13 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 30 TEMMUZ 2013 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Bağnazlık ve Ötesi Zaferin Tek Yolu “Zafer, ‘zafer benimdir’ diyebilenin, muvaffakiyet ‘muhakkak olacağım’ diye başlayanın ve ‘muvaffak oldum’ diyebilenindir.” Bugünkü yaşantıma egemen olan en şaşmaz düşünceler 23 Temmuz 1919’da Erzurum Kongresi’nde atılmıştır. O gün bu gündür, Türk toplumu belirli çizgidedir. Her ne kadar bizleri o sağlam çizgiden koparmak isteyenler uğraşsa da çabaları sonuçsuz kalmıştır. Neydi Erzurum Kongresi’nin ilkeleri?.. İşte birkaçı: “Milli sınırlar içinde vatan bir bütündür. Her türlü yabancı işgal ve müdahalesine karşı ve Osmanlı devletinin dağılması halinde millet birlik içinde savunup karşı koyacaktır. Vatanın ve bağımsızlığın korunması ve elde edilmesi, merkezi hükümet olmadığı takdirde gayenin yerine getirilmesi için geçici bir hükümet kurulacaktır. Kuvayı Milliye’yi etkin ve milli iradeye hâkim kılmak esastır. Manda ve himaye kabul olunamaz. Millet Meclisi derhal toplanacak ve hükümet işlerinin denetimine başlayacaktır.” Bu ilk adım oldu. Yurtseverler daha Osmanlı döneminde bir araya geldiler, ulusal kurtulmanın yollarını aradılar, bunun Türk ulusunun tarihsel gücü ile yaygınlaştırılacağını düşündüler. Birbiri ardına toplantılardan sonra Erzurum’da bir araya geldiler. Erzurum’un ardından Sivas kongresinde daha büyük inançla devam ettiler. 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet yasalarıyla sonuca ulaştılar. Bir avuç insanla, daha doğrusu bir tek önderle böyle bir gücü yaratmak, bunu hepiniz biliyorsunuz, benimki şu temmuz günlerinde anımsatmak. Zaman zaman unutuyoruz. Olmuş, bitmiş, tamamlanmış, güçlü temellerin üstünde kurulmuş bir anıtı yaşıyoruz. Böyle ulusal günlerde, gerçek bayramlarda geçmişi anımsatmak gerekiyor. Çünkü ne yazık ki hâlâ ters düşünenler var! Bilgisizlik diyemiyorum, ancak bozgunculuk, görmezlik, bilmezlik demek daha doğru. Sivas’lar, Erzurum’lar, Ankara’lar... Bir devrimle oluşmuş, birçok devrimle daha da yenilmez olmuş bir oluş, elbet onurla güvenle sonsuzluğa kadar yaşayacaktır. Müslüman ülkelerin bütününde fen adamlarının sayısı 6 milyonluk İsrail’dekilerin yarısı kadar. Kendine Müslüman diyenler bilimsel yayın sayısında (bırakın gelişmiş Batı’yı) Arjantin, Brezilya, Hindistan ve İsrail’in çok gerisindeler... Sözde “tasavvuf uzmanı”nın tavrı yinelenip yaygınlaşırsa, bizi, kimi öteki kardeş Müslüman ülkeler gibi, orta çağ karanlığı bekler. ‘T Prof. Dr. Türkkaya ATAÖV Duruşu” başlıklı kitabı için “Kral Faysal Uluslararası İslama Hizmet Ödülü” verilmişti. ABD uzaya fırlattığı bir aracına, petrolüne el koyduğu Suudilerden birini de aldı. Güneş yerinde dururken dünyanın çevresinde döndüğünü yukarıdan gözleriyle görecekti, ama vaktini araç içinde namaz kılarken kıbleyi aramakla geçirdi. Devletin adında “İslam” sözcüğü bulunan ve halkının 80 milyonu okumayazma bilmeyen bir kardeş ülkede hükümet, eğitime bütçenin yalnız yüzde 2’sini ayırıyor. Zaten, yalnız Kuran okuyanlar doğrudan “okuryazar” sınıflaması içinde. Medrese belgesi yüksek lisans derecesine eşit. Mühendislik fakültesine girecekler Kuran ezberlediyse, notlarına yüzde 20 ekleme yapılıyor. Giriş sınavlarındaki sorulardan: Peygamber’in eşlerinin adları? Ezanlar arasındaki farklar?.. İki İslam ülkesinin Mekke’deki toplantısında tüm bilimsel gerçeklerin Kuran’da ve sünnette zaten var olduğunun altı çizildi. Bu durumda, biyoloji gibi ders kitaplarını da bir “imamlar kurulu” basılmadan önce elden geçirip dinin (kendi anladıkları biçimde) denetimini sağlıyorlar. Onlara göre “cin”lerin kökeni metan gazıymış! Sütün kimyasal bileşiminin EnNahl suresinin 66’ncı ayetinde olduğunu böylece okuyoruz! Bazı şeyleri de yalnız Yaradan bilir; bu nedenle uzayda “yasak bölgelere” girilmemelidir! Bu durumda, sanki apayrı bir “İslam bilimi” var. Oysa bilim tektir. Seyyid Hüseyin asavvuf uzmanı’ denen biri “Hamile kadının sokakta dolaşması terbiyesizliktir” diye bir tanımlama yaptı. Tasavvufun da İslamın da gerçekte ne olduğunu bilen gerçek uzmanlar var. Bağnazlığın, kendine “İslam toplumu” diyen yerlerde nerelere vardığına kısaca bakmakta yarar görürüm. Kuveyt’teki bir toplantıya katılan 17 Arap üniversitesi rektörü yalnız bir konuyu tartışmıştı: “Bilim İslami midir?” Karar: “Mutezile eğilimlerini desteklediği için inanca ters düşer!” Son model otomobiller gibi teknoloji alınsın, ama salt bilime kapılar kapalı durmalı. Medine Üniversitesi Rektörü Şeyh A. İbn Baz’a “Güneşin Dönüşü ve Arzın Yerinde Nasr ve Ziyauddin Sardar, giderek Maurice Bucaille’in söylediklerinin aksine, İslam, Hıristiyan, Yahudi, Hindu, Marksçı ya da bir Üçüncü Dünya Bilimi yoktur. Bilimin kendi yalnız Batı bilimi de değildir. ElKindi, ElRazi, İbni Sina, İbni Rüşd ve İbni Haldun gibi öncüler olmasaydı, Avrupa’da bilim kavruk kalacaktı. Ama bunların kimileri kırbaçlandı, kimilerinin kitapları kafalarında paralandı, kimileri dokuz köyden kovuldular, kimilerinin yazdıklarının elde şimdi yalnız Latinceleri ya da İbraniceleri kaldı. Avrupa’da papalar birilerini “büyücü” diye yakarken, Doğu’da “Beytül Hikme” bilgi merkezi ve gökbilim gözlemevleri vardı. Yer sarsıntısını günahlara bağlayan ve Benjamin Franklin’in yıldırımsavarını taktırmayan bağnaz papazların kiliseleri sallantıda yerle bir oldu. Hamile kadının sokağa çıkmasına “terbiyesizlik” diyen kişi de çağımızın benzer bağnazıdır. Arabistan’da 47 kadın aralarında sözleşerek tek başlarına araba kullanmaya çıktıklarında, minareden imam halka şöyle seslendi: “Bunların öldürülmeleri din buyruğudur!” Bizde de daha korkuncu 1950’ye giden bu geriye dönüşün nereye varacağıdır. Öteki Müslüman ülkelerine ilişkin sayılar hiç de iç açıcı değil: Japonya’da makine dışsatımı tüm satışlarının yüzde 65’idir. Birçok İslam ülkesinde ise sıfıra yakın. Müslüman ülkelerin bütününde fen adamlarının sayısı 6 milyonluk İsrail’dekilerin yarısı kadar. Kendine Müslüman diyenler bilimsel yayın sayısında (bırakın gelişmiş Batı’yı) Arjantin, Brezilya, Hindistan ve İsrail’in çok gerisindeler... Bilgi sürekli olarak onarım isteyen bir yapı gibidir. Newton’u Einstein yeniler, onu da başkaları tamamlayacaktır. Eşsiz Atatürk’ün dediği gibi, “Gerçek yol gösterici bilimdir, fendir.” Ve bu ikiz kavram Harun elReşit ile ElMa’mun’un saraylarının dışına çoktan taşmış, günlük yaşamın parçası olmuştur. Sözde “tasavvuf uzmanı”nın Türk devrimine hiç yakışmayan bu tavrı yinelenip yaygınlaşırsa, bizi, kimi öteki kardeş Müslüman ülkeler gibi, ortaçağ karanlığı bekler. Ancak görünen o ki, kimi üniversitelerden kimi yargıçlara değin birileri gericiliğe teslim olsa da aydınlanmış halkın toplu gücünü kimse yenemez, ne yerli işbirlikçiler, ne çokuluslu şirketler, ne de emperyalizm. Hadi İtiraf Edin: Bana İnanmamıştınız! Hadi itiraf edin: Evet, evet, utanmayın itiraf edin… Bana inanmamıştınız değil mi! HHH Geçenlerde “İŞTE DIŞ MİHRAK”! başlıklı yazımı okuduğunuzda bana inanmamıştınız: Hani şu esas “dış mihrak”ın Hollywood olduğunu açıkladığım yazım! Şimdi herhalde The Times’ta yayımlanan Oscar’lı oyuncuların, yönetmenlerin ve sanat insanlarının Gezi Direnişi hakkında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı suçlayarak imzaladıkları bildiriyi ve Başbakan ile AKP sözcülerinin tepkilerini duydunuz… Hani şu aralarında Andrew Mango, David Lynch, Sean Penn, Vanessa Redgrave, Susan Sarandon, Ben Kingsley, James Fox, Tom Stoppard, Vilmos Zsigmond, Branko Lustig, Igor Ustinov, Edna O’Brien, Oona Chaplin gibi ünlü imzacıların “Beş masum gencin ölümüne neden olan emirleriniz, Strasbourg’da bir davaya dayanak teşkil edebilir” diye bir yargılanmadan söz ettikleri bildiri ve tepkileri! Herhalde artık bana hak veriyor, kendinizden utanıyorsunuzdur: Bütün dış mihraklar, Hollywood başta olmak üzere, Başbakanımıza karşı bir komplo içindeler… Ne diyor Başbakan Recep Tayyip Erdoğan: “… sözde ünlü şahısların… Böyle bir mektuba imza atmalarını biz esefle karşıladık… …Böyle bir mektup Türkiye’nin saygınlığına zerre kadar leke getirmez. Ama böyle hezeyanlarla, yanlışlarla, iftira ve ithamlarla dolu bir mektup, onu yayımlayan gazetenin ve ona imza atan kişilerin saygınlığına gölge düşürür. Acaba kaça yayımladınız bu mektubu Times. İşte senin bedelin o. Senin bedelin o. Bizler tabii yasal mecrada ne gerekiyorsa yapacağız, onun hesabını o şekilde soracağız…” HHH Bence Başbakan Erdoğan’ın “…onun hesabını o şekilde soracağız” talimatı doğrultusunda: Emniyet bunlar için derhal bir fezleke hazırlamalı… Savcılar tutuklama isteğiyle Silivri mahkemelerine sevk etmeli… Yargıçlar da bunları kulaklarından tuttukları gibi zindana tıkmalı… Ve orada unutmalıdırlar!
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle