18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 14 MAYIS 2013 SALI 2 Ortadoğu Organ Nakli Merkezi MESOT’un Asya temsilcisi Prof. Marwan Masri bakın ne diyor: “Türkiye Mehmet Haberal gibi bir lidere, bir bilim adamına sahip olduğu için gurur duymalıdır.” Tuhaf bir ülkeyiz! Yetiştirdiğimiz sanat, bilim, kültür adamları ile ne kadar övünsek de... Övülen değerlerimiz nedense ya unutulur, ya gözlerden saklanır ya da bir bahaneyle içeri atılır! Nice örneği var! Hiçbir suç işlemeden cezalandırılmak... Bu da yirmi birinci yüzyıl Türkiye’sinin icadı! Adalet denen değeri yalnızca bir kadın adı sayanlar elbet gerçek hukuku, adaleti umursamazlar! Bir çeşit dikta yönetimidir özledikleri, tıpkı Hitler’in Almanya’sı gibi, Mussolini’nin faşist İtalya’sı gibi... Tek başına iktidar olmak artık ortadan kalktı sanıyoruz. Böyle kişilerin sonlarının ne olduğunu tarih yazıyor. Hitler, yeraltı mahzeninde kendini öldürmek zorunda kaldı. Mussolini ise daha beter oldu, asıldı, sonra da cesedi sokaklarda sürüklendi... Bütün bunlar yaşandı, ama bir ders oldu mu? Hırslı insanlar dikta yönetimlerini oluşturmaktan vazgeçti mi? Haberal hâlâ içerde, günleri, ayları, yılları sayıyoruz hep birlikte. Dünyanın saydığı bir bilim adamına en ağır bir işkence cezası sunmuşuz. Hukuk dışı, adalet dışı, insanlık dışı... Mehmet Haberal gibi bir büyük aydınımızla ne kadar gururlansak yeridir. Ne var ki değerbilmezler sürüsü olmuşuz... Kimler mi? Hepsini tanıyorsunuz. OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Suçsuz Suçlu Olmak! Boyuna yaz dur! Yıllar geçmiş, sen yazdıklarını bir kez daha okuyorsun! Bir değişme var mı diye bakıyorum, yok yok!.. Eski tas eski hamam... Beş yıldan beri yüzlerce, belki de binlerce yurttaşımız tutukevlerinde... Hasdal’lar Silivri’ler... Hepsi ağır ceza mahkemesinde... Neyin hesabını veriyorlar? Bilen yok!.. Sizler her gün gazete okuyorsunuz, TV’leri izliyorsunuz, bu konuda en küçük bir açıklama yok... Neden bunca aydınımız yıllardır özgürlükten uzak? Başbakan da, Savunma Bakanı da bu konuda doğru dürüst bir şey söylemiyor. Adamları atmışsın hapishane koğuşlarına, tamam, iş bitmiş!... Prof. Dr. Mehmet Haberal ilginç bir örnek... Dünyanın seçkin cerrahlarından Prof. Mehmet Haberal beş yıldır “suçum ne” diyor... Uluslararası değerde bir bilim adamı “Niye ben beş yıldır hapisteyim” diye soruyor. Okuyoruz, üzülüyoruz, gözden kaçmayan büyük haksızlığı, adaletsizliği kınıyoruz. Ama kulaklar sağır, gözler kör!.. HHH Beyrut’tan gelip Prof. Dr. Mehmet Haberal’ı hapishanede ziyaret eden, Yeniden İnşa İçin Çözülme Süreci mi!.. Kurulu birlikteliğin çözücülerinin, yeni birliktelikleri değil, ayrılıkları, bölünmeyi inşa ettikleri bir süreçten geçiyor coğrafyamızdaki ülkeler ve Türkiye bu oluşumun içine çekilmekle kalmıyor, parçası, yürütücüsü haline getirilmek isteniyor. K Prof. Dr. Tülay ÖZÜERMAN adum el Caburi, bu isim bize yabancı… Iraklılar iyi tanıyorlar onu. Saddam’ın heykelini devrilişini tetikleyen balyozlu adam olarak Irak tarihine geçti. Balyozu indirdiğinden on yıl sonra şimdi pişman ve pişmanlığının aslında ilk iki yıl içinde başladığını söylüyor. “Saddam döneminde güvenlik vardı. Yolsuzluk vardı ama böylesi yoktu. Hayatlarımız güvencedeydi. Elektrik, gaz gibi temel ihtiyaçlar çok daha ucuzdu…. İki yıl geçti ve ben ilerleme göremedim. Sonra cinayetler, hırsızlıklar ve mezhep şiddeti başladı” diyor ve yakıcı cümleyi ekliyor: “O zamanlar sadece bir diktatörümüz vardı, şimdi yüzlercesi var. Hiçbir şey iyiye gitmedi.” Türkiye’ye buradan ne ders düşer derseniz? Kurumlarımızın başında görmeye alışkın olduğumuz T.C. ibaresinin kaldırılışı haberlerini ibret ve kaygı ile izliyoruz. Hiç tereddüdümüz yok; T.C. ibaresini kaldıranlar ve Türkiye’ye giydirilmek istenen yeni rejim için yola çıkanlar, çözüm denilen süreç sonlandırılırsa, Caburi’den farklı düşünmeyecekler. Hatta bunların içinde “akil” etiketliler de olacak. Birileri aklınca bizleri sıkıştırmak için soruyor: “Siz barıştan yana değil misiniz?” Irak’ta da demokrasi gelecek denilerek, sürece karşı çıkanlara da, “Sen demokrasiden yana değil misin?” diyorlardı. Nitekim Caburi, demokrasinin gelmediğini, önceki sürece öykünerek anlatmış. Bizde de “barış” adı altında yeni çatışma başlıklarının açılmayacağını kim biliyor? “Barış süreci” denilenin ne olduğunu tam olarak kim, ne zaman anlatacak? Bu sürecin içinde ne var? Madem barışa gidiyoruz, öyleyse neden giderek artan bir baskı ortamına sürükleniyoruz? Fazıl Say üzerinden düşünce neden hüküm giyiyor? Devletten, Cumhuriyetten ve laiklikten yana olmalarının dışında suçları kanıtlanmamış askerler, komutanlar, aydınlar neden hâlâ tutuklular? Bu aşırılaşan baskı ortamında üretilen “akil insanlar”, tüm bu soruları neden sormazlar? Baskılara tepkili olanların tepkilerini emen bir sünger vazifesi gördüklerinin, iktidara tampon oluşturduklarının farkındalar mı? Süreç haklı ve doğru ise elçi Baskı ortamı lere ne gerek var? Bizler “Bir millet uyanıyor” başlıklı filmlerle büyüdük. Artistler orada oynamıyorlar, duygularını yansıtıyorlardı. Bu yüzden inandırıcıydılar. Bugün artistler kadar, artist olmayanlar da artistlik yapmaya başladılar ve hiç inandırıcı değiller. Şimdi bize “uyuyun” telkini yapılıyor. Ve “Bir millet uyutuluyor” başlıklı bir film her gün TV’lerden servis ediliyor. Bu millet uyandı… Cumhuriyetle güçlendirilen bir devlet kuruldu. Egemenlik milletin iradesine verildi. Millet olma bilinci yerleşti. Egemen olan milletin bütün olduğu, bölünemez olduğu anlatıldı. İçinde bulunduğumuz coğrafyadaki gücümüzü bu bütünlükten aldık. Şimdi bize “Siz millet değilsiniz, halksınız” deniliyor… “Tam bağımsız Türkiye ideali yerini, yeni bağımlılık ilişkilerine bırakıyor.” Benzemezlerin bir araya getirilmesi ile oluşturulan benzerlikle bir hizada toplaşmamız isteniyor. Çoğulculuk yerini tek tipçiliğe bırakırken siyaset bitiriliyor. Siyasal partiler, benzemezlerin bir araya getirilerek benzeştikleri yapılara dönüşürken, paradoksal olarak birleştirici değil, ayrıştırıcı işlev görerek çözülüyorlar. Parti tabanları partilerinin tavanına yabancılaşıyor ve kendisini ifade edecek zemin bulamıyorken, “koalisyon Meclis içindeki komisyonlarda kuruluyor”. Meclis içindeki başına demokrasi, açılım, barış, çözüm gibi sıfatlar eklenen süreci yürüten gizli koalisyonun en güçlü partisi, Meclis içinde grup kurarak partileşen BDP. Tıpkı koalisyonlarda olduğu gibi, küçük partilerin anahtar rolünü üstlenmiş durumda. Süreci İmralı üzerinden kontrol ederken kantarın topuzunu kaçırabiliyor… Bu özet tablodan çıkaracağımız ders ne olmalı? T.C’yi silmek isteyenler, bu istekten heveslenip, silmeye kalkışanlar, Irak’ın yakın tarihine baksınlar. Bu coğrafyada güçlü ülke istenmiyor. Türkiye’de hepimiz önce bunu görmeli ve gücümüzü korumak için stratejiler geliştirmeliyiz. Bağımlılık mı? T.C’ye bağlılık mı? Hangisi bizi güçlendirir sizce? Yeni tür partilerle girdiğimiz bu süreçten gerçekten barış içinde çıkmak istiyorsak, birlikteliğimizi tutkallamak yerine neden bölünmekten söz ediyoruz? Hepimizin algısında “bölünme” kaygısı var… Bu kaygıyı yok etmek için yola çıkan “akiller” (barış elçileri) tam tersine T.C. ibaresinin kaldırılışına suskun kalarak pekiştiriyorlar… Bazıları fütursuzca yeni Cumhuriyet kurmaktan söz ediyorlar… Süreç barış getirir mi bilinmiyor ama “yeni” diye yutturulacak eski kurumlar yaşamımıza hızlı bir şekilde nüfuz ediyorlar. Angelina Jolie bir TV röportajında; “BM (ABD) dünyayı herkes için daha iyi bir yer haline getiriyor” diyordu… Bu söze Caburi ne der sizce?!.. Angelina kim mi? BM iyi niyet elçisi… O da artist… “Düşündüklerinize değil, gördüklerinize inanın” telkini yapılan sürecin elçilerinden. Kıssadan hisse: Kurulu birlikteliğin çözücülerinin, yeni birliktelikleri değil, ayrılıkları, bölünmeyi inşa ettikleri bir süreçten geçiyor coğrafyamızdaki ülkeler ve Türkiye bu oluşumun içine çekilmekle kalmıyor, parçası, yürütücüsü haline getirilmek isteniyor. Bu Savaş Benim Savaşım Değil! Şiddete, savaşa karşıyım... Hiçbir şiddeti, savaşı sevmem! HHH Ancak: Kendi canım için... Sevdiklerimin canları için... Yurdum için... Özgürlük için... Bağımsızlık için... Zorunlu olursa... Belki! HHH Ortadoğu bir bataklıktır: Etnik, dinsel, mezhepsel ayrılıkların kanlı hesaplaşmalarla petrol ve strateji oyunlarına alet edildiği bir bataklık! Osmanlı hayalleri ile... Hegemonya düşlerinin ardında... Mezhepçilik takıntılarıyla... Büyük ağabeyin denetim ve gözetiminde... Ortadoğu bataklığına balıklama atlamak: Kardeş kavgasını... Suikastları... Bombaları... Davettir! Cehalettir... Felakettir! Gazze’ye yardım ve İsrail tarafından basılan Mavi Marmara gemimiz... Suriye tarafından düşürülen uçağımız... Kevgire, kalbura dönen Irak ve Suriye sınırlarımız... Bombalanan Cilvegözü... Şimdi de Reyhanlı! Ölenler, yaralananlar... Zedelenen ülke imajımız... Tehlikeye giren bireysel ve toplumsal güvenliğimiz! Ne uğruna? Bir padişahlık hayali uğruna mı! HHH Bu savaş benim savaşım değil... “Barış süreci” denilen süreçte bol bol kullanılan “kan içiciler”, “ölü seviciler” sözlerinin sahipleri belki bilirler kimin savaşı olduğunu! Siyaset bitiriliyor Kaygıyla izliyoruz
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle