylarından oluşan İtilaf güçlerinin araştırma heyeti raporlarında kesinlikle reddedilmişti. Daha da çarpıcı olanı ise İzmir’deki Fransız Konsolosu Osmin Laporte’nin 13 ve 22 Nisan 1919 tarihli raporlarında yer alan, asıl kan dökümü riskine, muhtemel Yunan çıkarmasının yol açabileceği uyarısıydı. İki Fransız subayı da 9 ve 14 Mayıs tarihli raporlarında benzer sonuca varmıştı. Rakısız Sohbet Olmaz! Vardar Ovası şarkısını yasaklayacaklar mı? İktidarın önemli isimlerinden Arınç Bey öyle mi istiyor!.. Nedeni de şarkıda rakı olması! Ne der türkü “Vardar Ovası Vardar Ovası Kazanamadım rakı parası!..” Rakı insanların hem dostu, hem de bazı kişilere göre düşmanı. Böyledir, ama içmesini bilirsen. Rakı, şarap, votka, vb. içkiler insanoğlunun ezelden bu yana en yakın dostudur. Rakılı sofralarda nice sorunlar çözülür ya da güncelleştirilir. Rakısever olmak bir kötülük müdür? Evinde çoluk çocuğunu aç susuz bırakıp kendini gece gündüz rakı içmelere verirsen, öyledir. Ama bir iki dostla rakı sofrasında oturup söyleşmenin tadı hiçbir başka şeyde bulunmaz. Ben rakıyı severim. Daha doğrusu severdim. Çok yaşlandık ondan mı, uzak olsun rakı dedim birden. Bugüne kadar nerdeyse can dostum saydığım bir içkiden uzaklardayım. Bir şeyler oldu, ağzımın tadı kaçtı. Demek insanoğlunun bazı yaşlarda tercihleri başka başka. Şimdi damlasını bile istemiyorum. Yine de arada özlüyorum rakı sofralarındaki sohbetleri. Her konudur tartışılan, Yargı, İntikam Tohumları Ekmemelidir! Elimde bir kitap var: “Babanı Sana Şikâyet Ediyorum” adını taşıyor… Alt ismi “Gelecek Kuşaklara ‘Balyoz’ Gerçekleri”. Destek Yayınevi tarafından Nisan 2013’te basılmış. Yazarı, “Balyoz Davası”ndan 16 yıla mahkum olan emekli Albay Erdal Akyazan. HHH Akyazan Silivri’deki savunması sırasında, hukuk çökerse Cumhuriyet’in de çökeceğini belirtmiş… Arkadan “Çöker de ne olur” diye sormuş ve: “Dün çökmüş bir imparatorluğun yıkıntıları üzerine ulusça yepyeni pırıl pırıl bir Cumhuriyet kurduk. Bir kere yaptık, yine yaparız” demiş. HHH Balyoz Davası şimdi Yargıtay’da. Akyazan’ı, avukat olan eşi Selda Uğur Akyazan, gözyaşları içinde savunmuş: “Bu davada suç yok, deliller sahte; bunu anlamak için hukukçu, bilgisayar mühendisi olmaya gerek yok, orta zekâlı insanlar bile bunu anlayabilir” demiş. “Verilerin müvekkil tarafından hazırlandığına ilişkin bir delil veya tanık yok. Buna yok demek ağır geliyor bana, ama yok” diye eklemiş… HHH Erdal Akyazan’ın kitabı esas olarak davanın görülmesi sırasındaki hukuksuzluk iddiaları üzerine kurulu… Ama daha başta, dosyaların sayfa sayısı ve karar verme süresi arasındaki ilişkileri sorgularken, ortaya çıkan olanaksızlıkları belirleyince, zaten olayın adil bir yargılama açısından zafiyetleri vurgulanmış oluyor… Hele sayfalar ilerledikçe, gerçekten insanı şaşırtan durumlar ortaya çıkıyor… Okurken insan gözlerine inanamıyor! HHH Eşi Yargıtay’da “Bu davanın ülkemize çok önemli etkileri oldu. Şahsıma etkisi ise yıkıcı oldu. Bu davada avukatlar müvekkillerini savunmayı bıraktılar, hukuku savunuyorlar. Buna kahroluyorum” demiş. HHH Beni korkutan bu kahrolma duygusunun gelecek kuşakları da pençesine alması ve bugün yaşanan siyaset ve hukuk sorunlarının geleceğimizi de karartmasıdır… 60 yıl önceki Yassıada kararlarının bugün bile süregelen kin ve intikam duygularını, halk arasındaki kamplaşmaları tetiklediğini görüyorum: Yargıtay, sadece adaleti değil, geleceğimizi de belirleyecektir! H on ana kadar süren yıkımlar 1921 Mayıs ayında, Uluslararası Kızıl Haç Örgütü’nün kurduğu, İsviçreli Maurice Gehri ile İngiliz Generali Franks’ın liderliğindeki bir komisyon da Yunan güçlerinin Yalova yarımadasındaki davranışı üzerine derin bir araştırma yapmıştı. Gehri raporunda, katliamların ve kundaklamaların ayrıntılı tasvirini sunup, komisyonun Yunanlılarla yaptığı sayısız görüşmelere rağmen “bu kötü olayların (Yunan) askeri kumanda kademesi tarafından önlenemeyecek kötülükler olmadığı bilgisini” de ilave etmiştir. Paris’teki yönetim, İzmir’deki Fransız toplumunun 1914’ten beri seçilmiş lideri olan Elzéar Guiffray adındaki işadamından, Yunanlıların kötü davranışları hakkında bir rapor yazmasını istemişti. O da kendi bulgularını diğer vatandaşlarının şikâyetlerine ekleyerek, 22 Temmuz 1922 tarihinde Dışişleri Bakanlığı’na sundu. Guiffray 1919 Mayıs çıkarmasından beri Yunan suçlarının “sayısız” olduğunu anlattı ve (Şubat 1922’de Karatepe Camii’nde, çoğu çocuk olan 250 Türk’ün katledilmesi gibi) yayımlanmış olan raporların o zamana kadar “işlenmiş olan suçlardan çok azını” teşkil ettiğini ekledi. Guiffray yakılmış köylerden, katliamlardan, rastgele tutuklamalardan ve insanlık dışı hapis ortamlarından birkaç tane kesin örnek vermişti. Ayrıca Mayıs 1919’dan beri (en azından bazı durumlarda Ermeni gönüllülerin de dahil olduğu) Yunan güçleri tarafından öldürülen Türk sayısının “abartısız” 150.000’i geçtiğini ve bu sayının “sürgün edilen yaklaşık 300.000” kişiye ilave edilmesi gerektiğini belirtti. İzmir Aydın demiryolu şirketinin yöneticisi olan Lord SaintDavids, Yunan geri çekilmesinin son evresinde Yunan güçlerinin “Aydın ve Nazilli’yi yakıp yolları üstündeki tüm köyleri ateşe verdikleri”, yağmacılıkla katliamlar işledikleri ve tümünü Yunan subaylarının emriyle yaptıkları sonucuna vardı. O zamanlar İzmir’de yaşamakta olan Fransız mühendis C. Toureille, sistemli şekilde işlenen yağmacılıkla yakıp yıkmanın ve katliamların tekrarlandığını teyit edip, bir ErmeniYunan çetesinin İzmir civarında kundakçılığa 8 Eylül’e kadar devam ettiğini ve 1112 Eylül’de tamamen Yunanlılardan müteşekkil olan başka bir çetenin de aynı suçları işlediğini ilave etti. Öte yandan İstanbul’daki Fransız Yüksek Komiseri General Pellé, 8 Eylül’de Paris’e yolladığı telgrafta, Yunan suçlarına dair delil elde etmesine rağmen, çok uzun süredir Kemalistlere yönelik benzer bir suçlamayı Rum Patrikliği’nden bile duymadığını yazdı. Bütün bunların ışığında, 1922’de elde edilen zaferin sadece milli değil, aynı zamanda ahlaki bir zafer olduğu sonucuna varılır. S şgalin başlangıcından itibaren işlenen suçlar Yunan ordusunun işlediği suçlar o kadar açıktı ki, Fransız Deniz Kuvvetleri İstihbarat Servisi’nin başındaki Albay Rollin, ilgili Fransız bakanına yolladığı normal raporların yanı sıra, bu vahşeti kınamak için, bir de özel protesto mektubu yolladı. Rollin 1915’te yaralanarak Osmanlı ordusu tarafından esir alınmış ve savaşın sonuna kadar tutuklu kalmıştı. Rollin bu gerçeği anımsatarak, kendisinin Türkleri savunmasını ge İ
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle