18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 NİSAN 2013 SALI CUMHURİYET SAYFA 13 Patrikhane’nin avukatı Kezban Hatemi, Heybeliada Ruhban Okulu’nun aslında kapalı olmadığını, Türk müdürün 30 yıldan beri maaş aldığını açıkladı. Bizce bu müdür, mutlaka akil adamlar listesine eklenmelidir. • Akil Liste anmak gerekiyor: Bu kafadaki birisine Ataç şöyle demiş: “Bence sen, hiç sokağa da çıkma. Seni görenler annenle babanın müstehcen bir iş yaptığını mutlaka düşünecektir!” “Ayasofya ibadete açılsın” diyenler boş bir çaba içindedirler. Ayasofya Camii’nin de kadrolu imamı vardır. Ve 5 vakit görevine devam etmektedir. “Hedef 2023”ün, Erdoğan başkan olursa eyalet sistemine geçiş tarihi olduğu belli oldu. “Hedef 2071”in ise ne olduğu ise hâlâ sır. Bu sırrı da Başbakan’ın Bilal Erdoğan’dan olan torunu küçük Tayyip reşit olduğunda ondan öğreneceğiz. • 5 Vakit Mesai Satır Arasında Kalanlar • Küçük Tayyip İktidar yanlısı Sabah bile “Kürtçe mektubu Kürt ajansları bile anlamadı!” diye manşet atmış. Süreç hangi dilde sürecek. Apo, Kürtçe okuyup yazamadığına ve Tayyip Bey de (çok şükür) Türkçeden başka dil bilmediğine göre Türkçe sürecek. Ama ne yazık ki “Türk’çe” de sorunlu bir sözcük. En iyisi “Türkiyece” demek. Türkiye bayrağına da Türkiye halklarına da bu yakışır! • Türkürtürkürt • Özde Kurtulmuş Aile Bakanımız Fatma Şahin açıkladı: “Türkiye’de 24, Ankara’da ise sadece 5 sokak çocuğu var!” bakan hanım Ankara’da 5 çocuk deken bizim Ankara bürosunun önünü kastediyor herhalde... • Mevhum Muhalif Sağlığına kavuşmasını dilediğimiz Demirel’e, başbakanlığı döneminde bir dış gezide yabancı gazeteciler sormuşlar: “ Ülkenizde Kürtlere iyi davranılmadığı belirtiliyor. Ne dersiniz?” Demirel yanıtlamış: “ Yani Türklere iyi mi davranıyormuşuz?” Maksat süreç sürsün! Zabıt kâtibi olmak bir milletvekilinin bakan olmasından daha zor bir olasılık. 2 bin 863 kişi alınacak sınava 250 binin üzerinde aday girdi. Yani yüzde 1’lik bir olasılıkla zabıt kâtibi olunuyor. Oysa bakan olma şansı çok daha yüksek. 550 milletvekili var. Bakan sayısı ise 25. Yani yüzde 5’e yakın bir şans demek. Hele bir de başkanlık ve referandum konjonktüründe bir hamle yaparsanız bakanlık yüzde 100 garanti. • Makam Farkı Numan Kurtulmuş kendisi gibi süreci de kurtarmaya kararlı: “Sözde değil özde vatandaş!” demiş ve eklemiş: “Sözde” vatandaşlar “parya” yani Kürtler... “Özde” (ve gözdeler) ise “devletin asıl sahipleri”, yani Türklerdir! “Adedi” bizzat Başbakan tarafından açıklanan AKP’deki “75 tane” Kürt milletvekili ve bakanlar sözde mi Kürt, özde mi? Ve Silivri’deki Türkler hangi kategoriye giriyor?.. • Akil mi Sakil mi? Müstakbel Akil Adamlar (Kadınlar?) Türk lokumu, Türk kahvesi, Türk bayrağını tartışmaya başladılar bile... “Türkiye Bayrağı dersek daha sarmalayıcı olur” diyen de çıktı. Sıra, Mozart’ın ünlü Türk Marşı üzerinden, “Türkü”lere bile gelecek. Ama bu arada Atatürk unutuldu: “Akil ama, sakil” bir öneri dense de.. Zamanında Ahmet Altan’ın Hürriyet’te başını yiyen önerisi de artık makul olabilir: “Atakürt!” • Öteki Üyelere Sıra Ne Zaman... Emekli Tuğgeneral Cihangir Dumanlı soruyor: “ 30 yıldır en az 30 bin kişinin ölümünden sorumlu PKK terör örgütü üyelerine ‘Silahları bırakın, ülkeyi terk edin!’ kararı çıktı. Ergenekon terör örgütü üyelerine benzer bir çağrı yok. Acaba neden? Bir tek kişinin bile ölümünden sorumlu olmadıkları için mi? Yoksa ülkeyi terk etmeyecekleri bilindiği için mi?” • Dövmelik Öneri Futbolcu ve artistlerin dövme görüntüleri de sigara gibi karartılsın (mozaiklensin) önerisi gündemde. Gerekçe ise malum: Ahlakı korumak. Merhum Nurullah Ataç’ı bir kez daha “Sürece katkı yapmak” artık bir sevinç kaynağıdır. Ama asıl kaynak.. PKK lideri ile.... Kandil Komutanı Murat Karayılan’dır! Bir de Avrupa Baş Sorumlusu Zübeyir Aydar. Sürecin en başında, Başbakan ve PKK/ BDP çağrı yapmıştı: “ Duyarlı olalım... Barış dili kullanalım!” Biz de bu köşede “Öcalan” adı barışın diline biraz ters... “Apo’ya Apo denilmeli!”yi önerdik. Zira bu muhteremin “icrai faaliyet” dönemindeki adı ile anılması.. Taşları yerine koymanın gereğidir. Ama bu çağrıya ne Başbakan kulak astı.. Ne de Cumhuriyet Halk Partililer... BDP’liler ise “Sayın Öcalan”da ısrarlı... Geleceğin Meclis’i için ağız alışkanlığı gerek! Ama kurbağaların ürkme olasılığı da yüksek. Acele işe şeytanın karışacağını da hesaba katmalı. Derken.. “Apo diyelim!” önerisine destek bizzat Apo’dan geldi. Basına sızan tutanaklarda, Apo’nun da kendisine “Apo” denilmesini tercih ettiği belgelendi.. Ardından Hasan Cemal imdada yetişti: Kandil’de konuşturduğu Murat Karayılan’ın da Öcalan yerine “Apo”yu benimsediği ortaya çıktı. Çok geçmeden bir başka güçlü destek de Avrupa’dan.. Murat Yetkin’e konuşan Zübeyir Aydar da “Apo” diyordu. Üstelik Aydar, 19. dönemde Siirt milletvekilliği de yapmıştı. Ama “Sayın” demiyordu. Hadi BDP’liler neyse de.. AKP, hele CHP ve MHP “Öcalan”da niye ısrarlı?.. “Gülün adı değişmekle kokusu değişmez!” diyen atasözüne hürmettense mesele yok. Ama Apo bile kendisine Apo diyorsa, bundaki hikmete de bakmak gerek. ‘Apo’ Tescil Edildi Hukuk mu Dediniz! Fiili durum yaratılsa da türban konusu çıkmazdır. AİHM ve Anayasa Mahkemesi kararları, konunun kişi hak ve özgürlükleriyle doğrudan ilgisini göstermiyor. Türbana serbesti sağlamıyor. Diyelim ki inanç sorunudur. Özel yaşamında dileyen istediği gibi giyinir. Kamusal alana gelince, konu burada düğümleniyor. Kamu hizmetleri yansız, tarafsız, hiçbir görüş ve inanca bağlı olmadan yürütülmelidir. Laiklik bunu gerektiriyor. Anayasanın, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ilkelerinin yer aldığı, değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek maddelerine göre, “Türkiye Cumhuriyeti, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir” çünkü... Geçen haftalarda konuya ilişkin iki önemli gelişme yaşandı. EğitimBirSen’in çağrısıyla kendine bağlı öğretmen üyeleri, okullarda türbanla derse girdi. Oysa bugünkü yasal durum, buna olanak vermiyor. Kamu kurum ve kuruluşlarında çalışan memurların kılık ve kıyafetlerine ilişkin düzenlemeye aykırı bir durum söz konusu. EğitimBirSen’in türban eylemine valilikler sessiz kaldı. Eğitimİş Sendikası yönetimi, türbanla derslere giren öğretmenler hakkında cezai işlem yapmayan valiler hakkında suç duyurusunda bulunacağını açıkladı. Bir tek İzmir Valiliği soruşturma açtı. İzmir Vali Vekili Ardahan Totuk’un, 20 Mart’ta kentteki kamu kurum ve kuruluşlarına gönderdiği genelgede, çalışan personelin kılık kıyafet yönetmeliğine uyması istendi. Uymayanlar hakkında yasal işlem başlatılacağı vurgulandı. İzmir Valiliği’nden yapılan açıklamada ise genelgenin, olağan bir uygulama olduğu belirtildi. Genelgeyle kamu kurum ve kuruluşlarında çalışan memurların kılık ve kıyafetlerine ilişkin herhangi bir yeni düzenleme, sınırlama ya da yasaklama getirilmediği vurgulandı... HHH Konuyla ilgili ikinci gelişmenin adresi Ankara Adliyesi’ydi. Saadet Partisi Genel Başkanı Mustafa Kamalak’ın eşi avukat Zübeyde Kamalak’ın, Ankara Adliyesi’nde görülen bir davaya türbanıyla girmesi üzerine, mahkeme yargılamayı erteledi. “Danıştay 8. Dairesi, avukatların ‘başı açık’ görev yapmalarına dair düzenlemenin yürütmesini durdurmuş olsa da avukatların meslek kuralları ve kamu hizmeti yapmaları nedeniyle duruşmalara türbanlı giremeyecekleri”ni gerekçe gösterdi. Hâkimin türbanlı avukatla duruşma yapmama yetkisi var mı? Baroların konuyla ilgili yaklaşımları birbirinden farklı... HHH Gelelim en ilginç gelişmeye... Ege Üniversitesi Uzay Bilimleri’nden emekli Prof. Dr. Rennan Pekünlü, “türbanla derse girenlerin eğitim hakkını engellediği” öne sürülerek 2 yıl 1 ay hapis cezasına çarptırıldı. Böyle bir ceza bugüne değin ne görüldü, ne duyuldu. Kararı İzmir 4. Asliye Ceza Mahkemesi verdi. Bu “tarihi” karar, birçok ilginçliği de beraberinde taşıyor. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı rekor bir sürede, 17 gün içinde cezanın onanması yönünde görüş bildirdi. Anlaşılan kamu adına hareket eden başsavcılık, iddia makamı, çok hızlı bir onama istiyor. Yargıtay’da inceleme süreci devam ederken bu kez 4 öğrencinin yakınması üzerine aynı gerekçelerle İzmir 9. Asliye Ceza Mahkemesi’nde yeni bir dava daha açıldı. İlgili yasaya karşın YÖK ve rektörlükten herhangi bir soruşturma izni, “lüzumu muhakeme” kararı alınmadan üstelik. Pekünlü hakkında 4 ile 12 yıl arasında değişen hapis cezası isteniyor. İkinci davada savcılık, Ege Üniversitesi Rektörlüğü’nden “türbanla üniversiteye girilmesinin yasak olduğuna ilişkin, üniversitenin yetkili kurullarınca ya da Yüksek Öğretim Kurulu’nca bir karar alınıp alınmadığını” sordu. Rektörlük, üniversite yetkili kurulları ve YÖK’ün böyle bir kararı almadığını belirtti Pekünlü’nün avukatı Murat Fatih Ülkü, ortada AİHM ve Anayasa Mahkemesi kararları olduğuna, hukuka uyulması gerektiğine dikkat çekiyor. Hukuk mu dediniz? ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] Açtığım En Önemli/ Riskli Sergi... Yaptığımız mesleğin ülkede pek karşılığı yok. Maalesef bu örneği hep veriyorum: Devlet belki 110 bin camii inşa etmiş, 1 (bir) modern sanat müzesi inşa etmemiş. Bir maçı 110 bine sıfır kaybetmek kolay şey değil! Yani tek başına AKP hükümetinin suçu değil. Bu “başarı”yı (!) Ecevit, Erbakan, Çiller, Özal, Evren, Demirel hepsi birden paylaşıyorlar! Tam 50 yıldır uluslararası düzeyde sergi açıyorum. En çok kişisel sergi açtığım kentler İstanbul, Paris, Ankara ve New York. Bu sezon, fuarları saymazsak Ankara, İstanbul dışında Berlin ve Paris’te sergi açtım. Yarın New York’ta açılacak olan ise yalnız bunlardan değil, 125 kişisel serginin hepsinden farklı. Sanat tarihi yönünden ne yapacağımı köşe yazısına sığdırmak zor. İçerikli gerekçelerini öğrenmek isteyenler sergi kataloğuna ulaşabilirler. Bu yayında Amerikalı Robert C. Morgan ve Hasan Bülent Kahraman’ın makaleleri var. Kahraman’ın İngilizce olarak kaleme aldığı yazı, bence Türk sanat eleştirisinin uluslararası seviyede bir mihenk taşı olarak hatırlanacak: Konuya felsefi, sanat tarihi ve benim tarihçem açılarından yaklaşmış. Gelelim özetle kavramsal çıkışlı sergim hakkında aktaracaklarıma... New York’ta yalnız 7 adet çift taraflı, tavandan asılan çerçeve sergiliyorum. 180x120 veya 150x150 cm civarında birbirinden farklı çerçeveler. İlk bakışta bu çerçevelerin içi “boş”. Yani resim yok, fotoğraf yok, kâğıt yok, video yok. Bu çerçevenin içinde “hiçbir şey yok” denebileceği gibi, “hiçlik” kavramının varlığı söz konusu olabilir. Öte yandan aslında dikkat edersek bu çerçevenin içi boş değil, dolu. Çünkü içine, arkasında ne varsa, onun görüntüleri giriyor. Bu görüntü hem üç boyutlu, hem iliğine kadar gerçekçi, hem de bu sanatsal algılama görsel olmasının yanı sıra aslında kavramsal. Bu işlerde zaman ve mekân, sürekli değişmelerine karşın canlı olarak “paketlenmiş” durumdalar. Çerçevenin içinde düz bir satıh yok. Ancak biz bulunduğumuz mesafeden o dikdörtgenin içinde net bir görüntüyle karşı karşıyayız. Bu, kurgusal plandaki hayali yüzeyde gerçekleşiyor. Bu farklı yaklaşımı ortaya koyuşumun ana nedenlerinden biri, Fransız sanatçı Marcel Duchamp’ın tam 100 yıl önce ortaya koyduğu “HazırYapım” kavramının neden olduğu tıkanıklığı gidermek. 1913’te, New York’taki Armory Show’ un jürisine bir “pisuvar” yollayan Duchamp, özetle “Ben bir endüstriyel üretim parçasına ‘sanat eseri’ diye bakarsam, o andan itibaren galeri mekânında o parça sanat eseri statüsüne geçmiş olur” demiş oluyor. Bu “buluş” bir asır boyunca, 67 kuşak sanatçı tarafından resmen sömürüldü. Duchamp’ın müstehzi kişiliğiyle aldığı bu risk, onu haklı olarak sanat dünyasında Picasso gücünde bir yere koyarken takipçileri işin kolayına kaçıp farklı “HazırYapım”ları salonlara taşıyarak gövde gösterisi yapmış oldular. 1992 yılında “PostDuchamp Krizi” olarak tanımladığım bu tıkanıklığa, geçen 15 Şubat’ta parmak basan Le Figaro gazetesi, “Duchamp’ın fazla yer kaplayan ve sanatçıların bir türlü içinden çıkamadıkları mirası”ndan söz ediyordu. Mesela son yılların astronomik fiyatlı sanatçılarından Damien Hirst, sergi salonuna içi dolu ecza dolapları veya kül tablalarını yerleştirip bunları on milyonlara satarken bence aslında bu tıkanıklığın spekülatif olarak başarılı bir temsilcisi olmaktan öteye gidemiyor. Sanatçılar nesnelere neredeyse hipnotize olmuş gibi bakıp bu tekrara esir düştükçe tuzak büyüdü. Önerdiğim çıkış ise nesneyi terk edip çerçeveyi uzama çekerek gözün bu aktif alanda yaşayacağı sonsuz görüntü selinin farkına varmak. “Böyle sanat olur mu, bu ne saçmalık!” sorusunu sordurabiliyorsam, ne mutlu bana. Bunu yapamayan hiçbir sanatçı sanat tarihinde bir kapı açamadı. Diğer en malum tepki olan “Bunu ben de yaparım!”a gelince; iki yanıtı var: “Evet doğru, yapabilirdin. Ama yapmadın. Başkası yaptı. Paul Klee veya Mondrian resimlerini de yapabilirsin rahatlıkla. Ama taklit olur, hepsi bu.” “Çerçeveyi uzama özgür olarak taşımak ve her görüntüyü ‘o anın eseri’ ilan etmenin ne ilginçliği var ki” diyenler olabilir. O yanıt da kolay: 100 yıldır ellerine geçirdikleri her şeyi “HazırYapım” teziyle ortaya bırakıp giden furyanın içinde, bir fark ortaya koymayı hedefliyor bu yaklaşım. Başarı şansı ne kadar? Benim için bu sorunun var olması bile sanatsal girişimin risk faktörü ve meydan okuma kapasitesini gösteriyor. Herhalde fuarlarda savaşı verilen sanatsal piyasa ve ciro çabalarından daha heyecanlı diye düşünüyorum. İşte bu özet cümlelerle mantığını aktarabileceğim New York maceramı ilk sizlerle paylaşmak istedim, değerli okuyucularım. Ne de olsa sırdaşız! HARBİ SEMİH POROY BULUT BEBEK NURAY ÇİFTÇİ [email protected] BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN 1/ “Su teresi” de 1 denilen ve yaprakları çiğ olarak 2 yenen bir bitki. 3 2/ Gebeliği önle 4 mek için dölyatağına yerleştiri 5 len sarmal biçim 6 li araç... Boru sesi. 3/ Bir vagon kata 7 rını çekmede kul 8 lanılan makine. 9 4/ Şarkı, türkü... Yaklaşık on iki 1 2 3 4 5 6 7 8 9 bin yıl önce Pasifik’e 1 Y ÖN S EME A gömüldüğüne inanılan, insanlığın ve uygarlığın 2 Ö Z A T AMA N anayurdu sayılan kıta... 3 R E Y H A N P A Önü hendekli siper. 5/ 4 E M A P İ T ON Panama’nın plaka imi.... 5 K E T E V A L E Kastamonu’nun bir ilçeİ T si. 6/ Kayısı, erik, zer 6 E K A R T E dali gibi meyvelerin ku 7 N Ğ E L İ T rusu... Ayakla vuruş. 7/ 8 T R A K AM İ N Uzaklaşmak, ara açıl 9 E N İ K A K Ü mak... Kemiklerin yuvarlak ucu. 8/ Geçimsizlik, anlaşmazlık... İngiltere’de çok sevilen bir cins bira. 9/ Yuvasından Çin mutfağının en seçkin yemeği yapılan denizkırlangıcı. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Yurdumuzun sulak alanlarında da yaşayan bir ördek cinsi. 2/ Çiçeksiz bitkilerde üreme organı... Yeşilırmak’ın antik dönemlerdeki adı. 3/ İskambildeki maça rengine verilen bir başka ad... Üç kişiyle oynanan bir kâğıt oyunu. 4/ Bitkisel kökenli bir yiyecek ya da içeceğin damakta algılanan hoş kokusu... Ticaret eşyası. 5/ Cehennem... Tavana yakın küçük pencere. 6/ Telefon sözü... İstanbul’dan Yunanistan’a göç eden Rumlar tarafından Atina’da kurulan spor kulübü. 7/ Bir kuvvetin, uygulandığı kütleyi bir eksen etrafında döndürme eğilimi... Gümüş elementinin simgesi. 8/ Geminin rüzgâr üstüne ya da altına dönmesi için yelkenleri gevşetme ya da germe işlemi. 9/ Pamuk kozası... Aynı adlı bitkiden elde edilerek pastırmanın üzerine sürülen macun. 1 2 3 4 5 6 7 8 9
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle