18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
3 MAYIS 2013 CUMA CUMHURİYET SAYFA zal’ın cumhurbaşkanı olduğu yıllar. Çankaya Köşkü’ne rahatça girip çıkan birkaç kişiden biri de o. Cumhurbaşkanı ile yakın ilişkisini kıskananlar onun için “solcu” diye konuşup duruyorlar. ANAP’lılar ile Köşk’ün çekirdek muhafazakârları dedikoduları artırınca Özal kestirip atıyor: “Adam gibi adamdır. İşini çok iyi yapıyor. Gerisi kimseyi ilgilendirmez!” Daha sonra emekli oluyor. Köşe yazarlığına başlıyor. Yazdıkları dinci ve liberal çevrelerin tepkisini çekiyor. Savunduğu ulusalcı ve bağımsızlıkçı tezlere kızanlar, “Bu nasıl solcu?” diye tepki gösteriyorlar. O ise hep belgelere dayanarak yazıyor, konuşuyor. Solcu olduğunu ise hiç saklamıyor. Daha sonra MHP Lideri kendisini MHP’ye davet ediyor. Çankaya’daki dedikodunun benzeri, bu kez MHP’de yineleniyor: “Solcunun ülkücüler arasında ne işi var!” Bahçeli aldırmıyor. “O adam gibi adamdır!!” diyerek milletvekili adayı yapıyor. MHP’den milletvekili seçiliyor. Ama 1 yıl geçmiyor. Türkiye bu adam gibi adamını kaybediyor. HHH Yukarıdaki satırlar gazeteci Soner Yalçın’ın. Onun 2008’deki ölümü üzerine odatv’de yazdıklarıdır. HHH Peki, “adam gibi adam” kimdir? Ve nasıl adam gibi adam olunur? Bunu da adına basılan kitapta meslektaşları anlatıyor: “Tutkuyla sevdiği ülkesinin en yaman savunucuydu. Terör, Kıbrıs sorunu, asılsız soykırım 15 incelemelerine kadar çok disiplinli bir yaklaşıma dayanıyordu. Diplomasinin özünü teşkil eden insan unsurunu ve aklı ön planda tuttu. Çatışmaya karşı uzlaşının hoyratlığa karşı muhakemenin sesi oldu. Bu meziyetleri ve insani değerlerden beslenen yurtseverliği sayesinde Türkiye’nin her zemindeki çıkarlarını en iyi şekilde korudu. Sorunları hep çok boyutlu açıdan ve tüm katmanlarını göz önünde bulundurarak ele aldı. Ortalama cevaplarla yetinmedi. Sorunun geçmişini ve ötesini üstün çalışma yeteneği ile şahsen araştırdı ve onlara gerekli yanıtları buldu. Bu anlayış içinde yeni sorular ve yöntemlere biçim verdi.” Onun hayatı bir düşünce insanının şerefli ve kararlı mücadelesidir. Bu sebepledir ki, fikir, tespit ve değerlendirmelerinin yeni kuşaklara aktarılması mutlaka yerine getirilmesi gereken bir vecibeydi. Onu, istisnai kılan kültürel donanımı ile diplomasi araçlarına hâkimiyetiydi. Vefa ve kadirşinaslık sadece kişilere özgün bir sıfat değil. Kurumlar da bazen bu en insani özelliğe sahip olduklarını gösterebiliyorlar. Bunun için de herhalde vefa ve kadirbilirliği hak etmek gerekiyor. Dışişleri Bakanlığı belli ki Büyükelçi Gündüz Aktan’ın bunu Amaç u çoktan hak ettiğine ğru sergilen na hükmetti. en “Söyledikleri sabır ve sebatın ve Yazdıkları” ağırlığ akıllılıkla ı, kitabı sadece birlikte ik dış politikaya i katına ç yönelecekler için ıkar. değil, siyasete T. Henry girecekler için de bir el kitabı. HUXL Ö GÖRÜŞ Prof. Dr. Türkkaya ATAÖV Adam Gibi Solcu Bir MHP’li... suçlamaları gibi Türkiye’nin başına bela meselelere karşı yürütülen amansız mücadelenin hep içinde ve başında yer aldı. Adımlarını hep doğru bellediği davalar yönlendirdi. Yaratıcılığının kaynağı tutkuyla inandığı görüşlerdi. Bilimsel dürüstlük ilkesine bağlılık ve bu konudaki inanç ve cesareti ile dost, düşman, çok geniş bir uluslararası çevrede yalnız kendisine değil temsil ettiği ülkesine de saygı ve hayranlık yarattı. Türkiye gibi cücelerin boy göstermek için zıplayıp durduğu bir ortamda eleştirilmesi çok doğaldı. Mesleğini göze girmek, hoşa gitmek için değil hizmet etmek üzere icra etti.” HHH Yukarıdaki satırlar da meslektaşları Büyükelçiler Özdem Sanberk, Yüksel Söylemez, Yaman Başkut’un. Kurumlarda vefa ve sadakat duygusu pek görülmez. Bunların başında siyasal partiler ve bakanlıklar yer alır. Siyasal konjonktür hele de kadrolar değişmiş ise buralarda çok uzun yıllar üst kademelerde görev yapmış olanlara bile vefa ve kadirşinaslık pek gösterilmez. Elbette “şehit” olma hali dışında.. Geçen hafta bunun istisnasına tanık olduk. Dışişleri Bakanlığı’nda bir anma töreni düzenlendi. Ve “adam gibi adam”ın mesleki yaşamından küçük bir kesiti içeren bir kitabın tanıtımı yapıldı. Mesleğinin bir devrimcisiydi. Alışılagelmişin sınırlarını daha iyiyi daha doğruyu bulma adına hep zorladı. Bakanlık Müsteşarı Büyükelçi Feridun Sinirlioğlu onu satırbaşlarıyla şöyle anlattı. Aslında verdiği tanım bu mesleğe girecek gençler için de bir hizmet içi eğitim sayılabilirdi: “Türk diplomasisine önemli katkılarda bulundu. ” Diplomasi etiği, fikir zenginliği, sağduyusu, alçakgönüllüğü ve bilgi donanımıyla genç meslektaşları için kıymetli bir örnek oldu. Onun dinamik ve sorgulayan tavrından diplomasi geleneğimiz geniş ölçüde istifade etti. Çalışmaları geniş bir tarih, edebiyat okumasına, uluslar arası hukuktan siyaset biliminden psikoloji ve hafıza AB’nin Son Kurbanı: Güney Kıbrıs Kıbrıs Adası’nın tüm güneyinde uluslararası tekelci sermayeye bağımlı ülkelerde artık yadırganmaması gereken çöküş göstergeleri bolca var. Satım evlerinin sergi yerlerindeki ürünler olduğu gibi duruyor; alan yok. Evlerin, dairelerin pencerelerini “kiralık” ya da “satılık” duyuruları doldurmuş; onlar da alıcısız. Sokaklarda başları eğik yürüyenlerin ağızlarını bıçak açmıyor. Bütün gece susamlanıp pişirilen simitler bile oldukları gibi duruyorlar. Türkiye kıyısından neredeyse bir taşatımlık mesafede olan Kıbrıs’ın güneyi Avro bunalımının son ve en belirgin kurbanı. Yıkımın ardında can alıcı şu üç “Azrail” var: Avrupa Komisyonu, Avrupa Merkez Bankası ve IMF. Üçünün de ipleri bir tür mafya babaları olan uluslararası tekelci sermayenin elinde. Tümü birleşince ekonomi, istemeyerek bile olsa, ama iç devinimin kendi gereği, yıkıldı. Kıbrıs Bankası ve Laiki paldır küldür devrilince, para yatırmış olanlar da perişan oldular. Yalnız varlıklı ve orta halli her Kıbrıslı değil, orasını (düşük vergiler, gevşek kurallar ve yabancı kuruluşlar gelsinler diye düzenlenen yüksek ürem oranları nedeniyle) bir “yatırım cenneti” gibi gören Ruslar, İngilizler, Almanlar ve benzeri yabancı para çevreleri de. Kıbrıs’ın güneyi kıyıötesi bir banka merkezine dönüşmüştü. Yönetim umudunu dışarıdan, yani Rusya gibi yeni zenginler ülkesinden ya da Britanya ve Almanya benzeri eski para babalarından ve kuşkusuz sırtı petrole dayalı Ortadoğu Arap sultanlarından gelecek paraya bağladı. Avrupa Birliği’ne 2004’te girdiğinde, daha da alımlı ve kuytu bir yer oldu. Kuşkusuz, adanın güneyinin bir de Yunanistan bağlantısı var. Devreye o da girdi; şimdi, birlikte yıkım içindeler. Kıbrıs bankaları Yunanistan hükümetine ait (ve güney Kıbrıs gelirinin üçtebirine eşit) 5.8 milyar Avro’luk bonolarının 4.3 milyarını birden yitiriverdiler. Giderek, (2008’den bu yana) beş yıl iktidarda olan AKEL, yani komünist partisi döneminde bile, “Bunalım kapıda” uyarılarına onlar da kulak asmadı; uluslararası sermaye zaten bir eliyle de o sesi çıkaranların boğazlarını sıkmaktaydı. IMF de daha birkaç ay öncesine değin, Güney Kıbrıs için pembe düşler masalı anlatıyordu. Ne var ki, balta boyna vurmakta gecikmedi. Günümüzde yüzde 14 olan işsizlik yalnız 2013 içinde iki katına tırmanabilir. Toplam gelir de aşağıya doğru balıklama düşüyor. Buna “bunalım” denmez; olsa olsa “geliyorum” diyen kalp krizinden “birden ölüm”. Hastanın sözde “doktoru” Almanya Şansölyesi Bayan Angela Merkel Kıbrıs’ı değil, önümüzdeki sonbaharda kendi seçim çıkarını düşünüyor. Şu sırada adadakilerden ona ne? Onları Avro bölgesi uçurumunun kıyısından itiver gitsin! Merkel kendi seçmeninin oyunu kolluyor; o oy da aynı seçmenin gönenciyle bağlantılı. 1571’den 1878’e değin nüfusun çoğunluğu Türk olan adanın kuzeyine 1974’ten bu yana uluslararası bir boykot vardı. Türkiye’nin müdahalesinden bu yana da, oraya anavatanın bütçesi bakıyordu hem de oldukça bol keseden. Şimdi, yabancı sermaye de bir ilgi gösteriyor. Güney’in ve Yunanistan’ın başına gelenlerden, ayrıca İspanya, Portekiz, İrlanda, Malta, Lüksemburg ve İtalya’nın tepelerinde asılı Demokles’in kılıcından dersler çıkarmanın zamanıdır. Güney Kıbrıs’ta iki akım güçleniyor. Biri “Özelleştirmelere Karşı Yurttaş Akımı”, öbürü de yeniNazi ELAM kümesi. Birincisi birkaç bin kişilik ilk protesto gösterisini (1960’a değin Britanya valisinin konutu olan) cumhurbaşkanlığı sarayı önünde yaptı. Onlar (henüz) taş atmadı ve polis de (henüz) gözyaşı gazı serpmedi. İkincisi gıdası Türk düşmanlığı olan faşist bir yapılanmadır ve daha büyüğü Yunanistan’da da güçleniyor. Çözüm birincide bulunabilir; ikincisi zavallı halkı bir oyalama oyunudur. Sokrates dirilip gelseydi, birinciyi önerirdi, ama sanırım bu yüzden bir daha ölüm cezasına çarptırılırdı. Kurumlardaki eksik duygu EY ‘2013’ Yılının ‘25 Nisan’ Günü MERİÇ VELİDEDEOĞLU “Anayasa Mahkemesi”nin kuruluşunun “51. yılı” geride bıraktığımız “25 Nisan” günü kutlandı. “Anayasa Mahkemesi” tıpkı “Yargıtay”, “Danıştay” gibi “1961 Anayasası”nın ürünüdür. Kuşkusuz bu yüksek mahkemenin görevi “1961 Anayasası”nda olduğu gibi günümüzün “1982 Anayasası”nda da yazılıdır (Mad: 148) Görev, ayrıntıya girmeden: “Yasaların, yasa hükmündeki kararnamelerin, ‘TBMM’nin içtüzüğünün ‘Anayasa’ya uygunluğunu denetlemek”tir denebilir. Bu “51.” kutlamada, bu göreve bir “yeni”si eklenmiş gibi bir konuşma yaptı “Başkan Haşim Kılıç.” Yalnızca “TC”nin “Anayasa Mahkemesi”nin değil, tüm “Anayasa Mahkemeleri”nin “aslı” (temel) “görev”inin, “insanlık onuru”nu “korumak, gözetmek” olduğunu bildirdi. Ayrıca, dünyadaki “yazılı anayasa metinleri”nde de bu “görev”in yer aldığını vurguladı. Ama önce, “insanlık onuru”nun panteizmi (vahdeti vücud) çağrıştırırcasına“yaratıcı”dan “izler ve işaretler taşıdığı”nın altını çizdi. Kuşkusuz böyle bir vurgulama, “insanlık onuru”nun taşıdığı bu “izler”in, insanların kabullendiği, inandığı “yaratıcı”ya “bağlı” oluşunu da içerir ister istemez. Başka bir anlatımla; “Yaradan”ından “izler” taşıyan bir “insanlık onuru”nun tüm “din”lerde, bütün “inanç” sistemlerinde “aynı” olması beklenemez; bir “inanç”taki “onur”la “öteki” inançtaki “onur” eşlenmeyebilir. Öyle ki, “Başkan Kılıç”ın “ilahi dinler” adı altında topladığı “Musevi, Hıristiyan ve İslam”ın bile “Yaradan”ı birbirinden “ayrımlı”dır, değil ki öteki dinlerin... Bunu görmemezlikten gelemeyiz. Dolaysiyle “din”lere bağlı bir “insanlık onuru” kavramı ortaya konursa, olacak olan bu “kavram”ın “evrensel olma” özelliğinin “yok” olmasıdır. Anayasalarında “insanlık onuru”na yer veren ülkelerin “Anayasa Mahkemesi Başkanları” kuşkusuz bunun “bilinc”indedirler... Ama hakkını yemeyelim!bizim “Başkan”ın da “insanlık onuru” için yaptığı bu dinsel içerikli vurgulamanın bir “ereği” (hedefi) var; konuşmasını izlersek anlaşılır sanırım. Şöyle sürdürüyor üstat: Anayasamızdaki; “demokratik, sosyal hukuk devleti ilkeleriyle birlikte ‘laiklik’ ilkesi de ‘insanlık onuru’nu yüceltmek amacına hizmet etmesi gereken temel değerimizdir” diyor. Kuşkusuz “Başkan Kılıç”ın dile getirdiği “laiklik”; kesinlikle “evrensel laiklik ilkesi” değildir, olamaz da. Çünkü ortaya koyduğu “dinsel” içerikli “insanlık onuru”na “uygun” bir “laiklik” olması gerekir ki, bu “onur”u yüceltebilsin! “Usta”ca bir “yöntem.” Önce “din”e yani “izlerini taşıdığı yaratıcının sahibi olduğu” inanç sistemlerine dayalı bir “insanlık onuru” ortaya koyup, ardından bu “nitelik”teki bir “onur”u yüceltmeye “uygun” bir “laiklik ilkesi”nin yolunu açmak... Özellikle, günümüzün “AKP” iktidarı döneminde “daha özgür, daha liberal” kalkanı sığınmasında, korumasında sürdürülen böyle bir “laiklik” isteği; “Anayasa Mahkemesi Başkanı”nca “dingin dingin” (sakin sakin) ortaya konuvermiş oldu. Çünkü bu isteğin karşılanmasına “hazırlıklı”dır Başkan Kılıç. “4+4+4” düzenlemesinin kaldırılması için yapılan başvuruya verilen “ret” kararının gerekçesinde, “pozitif yükümlülük” kavramı üzerinden söz etti böyle bir “laiklik”ten; dolaysiyle adına da “pozitif laiklik” denecek yeni bir “ilke”den (18.4.2013) “Kişilerin inandıkları gibi yaşamalarının” koşulunu içeren bu “laiklik” için; “devlet”in bütün gerekenleri sağlamasını, gereken “ortam”ı da yaratmasını istiyor Anayasa Başkanı. Peki, çok büyük çoğunluğu “Müslüman” olan laik “TC Devleti” halkının “inandıkları”na yani “İslam inancı”na göre “yaşamalarının anlamı nedir?” Bilindiği gibi “İslam” dini, hem “dünyasal” hem “ahiret” (öbür dünya) yaşamını en ince “ayrıntı”larıyla “düzen”lemiştir; “yiyecekiçecek”ten “giyimkuşam”a, “hukuk”tan “siyaset”e, “yatak odası”na dek... Ayrıca bu “iki yaşamı” da birbirine bağlayarak... Böyle bir “yaşam düzeni”nin anlamı, “şeriat”ın, “şeriat kuralları”nın “geçerli” olması demek değil midir? Böyle bir “yaşam inanışı”na “inandıkları gibi yaşama”ya kucak açan dolaysiyle, “daha özgürlükçü(!), daha liberal” bir “laiklik ilkesi”(!) ne, “pozitif laiklik”e, hâlâ “Başkan”ın dediği gibi “evrensel” laiklik diyebilme olanağı var mıdır? Ne dersiniz? Böyle bir “laiklik ilkesi” anlayışını ortaya koymanın; “beş yıl” önce “AKP”nin “Laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğuna” dair “Anayasa Mahkemesi”nin verdiği “karar”dan (30.7.2008) dolayı “özür dileme” anlamına geleceğini de insan düşünmeden duramıyor... KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK BULMACA [email protected] SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Peynirli ya 1 da kıymalı bir 2 sac böreği. 2/ Afrika’nın en 3 yüksek da 4 ğı Kiliman 5 jaro’nun, yerli dillerde “Öz 6 gürlük” anlamı 7 na gelen adı... 8 Yaz yağmuru. 3/ Saniyede bir 9 jullük iş yapan 1 2 3 4 5 6 7 8 9 bir motorun güç bi1 S İ KK E E B E rimi... Ortaçağda Almanya, İngiltere ve 2 İ K A M A K A S Fransa’da tüccarlar 3 K A Ş K A V A L birliği. 4/ Yiyeceği 4 K K A N A R Y A ortaklaşa sağlanan 5 E M A N E T A N toplantı. 5/ Mektup... 6 A V A T A R K “O” gösterme sıfatı 7 E K A R R O T A nın eski biçimi. 6/ İs 8 B A L Y A T U R kambilde bir kâğıt... 9 E S A N K A R A Antalya ilinde antik bir kent. 7/ Kuşların, “taşlık, konsa” gibi adlar da verilen midesi... Cennet bahçesi. 8/ Başörtüsü olarak kullanılan bir tür ipekli dokuma... Mert, kalender ve babacan kimse. 9/ Türk müziğinde, saz eserlerindeki kimi pasajların tek bir çalgıyla seslendirilmesi ilkesine dayalı icra biçimi. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Bulgur ya da pirinç ve kıymayla yoğrulduktan sonra küçük küçük yuvarlanıp haşlanarak yapılan bir yemek. 2/ Hattatların kâğıt cilalamakta kullandıkları özel bir bileşim... Müjdeli haber. 3/ Bir şeyi düşünmeye gerek duymadan hep aynı biçimde yapma alışkanlığı... Telli bir çalgı. 4/ Şarkı, türkü... Aralık, ara, kesinti. 5/ Eskiden avukata verilen ad... Evrensel alıcı olan kan grubu. 6/ Kansızlık. 7/ Ergenlik sivilcesi... Erden çavuşa kadar olan askerlere verilen ad. 8/ “Kakım” denilen kürk hayvanı... Avrupa’nın ikinci büyük gölü. 9/ Adapte etmek.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle