14 Kasım 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 14 MART 2013 PERŞEMBE 6 HABERLER Tutuklu avukatlara uluslararası destek Haber Merkezi KCK davasında 46 avukatın yargılaması sürerken ÇHD’li 9 avukatın tutuklanması üzerine İnsan Hakları ve Demokrasi İçin Avrupalı Hukukçular (ELDH), Avrupalı Demokratik Hukukçular, Arap Avukatlar Birliği, Uluslararası Demokratik Hukukçular Derneği (IADL) temsilcileri Türkiye’ye geldi. Almanya, Yunanistan, Hollanda, İtalya, İsviçre, Mısır ve ABD’den gelen 8 avukatın oluşturduğu heyet, Türkiye’deki avukat örgütleri, İstanbul Barosu, KESK Genel Başkanı ile görüştü. Heyet, 5 günlük temaslarının ardından avukatlara yönelik hukuk ihlallerini raporlaştırdı. Heyet adına İngiliz avukat Richard Harvey tarafından hazırlanan raporda şu tespitlere yer verildi: “Avukatlar, tutuklanmaları esnasında şiddet görmüştür. Gözaltındakilerden, zorla hiçbir gerekçe ortada yokken kan ve tükürük numuneleri alınmıştır. Avukatların müvekkillerinin dosyaları iade edilmemiş ve temel haklar böylece çiğnenmiştir. Bir grup avukat tutuklama altındaki avukatların salıverilmesi başvurusu ile mahkemeye geldiklerinde, çevik kuvvet polisleri tarafından saldırıya uğramıştır. Ramazan Demir, bilincini kaybedene kadar polis tarafından yerde sürüklenmiştir.” Raporun talep kısmında ise “Tutuklanan avukatlar derhal serbest bırakılmalıdır” görüşlerine yer verildi. ‘Çocuklarımıza zulüm ve silahı öğrettiler’ İstanbul Haber Servisi KESK’e bağlı Büro Emekçileri Sendikası (BES) DHKPC operasyonu kapsamında gözaltına alındıktan sonra serbest bırakılan ve savcılığın itirazı üzerine yeniden tutuklanan 8 KESK üyesinin serbest bırakılmasını istedi. BES Genel Başkanı Ahmet Kesik “AKP’nin baskı, sürgün, gözaltı ve tutuklamaları bizleri yıldırmayacak” dedi. Taksim’deki Makina Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi’nde gerçekleşen toplantıda konuşan Kesik, “Tek suçları sendikal hak ve özgürlükler, barış ve demokrasi mücadelesi vermek olan arkadaşlarımızın derhal serbest bırakılmasını istiyoruz” dedi. 19 Şubat operasyonunda 4 günlük gözaltı sonrası tutuklanan BES 1 No’lu Şube Yönetim Kurulu Üyesi Ejder Erbulan’ın eşi Ebru Erbulan ise şöyle konuştu: “Biz artık adaleti arar olduk. Bizim çocuklarımızı çekirdekten yetiştiriyorlar. Bir gecede 2 aylık bebeğim ve 6 yaşındaki çocuğuma zulüm ve silah ne demek, onu öğrettiler. Belge diye aldıkları çocuğumun kreş mezuniyet videoları. İleri demokrasi diyerek ileri faşizmi uyguluyorlar. Sonuna kadar AKP zulmüne direneceğiz.” ‘Çözüm Süreci’ “Kürt tarafı”, kendi deyimleriyle “tutsakları” serbest bıraktı. Şüphesiz sevindirici bir gelişme! Öncelikle iki yıla yakın “esirlik” çeken insanların ailelerine kavuşması mutluluk... Ama acaba 10 gün önceye kadar, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının PKK’nin elinde rehine olduğunu yüzde kaçımız biliyordu? Arada sırada muhalif basından sesler çıkıyordu... RTE iktidarı bunu sorun yapmadı hiçbir zaman! Ama İmralı’da RTEApo pazarlığında “rehine” veya “esir” “değiştokuşu” da “çözüm süreci”nin bir parçası olarak gündem maddesi olunca işin farkına vardık: Vay canına!! Kimileri bu terimlerle konuşmama kızabilir ama bunlar “savaş terimleri”dir. Bana değil “Başkan Apo”ya kızın lütfen! İktidar da KCK “rehine”lerini üçerbeşer bırakıyor. Karşılıklı bir alışveriş durumu... Kötü mü diye sorarsanız hayır şüphesiz, KCK’de de bir sürü hukuk dışı tutuklamaların olduğunu biliyoruz. Ama AKP iktidarının gözünü geçen yıl KCK bürümemiş miydi? Ortalığı kasıp kavurmamışlar mıydı, “paralel devlet”e izin vermeyiz diye! Buna karşılık, Silivri esaretinden kurtulan yok! Çünkü onların bir “örgütü” yok, “TC”den rehin alsınlar ve sonra bunları iktidarla pazarlık konusu yapsınlar!.. Çok mu acı oldu bu kıyaslama!? Üzülen varsa, onlara en hafifinden hadi canım sende diyebilirim ancak... PKK ve KCK için çırpınanlar, CHP’yi, RTE’nin Suriye ve Kürt çözümü projesinin kuyruğuna takmak için çalışanlar, Silivri’de tamamen hukuksuz ve imansız süren bir yargılamaya seslerini çıkarmıyor. Bunu sadece satılmış ruhlukla ve beyinle izah edebiliyorum... Başka bir izahı olan varsa, buyursun... Şimdi gelelim olayın “çözüm” boyutuna... ??? PKK’nin rehinelerini serbest bırakmasının çok fazla bir anlamı yok. Gizli bir silahlı örgütün istediği zaman yeni rehineler almasının kolaylığını herkes anlayabilir. Bu serbest bırakmayı iki adımın daha izlemesi beklentisi içinde, önce çatışmasızlık, sonra PKK savaşçılarının ülkeyi terk etmesi. Törene, “güvenlikli geri çekiliş” gibi gösterişli açıklamalara gerek yok... Silahlı örgütün adamları nasıl geri çekileceklerini iktidara soracak değiller. Bunu en iyi kendileri bilir. Bu geri çekilme kontrol edilebilir de değildir! Burada kaç yüz veya bin PKK silahlı adamı olduğunu sayı olarak bilmek de zor, bunu kimse de açıklamaz. Ama estirilen hava şu: Tamamdır, PKK dağılıyor, kendini dağıtıyor, işte Mahmur kampında toplanacaklar, isim isim kaydedilecekler ve yaşayacaklar! Örgüt zaten artık bir çıkmazda, bu işi daha ne kadar sürdürebilirler... Dünyada da bu tür örgütlerin işleri kesat... Bu iş bitmiştir... Öyle mi? Keşke öyle olsa! Eğer gerçekten öyleyse, vallahi ben Apo’nun bir an önce serbest bırakılmasını isterim.. Savaşı sona erdirmiş demektir. Başbakan’a da kocaman bir alkış çekerim... ??? Bize gösterilen olayın bir yüzü, orada sadece rehinelerin serbest bırakılması var. Silahların susması ve geri çekilme... Burada, millet olarak soracağız: Ne karşılığı? Gizli kapaklı iş olamaz. İktidar “anlaşma”nın koşullarını açıklamalı. Bu anlaşmayı kimler biliyor? Başbakan ve belki Bakanlar Kurulu ve yakın danışmanları. Tabii ki MİT Müsteşarı Hakan Fidan Bey ve işleri yürüttüğü ekibi. Başka kim biliyor? Abdullah Öcalan... Öcalan’ın “BDP’ye, Kandil’e ve Avrupa”ya gönderdiği mektuplarda, RTE ile vardığı anlaşmanın koşulları var mı? Hepsi var mı? Bu mektuplarda anlaşmanın bütün koşulları varsa, o halde, anlaşmayı Kürt tarafın da hepsi biliyor demektir... Apo ile varılan anlaşmadan kimin haberi yok sorusuna sıra geliyor. Türklerin, milletin... Senin, benim, hepimizin... Yani bizden saklanan bir anlaşma söz konusu... Oysa bu anlaşmayı öncelikle millet bilmelidir... Çünkü 3040 yıldır süren savaşta canı evladı, malımülkü giden, RTE ve arkadaşları değil, milletin ta kendisidir... Savaşta harcanan yüz milyarlarca liranın esas sahibi de millettir... Ama milletin kendisi, hiçbir fikri bilgisi olmadığı bir “çözümanlaşma” ile karşı karşıya. Çözüm süreci, RTE’nin başkanlık anayasasına bağlı görülmekte. Nisan ayında Meclis’e sunarlarsa millet “çözüm”ü orada öğrenecek! Yazmıştım: Kürt meselesinin çözümü, RTE anayasasına bağlı olmaktan çıkarılmalı. Anayasa ayrı, çözüm ayrı. RTE’nin başkanlık anayasası milletten ret alırsa, Kürt meselesinin çözümü de suya düşecek... RTE’nin ya herro ya merrosuyla ve istikbal inşasıyla bu iş olmaz. Gül’ün parti resti, değerlendirmelerimi yaparken Aydınlık’ta yayımlanan bir “kulis haberi”ne gönderme yapmıştım. Oysa Işık Kansu, 18 Şubat’ta Ankara Kulisi’nde “AKP’de Çatlak” başlığıyla bu konuyu gündeme getirmişti. Işık özetle şöyle yazmıştı: “AKP’ye çok yakın kaynaklardan duyduk: Sonbaharda AKP tüzüğünün üç dönem üst üste seçilememe hükmünden rahatsız olanların öncülüğünde bir ekibin partiden ayrılarak yeni bir yapılanma içine girmesi bekleniyormuş. RTE’nin başkancı, otoriter tutumuna gösterilen tepkinin yanı sıra, cemaat ile anlaşmazlıkların da yol açabileceği, itici güç olacaklar arasında Abdullah Gül’ün adı ön sıralarda anılıyor… AKP’den kopması beklenen yeni yapının CHP ile olası bir koalisyona sıcak bakabilecekleri de söyleniyor.. Öyle görünüyor ki, önümüzdeki aylar, siyaseten gök gürültülü ve sağanak yağışlı geçebilir.” Polis, hakkında dava açılan 13 yaşındaki çocuk için etnik kimliğini belirtip rapor tuttu Esmer vatandaş fişlemesi İLHAN TAŞCI ANKARA Başbakan Tayyip Erdoğan, “Etnik milliyetçiliği ayaklar altına alıyoruz” derken Mersin polisi “suça karıştığı” savlanan ilköğretim öğrencisini “etnik kimliğiyle” fişledi. Mahkemenin “ekonomik ve sosyal” durumunun belirlenmesini istediği çocuk için polis, çocuğun “Roman” olduğunu “esmer vatandaşlardan” diyerek raporlaştırdı. Çocuğun avukatı Onur Kale, polisin suç işlediğine işaret ederek “Bu değerlendirme, ötekileştirici ve dışlayıcı düşüncenin tezahürü” dedi. Öğrenciler, kente göçle gelmiş çocukların şehir yaşamına dahil edilmesi çalışmaları kapsamında düzenlenen gezi için 23 Kasım 2012’de Ersoy İlköğretim Okulu’nda bir araya geldi. Çocukların güvenliğini sağlamak üzere bir polis otosu da okul önünde beklemeye başladı. Bir süre sonra okul tarafından atılan taşla polis otosunun camı kırıldı. Başlatılan soruşturma sonunda 13 yaşındaki ilköğretim öğrencisi Ö.B. hakkında “kamu malına zarar verme” suçunu işlediği savıyla dava açıldı. İddianamede, Ö.B’nin suçunu “itiraf ettiği” savlanarak “Suça sürüklenen çocuğun müdafii huzurunda alınan savunmasında, olay günü okul bahçesinden dışarı doğru taş atan çocukları gördüğü, kendisinin de attığını ikrar ettiği, bu haliyle üzerine atılı suçu işlediğine dair hakkında kamu davası açmaya yeterli şüphe oluştuğu anlaşılmıştır” denildi. Davanın görüldüğü Mersin 1. Ağır Ceza Mahkemesi, çocuğun “ekonomik ve sosyal” durumunun araştırılması için Emniyet’e talimat yazdı. Mersin Emniyet Müdürlüğü’nde görevli iki polisin imzasını taşıyan ve mahkemeye sunulan 2 Ocak 2013 tarihli raporda şöyle denildi: “Şahsın adresinde ve çevrede yapılan araştırmalardan; Ö.B. Adı geçenin evrakta belirtilen Güneş Mahallesi ... adresinde ailesinin ikamet edip, kendisinin yanlarında kaldığı, bekâr, çalışmadığı, geçimini ailesinin sağladığı, ‘esmer vatandaşlardan’ olduğu, sağlıklı olup adına kayıtlı menkul ve gayrimenkulünün olmadığı yapılan araştırmalardan anlaşılmış olup birlikte imza altına alınmıştır.” Ö.B’nin avukatı Kale “Raporu tanzim eden polis memurlarının suç işledikleri ortadadır” dedi. Kale, çocuk hakkında yapılan değerlendirmenin “ötekileştirici” ve “dışlayıcı” bir düşüncenin yansıyışı olduğuna dikkat çekti. Kale, polisler hakkında suç duyurusunda bulunacağını açıkladı. Mersin 1. Çocuk Ağır Ceza Mahkemesi’ne sunulan psikolog raporunda ise Ö.B’nin yaşı itibarıyla taş atma eyleminin suç olup olmadığı hakkında algısının gelişmemiş olabileceği vurgulandı. Şenlik değil anma olsun Edirne Roman Dernekleri Federasyonu Başkanı Erdem Güyümgüler, 8 Nisan Dünya Romanlar Günü’nün şenlik havasında kutlanmasının yanlış olduğunu söyledi. 8 Nisan’ın, Naziler tarafından soykırıma uğratılarak katledilen ve sayısı tam olarak bilinmeyen yüz binlerce Çingene anısına, Dünya Romanlar Günü olarak kabul edildiğini bildiren Güyümgüler şöyle konuştu: “Naziler’in ırkçı ideolojisi, Romanları da ‘yok edilmesi gereken aşağı ırklar’ kategorisine dahil ediyordu. Nazilerin iktidarıyla Almanya’da yaşayan Romanlar üzerindeki baskı politikası arttı. Romanlar Nazi Almanyası’nda insanlık dışı bir nefretin hedefi oldular. 1941’de toplu imhalar başladı.’’ Güyümgüler, Dünya Romanlar Günü’nün, anma günü şeklinde geçmesini istediklerini belirtti. (AA) Mahkumun eşi isyan etti Cezaevinde işkence ve dayak iddiası MEHMET MENEKŞE Polislere suç duyurusu Tüzel’den soru önergesi Aydınlar’ı bakana sordu: Türkçe bilmeyen engelli mi sayıldı? ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) CHP’li Levent Tüzel, bazı rehabilitasyon merkezlerine “zihinsel engelli” diye gönderilen Kürt kökenli çocukların Türkçe bilmedikleri için sıkıntılar yaşadığına ilişkin araştırmayı bir soru önergesiyle TBMM gündemine taşıdı. Tüzel, Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı’nın yanıtlaması istemiyle verdiği soru önergesinde, “Fiziksel ve zihinsel gelişimi normal iken, ‘çatışmalı ortamdan’, köyünden, kasabasından göç etmek zorunda kalan çocukların Türkçeyi iyi konuşamıyor diye ‘zihinsel engelli’ muamelesi görmesi, değerlendirilmesi hangi bilimsel, demokratik eğitim sistemiyle izah edilebilir” diye sordu. Tüzel, “Çocuklara hangi bilimsel bulgular ve tıbbi tanılar üzerinden ‘zihinsel engelli’ raporu verilmektedir? Bu çocuklara Kürtçe bilen uzmanlarca tanı testlerinin yapılmasını düşünüyor musunuz” sorularına yanıt istedi. Sorumlular neden hâlâ yakalanmadı? İstanbul Haber Servisi CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu, Türk halk müziği sanatçısı Pınar Aydınlar’ın aracının işaretlenmesini İçişleri Bakanı Muammer Güler’e verdiği soru önergesiyle TBMM gündemine taşıdı. Güler’e “Bu sanatçımızın korunması için hangi önlemler alınmaktadır?Aydınlar’ın başına bir şey gelmesi halinde bunun sorumlusu kim olacaktır” sorularını yönelten Tanrıkulu, Aydınlar’ın aracını işaretleyen kişilerin ortaya çıkarılması için yapılan bir çalışma olup olmadığını öğrenmek istedi. Tanrıkulu, “İzleme tekniklerinin bu denli geliştiği bir dönemde hâlâ karanlık güçlerin elini kolunu sallayarak dolaşmalarının nedenleri nedir? Bu durum bir Emniyet zaafı değil midir? Devletin içerisinde bu kişileri ve odakları yönlendiren ve koruyan bazı güç odakları mı vardır” sorularına yanıt istedi. AMASYA Malatya E Tipi Kapalı Cezaevi’nde tutuklu bulunan Rıza Şahin’in eşi Gözde Şahin, eşine jandarma ve gardiyanlar tarafından işkence yapıldığı, cezaevi yönetimi tarafından 14 ay açık ve kapalı görüş, 4 ay iletişim cezası ve 1 ay da hücre cezası verildiğini belirterek “Eşimin başına gelebilecek her şeyden Cezaevi idaresi ve gardiyanları sorumludur” dedi. Gözde Şahin, eşi Rıza Şahin’in Tunceli Üniversitesi’nde okurken geçen yıl 8 Mayıs’ta “8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’ne katılmak, 19 Aralık katliamını protesto etmek, hasta tutuklu Yasemin Karadağ’ın serbest bırakılması için basın açıklaması yapmak, Grup Yorum konserine gitmek ve Hüseyin Cevahir’in mezarını ziyaret etmek” suçlamasıyla tutuklandığını ve 4 Aralık 2012’de 7 yıl hapis cezasına çarptırıldığını anlattı. Eşine jandarma ve gardiyanlar tarafından işkence yapıldığı, cezaevi yönetimi tarafından “slogan atmak”, “Grup Yorum şarkıları söylemek” gibi gerekçelerle 14 ay açık ve kapalı görüş, 4 ay iletişim cezası ve 1 ay da hücre cezası verildiğini anlatan Şahin, “Eşime Malatya E Tipi Cezaevi’nde, çeşitli bahanelerle baskı uygulanmakta ve disiplin cezaları verilmektedir. 14 ay açık ve kapalı görüş cezası, 4 ay iletişim cezası ve 1 ay da hücre cezası verilmiştir. Geçen günlerde yine cezaevinin açtığı keyfi disiplin soruşturması nedeniyle 3 arkadaşıyla birlikte savunmalarının alınması için adliyeye götürülmüşlerdir. Savcılık işlemi tamamlandıktan sonra cezaevi askerlerinin komutanı adliyenin hücresinde 15 askeriyle birlikte eşime saldırıp darp ederek ters kelepçe takmış, kol ve bacaklarından tutularak ring aracına atılmıştır. Bel fıtığı ameliyatı olan, disk kayması ve his kaybı sorunları olan eşim kendi çabalarıyla kalkabilmiştir. Ziyaretine gittiğimizde bileklerinde hâlâ kelepçenin izleri duruyordu” dedi. 84 YAŞINDAKİ KADININ AÇTIĞI DAVA 8 YIL SÜRDÜ Uzlaşma Komisyonu Yargıtay ve HSYK’nin önerilerini dikkate almıyor Türk yargısı bıktırdı AİHM’de yüzü güldü İLHAN TAŞCI ANKARA Kızıltepe’de yaşayan 84 yaşındaki Büşra Eskici, 1997 yılında ölen annesine ait mallar üzerindeki vesayetin kaldırılması istemiyle Üsküdar Asliye Hukuk Mahkemesi’ne başvurdu. 2000 yılında yerel mahkemenin talebi reddi üzerine dosya Yargıtay’a taşındı. Yargıtay’ın kararı bozması üzerine yeniden gönderildiği yerel mahkeme bu kez görevsizlik kararı verdi. Yeni görevli mahkeme ise 2003 yılında Eskici’nin başvurusunu reddetti. Yargıtay 2004 yılında bu kararı onarken 2006 yılında da karar düzeltme istemini reddetti. Büşra Eskici 8 yıl 8 ay süren hukuk savaşını kaybedince soluğu AİHM’de aldı. Eskici’nin başvurusunu değerlendiren AİHM, Türkiye’nin “makul sürede” yargılama hakkını ihlal ettiğine hükmetti. AİHM, Eskici’nin tazminat isteminde bulunmaması nedeniyle herhangi tazminat kararı vermedi. Yargıyı dinleyen yok AYŞE SAYIN Işık Kansu’nun Haberi ANKARA AKP yargının “tek çatı” altında toplanması, üyelerin ağırlıklı olarak hükümet ve TBMM tarafından belirlenmesini önerirken Yargıtay ve HSYK yeni anayasanın yargı bölümüne ilişkin önerilerini TBMM Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na sundu ancak şimdiye kadar iki yüksek yargı organının önerileri değerlendirmeye alınmazken komisyon “kendi gündemiyle” çalışmalarına devam ediyor. HSYK Başkanvekili Ahmet Hamsici imzasıyla komisyona gönderilen bazı öneriler şöyle: HSYK 2010’da kabul edilen referandum sonu yeni yapısıyla oluşturulmuş, henüz tam anlamıyla uygulama sonuçları alınmamıştır. Kurulun yeni yapısına yönelik bazı eleştirilerin olduğu bilinmektedir. Bu eleştiriler karşısında kurulun aksayan yönlerinin uluslararası normlar çerçevesinde düzenlenmesinin uygun olacağı değerlendirilmektedir. Venedik Komisyonu’nca yargı dışından gelen üyelerin seçiminde özellikle demokratik meşruiyet açısından parlamentolara rol verilmesi tavsiye edilmekte ve Avrupa ülkelerinde bu yönde yaygın bir uygulama bulunmaktadır. Bu doğrultuda ulus lararası normlar çerçevesinde Meclis’ten de nitelikli çoğunluk kuralına uygun olarak üye seçilmesinin uygun olacağı düşünülmektedir. Uluslararası belgeler ışığında üyelerin en az yarısının meslektaşları tarafından tek oy ile seçildiği, meslekten olmayan üyelerinin parlamento tarafından nitelikli çoğunluk veya partilere kontenjan verilmesi suretiyle belirlendiği, disipline ilişkin kararlarının tümünün yargı denetimine açık olduğu bir kurul yapısı oluşturulmasının yargı bağımsızlığı ve kuvvetler ayrılığı prensiplerini güçlendireceği değerlendirilmektedir.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle