27 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
12 AĞUSTOS 2013 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA [email protected] EKONOMİ 11 İkinci yarı daha çetin geçecek İş dünyasında umudun yerini karamsarlık aldı. GYİAD üyelerinin yüzde 41’i, yılın ilk yarısında işlerinin beklentilerinin altında kaldığını, yüzde 43’ü ikinci yarının daha da kötü geçeceğini açıkladı. Büyüme beklentisi yüzde 4’e geriledi. Enflasyon en iyi ihtimalle yüzde 5 civarında olacak. Teşvikler umulanı vermedi. Kumaş ithalatındaki koruma önlemlerinin yeniden gözden geçirilmesi gerekiyor. Oto pazarında ithalin payı gittikçe artıyor. AB’de durum düzelmediği için sıkıntı devam ediyor... ŞEHRİBAN KIRAÇ AKP Sermayesinin Niteliği Geçen haftanın yazısında kaynaklarıyla açıklandığı gibi, AKP dönemi sermaye birikiminin belirleyici özelliği, sermayenin yükselen bir eğilimle hükümete bağımlı duruma gelmesi; giderek tam teslimiyetidir. AKP öncesi sağcı iktidarlardan farklı olarak, dinsel bir özellik taşıyan bu birikim süreci, kaçınılmaz olarak çok kapsamlı sonuçlar doğuruyor. Daha somut olarak, bir tarafıyla AKP’ye teslim olan sermaye, diğer tarafıyla da beyinleri ve giderek tüm toplumu AKP adına teslim alıyor! HHH Sermayenin AKP’ye teslimiyetinin etkileri üç ana başlık altında toplanabilir. Birincisi, sermaye AKP’ye teslimiyet sürecine girince, kendi işyeri yönetimini de büyük ölçüde buna göre yapılandırıyor. Çalıştırdığı insan gücü, baştan sona, bu anlayışa göre biçimleniyor; çalışanların yaşam biçimi de dinselleşiyor. On bir yıla yaklaşan iktidarı boyunca kamu bürokrasisinin köşe başlarını kendi anlayışına uygun insan gücü ile dolduran AKP, benzer bir kadrolaşmanın kendisine teslim olan özel sermaye tarafından gerçekleştirilmesi için elinden geleni yapıyor. Açıktır ki, yargının ve eğitimin yeniden yapılanmasıyla bütünleşen böyle bir işgücü yapısından, ne bilinen anlamda bir emekçi sınıfı doğar ne de işçi ve memur haklarını savunan özgün bir hareket gelişebilir. İkincisi, nitelik değiştirerek AKP’ye teslim olan sermayenin asıl yıkımı basın yayın alanında yaşanıyor. Hapsedilenleriyle, sermayenin işten çıkardıklarıyla ve kalanların özgürlüklerinin iyice kısıtlanmasıyla baskıcı ve bunaltıcı bir basınyayın ortamı oluşuyor. Yıkım başlıyor; toplum tek yönlü, gerçekdışı ve bilim dışı haber, yazı ve yorumlar, gerçeklerin yerine içi boş ve kısır tartışmalar, yalanlar, hurafelerle körleştiriliyor. Sonuçta, körleşerek demokratikleşen(!) bir toplumsal yapı oluşuyor! Üçüncüsü, niteliği değişen sermaye bilim, kültür ve sanat alanlarında da kendi anlayışını giderek artan oranda egemen kılıyor; uygun deyişiyle kendi kültürünü ve onun insanını yaratıyor. Anlı şanlı İslamcı öğretim üyeleri bile müziğin her türlüsünü uygunsuz buluyor! Bir taraftan insanın önemsizleştirilmesi süreci, ölüme övgülerle kutsanıyor; bir taraftan da bilim, kültür ve sanatın ana özelliği olan eleştirel bakış; nesnellik ve yaratıcılık kaçınılmaz olarak ya çok sınırlı bir alana sıkışıp kalıyor ya da yok olma yoluna giriyor. Bunların yerini, hiçbir evrensel değeri olmayan fizikötesinin sözcük oyunları alıyor. Çocukların ve gençlerin örnek alacakları beyinler ve eller tümüyle bu anlayış ve değerlere göre biçimleniyor. Eskiye dönüşü kutsayan; yaratıcılığın ve bilimsel düşüncenin giderek yadsındığı bir toplumsal ortam yaratılıyor. HHH AKP eksenli sermaye birikimi süreci daha ileri bir toplum düzenine geçişin yollarını tıkamaktadır. Sağlıklı bir ekonomik ve toplumsal gelişmenin önkoşulu olarak, sermayenin AKP’nin uydusu olmaktan bir an önce kurtulması gerekir. Bu, olanaklıdır! Bunun için sermayenin en azından kapitalist ekonominin ilke ve kurallarına göre işlemesinin bilinçli bir biçimde istenmesi gerekir. Kapitalist düzenin kendi ilk ilkesidir: İktidar değişik sermaye kesimlerine hiçbir ayırım yapmaksızın eşit uzaklıkta durmalıdır. Bu yapılmazsa kapitalizm kendi kuyusunu kazar. Rekabetçi bir birikim ortamı ve sermayenin toplumsal sorumluluğu da ancak bundan sonra gündeme getirilebilir. Başta siyaset, AKP dışı kamuoyunun, iktidarsermaye bağının, özellikle basınyayın ve ihale sistemi ayaklarıyla, tarafsız bir yapıya kavuşturulmasına çalışması kaçınılmaz bir zorunluluktur. HHH CHP Prof. Dr. Mehmet Haberal’a geçmiş olsun diyor; Balbay ve diğer haksızlığa uğrayanların da bir an önce özgürlüklerine kavuşmalarını diliyorum. İçeride Gezi Parkı Direnişi, Merkez Bankası’nın faizleri artırması, dolar kurunun 1.95’e kadar çıkması, 2014 başında yerel seçimlerin yapılması, dışarıda ise ABD Merkez Bankası’nın tahvil alımını sonlandıracağını açıklaması, başta Suriye olmak üzere Ortadoğu’da devam eden karışıklıklar ve Avrupa ülkelerinde ki ekonomik krizin devam etmesi 2013’ün ikinci yarısının daha çetin geçeceğini gösteriyor. Ekonomide büyüme beklentisi yüzde 4’ün altına gerilerken yüzde 5 düzeyinde hedeflenen enflasyon hedefinin de tutması mümkün görünmüyor. Ekonominin lokomotif sektörlerinden otomotiv ve tekstil konfeksiyon ve hazır giyimde gerekli reformların yapılmaması özellikle otomotivde ithalatın hız kazanması nedeniyle hedeflerde sapma söz konusu olacak. Genç Yönetici ve İşadamları Derneği (GYİAD) Başkanı Burcu Akdarı Toprak’a göre, 2013’ün başında taşıdıkları heyecanın yerini karamsarlığa bıraktı. Toprak, GYİAD üyelerinin yüzde 41’i, 2013’ün ilk yarısında işlerinin beklentilerinin altında kaldığını, yüzde 43’ü ise ikinci yarının daha da kötü geçeceğini açıklarken yüzde 70’lik kesim yüzde 4 olarak açıklanan ekonomik büyümenin yakalanamayacağı görüşünde. Toprak, “Ekonomik beklentilerin karşılık bulması için üretmeye, işe ve istihdama odaklanılması gerekiyor. Umutların başka baharlara ertelenmemesi gerekiyor. Türkiye’nin aydınlık geleceği bu iki dinamiğin bir arada yürütülebilmesinden geçiyor” dedi. Yeni teşvikler canlılık yaratmadı Türkiye Giyim Sanayicileri Derneği (TGSD) Başkanı Cem Negrin * Yeni teşvik düzenlemeleri hazır giyim yatırımlarını istenilen veya beklenilen ölçüde canlandıramadı. * En önemli ihracat pazarımız olan AB’de toparlanma seviyesi ve yeniden büyümeye geçiş ve buna bağlı hazır giyim harcamaları ile hazır giyim siparişleri belirleyici olacak. * Rekabetçilik ve kârlılık için döviz kurları genel seviyesi de etkili olacak. Sepet kurun 2.20 üzerine çıktıktan sonra bu seviyelerde kalması ihracat artışını destekleyecek. İç pazarda ise Merkez Bankası’nın sıkılaştırma politikası ve yılın ikinci yarısında toparlanma seviyesi ile oluşacak hazır giyim perakende harcamaları belirleyici olacak. * Kumaş ithalatında uygulanan korunma önlemlerinin de yeniden gözden geçirilmesi ve artık sona erdirilmesi olumlu olacak. * Yeni yatırım teşvikleri ile getirilen destekler çerçevesinde yatırımların daha cazip olması ve hazır giyim yatırımlarının özellikle 6. bölgede artması için gerekli iyileştirmeler yapılmalı. Kullanılmış makinelerin teşvik kapsamında kabul görmesi ve gelir vergisi teşvikindeki sıkıntının giderilmesi ile bürokrasinin azaltılması yatırımları artırabiir. * Yılın ikinci yarısında bu beklentilerin karşılanması halinde 17 milyar dolar ihracat hedefini aşmak ve 50 milyar TL iç pazar büyüklüğüne ulaşmak mümkün olacak. Üretim azaldı İthalat arttı İstanbul Hazır Giyim ve Konfeksiyon İhracatçıları Birliği (İHKİB) Başkanı Hikmet Tanrıverdi giyim eşyası imalat sanayiinde üretim endeksi, 2013’ün Nisanı’nda 2012’nin aynı ayına kıyasla yüzde 2.1, mart ayına göre de yüzde 4 azalış gösterdiğini söyledi. Merkez Bankası’nın son açıklanan verilere göre, giyim sanayiinde kapasite kullanım oranı 2013’ün Ocak’ında yüzde 78 iken, haziranda yüzde 76.8’e düştüğüne işaret eden Tanrıverdi’nin değerlendirmeleri şöyle: * Hazır giyim ve konfeksiyon sektörünün performansını etkileyen en önemli faktörlerden biri döviz kurlarının seyri. * Hazır giyim ve konfeksiyon ihracatının yüzde 75’i, 27 AB ülkesine yapıyor. 2013’ün ilk yarısı geride kalırken AB pazarındaki sorunların tam anlamıyla çözülemediği görülmekte. Bu da sektörel ihracat performansını etkiliyor. * Ortadoğu, Türkiye’nin hazır giyim ve konfeksiyon ihracatında AB ülkelerinin ardından en büyük ikinci pazar durumunda. Ortadoğu’da meydana gelen siyasi gelişmeler, özellikle Suriye, İran’daki gelişmeler ihracatı olumsuz etkileyecek. * Gümrük Kanunu ile ilgili değişiklikler de hazır giyim ve konfeksiyon sektörünü olumsuz etkiliyor. Yeni kanuna göre, gümrüklerde cereyan eden günlük operasyonlar sırasında çeşitli cezalar gündeme geldi. Bunlar özellikle zamanında teslim, hızlı moda gibi olgulara paralel hareket etmek durumunda olan hazır giyim ve konfeksiyon ihracatçıları üzerinde maddi ve manevi yük oluşturuyor. Otomotiv Sanayii Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Kudret Önen * 2012’nin son çeyreğinden itibaren pazarda ithalatın payı sürekli artıyor. Bu pay otomobilde yüzde 78 ve hafif ticari araçlarda yüzde 48’e çıktı. * İhracatta artış olacağı ancak iç pazarda artan ithalat nedeni ile ülkede üretilen ürünlerin pazar payının azalacağı bir yıl olacak. * İç pazarın olumlu etkisi ile 2011’de artan üretim özellikle Avrupa ülkelerinde düzelmenin olmaması, bazı ülkelerde daha da kötüleşmesi nedeniyle azalmasını sürdürüyor. * Etkin ve verimli bir teşvik sistemi çok önemli. En önemli rakiplerden Orta Avrupa ülkeleri karşısında rekabet üstünlüğümüz, yeni teşvik sisteminin sanayimize kazandıracağı avantaj ile yakından ilgili olacak. * Teşviklerdeki yeni gelişmelerin 2023 hedeflerine ulaşmada önemli olduğuna inanıyoruz. Ancak hedefler ile bugünkü durumumuzu karşılaştırdığımızda kalan 10 yılda dört kat büyümemizin zorluluğunu da özellikle vurgulamak isteriz. *Toplam üretim 2013 ilk 6 aylık dönemde 2012’ye göre yüzde 1 artarak 570 bin adet oldu. Otomobilde haziranda üretim artışı yüzde 12 olurken ilk 6 ayda otomobil üretimi yüzde 2 azaldı. Bodu Bala Sena (Budist İktidar Gücü) grubu Müslümanlara savaş açmış durumda, lideri Galagoda Gnanasara, Müslümanlara yaşam alanı sunan demokratik değerlerin Sinala ırkını, Budist kültürü yok etmekte olduğunu savunuyor. Nasıl Yusuf El Karadavi Sünnileri, Şiilere karşı savaşa çağırıyorsa, Gnanasara, Budistleri “Müslümanların aşırılıklarına karşı polislik yapma”ya çağırıyor. Hindistan ve Sri Lanka’da saldırı altında olan Müslümanlar da Mısır, Pakistan, Endonezya ve Zanzibar’da Hıristiyanları, diğer dinleri baskı altına almaya, hatta yok etmeye çalışıyorlar. Moderniteyle birlikte, dini aidiyetler geri plana itilmeye başlamış, siyasi ontolojinin merkezine her zaman pazarlığa, yoruma, eleştiriye ve uzlaşmaya olanak veren ulus, daha da birleştirici bir soyut aidiyetten kaynaklanan sınıf kimlikleri ve çelişkileri oturmuştu. Ancak modernitenin ırksal üstünlük teorilerini, etnik ulusçuluğu içeren karanlık bir yüzü de vardı. Yirminci yılın son çeyreğinde, modernitenin karanlık yüzünden kurtulmaya çalışırken adeta “banyodaki kirli suyla (ırkçılık ve etnik ulusçuluk) beraber banyodaki bebekleri (sivil ulusçuluk, seküler vatandaşlık ve sınıf aidiyetlerini) kanalizasyona dökmeye kalkmak” postmodernizmin ve liberal solun katkılarıyla moderniteden geriye, reaksiyoner etnik aidiyetlere, dinci paradigmalara geri dönmeye niyetli akımların değirmenine su taşıdı. ABD’nin hegemonya restorasyonu projesi içinde dünya halklarını “uygarlıklar”, uygarlıkları da dini aidiyetler üzerinden tanımlama çabasının katkılarıyla bu geri dönüş tüm insanlığa artık çok pahalıya mal olmaya başladı. En ağır fatura, egemen sınıfları ve egemen ekonomik siyasi sistemin getirdiği sorunları, emperyalizmi unutarak, birbirlerini din adına katletmeye itilen yoksul halk çocuklarına hem de kendini aşkın bir amaç uğruna feda etmeye hazır en parlak çocuklarına çıkmaya başladı. Artık bayramlarda şekerler tatlı değil! Bayram tüm Müslümanlar için ramazanı geçirmiş olmanın iç huzuru ile umut, barış, dostluk, birlik zamanı anlamına geliyor, gelmesi gerekiyor. Ne yazık ki Müslüman dünyası bu duygulardan, huzurdan çok uzak bir dönemden geçiyor. Kanlı ufuklarda kısa bir tur Tunus’tan Zanzibar’a, Suriye’den Sri Lanka’ya Müslümanlar ya kendi aralarında ya da Hıristiyan ve Hindu dininden gruplarla çatışma halindeler. Bu çatışma ve kargaşa da yalnızca dinlerden kaynaklanmıyor. Dinler ne barışçıdır ne de hoşgörülü. Her din, diğer dinleri dışlayan mutlak hakikatlere dayanır, mutlak inanç talep eder. İnsanlığın 21. yüzyılına göre ağır, kısıtlayıcı kurallar, yasalar ve cezalandırma, “ötekini” tanımlama biçimleri içerir. Yine de tüm bunlara karşın o dinleri benimsemiş insanların her zaman en aşırı, en sert biçimleri seçmediklerini, değişik toplumlarda değişik hoşgörü düzeyleri sergileyebildiklerini biliyoruz. Esas sorun, “siyasi ontolojinin” merkezine dini çelişkileri ve mutlakıyetleri koymaktan kaynaklanıyor. Dini çelişkiler ve mutlakıyetler, siyaseti belirlemeye başlayınca da siyasetin en önemli etkinliği, uzlaşma ve pazarlık için yer kalmıyor. İslamın, yüzyıllardır bir arada yaşamayı beceren Sünni ve Şii kanatları, ABD bir imparatorluk projesi bağlamında büyük Ortadoğu coğrafyasını tanımlayıp yeniden şekillendirmeye başladığından bu yana, adeta ölümcül bir savaşa girmiş gibi görünüyorlar. Bu savaşın en kanlı sahnesi, bir süredir, başka ülkelerden gelen Sünni ve Şii savaşçıların çabalarıyla, AKP Türkiye’si de dahil birçok devletin askeri, mali araçlarla burnunu sokmasıyla Suriye’de şekillenmiş durumda. Bu iç savaşta 100 binden fazla Müslüman öldü. Kentler, yaşam alanları tahrip oldu. Sayıları yüz binlerle ifade edilen bir göçmen kitlesi oluştu. Bu savaş, Lübnan’a sıçradı, Türkiye’yi etkiliyor, Ürdün’ü sarsıyor. Mısırlı Selefi lider Şeyh Yusuf El Karadavi bir fetvayla, tüm Sünni Müslümanları Suriye’de Esad rejimine ve Lübnan’da Hizbullah’a karşı savaşmaya çağırıyor. Selefi militanlar Mısır’da Kıpti Hıristiyanlara, Irak’ta Şii halka, Tunus’ta seküler siyasetçilere, Zanzibar’da Hıristiyan liderlere, kiliselere, hatta turistlere saldırıyorlar. Mısır’da iktidara gelen Müslüman Kardeşler örgütü, ülkenin ekonomik siyasi sorunlarını çözmek yerine totaliter bir rejim kurmaya kalkınca, ülke yeniden patladı, ordu siyasete doğrudan müdahale etti, MK hükümetini devirdi, liderlerini tutukladı, ülke bir iç savaşın eşiğine geldi. Kıpti Hıristiyan azınlık da iki ateş arasında kaldı. Libya’da, Kaddafi rejimi NATO uçaklarıyla yıkıldıktan sonra, “betona düşmüş karpuz” gibi her parçasında bir Müslüman savaş lordu ganimetlerini korumaya çalışıyor. Selefi örgütler, Kuzey Afrika ve Mağrip El Kaidesi adı altında örgütlenerek silahlarıyla Mali’ye, Somali’ye Yemen’e geçiyorlar. Halk ise bu felaketin ortasında bugünden yarına ne olacağını bilemeden yaşamaya çalışıyor. Tunus’ta Müslüman Kardeşler şubesi Ennahta’nın hükümeti ne yönetebiliyor ne de Selefi çeteleri denetim altında tutabiliyor. Aksine kendi kurduğu “devrim muhafızları” benzeri mahalle örgütleriyle sokaklara egemen olmaya çalışıyor. Buna karşılık, peş peşe iki muhalefet liderinin katledilmesinden sonra Bayramda Acı Şeker seküler muhalefet ayakta, işçi sınıfı genel grevle topluma bir düzen getirmeye, demokrasiyi ilerletmeye çalışıyor. Şii Sünni çatışması yetmezmiş gibi kendi anlayışı dışındaki tüm diğer Sünni Müslümanları kâfir, Şiileri şeytan sayan Selefi ya da Tekfiri olarak bilinen çok sekter bir Sünni akım, Müslüman topluluklarda, Suriye’den Tunus’a, ek bir çatlak açıyor. Müslümanlar kendi içlerinde çatışıyorlar. İktidara gelen İslamcı partiler, bir daha gitmemek niyetiyle toplumları yeniden şekillendirmeye, rakiplerini tasfiye etmeye girişerek siyasi patlamalara zemin yaratıyorlar. Ancak bu öykünün yalnızca bir kısmı. Müslümanlar diğer dinlerden gruplarla da birlikte yaşamakta zorluk çekiyorlar, Tabii ki bu durum yalnızca onlardan kaynaklanmıyor. Hindistan’da ülke bağımsızlığını elde ederken emperyalizmin ektiği zehirli tohumlar hâlâ meyve vermeye devam ediyor: Hindu milliyetçileri sık sık Müslüman azınlıklara saldırarak katliamlar yapıyorlar. Geçen hafta Keşmir’de çatışmalar yeniden alevlendi, yine evler yakılıyor, insanlar öldürülüyor. Sri Lanka bir başka kanayan yara. Hindu egemen sınıfı Tamil Kaplanları’nı adeta bir soykırımla yok ettikten sonra, dikkatini yüzyıllardır barış içinde yaşadığı Müslüman azınlığa çevirmiş görünüyor. Irkçı ve sekter Budist Dinler dinlere karşı ABD’den Samsung’a ithalat yasağı Ekonomi Servisi ABD Uluslararası Ticaret Komisyonu (ICT), Samsung’un bazı akıllı telefon ve tablet ürünlerine ithalat yasağı getirdi. ICT, Güney Kore’nin teknoloji devi Samsung elektronik firmasının bazı akıllı telefon ve tablet ürünleriyle ilgili patentini yasakladı. Apple’a ait 2 patent gerekçesiyle kabul edilen yasak, ABD Başkan Barack Obama tarafından 60 gün içinde onaylanması halinde geçerli olacak. Obama’nın veto yetkisi bulunan yasaklamaya ilişkin kararın ABD’deki özellikle Galaxy S II akıllı telefonları ile Galaxy 10.1 tablet müşterilerini ilgilendirdiği belirtildi. Apple ile Samsung, dünya pazarlarında sadece teknoloji ve satış rekabetinde değil, aynı zamanda, 2011’den bu yana çeşitli ülke mahkemelerinde devam eden patent davalarıyla da büyük bir mücadele içinde.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle