28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 17 NİSAN 2013 ÇARŞAMBA 2 OLACAK olan buydu ve oldu: “Kıbrıs Cumhuriyeti” unvanını gasp etmiş olan Güney Kıbrıs Yönetimi, Marksizm sonrası Rusya’nın para aklama yeri olarak ek nüfus çekmiş ve bu sayede müthiş bir refah devleti olacağını ummuştu. Bir süre için oldu da. Ama artık öyle değil. İki nedenle: Birincisi, Avrupa Birliği’nin bağrına bastığı o devlet, öyle bir siyasal ve ekonomik disipline ayak uyduramadı ve “anavatan” saydığı Yunanistan, analık etmek şöyle dursun, kendisi de başıbozukluğun kurbanı oldu. Şimdi, para aklatıcı Ruslar o tür “ticaret”ten çekilmekle kalmadılar, Kıbrıs’ın güneyindeki sefayı bırakıp kendi ülkelerine dönmeye ya da başka yerlere gitmeye başladılar. Anlaşıldığına göre, Rum yönetiminin onlara kolayca vatandaşlık sunması da pek para etmemiş. Gidiş sürüyor. OLAYLAR VE GÖRÜŞLER emrettiği bir tek formülden başkasının başarı ve süreklilik olanağı yok: Adada şöyle ya da böyle ama yaşanmakta olan bir gerçekliği çok bozmadan sağlam bir barışçıl ve demokratik bir hukuk temeline oturtmak gerekiyor. nkara, daha fazla zaman kaybetmeden ve olanca özgüveniyle yeni bir formül geliştirip onu dünyanın ve Avrupa’nın gözleri önüne koymalıdır. İki küçük devletin karşılıklı olarak birbirini tanımaları, az çok uzunca sayılabilecek bir süredir halklarını demokratik düzenler içinde yaşatan, şimdiki kimlikleriyle hiç kapışmamış iki yönetimin yan yana yaşama modalitelerini kararlaştırmalarını öngören bir formül. Gerçekleştirilemez bir hayal değil bu. Elbet güçlükleri var ama onlar şimdiye kadar rastlanan ve yaşanan güçlükler kadar ürkütücü değil. Alın Teriyle Yazılan Destan Mahmut YAĞMUR/Köy Enstitülü Eğitimci, Yazar Komşuluk slında, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti için hem “komşuca” hem de “insanca” davranmanın zamanı gelmiş demektir. Ama, Ankara’da durgunluk var. Galiba dönüp dolaşıp yeniden müzakere masasına oturulacak ve çıkmaz ayın son çarşambasına kadar bir çeşit “federatif” çözüm için sonu gelmez görüşmeler sürdürülecek ve başka heveslilerin de istediği yeni formüller denenmeye çalışılacak. Oysa, bu sütunu okuma zahmetine katlananların da çok iyi bilebilecekleri gibi aklın A A Y eryüzünü, “İkinci Dünya Savaşı”nın alazları sarmıştı. Ulusal gelirimizin tümüne yakını, askersel giderlere ayrılmıştı. Vurguncuların acımasızlıkları iyice artmıştı. Yaşamsal nesneler, karanlık koruncaklara (depo) saklanmıştı. Tencereler aşsız, pencereler camsız, koşum hayvanları nalsız, bebekler zıbınsız, sayrılar emsiz (ilaç) kalmıştı. Türkiye Cumhuriyeti 17 yaşına basmıştı. Devlet Baba, binlerce köye uğra ma olanağı bulamamıştı. Milyonlarca köylü yoksul, bilisiz ve yazgıcıydı. Yiyecekleri, yavan bulgur aşı ve kuru bazlamaydı. Tarım gereçleri, ağzı körelmiş orak, dişi kırılmış kazma, ilkel karasabandı. Taşıtları, Hititlerden kalma kağnıydı. Duygularını dile getiren ezgi, ağıt ve bozlaktı. Nüfusumuzun yüzde 85’i köylüydü. Köylerin üzerine, zifiri bir karanlık çullanmıştı. Köylüler bilisizlikten, köyler karanlıktan kurtarılmazsa, gönence ve erin ce kavuşmamız olanaksızdı. Bu yalın gerçek, yıllarca sonra algılanmıştı. Ot bitmeyen bozkırlarda, ıssız yaylalarda Köy Enstitüleri açılmıştı. Uzun süre, yöneticiler, öğretmenler, öğrenciler, ustabaşılar çadırlarda barınmışlardı. Köy Enstitüleri, benzeri olmayan eğitim ve öğretim kurumlarıydı. Yöneticileri, öğretmenleri, ustabaşıları yetkin, özverili, sevecen, insancıl, gözüpek devrimcilerdi. Öğrencileri, yoksulluğun sıkmacında (pres) ezilmiş, acıların harlı ateşinde pişmiş, dirençli köy çocuklarıydı. Uygulanan eğitim ve öğretim dizgesi, yerli, özgün, kılgın, köktenci, bölüşümcü ve özgürlükçüydü. Deneme evresinde olan eğitim ve öğretim dizgesi (sistem), beklentiyi gerçekleştirmişti. Köy çocuklarının yetilerini, yeteneklerini, gizilgüçlerini devinime geçirmişti. Bu eşsiz güç, ot bitmeyen bozkırları, ıssız yaylaları canlandırmıştı. Sökülen çadırların yerlerinde, çağcıl yapılar yükseltmişti. Çıplak toprağa, yemyeşil bir giysi giydirmişti. Abartmıyorum: Köy Enstitülerinde çalışmak, okumak, bir değer üretmek tapınçtı. Sözlüklerden, “kaytarmak”, “savsaklamak”, “usanmak”, “yorulmak” sözcükleri çıkarılmıştı. Gece gündüzle, kış yazla birleştirilmişti. Yıl boyunca tarlalarda, işliklerde, dersliklerde, eğitim ve öğretim yapılmıştı. Alın teriyle, kafa ve kol gücünün destanı yazılmıştı. Unutulmasın diye yineliyorum: Köy Enstitülerinin açılması, eğitim tarihimizin en köklü bir atılımıydı. Çünkü Köy Enstitüleri, “Devlet Baba” ya yük olmadan, iyeliklerindeki kıraç toprakları derinlemesine işlemişlerdi. İşledikleri topraklara, nitelikli fidanlar dikmişler ve tohumlar ekilmişti. Dikilen fidanlar ve ekilen tohumlar, binbir özenle büyütülmüştü. Aracılardan (kabzımal) bir tadımlık meyve ve göveri (zerzavat) alınmamıştı. Kirazı dalından, salatalığı (hıyar) kökeninden kopararak yemenin mutluluğu yaşanmıştı. Her deyirgi süremi (hasat mevsimi), “emek ve üretim bayramı” olarak kutlanmıştı. İşliklerde, “iş” sözcüğü gerçek anlamına kavuşmuştu. İş giysileri, kıvanç duyularak giyilmişti. Körükler, türkü söyleyerek çekilmişti. Balyozlar, örslerin üstüne yıldırım hızıyla indirilmişti. Ateş kusan demirler, evire çevire dövülmüştü. Hızarlar, testereler coşkuyla dişenmişti. Tomruklar boy boy doğranmış, kalaslar ince ince dilinmişti. Her yer, üretimi artıracak, yaşamı kolaylaştıracak araç ve gereçlerle donatılmıştı. Öğrencilerin bileklerine, altın bilezikler takılmıştı. Tarihsel gerçekler Dersliklerde, insan olmanın ve insanca yaşamanın kuralları kavratılmıştı. Usa vurulan zincirler kırılmıştı. Öğrencilerin beyinleri, boşinanlardan (hurafe), yürekleri yoz duygulardan arındırılmıştı. Bilinçleri ve istençleri (irade) kılağılanmıştı. Yargılama, sorgulama, kuşku duyma, düş kurma, hak arama yetilerine kanat takılmıştı. Türk Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın evreleri, Mustafa Kemal Atatürk’ün devrimlerinin önemi, tümce tümce anlatılmıştı. Bilimsel ve tarihsel gerçekler anlaklara kazınmıştı. Yasak sözcüğü yasaklanmıştı Yineliyorum: Köy Enstitülerinde, “yasak” sözcüğü yasaklanmıştı. Özgür düşünce zindandan çıkarılmıştı. İnaksal (dogmatik) düşünce çöp sepetine atılmıştı. Her konunun korkusuzca irdeleneceği ve tartışılacağı bir ortam yaratılmıştı. Öğrencilere, bilinçli bir okuma alışkanlığı kazandırılmıştı. Kitap; hava, su, ekmekle özleştirilmişti. Toplumsal, sanatsal, bilimsel içerikli kitapların, azık çıkınlarına girmesi gerçekleştirilmişti. “Alın Teriyle Yazılan Destan”ı, özet olarak anlattım. Anlattıklarımın kesinkes doğru olduğuna Köy Enstitülerinin yıkıntılarının başında ağlaşan ulu çınar ağaçları tanıktır!..
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle