23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 10 AĞUSTOS 2013 CUMARTESİ 6 ‘ÖLÜME TERK EDİLDİ’ HABERLER Uyuşturucuyla anılan semtlerde yaşayan yurttaşlar polisten şikâyetçi Kemal Avcı için tahliye çağrısı ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Kocaeli F Tipi Cezaevi’nden gazetemize gönderilen mektuplarda Edirne Tıp Fakültesi’nde mahkum koğuşunda yatan mide kanseri Kemal Avcı için tahliye çağrısı yapıldı. Mektuplarda “Cezaevleri tabutluğa döndü. Kemal Avcı tutuklu olduğu için tahliyesinin önünde engel yok. Bir tutsağın daha öldürülmesine izin vermeyelim” denildi. Hüsamettin Yavuz ve Durmuş Erdemir, Kocaeli 1 No’lu F Tipi Cezaevi’nden gazetemize gönderdikleri mektuplarda, Avcı’nın sağlık durumuna dikkat çekti. Yavuz mektubunda “henüz 25 yaşındaki” Kemal Avcı’nın cezaevine giriş öyküsünü şöyle anlatıyor: “Kemal bugüne kadar üç kez F tipi hapishaneye girip çeşitli sürelerde yattı, çıktı ve yaşadığı onca şeye, rahatsızlıklarına rağmen her seferinde yeniden insanca yaşam mücadelesine koştu. Son olarak 9 Aralık 2012 tarihinde ağır yaralı olarak Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde tutulan Nebiha Aracı’nın tedavisinin engellenerek öldürülmek istendiğini duyması üzerine TAYAD’lı ailelerin çağrısına uyarak hastane önüne gitti ve burada yaşanan polis müdahalesi sonucu gözaltına alınıp tutuklandı.” Yavuz, “Kemal, tutuklu olduğu için tahliyesinin önünde hiçbir engel yok ama edilmiyor. Nedeni tecrittir” dedi. Erdemir de mektubunda “Türkiye hapishaneleri adeta birer tabutluğa dönmüş durumdadır. Resmi verilere göre 20002011 yılları arasında tam 2 bin 624 tabut çıktı hapishanelerden. Bu rakamın büyük kısmını hasta tutsaklar oluşturuyor. Çoğu kanser hastası olmak üzere 300’ün üzerinde hasta tutsak ölümü bekliyor” dedi. Avcı’nın yeterli tedavi ve bakım olanaklarından yoksun bırakıldığını vurgulayan Erdemir, “Hakkında hapishanede kalmasının mümkün olmadığına dair rapor bulunan, hastalığının iyileşemez noktaya geldiği Kemal Avcı, ölüme terk edilmiş durumdadır. Bir tutsağın daha öldürülmesine izin vermeyelim” çağrısını yineledi. Çeteler sokakta İstanbul Haber Servisi Maltepe Gülsuyu Mahallesi’nde uyuşturucu satıcısı olduğu ileri sürülen 2 kişinin açtığı ateş sonucu 9 kişinin yaralanması sokak çetelerini yeniden gündeme getirdi. Temmuz ayında da Gazi Mahallesi’nde ÖDP mahalle temsilcisi Celal Karaduman ve Serkan Ergül öldürülmüştü. 19 Temmuz’da Gazi Mahallesi’nde uyuşturucu satıcılarına karşı çalışma yapan Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP) mahalle temsilcisi Celal Karaduman ve Serkan Ergül’ün kuyumcu dükkânında infaz edilmelerinin ardından, Maltepe Gülsuyu’nda ESP’lilere yönelik silahlı saldırının altından da uyuşturucu çeteleri çıktı. Geçen yıl da Okmeydanı’nda uyuşturucu satıcıları ile semt sakinleri arasında olaylar çıkmış, semt sakinleri yaptıkları yürüyüşle uyuşturucu satışını protesto etmişti. Kutsuz Bayram Bu yazıyı Şeker (ya da Ramazan) Bayramı’nın ilk günü yazıyorum. Kimseye bayramınız kutlu olsun demek içimden gelmiyor. Çünkü kutsuz bir bayram yaşıyoruz. Kötülüğün, karanlığın, hukuksuzluğun, cana kıyıcılığın egemen olduğu bir ülkede bir bayram kutlu olamaz. Ya da kutlamalar içtenliksiz, bilinçsiz, sevinçsiz, âdet yerini bulsun diye yapılan sıradan söz değiş tokuşları olacaktır. HHH Balyoz diye adlandırılan yargılamanın ardından Ergenekon adı yakıştırılan davada verilen hükümler beklenen bir sonuç olmakla birlikte yine de vicdanları yaraladı. Tabii, vicdan sahibi olanlardan söz ediyorum. Vicdan, herkesin sahip olabileceği bir erdem değildir. Öyle olsa, “vicdansız” diye bir sözcük türetilmezdi. Tıpkı demokrat olmak, özgür düşünceli olmak, cesur olmak gibi, vicdanlı olmak da, hem kolayca sahip olunabilen; hem de bilinç, birikim, deneyim gerektiren bir erdemdir… Kolay olması, eninde sonunda, bir kişilik olgusu olmasındandır. Çok küçük yaşlarda bu ve benzer erdemleri kazanabilir ya da kazanamazsınız… Kişiliğinizin oluşumuyla ilgili bir konudur bu… Zorluk, yaşamın daha ileri dönemlerinde karşılaşılan sorunlarla ilgili tavrınızı belirlerken ortaya çıkar… Bu ise bir bakıma son nefese kadar sürecek olan bir süreçtir… İnsan olmamızın evrelerinde alçalmanın da yükselmenin de sonu yoktur… Toplumların baskı dönemleri, bu konuda keskin ve belirleyici bir denek taşıdır. Alçaklar ve kahramanlar böyle dönemlerde ortaya çıkar. Günümüz Türkiye’sinde yaşanmakta olduğu gibi… HHH Balyoz, Ergenekon yargılamaları sonucunda verilen hükümleri değerlendirebilmek için hukukçu olmaya gerek yok. Çünkü gerek seçkin hukukçular, gerek bu davaların kimi sanıkları, yaptıkları açıklamalarda, yazdıkları kitaplarda, hukuk ve akıl dışılıkları bir bir ortaya koydular. Buna karşın, nasıl bu hükümler verilebildi? Bu sorunun yanıtı, hukukta, yasalarda değil, yukarıda sözü edilen erdemler ya da erdemsizliklerdedir. Bunlar siyasal davalardır demek de bence eksik ve yanıltıcı olur. Ne demek siyasal dava? Yalan, hukuksuzluk, zalimlik ne zamandan beri siyaset olarak adlandırılıyor? Cinayete cinayet, alçaklığa alçaklık denir. Suriye’de kafa kesen, diri diri insan yakan, insan kanı içen caniler için siyaset yapıyorlar mı diyeceğiz? Silahsız, korunmasız insanları linç eden, pala sallayan, hedef gözeterek can alan vicdan ve insanlık yoksunları ile onları yönlendiren, kollayıp koruyan siyaset erbabı, siyasetçi mi yoksa düpedüz suçlu mudur? HHH Kimse kusura bakmasın, içerde iyimserliklerini yitirmeksizin yiğitçe direnen dostlar da beni bağışlasın, karamsarlıkla suçlamasın; fakat kutsuz bir bayram yaşıyoruz. 1980 sonrasında 10 ay süren bir cezaevi deneyimim var. Özgürlükten yoksun olarak geçen bir gün değil bir an bile zulümdür, bunu hak etmemiş kişiye karşı işlenmiş en ağır bir suçtur. Yukarıda adını andığım kurmaca davalarda ve benzerlerinde yıllarca süren tutukluluklar ise tutuklu kişiye ve insanlığa karşı işlenmiş cinayet ağırlığında bir suç sayılmalıdır. Sonuçta verilen cezalar ise bu cezaları alanlar için değil fakat verenler için ömür boyu taşıyacakları bir utanç lekesi olacaktır. HHH “Kimseye bayramınız kutlu olsun demek içimden gelmiyor” diye başladım… Buna karşın, gelecekteki ulusal bayramlarımızda, ulusumuzun büyük günlerinde yükselecek olan halk hareketlerinin heyecanını şimdiden duyuyoruz… İçinde bulunduğumuz bayramı, kardeşlik ve barış günleri olması gerekirken kutsuzlaştıranlar ve buna alkış tutanlar ise eninde sonunda haklarında en ağır hükmü verecek olan toplumsal vicdanın yargısından, işledikleri suçların lanetinden kurtulamayacaklardır. ‘Semtlerimiz bilinçli olarak yozlaştırılıyor’ Gülsuyu, Gazi Mahallesi ve Okmeydanı gibi semtlerde uyuşturucu satışının arttığını ve kolluk kuvvetlerinin buna göz yumduğunu savunan yurttaşlar, “Burada uyuşturucu satıcıları özellikle gençlere yönelik çalışmalar yürütüyor. Bunlara karşı mücadele edenler ise açıkça tehdit ediliyor. Uyuşturucu satıcılarının kimler olduğunu polis bilmesine karşın müdahale etmiyor. Semtlerimiz bilinçli olarak yozlaştırılıyor” dediler. 3 yıldır siyah dışında başka bir kıyafet giyinmeyen Songül Alıcı, oğlunun katillerinin hepsinin bulunmasını istiyor SİBEL BAHÇETEPE Bu annenin feryadını Kaya Polis Karakolu’na siyah çelenk ile yürüyeceğim” diyen anne, “Aykut bıçaklanmadan saatler önce, kendisine saldıranlardan kaçarak ağabeyiyle mahallemizdeki o karakola sığınmış. Karakolda da tehditler sürmüş. Karakoldan o güne ait kamera kayıtlarını yıllardır istedim ancak ‘yok’ dediler. Bunu ve katillerinin bulunmamasını protesto edeceğim” diyor. duyan yok Bir kişi ceza aldı “Katiller vuruyor, devlet koruyor” diyen anne Alıcı, oğlunun katillerinin 9 kişi olduğunu iddia ediyor. Alıcı, yalnızca C.T. adlı kişinin ceza almasını da eleştiriyor. Mahkemenin diğer 8 kişi için tutukluluk kararı çıkarmamasına tepki gösteren Alıcı, temyize başvurduğunu anımsatarak “Temyiz kararında bu 8 kişi için bir karar çıkmazsa kesinlikle açlık grevine gideceğim” diyerek yaşananlara isyan ediyor. Aykut’un bıçaklandığı gün ramazanın 4. günü olduğunu anlatan Alıcı, “Sabah herkes bayramlaşıyor, ben kalktım sabah onun kıyafetlerini aldım kokladım. Acı dinmiyor. Bu ülke bana bir yol göstersin. Devlet isteseydi bütün katilleri bulurdu. Acımı dindirmeliler. Ben de bu ülkenin vatandaşıyım. Ben bu ülkenin doktorlarından ötanazi istiyorum, artık dayanamıyorum” diyerek gözyaşlarına boğuluyor. Anne Songül Alıcı. 3 yıl önce 14 Ağustos günü oğlu Aykut Alıcı’yı (20) oturdukları evin kapısının önünde bıçaklayarak öldürdüler. O günden bu yana hep siyah giyindi. “Aykut gideli 3 yıl oldu, ama bana 3 gün gibi geliyor. Acısı hâlâ çok sıcak. Onu unutamam. Bayram benim neyime, her gün onun kıyafetlerini kokluyorum” diye gözyaşlarına boğulan anne Alıcı, “İki ciğerim vardı, birini aldılar. İki gözüm vardı, birini kör ettiler. Aykutuma kavuşacağım her günü sayıyorum” diyor. Aykut Alıcı, saçı uzun ve gözünde lens olduğu gerekçesiyle 14 Ağustos 2010’da akşam saatlerinde, Küçükçekmece Mehmet Akif Mahallesi Âşık Veysel Sokak’taki evinin önünde bıçaklanarak öldürüldü. İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi’nde okuyan Aykut Alıcı, yaşasaydı bu yıl askere gidecekti. Oğlunun ölümünün ardından sağlığı bozulan ve her gün gözyaşı döken anne Alıcı, vakit buldukça “oğlumun artık evi burası” dediği Hadımköy Güzelbahçe’deki mezarına giderek özlem gideriyor. Evinin her köşesine Aykut’un fotoğraflarını asan anne Alıcı, okumayazma Cumhurbaşkanı mektubuma cevap bile vermedi Alıcı, “Oğlumu bıçaklamak için geldiklerinde balkondaydım, 9 kişiyi de gördüm. ‘Yapmayın’ diye balkondan bağırdım ama oğluma bıçağı sapladılar. Devlet katilleri ön kapıdan alıyor, arka kapıdan salıyorlar. Tabii ki bu ülkede cinayetler çoğalacak. Aykut bir işadamının oğlu, bir milletvekilinin oğlu olsaydı şimdi çoktan bu dava çözülmüştü. Benim param yoksa Allahım var. Susmayayacağım, oğlumun katillerinin cezasını çekmesini istiyorum. Oğlumu bıçaklamak için gelen diğer 8 kişi de cezasını çekerse, acım bir nebze de olsa diner. O zaman da giyindiğim karaları çıkaracağım. Bu ülkeyi yönetenlere, Başbakan’a sesleniyorum. 3 yıldır bağırıyorum ben, neden sesimi duymuyorlar? Cumhurbaşkanı’na mektup yazdım, neden bana geri dönmediler? Yaşasıydı üniversiteden mezun olmuştu. Oğlumun arkadaşları askere gitti... İkitelli’de aynı yıl peş peşe 4 can gitti, hepsi de Tunceliliydi. Soruyorum, bu çocukların suçları neydi? Devlet bizlere yasaları işletmiyor, işlerine gelseler katiller cezasını alırdı. Tüm emniyeti suçlamıyorum, o gün görevli olan polisleri suçluyorum, neden karakoldaki kamera kayıtlarını vermiyorlar? 15 bine yakın imza topladım, onları da AİHM’ne yollayacağım.” bilmediği için her yıl bayramda oğlunun “kan kardeşim” dediği Merve’ye bir mektup yazdırıyor. “14 Ağustos’ta saat 21.00’de oğlumun vurulduğu kapımızın önünden İkitelli Şehit Zeki ÇHD’ye dava ve soruşturma baskısı HİLAL KÖSE AVUKATLARA YÖNELİK DARP VE ŞİDDETE İLİŞKİN HENÜZ AÇILMIŞ BİR DAVA BULUNMUYOR Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) İstanbul Şubesi üyesi avukatlar, tutuklu avukatların serbest bırakılması için eylem yaptıkları, Gezi eylemlerindeki şiddeti protesto ettikleri ya da adliyelere girişte üst aramasına karşı çıktıkları için “izinsiz gösteri”, “polise direnme” gibi iddialarla açılan çok sayıda dava ve soruşturmayla karşı karşıya. Avukatlara yönelik darp ve şiddete ilişkin ise henüz açılmış bir dava bulunmuyor. Çağlayan Adliyesi 2011 yılında açıldığında, daha önce meslek kartlarını göstererek adliyelere girebilen avukatlara üst araması kuralı getirildi. ÇHD üyeleri de uygulamanın hukuksuz olduğunu savunmuş, binaya toplu girişler yaparak uygulamayı protesto etmişti. Bu eylemler sırasında özel güvenlik görevlileriyle karşı karşıya geldiler, bazı avukatlar da darp edildi. Ancak savcılık avukatlar hakkında soruşturma başlattı. Adalet Bakanlığı’nın soruşturma izni vermesi üzerine, Cumhuriyet Başsavcı Vekili Hüseyin Ayar, 14 avukat hakkında iddianame düzenledi. İstanbul Barosu Avukat Hakları Merkezi’nin aktif üyesi avukat Ömer Kavili, DHKPC operasyonuyla tutuklanan avukatlardan ÇHD İstanbul Şube Başkanı Taylan Tanay ve Şube Sekreteri Güçlü Sevimli, Halkın Hukuk Bürosu avukatlarından Süleyman DEFTER TUTMAMA DAVASI ÇHD Şube Başkanı Taylan Tanay hakkında, Dernekler Yasası’na muhalefet ettiği gerekçesiyle de ayrı bir dava açıldı. İstanbul Valiliği İl Dernekler Müdürlüğü’nün şikâyetçi olarak yer aldığı iddianamede, Tanay’ın tutulması zorunlu olan defterleri usulüne uygun tutmadığı, bu eylem nedeniyle savcılıkça gönderilen para cezasını da 19 Nisan 2013’te ödemediği ifade edildi. Savcı, Tanay’ın 3 aya kadar hapisle ya da adli para cezasına mahkum edilmesini ve TCK’nin 531. Tanay maddesi uyarınca, sürekli, süreli veya geçici bir kamu görevini üstlenmesinden yoksun bırakılmasını istiyor. Bu yasak, TBMM üyeliği, atamaya veya seçime tabi bütün memuriyet ve hizmetlerde istihdam edilmeden yoksun bırakılmayı kapsıyor. Tanay’ın, ödeme yapması istenen tarih ise cezaevinde tutuklu olduğu döneme denk geliyor. tanbul 36. Asliye Ceza Mahkemesi’nde devam ediyor. Gezi eylemi soruşturması İstanbul Barosu ve Çağdaş Hukukçular Derneği üyeleri, 11 Haziran’da Çağlayan Adliyesi’nde Gezi eylemlerindeki polis şiddetine tepki olarak eylem yapmıştı. Onlarca avukat adliyenin içinde yaka paça yerlerde sürüklenerek gözaltına alındı. Ertesi gün baro başkanının da katılımıyla binlerce avukat Çağlayan Adliyesi’nde buluştu. Avukatlara ve Gezi direnişçilerine yönelik polis şiddeti kınandı. Savcılık ise şiddet gören yaklaşık 40 avukat hakkında soruşturma başlattı. Emniyet müdürlüğünce savcılığa yapılan ihbarda, adliyenin C kapısında bulunan heykellerin önünde toplanan 5060 kişilik grubun, alkışlar eşliğinde “Her yer Taksim, her yer direniş”, “Yaşasın mücadelemiz, kahrolsun faşizm”, “Polis dışarı” sloganı atmaya başladıkları, uyarılara karşın dışarı çıkmadıkları ifade edildi. Güvenlikten sorumlu Başsavcı Vekili Zekeriya Öz’ün yakalama talimatı üzerine, müracaat savcısı Abdürrezzak Aydın ile görüşülerek grubun çember içerisine alındığı, dış kapıya yönlendirilmek istendiği iddia edildi. Bu sırada, görevlilere mukavemet gösteren, fiili saldırıda bulunan 44 kişinin gözaltına alınarak Güvenlik Şube’ye getirildiği belirtildi. Gökten de davanın sanıkları arasında yer alıyor. İddianamede, izinsiz gösteri yaptıkları ve görevi yaptırmamak için direndikleri öne sürülen avukatların, toplam 5 yıl 8 aydan 14 yıla kadar hapisle cezalandırılmaları isteniyor. Avukatların, 13 Ekim 2011’de adliye girişinde, güvenlik amaçlı olarak yapılan arama, kontrol ve uygulamaları protesto etmek amacıyla, “Baskılar bizi yıldıramaz”, “Güvenlik dışarı adalet içeri”, “Adliyeler bizimdir, bizimle özgürleşecek” sloganları attıkları, XRay cihazlarına zarar verdikleri, 6 özel güvenlik görevlisinin vücut dokunulmazlıklarına karşı saldırı gerçekleştirdikleri öne sürülüyor. ÇHD üyesi 9 avukat hakkında, DHKPC operasyonuyla tutuklanan avukatların serbest bırakılması için 20 Ocak ve 18 Şubat’ta adliyede yaptıkları eylemler nedeniyle 7 yıla kadar hapis cezası istemiyle dava açıldı. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nca hazırlanan iddianamede, avukatlar “polise direndikleri” ve “Gösteri Yürüyüşleri Yasası’na muhalefet ettikleri” gerekçesiyle suçlanıyor. İddianamede 5 polis memuru ise şikâyetçi olarak yer aldı. Adliyede açıklama yaptıkları sırada polis şiddetine maruz kalan avukatların şikâyetleri ise takipsizlikle sonuçlanmıştı. 5 avukat hakkında, aynı suçlamalara ilişkin açılan dava ise İs nVAN (Cumhuriyet) İpek Yolu Caddesi üzerinde bulunan Toptancılar Sitesi yakınlarındaki 4 katlı binada bulunan ÖzgürDer Van Şubesi’ne önceki gece saat 22.30 sıralarında 13 el silah sıkıldıktan sonra 3 molotofkokteyli atıldı. Molotoflar kapı ve duvar kenarlarına düşüp kendiliğinden sönerken, kurşunlar nedeniyle binada hasar oluştu. Olay sırasında binada biri bekçi 5 kişinin bulunduğunu belirten şube başkanı Erdoğan Güleryüz, saldırının PKK tarafından yapıldığını iddia etti. ÖzgürDer’e silahlı saldırı
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle