16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
1 TEMMUZ 2013 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA [email protected] EKONOMİ 11 Asgari ücretlinin temmuz zammı öğün başına sadece 3 kuruşa denk geliyor u DİSKAR’a göre asgari ücretli, tek kişilik gıdayla dört kişilik besleniyor. Asgari ücretlinin, yapılan zamla öğün başına 79 kuruşla karnını doyurması, 1 buzdolabı için 25 ay çalışması, 258 TL’ye barınması ve ısınması bekleniyor. Ekonomi Servisi Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu Araştırma Enstitüsü DİSKAR’ın, Türkiye İstatistik Kurumu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı istatistikleri üzerinden yaptığı hesaplamaya göre, eşi çalışmayan ve iki çocuklu bir asgari ücretli Temmuz 2013’te elde edeceği asgari geçim indirimli aylık 840 TL’lik geliri ile gıdaya ancak 9 lira 44 kuruş ayırabilecek. Buna göre asgari ücretlinin üç öğün için kişi başına ayırabildiği tutar 2.36 TL olurken, öğün başına bu tutar sadece 79 kuruş düzeyinde kalıyor. Bu miktar ocakta 76 kuruştu. Dolayısıyla temmuz zammı öğün başına sadece 3 kuruşa denk geliyor. DİSKAR’ın, Türkiye’ye özgü beslenme kalıbı ve TÜİK madde fiyatlarından yaptığı hesaplama Üç kuruşa talim ya göre 4 kişilik bir ailenin günlük sağlıklı beslenebilmesi için kişi başına ortalama 8.99 TL gıda harcama yapması gerekiyor. Buna göre asgari ücretli, 1 kişinin sağlıklı beslenmesi için gerekli olan gıda harcamasıyla 4 kişiyi doyurmaya çalışıyor. Rapora göre Mayıs 2013 itibarıyla ortalama kira bedeli 558 TL’yi bulurken, asgari ücretlinin kira ve diğer konut harcamaları için ayırabildiği tutar sadece 258 TL. Buna göre asgari ücretli en sağlıksız çevrede, deprem riski altındaki konutlarda yaşamak zorunda bırakılıyor. Asgari ücretlinin ortalama fiyatlı bir buzdolabını alması için, ev eşyası için ayırabildiği 44 TL ile başka hiçbir eşya almaksızın 25 ay çalışması gerekiyor. Öte yandan asgari ücretlinin çocuğunu okutması, aylık ço Gezi, DİB ve Özgürlük Gezi olaylarının ilk günlerinde konu üzerine yorum yapan Diyanet İşleri Başkanı (DİB) Prof. Dr. M. Görmez, “En büyük özgürlük, yürekleri işgalden azade kılmaktır” diyor; yüreklerin “öfke, kin, nefret ve gururdan uzak” tutulmasını öneriyor. Dolmabahçe Camisi tartışmalarında suskun kalması bir tarafa, ülkenin din konusundaki en üst yöneticisinden gelen bu çağrı, ilk bakışta, doğru ve yerindedir. Yalnız bu önerme beyinyürek seçimindeki yanlış öncelik nedeniyle kendi içinde büyük sorunlar taşıyor. HHH Gerçekte, yürek konusunda DİB yalnız değil. Gerek Başbakan, gerekse diğer AKP sözcüleri, hemen her konudaki görüşlerini, her zaman en kalbi duygularla dile getirmekte, ellerini sol göğüslerine bastırarak doğruluk, dürüstlük ve samimiyet görüntüsü sergilemekte ve sonuç olarak yüreğin özgürleşmesini sürekli vurgulamaktadırlar. Ancak bu dünya görüşü sahipleri, düşünsel yapılanmalarının bir sonucu olarak, asıl özgürleşmesi gereken organın, beyin olduğunu ve beynin özgürleşmesi gerektiğini akıllarına bile getirmiyor! Oysa önemli olan beynin, yani, insan aklının özgürlüğüdür; insan beyninin dar düşünce kalıplarından ve bağnazlıklarından kurtulmasıdır. Bilinen bir gerçektir ki, akıl özgür olduğunda kaçınılmaz olarak yürek de özgür olur. Tam anlamıyla özgürleşen beyin, yüreği de yanında sürükler; sonrasında yürek öfke tutmaz, kin taşımaz, nefret etmez; bunlara gereksinim duymaz. Çünkü özgürleşen beyin, bedenin yaratıcı yeteneklerini geliştirir; onu üretken kılar; gereksinim duyduğu doyum noktalarına taşır ve onu DİB’in sözünü ettiği kötülüklerden, yanlışlardan ve içine sürüklenebileceği körlüklerden korur. HHH İnsanoğlu toplumsal anlamda beynin özgürleşmesi aşamasına, 17. yüzyılda ulaştı ve Fransız düşünürü R. Descartes’ın sözleriyle “Düşünüyorum, öyleyse varım” diyebildi! Bu sözlerden yedi yüzyıldan fazla bir süre önce kendisini yaratıcı gerçek olarak tanımlayıp kestirmeden “Enel Hak” diyen ve bu nedenle derisi yüzülerek cezalandırılan Hallacı Mansur’u çağrıştırsa da, Descartes’ın sözleridir ki, doğduğu ortamın da yardımıyla kalıcılaştı; giderek egemen oldu ve insanlık için, aklın egemenliğinin yolunu açtı. İnsanın bedeniyle ve aklıyla özgürleşmesinin önünün açılmasıyla, bilimde ve sanatta insan yaratıcılığının hızla gelişmesinin yolları da açıldı. Kadın ve erkek eşitliği düşüncesinin temelleri atıldı. Bilimsel bilginin kaynağı, olgulara, nesnelere, deneylere ve bunlara dayalı usa vurmalara indirgendi. Hak ve hukuk doğallaştı; egemenliğin kaynağı gökten yere, halka indi. Bu tarihten sonradır ki özgürleşen beyin eskiye göre çok daha verimli çalışmaya başladı; esaret zincirlerini bir bir kırarak özgürlük alanını sürekli biçimde genişletti; insanlığa bilimde, sanatta, teknolojide, ekonomide, sporda ve siyasette yaratıcı aklın meyvelerini verdi ve vermeye devam ediyor. İçinde yaşadığımız uygarlık çağını doğuran asıl ana, beynin özgürleşmesi sürecidir. HHH DİB ve AKP sözcüleri beynin özgürleşmesini gündeme getirmekten özenle kaçınıyorlar. Beyin esir kalınca da, yüreğin özgürleşmesi gerçekleşmediği gibi, bilimde ve sanatta da yaratıcı aklın toplumsal getirisini artırmanın yolları tıkanıyor. Ülke geleceğinin “selameti” için AKP zihniyetinin, yüreğin özgürlüğü yönündeki ısrarlı isteğinden beynin özgürlüğü gerçeğine doğru yol almasının sağlanması gerekiyor. Gezi, beynin özgürleşmesi özlemini simgeleştiriyor! cuk başına 3 TL’lik ayrılan payla neredeyse mucize. Raporda “Gelir dağılımını düzenleyici bir rol oynaması beklenen asgari ücretin, açlık sınırının bile altında belirlenmesi vicdanları zedeliyor. Asgari ücret, temel gereksinimleri karşılayacak biçimde ele alınmalı. Ne yazık ki 2013 için belirlenen rakamlar sefale tin sürdürülmesi anlamına geliyor” denildi. Raporda, dünyanın hiçbir yerinde hükümetlerin ücretlerde erimeye yol açmadık diye övünmediği belirtildi. Kaya gazı 2020’ye kaldı umudu Ekonomi Servisi Tüm dünyada tartışma yaratan kaya gazının Türkiye’de 2020’den önce piyasaya sokulmasının zor olduğu belirtiliyor. BBC’de yayımlanan bir analizde Türkiye’de henüz mevcut kaya gazı ve petrol rezervlerinin Türk mercileri tarafından belirlenmediğine işaret edildi. Türkiye’de çalışmaların sondajlı ön araştırma aşamasında olduğuna ve karmaşık bir yasal yapının bulunduğuna dikkat çekilen analizde “Türkiye’de kaya gazının piyasaya sokulmasının 2020’den önce mümkün olduğunu düşünmek iyimserlik olur” denildi. Yabancı, Türkiye’deki risklerden kaçıyor Ekonomi Servisi Amerika’nın Sesi, Gezi olaylarından sonra uzmanların Türkiye ekonomisi ile ilgili uyarılarına yer verdiği analizinde, dış yatırımcıların Türkiye’ye bakışının değiştiğine, bir ay önce gelişen ekonomiler içinde en çekici olan Türkiye’nin şimdi mevcut risklerinden dolayı izlemeye alındığına vurgu yaptı. Analizde, ABD’nin tahvil alımını sonlandırma kararından tüm ülkelerin etkilendiğine ancak en çok etkilenen iki ülkenin Türkiye ve Güney Afrika olduğuna işaret etti. Analizde şunlara dikkat çekildi: l Türkiye ekonomisi dış yatırımlara ve büyüyen ekonomiyi ayakta tutmak amacıyla alınan dış borçlara dayanıyor. l Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, Gezi Parkı protestolarının, “faiz lobisi”nin giriştiği bir komplo olduğunu iddia etmesi, gelecekteki hükümet politikaları konusunda yabancı yatırımcıların kafasında soru işaretleri bırakıyor. l Türkiye dünyanın en büyük cari açıklarından birine de sahip. Bu açığı dengelemek için dış borç almak zorunda. l Türkiye’nin önümüzdeki 12 ayda 200 milyar dolardan fazla dış finansmana ihtiyacı var. Bu, ülkenin GSYH’sinin yüzde 25’inden fazla. edemez” dedi. l Türkiye’nin, karışıklığın devam etmesi duBu yılki kabuklu rumunda dış finansman bulması zorlaşabilir. fındık üretiminin Bu da Türkiye’nin büyümesinin önünde riskihracat için gerekli ler oluşturuyor. olan 600 bin tonu bil Türk ekonomisinin büyüme hızı Gele karşılayamayacak düzi Parkı protestolarından önce düşzeyde olduğunu vurgulayan tü. Yüzde 8 büyüme yeniden yaBayraktar, rekolte tahminini kalanamazsa hükümetin kodaha da düşebileceğini belirtti. numu etkilenebilir. Ekonomi Servisi Havaların mevsim normallerinin üzerinde seyretmesi nedeniyle bazı bölgelerde fındıkta yanma olması fındıkta rekolteyi düşürdü. Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB) Genel Başkanı Şemsi Bayraktar, fındıkta rekolte tahmininin geçen yılın yüzde 26 altında olduğunu belirterek, “Fındık üretiminin yüz Fındıkta rekolte düştü de 99.2’sini karşılayan 14 ilde 484 bin 268 ton üretim bekliyoruz. Geçen yıl bu miktar 654 bin 776 tondu. Yine, 2012’de 14 ilde 92.71 kilogram fındık verimi varken, bu yıl 70.22 kilogram verim tahmini yaptık. Verimdeki düşüş, bu yıl yüzde 24.26’yı bulacak. Verim yükselmezse üretici yeterli geliri elde Uluslararası basında en çok konuşulan konulardan biri de küresel düzeyde artan toplumsal huzursuzluklar. Olaylar her yerde birden patladığına göre, “uzaylılar düğmeye basmış olmalı” diye düşündüm. Mükemmel işleyen liberal demokratik kapitalizmin, mutlu müreffeh düzenini sabote etmeye çalışıyorlar. Ardından da “Mars Attack!”. Şaka bir yana, AKP kurmaylarına, yandaş basının kanaat önderlerine hiç acımıyor değilim. Kavram çantaları, olup biteni anlamalarına yardımcı olacak cinsten değil. “Twitter’e Osmanlı tokadı” filan... On yıldır, türlü fantezi (bu ülkede dindarlara zulüm ediliyor, darbe yapacaklar, demokratikleşiyoruz, şu açılım, bu açılım) yamalarıyla sarmaladıkları simgesel dünyalarında destek aldıkları, yaptıklarını onaylayan ses birden kesildi, dayandıkları “anlamlar zinciri” koptu… Şimdi, (á la Lacan) “Büyük Öteki”nin onaylayan sesi susunca, belirsizlik, güvensizlik, tutarsız, hatta anlamsız ünlemeler, korku, şizofrenikparanoya: “Herkes bize karşı! Adamın arkasındaki adam kim? Yıllar önce planlandı? Düğmeye bastılar..” Bu sırada başımızı kaldırıp baktığımızda, maddenin beklentilerimize uygun biçimde devindiğini görüyoruz. Tarih bildik sesler çıkarıyor; dilini, yönünü, hareketini anlıyoruz. Bu yüzden polis copuna, gaza, tazyikli suya, öfkeli yüzlere karşı kahkaha, alay yükseliyor. “Baş eğmeyenler” mutlu, zihinleri açık. Yaralarını sararken bile... ünyada işler yolunda değil’ Yale Üniversitesi’nden tarih ‘D profesörü Paul Kennedy, geçenlerde, güzel bir yaz günü evinin bahçesini seyrederken şair Robert Browning’in “Tanrı cennette. Dünyada işler yolunda” sözlerini anımsamış, “Sorun şu ki dünyada işler yolunda değil. Gezegenin bir kısmı olabildiğince huzursuz, öbür kısmı adeta bir felaketin eşiğinde” diye düşünmüş (New York Times, 26/06/2013). Gerçekten de, ABD, Rusya, Çin arasında artan gerginlikler, “Amerikan iktidarsızlığı”, “NSA casusluğu” tartışmaları, ekonomikmali krizin yükselen piyasalardaki etkileri bir yana, Brezilya, Türkiye, Mısır, Bulgaristan halkları ayakta; Avrupa’da yabancı düşmanlığı artıyor; Pakistan’ın nereye gittiği meçhul; Suriye iç savaşı nerelere sıçrayacak, belirsiz... Bu “bölgesel” sorunların yanı sıra Kennedy’nin işaret ettiği uzun dönemli bir sorun da var. Ekonomik kriz içinde dünya nüfusu artmaya devam ediyor. Ekonomik büyüme (olduğu kadarıyla) eşitsiz dağılıyor; yoksulluk, göz kamaştırıcı zenginlikle yan yana. Gençler işsiz, gelecek beklentileri yok. Geçen yıllarda, filozof Badiou, “Bu düzen gençlerine yaşamlarını yönlendirecekleri bir ilke sunamıyor” diyordu. Üstelik, gençler, devletin, ellerindeki özgürlük kırıntılarını, özel hayata ilişkin ufak mahremiyet, haz alanlarını hedef aldığını görüyorlar. O zaman tarihin en eski ilkesel sorunları, “adalet”, özgürlük” öne çıkıyor. Yaşamlarını bu ilkelere Gündem İsyan göre yönlendirmeye kalkanlar, hemen karşılarında önce polisi, sonra kapitalizmi buluyorlar... Böylece huzursuzluk artıyor, yayılıyor. Bugün 7.5 milyarız, 2050’de 9 milyar olacağız. Bu nüfus hızla kentlerde birikiyor. John Rossant’ın (New Cities Foundation başkanı) vurguladığı gibi, “tarihte ilk kez gerçekten kentli bir uygarlıkta yaşıyoruz”. İsyanlar, Sao Paulo, Rio de Jenario’dan Kahire’ye; İstanbul, Ankara’dan New York’a, Stockholm’e; Madrid’den Atina’ya kentlerde patlak veriyor; “kentler hem bu dramların sahnesi, hem de aktörü” oluyor (Financial Times, 24/06). Toplumsal desteğinin büyük kesimi kırsal, taşra nüfusu olan iktidarların bu durumu anlaması çok zor. Kent, hem kamusal alan, hem hizmet sorunu demektir; kentlerin, eğitimli, iş sahibi ya da işsiz çalışanları, her ikisini de talep ediyorlar. Kamusal alanları sermayeye peşkeş çeken hükümetlere kızıyor; gökdelenlerin, duvarların arkasına kapatılmış rezidansların hemen yanındaki, küçük, kalabalık evlerin havasız odalarını, altyapı yoksunu yoksul mahalleleri, sabah işe giderken toplu taşımacılıkta çektikleri eziyeti gördükçe adalet duyguları zedeleniyor, öfkeleri artıyor. Bu ruh hali kentli nüfus içinde o kadar yaygın ki, The Economist’in de işaret ettiği gibi ufak bir yerel protesto olayı anında, birçok insanın ve talebin bir araya geldiği büyük bir harekete dönüşerek her şeyi hedef alıyor (29/06). Bu eylemlerin patlak verdiği her yerde “V” maskesi, düzene başkaldıran bireyin simgesi, kendini gösteriyor. Protestoların ritmi yeni teknolojiyle hızlanıyor. Geleneksel sol partiler, sendikalar bu ritmin gerisinde kalıyorlar. Yalnızca teknolojiden dolayı değil, karşılarındaki sınıfın içinde örgütlü olmadıkları, bu sınıfı anlamadıkları için. emokrasi zorlaşıyor’ Ana akım medya olanları anlamakta büyük zorluk çekiyor, ya da biliyor ama gizlemeye çalışıyor. Her yerde ısrarla bir “orta sınıf isyanı” lafıdır gidiyor. Tüm yazanlar, horozu ayrıntılarıyla tanımlıyorlar ama inatla, hayır aslında bu bir koyundur demeye çalışıyorlar. Örneğin, Financial Times’ta Philip Stephens’in “Yeni huzursuzluk çağında, refah protestoyu körüklüyor” başlıklı yorumuna ‘D bakınca, serbest piyasanın yeni iş alanları yarattığından, “orta sınıfı” genişlettiğinden söz ediyor; kentleşmenin, yeni teknolojilerin, çoğu işsiz gençliğin eline güçlü bir iletişim aracı verdiğini işaret ediyor; bunların sorunlarının başında, kentlerde oluşan aşırı nüfus yoğunluğu, işsizlik, muazzam gelir uçurumu, kötü kamusal hizmetler geldiğini vurguluyor (27/06). Bunlar size, mülk sahibi, evi, işletmesi olan “orta sınıf” sakinlerinin sorunları gibi geliyor mu? Aslında “ağza alınamayan şey” şu: Eğitimli, teknolojiye uyumlu yeni işçi sınıfı, kendi yaşam koşullarına uygun hakları, seslerini dinleyen bir siyasi düzen talep ediyor, bu taleplerle çekim merkezi ve de devletin hedefi oluyor. Dün de sanayi proletaryasının talepleri siyasete katılma hakkı, sağlık, eğitim, konut, örgütlenme hakkı, ilerledikçe tatile çıkma, haysiyetli emeklilik hakkı değil miydi? Tarihin gösterdiği gibi işçi sınıfının geliri arttıkça, daha iyi eğitimli, daha kültürlü kesimleri, daha çok adalet istiyor. Siyasi seçkinlerin küstahlıkları, devlet görevlilerinin yolsuzlukları, toplumsal adaletsizlikler daha çok gözlerine batıyor, tepki gösteriyorlar. Stephens, hükümetlerin, bu yeni işçi sınıfının (pardon orta sınıf diyecektim) taleplerini yerine getirmekte, demokrasiyle yönetmekte giderek zorlanacaklarını, ancak “Mr. Erdoğan’ın çoktan öğrenmiş olması gerektiği gibi, şiddeti bastırmaya çalışmanın da işe yaramayacağını” vurguluyor. Hemen tüm yorumcular, ne olduğunu pek bilemeseler, ağızlarına almak istemeseler de yeni bir şeyin küresel çapta başladığın artık kabul ediyorlar. Oran: 10. Kalkınma Planı fiyasko Ekonomi Servisi CHP Genel Başkan Yardımcısı Umut Oran, hükümetin hazırladığı 10. Kalkınma Planı’nı eleştirerek “Plan kendi içinde tutarlı değil, hayali hedefler içeriyor. Plan tam bir fiyasko” dedi. Oran, Türkiye’nin gelişmiş ülkeleri yakalayabilmesi için yıllık ortalama yüzde 7 büyüme hedefi koyup bunun için gerekli planlamayı yapması gerektiğini vurguladı. AKP iddiasının; 2018’de GSYH’yi 1.3 trilyon, kişi başına milli geliri ise 16 bin dolara çıkarmak olduğunu söyleyen Oran, “Ancak bunun gerçekleşmesi için beş yıl sonraki dolar kuru 1.97 TL olmalı. Geçen 10 yılda ekonomi çarkını sıcak para ile döndürüp cari açığı ve borçları aşırı büyütme pahasına borçla tüketmeye dayalı, geçici, sahte bir büyüme ve kalkınma algısı yaratarak bunu oya tahvil eden AKP’nin sıcak paradan başka oyun planı yok” dedi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle