14 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET [email protected] 30 TEMMUZ 2013 SALI 16 KÜLTÜR Son on yılda, AKP iktidarı döneminde sanata müdahale, baskı ve sansür tavan yaptı Sansür kalkmış filan değil... u Türkiye özgürlükler anlamında notu kırık bir ülke. Victor Hugo, “düşüncenin gümrük memurlarından” söz eder düşünce özgürlüğünün denetlenemeyeceğini söylerken. Ama nedense, hemen her dönemde bunu yapabileceklerini düşünür iktidar odakları… Haldun Taner ustamızın dediği gibi, kendilerince statükonun bekçiliğine soyunurlar. Bunu, baskıyla, sansürle yaparlar. Ya da yapabileceklerini sanırlar… Geçen hafta sansürün kaldırılmasının 105. yılı birtakım etkinliklerle anıldı. Bu etkinliklerden birinde, Basın Konseyi Başkanı Sayın Pınar Türenç: “… Ülkemde hâlâ sansürü konuşmak, basın özgürlüğünün kısıtlanmasından yakınmak, cezaevlerinde gazetecileri görmek Basın Konseyi Başkanı olarak bana tarifi mümkün olmayan acılar veriyor. Üstelik seçilmiş, ileri demokrasiyi getireceğini vaat ederek iktidara gelmiş bir hükümet zamanında bunları konuşmamız ayrı bir üzüntü vesilesi” diyordu. Türkiye özgürlükler anlamında notu kırık bir ülke. Victor Hugo, “düşüncenin gümrük memurlarından” söz eder düşünce özgürlüğünün denetlenemeyeceğini söylerken. Ama nedense, hemen her dönemde bunu yapabileceklerini düşünür iktidar odakları… Haldun Taner ustamızın dediği gibi, kendilerince statükonun bekçiliğine soyunurlar. Bunu, baskıyla, sansürle yaparlar. Ya da yapabileceklerini sanırlar… Bu kısa yazı kapsamında sansür mekanizmasının sanatın çeşitli alanlarında yaptığı tahribatları tek tek ele almak mümkün değil. Ama şu bir gerçek ki, bu ülkede maalesef her devirde işlemiştir sansür mekanizması. Namık Kemal’in “Vatan Yahut Silistre”sine Dünden örnekler kadar gerilere gitmeden, şöyle bir düşünüyorum: Mesela; neden “Sezuan’ın İyi İnsanı” oynarken Tepebaşı Sahnesi saldırıya uğradı? Neden “Muzır Müzikal” oynadığı sırada bir gece o güzelim Şan Tiyatrosu yanıverdi? Neden Haldun Taner’in “Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım” oyunu yasaklandı? Neden Vedat Nedim Tör’ün “Sahte Kahramanlar” adlı oyunu “milli teamüllerimize ve ananelerimize aykırı” olduğu gerekçesiyle Devlet Tiyatroları’nda oynaması yasaklandı? Neden Oraloğlu Tiyatrosu’nda Aristophanes’in “Lysistrata”sı (“Kadınlar IIh Derse”) müstehcen bulunarak yasaklandı… Saymakla bitmez kimi ürküten, kimi de güldüren ama her daim düşündüren bu yasaklar zinciri... Evet, her dönemde sansür var olmuştur ama son on yılda, Ak Parti iktidarı döneminde sanata müdahale, baskı ve sansür tavan yapmıştır. Bu, ne yazık ki 2002 ve ardından 2011 yıllarında sandıktan çıkan yüzde 50 civarında oy oranıyla bağlantılı bir otoriterleşmenin sonucudur. Hele 2011 itibarıyla söz konusu otoriter resim daha da belirgindir. Mehmet Aksoy’dan Fazıl Say’a ve de düşünce özgürlüğünün, ifade özgürlüğünün sembolü haline gelen Gezi Parkı olaylarındaki polisin aşırı şiddet uygulamalarının körüklenmesine kadar uzanan kalın, esnemeyen bir çizgidir bu. Öte yandan, 2012 yılında ülkenin iki köklü ödenekli tiyatrosunu hedef alan ve sanat dünyasını karıştıran “kapatırım, özelleştiririm” söylemleri yatışmış gibi gözüküyorsa da yakın bir gelecekte öncelikle Devlet Tiyatroları’nın başını yakacak gibi, çünkü İngiltere’de Arts Council’dan esinlenilerek yapıldığı söylenen ama öyle bir özgür yapıya asla sahip olmayacak olan Sanat Konseyi tasarısı üzerinu Bu kısa yazı den ilerleniyor. Devlet Tiyatroları’nın yakapsamında nı sıra, Devlet Opesansür ra ve Balesi Genel mekanizmasının Müdürlükleri’nin kaldırılması yolda... sanatın çeşitli Bir yanda köklü kualanlarında yaptığı rumlarda böylesi sartahribatları tek sıcı yapısal değişimlere yönelmek, öte yantek ele almak da “ben yaptım olmümkün değil. du” tarzında yasakAma şu bir larla ilerlemek hayli düşündürücü. Sangerçek ki, bu ki bir kuşatma… Bu ülkede maalesef arada, ihbarlar ve bu her devirde ihbarlardan yola çıişlemiştir sansür karak uygulanan yasaklar, baskılar şaşırmekanizması. tıcı olmanın ötesinde trajik… O kadar çok ki yasaklar. Hepsine değinmek olanaksız….Yakın zamanda bu konuda bir araştırma yapılması, tez hazırlanması bir zorunluluk kanımca… Ama doğrusu bu ya, hiç mi hiç anlamış değilim Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın neden Konya’da “okuma tiyatrosu” olarak sahnelenen Necip Fazıl Kısakürek’in oyunlarından yapılan ve yılların sanatçısı Serhat Nalbantoğlu’nun yönettiği bir kolajın provaları sırasında “dinin aşağılandığına” dair aldıkları bir jurnal nedeniyle müfettiş görevlendirdiğini ve bu kişi ya da kişilerin sanatçıları sorguya çektiğini. Olabilir mi böyle bir şey? Bu, çirkin bir yıldırma politikasından başka bir şey değildir ve de bu ihbarı yapanın kimler olduğu, böyle bir ihbarın neden ve niçin ciddiye alındığını sanırım açıklamak durumundadır sorumlular. Bu sadece sahne sanatları, özellikle de tiyatroda görünen resim. Daha geniş perspektiften bakıldığında amacın kültür sanat alanında mevcut bitki örtüsünü köklerinden sökerek yeni ve de tamamen iktidar partisinin gölgesinde bir sanat florası oluşturmak olduğunu söylemek yanlış olmaz... Şunun da çok iyi bilinmesi gerekir ki sansürsüz, baskısız, tehditsiz bir düzen, düşüncelerin tartışılmasına, gerçeklerin görülmesine zemin hazırlayacaktır. Pavli’nin Avare Hayatı Çenesine kadar inen gür kıvırcık favorileri vardı. Tepesi dazlak kocaman bir kafası. Kafasının iki yanında kabarık saçları. Yüzünde derin ve yüksek bir ifade. Ağzının kenarları hep sitemle kıvrılırdı. Başı hafif öne eğik, bakışları alttan alttandı. Etrafa hep kaşlarını çatarak ya da yukarı yukarı kaldırarak bakardı. Vücudunun iriliğiyle, hislerinin coşkunluğu birleşir, sanki her an birini dövecekmiş, sanki her an birine girişecekmiş gibi biraz sitemli, biraz da kabadayı yürürdü. Kocaman bir göbeği, iri elleri vardı. Kimselere benzemezdi. Benim sokaktan tanıdığım, azıcık tanıdığım, ama sokaklara, şehre, hayata dair çok şey öğrendiğim, tuhaf arkadaşlarımdan biriydi. Pavli. Ölmüş. 50’li yaşlarında gösteren, ama 70’ine yaklaşmış; işinde gücünde, ama avare bir gezgindi Pavli. Hikâyesi İstanbul’un tüm avarelerininki gibi yarı neşeli, yarı gölgeli. Doğma büyüme Tepebaşılıydı; yazları çoğu Rum gibi Büyükadalı. Huysuz görünürdü. Onu tanımayanlar, ondan korkarlardı. Kendi muhtemelen hiç öğrenmedi ama bir çizgi roman kahramanıydı. Bülent Üstün, “Kötü Kedi Şerafettin”in aksi ve bıçkın babasını olduğu gibi Pavli’den esinlenerek çizmişti. Onunla ne zaman tanıştık, ne zaman sohbet etmeye başladık bilmiyorum. O hep vardı, sokaklardaydı. Tramvaya binerim, Pavli de tramvayda. Ada vapurundayım Pavli vapurun kıçındaki üstü açık alanda. Galatasaray’da yürürüm, Pavli karşıdan gelir. Ben yokuş aşağı Karaköy’e inerken o oflaya puflaya yokuş yukarı Tünel’e çıkar. Sıraselviler’den Cihangir’e doğru koştururum, Pavli Savoy’da, bana uzaktan laf atar. Firuzağa Kahvesi’nde çay içerim, o dev vücudunun altında oyuncak gibi kalan minik bisikletiyle önümden geçip Defterdar Yokuşu’ndan aşağıya salınır. Gezeriz biz, Pavli ve ben. Şehri köşe bucak hep gezeriz ve hep kesişiriz. Bazen uzaktan bir iki kelimeyle hal hatır sorarız birbirimize, bazen ayak üstü durup dakikalarca konuşuruz. Vakit varsa bir bardak çay içeriz kahvede. Havalardan bahsederiz. Hükümete verip veriştiririz. İstanbul’un kalabalığından yakınırız. Zayıflar, nasıl kilo verdiğini anlatır. Şişmanlar, nasıl şişmanladığını. Kapalıçarşı’da işlerin durgunluğundan bahseder. Büyükada’nın eski günlerinden söz eder. İngiltere’deki evlilik macerasını dinlerim. Adada âşık olduğu sevgilisinin sonu buruk biten hikâyesinde ikimizin de gözü dolar. Başka bir zaman bir reklam filminde nasıl muhteşem rol yaptığını öğrenirim. Bir Yunan tanrısını canladırmıştır. Tanrılardan daha tanrı olmuş, herkese oyunculuğuyla parmak ısırtmıştır. Bazı şeyleri de hiç anlatmaz. Hayatını altüst eden o cinayeti mesela. Hapishanede yaşadıklarını. Ailesinden kopuşunu. Şehri bir uçtan bir uca, kimselerle konuşmadan yürürken kafasından neler geçtiğini. Yalnızlığı neden seçtiğini. Yalnızlıktan neler umduğunu. Anlatmaz. Şehri sever, ama sevdiği şeyleri hep terk etmiştir; onu da terk etmek ister. Gidemez. Gitmeyi kendine yediremez. Rumlara özgü vurgularla ‘r’lerin üzerine basa basa “İstanbul bitti artık” der, “Bitti. İyi ki terk ettiniz buraları; çok kalma hadi dön hemen köyüne”... Sonra o yoluna... Ben yoluma. Her ayrılışımızda içime bir kurt düşer. Ya bir gün karşılaşmaz olursak? Ne çok şey eksilir benim için İstanbul’dan... Pavli birkaç gün önce, o içime düşen kurdun kemirdiği kara delikten kayıp gitmiş; ölmüş. O, dolaşıp durduğu sokaklarda hastalanmış önce. Kötü kötü kan kusmaya başlamış. Arkadaşları onu her gün önünden geçip gittiği Taksim İlkyardım’a yatırmışlar. Kan şekeri çok yüksekmiş. Böbrekleri de felaketmiş. Serumlar, ilaçlar... Derken hava kararmış, Pavli hastanede yatma fikrine sinirlenmiş, her gün önünden geçtiği İlkyardım’dan kaçmış. Her gün çay içip tatlı yediği, keyif sürdüğü Savoy Pastanesi’ne gitmiş. Yine sevdiği şeyleri yemiş, içmiş. Sonra eve gitmiş. Sonra da orada tek başına ölmüş. Şehrin en keyfine düşkün, asabi ve biraz da hüzünlü avaresiydi. Ölümü de haliyle öyle olmuş. Keyif peşinde, asabi, hüzünlü ve avarece. Peki, ya bugün? JJ Cale yaşamını yitirdi YAPI KREDİ KÜLTÜR MERKEZİ ‘GEÇİŞ PROJESİ’YLE YENİLENECEK Star Wars’ta tanıdık melodiler n Kültür Servisi Şu ana kadar vizyona girmiş “Animasyon Star Wars: Klon Savaşları” (Star Wars: The Clone Wars) hariç bütün “Yıldız Savaşları” filmlerinin müziklerini bestelemiş olan sinema müzisyeni John Williams, merakla beklenen yeni Yıldız Savaşları Bölüm VII’nin de Ana Prvacki müziğini besteleyecek. Geçen nisan ayında, filmin yönetmeni J.J. Abrams, kesinlikle Williams’ın Yıldız Savaşları’na geri dönmesini istediğini belirtmişti. Oyuncak Hikâyesi 3 (Toy Story 3) yazarı Michael Arndt’ın yazdığı yeni bölüm 2015 yılında vizyona girecek. Harold Offeh n Kültür Servisi Grammy ödüllü ABD’li şarkı yazarı JJ Cale, cuma günü geçirdiği kalp krizi sonucu hastanede hayatını kaybetti. 74 yaşındaki müzisyen, aralarında Eric Clapton’ın “Cocaine”, “After Midnight” ve Lynyrd Skynyrd’ın “Call Me The Breeze” de olmak üzere onlarca hit şarkının yazarıydı. JJ Cale, 1938 yılında Oklahoma’da dünyaya geldi. Cale, blues, rockabilly ve country türlerini birleştiren Tulsa Sound türünün yaratıcıları arasında gösteriliyordu. inşaatta sanat var Kültür Servisi Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık’ın Beyoğlu’ndaki binası yenilenirken bir dizi sanatsal etkinliğe de ev sahipliği yapacak. 1 Ağustos’ta başlayıp 15 Mart 2014’te sona ermesi planlanan yenileme sürecinde, binanın inşaatı sırasında, yerli ve yabancı birçok sanatçının canlı ya da ekrandan yansıtılan performansları sergilenecek. “Transition/geçiş projesi” adı verilen etkinlikler, 1 Ağustos’ta Ali Cherri’nin, “O Zaman Bana Bir Beden Ver” isimli canlı performansıyla başlayacak. Merkezde, 223 Ağustos tarihleri arasında ise Bjorn Melhus, Victor Alimpiev, Li Dikkat, Bağımsız sanata destek n Kültür Servisi Çağdaş sanatı destekleme amacında birleşen bir grup sanatsever tarafından kurulan ve kâr amacı gütmeyen SAHA Derneği, Türkiye’de kâr amacı gütmeyen sanat inisiyatiflerine katkıda bulunmak için “Bağımsız Sanat İnisiyatiflerinin Sürdürülebilirliğine Yönelik Destek Projesi”ni hayata geçirecek.. İlki Eylül 2013 Eylül 2014 arasında gerçekleştirilecek proje kapsamında 3 bağımsız inisiyatife; hayata geçireceği etkinlik, proje ve yayınlar için 15.000 TL destek verilecek. da Abdul ve Harold Offeh’in hazırladığı performansların gösterimleri olacak. Ana Prvacki, Anahita Razmi, Anna Konik, Fatma Bucak, Guido van der Werve, Güneş Terkol, Jesper Just, Lucy Beech and Edward Thomasso, Maria Jose Arjona, and Nicoline Van Harskamp ve Nigel Rolfe performans sunacak diğer isimler arasında yer alıyor. Sanatçı Fatma Bucak ve küratör Başak Şenova’nın bir yıllık işbirliği ve araştırması sonucu oluşan “tran sition/geçiş projesi”, farklı araştırma alanlarını, farklı yöntemleri takip eden sanatçıları “performans” başlığı altında bir araya getirmeyi ve kimlik, cinsiyet, vücut politikalarını, sosyal ve psikolojik açıdan eleştirel bir biçimde ele almayı amaçlıyor. Beş bölümde tasarlanın projenin üç bölümü performanslara ayrılırken, bir bölümünde de 13. İstanbul Bienali’yle çakışarak bir tartışma platformu oluşturulacak. Son olarak, beşinci bölümde de etkinliğin sergisi ve sergi kitabının tanıtımı yapılacak. Projenin bir diğer başlığını ise Gezi Direnişi oluşturuyor. Etkinlikler süresince Gezi Parkı’nda başlayıp tüm Türkiye’ye yayılan direniş odağında, dayanışma ve toplu yaşam gibi kavramlar tartışılacak. 8 ay sürecek çalışmanın ardından bina tamamlandığında, Yapı Kredi Kültür Merkezi sanatseverlerin karşısına, sanat ve yayın faaliyetleri için kapsamlı bir şekilde tasarlanan yeni sergi, etkinlik, kütüphane ve çalışma alanlarıyla çıkmayı planlıyor. n Kültür Servisi Başrollerinde Engin Altan Düzyatan ve Özgü Namal’ın yer aldığı, yönetmenliğini Ketche’nin üstlendiği “Bu İşte Bir Yalnızlık Var” filminin çekimleri başladı.Tuna Kiremitçi’nin aynı adlı romanından esinlenilen ve senaryosunu Burak Göral’ın yazdığı “Bu İşte Bir Yalnızlık Var” filminin kadrosunda yer alan diğer isimler şöyle: Emin Gürsoy, Gaye Gürsel, Polat Bilgin, Ümit Erdim, Wilma Elles ve Atiye. Müziklerini İskender Paydaş, Athena, Mor ve Ötesi, Pentagram gibi müzisyen ve grupların yaptığı ve çekimleri İstanbul, İzmir ve Adalar’da sürecek olan “Bu İşte Bir Yalnızlık Var” 13 Aralık’ta gösterime girecek. ‘Bu İşte Bir Yalnızlık Var’ın çekimleri başladı n Kültür Servisi Yazar, çift ve evlilik danışmanı Uzm. Psk. Tarık Solmuş’un yeni derlediği kitabı “Kadın Gözüyle Aşk”, Yitik Ülke Yayınları’ndan çıktı. 40’tan fazla öykü içeren, çoğu psikolog olan kadınların kaleminden çıkan, hasreti, kavuşmayı, anlaşmazlıkları, ayrılığı anlatan “Kadın Gözüyle Aşk”ta bu sorulara bazı cevaplar ve yorumlar bulmak mümkün. “Kadın Gözüyle Aşk”, aşka dair öykülerin derlendiği, aşkın, kadın erkek ilişkilerinin türlü hallerini merak edenlerin dikkatini çekecek bir kitap. Kadın öykülerine uzman derlemesi ‘Koç Contemporary’ yolda Kültür Servisi Sanat alanına büyük yatırımlar yapan Vehbi Koç Vakfı, geçen yıl yapım kararı alınan çağdaş sanat müzesini gerçekleştirmek için harekete geçti. Müzenin mimari projesi için açılan uluslararası yarışmayı İngiliz mimarlık firması Grimshaw kazandı. Grimshaw, dünyanın birçok noktasında yer alan ödüllü tren istasyonu, havalimanı projelerinin yanı sıra Amerika, İspanya, İngiltere’deki sanat merkezi ve müze tasarımlarıyla da dikkat çeken bir kuruluş. Müze, İstanbul’un kentsel dönüşüm odaklarından biri olan Beyoğlu Dolapdere’de, Koç Grubu’na ait Otokoç binasının yerine inşa edilecek. Grimshaw’un kendi sitesinde yer alan bilgiye göre, “Koç Contemporary”, modern mimarinin yanında, geleneksel Osmanlı mimarisinden ayrıntılar taşıyan bir görünüme sahip olacak. Ayrıca müzenin çevresiyle uyumlu, dışarıyla içerisi arasında ilişki kuran, insanların vakit geçirebileceği kamusal alanlar barındıran bir tasarıma sahip olması hedefleniyor. Müzenin tasarımında Thornton Tomasetti, Max Fordham, Neill Woodger Acoustics DOLAPDERE’DE ÇAĞDAŞ SANAT MÜZESİ YÜKSELECEK ve ışıklandırma uzmanı Jason Bruges’ün imzası bulunuyor. Tasarım sorumluluğunu üstlenen Kirsten Lees ise projenin bir parçası olmaktan büyük mutluluk duyduklarını belirtiyor. Rahmi Koç Müzesi, Sarıyer’de yer alan Sadberk Hanım Müzesi, İstiklal Caddesi’ndeki çağdaş sanat markezi Arter’in de bağlı olduğu ve İstanbul Bienali’nin ana sporsorluğunu üstlenen Vehbi Koç Vakfı’nın yaklaşık 700 eserlik bir çağdaş sanat koleksiyonu bulunuyor ve müzede bu eserlerin sergilenmesi bekleniyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle