25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
22 ŞUBAT 2013 CUMA CUMHURİYET kultur@cumhuriyet.com.tr SAYFA KÜLTÜR 15 SALT Galata, SALT Beyoğlu’ndan sonra Ankara’da SALT Ulus... Sanattan korkanlara tokat... Önce güzel haberler: SALT Galata ve SALT Beyoğlu’ndan sonra şimdi de Ankara’da SALT Ulus açılıyor... Garanti Bankası’nın desteğiyle kurulan ve varlığını sürdüren (yılda 1112 milyon TL katkı) SALT, bir kültür kurumu. İstanbul’da, İstiklal Caddesi ve Bankalar Caddesi’nde, iki çok görkemli tarihi yapıda yer alıyor. Ankara’da nisanda açılacak olan SALT Ulus, daha alçakgönüllü ama yine tarihi önemi var ve yine Han Tümertekin tarafından restore edildi. SALT Yönetim Kurulu Başkanı Nafiz Karadere ve SALT Araştırma ve Program Direktörü Vasıf Kortun’dan Ankara haberinden sonra iki yeni girişimi de öğreniyorum: Bundan böyle araştırmacılara fon verecekler ve eyayıncılığa başlayacaklar... Bunlar önemli. Sanatsal etkinliğe yer açmaktan öte, önemli olan, daha çok araştırmaya yönelmesi; tarihi, kültürel meseleleri ilerleyerek güncel konulara ışık tutması; yenilikçiliğe, öncülüğe fırsat tanıması; bellekleri tazelemesi, öğrenme ve tartışma alanları açması, düşünce iklimi yaratması... Bunları dünya müzeleriyle ilişki içinde gerçekleştirmesi... Bu özetten sonra, iki farklı mekânda beni çok etkileyen iki sergiye geçebilirim: dergilere yansımış haberler, tartışmalar ve Ahmet Öktem’in 1 Mayıs 1977’deki “1 Mayıs Sergisi” fotoğraflarından izliyoruz tüm o dönemi. 12 Eylül vahşetine karşın o fotoğrafların korunmuş olması bir mucize! Sergide adeta kişisel tarihime de tanıklık ettim. Çünkü kaynakların büyük bir bölümünü Milliyet Sanat dergileri oluşturuyordu. Sergiyi birlikte gezdiğim Vasıf Kortun’un “O devrin nabzını en iyi elinde tutan dergi olduğu için ondan yararlandık” sözü, bana armağanların en büyüğü oldu. (Sen de duydun değil mi sevgili kardeşim Akal Atilla!) 12 Eylül faşizmi duvar resimlerini yok etti. Bugün “ileri demokrasimiz”, başbakanının beğenmediği heykeli yıkıyor... Bir Haldun Taner Dersi… Haldun Taner (19151986), sadece bir yazar ve tiyatro insanı değildi; bütün bunların ötesinde ve bütün toplumlarda eşine ender rastlanır bir aydın tipiydi. Kısacası, Haldun Taner, gerçek anlamda bir “kültür insanı”ydı. Hayatı boyunca bütün sözleri ve eylemleri ile bir “kültür üreticisi” kimliğiyle yaşadı. Ondan almasını bilenler için ise hep “kültür aşılayan” bir kişi oldu. Ünlü Amerikalı kültür tarihçisi ve filozof Will Durant (18851981), “İnsanlığın Kültür Tarihi” başlıklı dev eserinin ilk cildinin başında kültür için şu tanımı verir: “Kültür, yaratıcı etkinlik için elverişli olan toplumsal düzendir.” Haldun Taner, bu özlü tanımın toplumumuzdaki en önde gelen temsilcilerindendi, çünkü bütün yazdıklarıyla ve yaptıklarıyla “yaratıcı etkinlik için elverişli olan” bir toplumsal düzenin kurulmasını hedefledi. Ayrıca Taner, değerli mimarlık tarihçimiz Prof. Dr. Bülent Özer’in bir denemesinde ortaya attığı o unutulmaz “Yoksa kültür yerine kültürsüzlük mü üretiyoruz?” sorusunun yanıtını verenlerden de biridir; çünkü hayatı, kültürü kültürsüzlükten en net biçimde ayırmaya yarayan sözlerle ve eylemlerle doludur. Tıpkı bundan otuz yıl kadar önce, bir yaz sabahı vapurla Kadıköy’den Karaköy’e geçtiğimiz sırada bir soruma vermiş olduğu yanıt gibi. O sabah kafam, evden çıkmadan önce bir köşe yazarının söylediklerine takılmıştı. Haldun Taner’e şöyle bir soru yönelttim: “Bunlar üstelik okuyan insanlar, o zaman nasıl oluyor da böyle düşünüp yazabiliyorlar?” Haldun Taner’in bu soruma hiç duraklamadan verdiği yanıt şöyleydi: “Haklısınız Ahmet Bey, bu insanlar okuyan insanlar ama ne yazık ki böyleleri ya hep aynı şeyleri okurlar ya da farklı şeyler okusalar bile okuduklarından hep aynı şeyleri anlarlar!” Bu yanıtın içerdiği dersi hiçbir zaman unutmadım. Her şeyden önce aradan geçen zaman, unutmama olanak tanımadı, çünkü o zaman boyunca “böyleleri”nin sayısında ne yazık ki inanılmaz bir artış oldu! Ve sanki basılan kitap sayısındaki artışa, cahilliğin belli bir türünün yaygınlaşması neredeyse doğal denilebilecek bir biçimde eşlik etti. Tam cehalet, boş bir sayfa gibidir; o sayfa doğru doldurulduğunda, artık cehalet olmaktan çıkar. Buna karşılık yarı cahillik, tehlikeli ve sakıncalıdır. Çünkü doğru bilgilendiğini sanan veya buna inandırılan yarı cahil, tam cahilin cehaletinin bilinciyle asla kalkışamayacağı ataklara yarım yamalak bilgi temelinden aldığı cesaretle gözü kapalı girişir. Bilgilerini sınamak için değil, fakat bilgi sandığı inandırılmışlıklarını daha da pekiştirmek için okuyan kişi, sözünü ettiğim yarı cahilin tipik örneğidir. Öğrencilere nasıl düşünmeleri gerektiğini öğretmek yerine hangi düşünceleri ezberlemeleri gerektiğini öğreten eğitim politikalarının ürünü olan bu yarı cahiller, Haldun Taner’in “bütün okuduklarından aynı şeyleri anlayanlar” kategorisine girerler. Meğer daha ne kadar çok Haldun Taner’lere ihtiyacımız varmış! Sergiye ismini veren “Duvar Resminden Korkuyorlar” adlı fotoğraf. (Kuşadası Kültür ve Sanat Şenliği, 811 Eylül 1980, arşiv: Yusuf Taktak.) Korkuyorlar’ ‘Duvar Resminden Evet korkuyorlar! Biliyorum! Gördüm, yaşadım! Duvar resimlerini yerlerinden söktüler, kazıdılar, parçaladılar, yıktılar, yaktılar, beyaz badanayla yok ettiler. Tıpkı türküden, şiirden, heykelden korktukları gibi, duvar resimlerinden de korktular. SALT Beyoğlu’ndaki “Duvar Resimlerinden Korkuyorlar” başlıklı sergiyi “Yaşadım, yazdım ben bunları” diye diye dolaşıyorum... Sanki bir zaman tüneline girmişim. 70’lerdeki o coşkuyu, o umutları yeniden yaşar gibiyim. Yarınların çok daha güzel olacağına duyduğum o sonsuz inanç, yine kanımı kaynatıyor. Sergi, 19751980 yıllarını kapsıyor. 1975’te Görsel Sanatçılar Derneği’nin kurulması... Sanatla siyasetin iç içeliği... Demokratik hak arayışları... Sonsuz bir dayanışma... 1976’da Uluslararası Antalya Film ve Sanat Festivali’ne katılan sanatçıların yaptığı duvar resimleri ve sokak heykellerinin serüveni... Dönemin kültür politikaları... Sanatçı hakları... Sanatın toplum, ekonomi, emek ve siyasetle ilişkisi... Sansür ve baskılar... Sermaye egemenliğine karşı çıkış... 1 Mayıs’lar... Kanlısı ve kansızı... Farklı alanlardan sanatçıların birlikteliği... 11 Eylül 1980 akşamı çekilen bir fotoğrafla sona eriyor sergi. Sanatçıların tanıklıkları, gazete ve SALT Galata’daki “1+8” başlıklı sergi ise Türkiye ve sekiz komşusu üzerine Cynthia Madansky ve Angelika Brudniak tarafından çekilen belgesel filmlerden oluşuyor. Sekiz ekranlı bir video enstalasyonu... Bulgaristan, Ermenistan, Gürcistan, Irak, İran, Nahçıvan, Suriye ve Yunanistan sınırlarının iki tarafındaki hayatlardan kesitler sunuluyor. Çakılıp kalıyorsunuz ekranın karşısına. Her ekran “Ben”den “öteki”ne açılan bir pencere... “Öteki”nden bana uzanan bir el, bir omuz... “Öteki” kavramı, yavaş yavaş yok oluyor. Komşuları dinledikçe her izleyici kendi analizini yapabilir artık.. Bu iki sergi de yeni tartışmalara , yeni düşüncelere gebe... Ayrıca her ikisi de duvar resimlerinden, sanattan korkanlara bir tokat niteliğinde... Komşular ve biz BRIT ÖDÜLLERİ SAHİPLERİNİ BULDU Kültür Servisi İngiltere’de her yıl verilen BRIT Ödülleri’nde “en iyi kadın şarkıcı” ve “en iyi İngiliz albümü” ödüllerini İskoçyalı şarkıcı Emeli Sande kazandı. Londra’da 02 Arena’da yapılan ödül töreninde “en iyi erkek şarkıcı” ve “en iyi çıkış” ödüllerini ise Ben Howard aldı. Grammy ödüllü İngiliz şarkıcı Adele de törende, James Bond filmlerinin son serisi “Skyfall” için yap Yılın yıldızı Emeli Sande tığı single ile “en iyi single” ödülüne değer görüldü. Adele törene, 24 Şubat’ta Los Angeles’ta düzenlenecek Oscar töreni için yaptığı provalar nedeniyle katılamadığını bildirdi. “Mumford and Sons”, “en iyi İngiliz grubu” ödülünü alırken, “Coldplay” de “en iyi canlı performans” kategorisinde ödüle değer görüldü. Lana Del Rey, “en iyi uluslararası kadın şarkıcı”, Frank Ocean “en iyi uluslararası erkek şarkıcı”, The Black Keys ise “en iyi uluslararası grup” ödülünü kazandı. örende ayrıca One Direction’a uluslararası başarısından dolayı BRIT Ödülü verildi. Emeli Sande ‘Tiyatronun varlığına saldırı’ SELDA GÜNEYSU ANKARA İHA’nın İstanbul Devlet Tiyatrosu (DT) yapımı “Çirkin” adlı oyunu “ensest ve grup sekse” yer verdiği iddialarıyla gündeme getiren haberine tiyatroculardan tepki geldi. Söz konusu oyunda rol alan İstanbul DT oyuncusu Tolga Evren, “Bugüne değin 60’ın üzerinde bu oyunu sahneledik. Oyun üzerine birçok yorum oldu, onlarca eleştiri yazısı yazıldı. Hiçbir yorumda da ‘ensest’e ilişkin bir şey geçmedi. Bunun kasıtlı olduğunu düşünüyorum” derken Devlet Tiyatrosu Sanatçıları Derneği (DETİS) Başkanı ve Ankara DT oyuncusu Erdinç Doğan, haberin amacının “DT’nin varlığına saldırı” olduğunu dile getirdi. Tiyatro eleştirmeni Eren Aysan, “Kurumları, tiyatro sanatını ve de tiyatro oyuncularını kamuoyunda itibarsızlaştırma girişimi bu. Ödenekli tiyatrolarda tam anlamıyla bir değişiklik yapma arzusu, muhafazakâr sanat söylemini, düşüncesini pratiğe dönüştürme çabası” derken, rejisör Yücel Erten de “Oyunda, ‘ensest’ anıştırması bulanlar, dönüp bakmayı becerseler, Sophokles’in 2500 yıl önce yazdığı anıt yapıtta da aynı temayı bulacaklar. Sanat, kendini iktidarda hissedenlerin buyruklarına göre oluşmaz. Onun özgürlüğünü sağlamak da iktidarların uygarlık ölçütüdür” dedi. İstanbul DT’nin “Çirkin” adlı oyunu hakkında dinci basında yer alan İHA imzalı haberde, oyuna ilişkin “İstanbul DT’nin Beykoz, Küçükçekmece ve Cevahir sahnelerinde oynanan ve Alman yazar Marius von Mayenburg tarafından kaleme alınan oyunda anneyle oğlu arasında yaşanan ensest ilişki çok doğal ve sıradan gösterilirken grup seks de mizah kılıfı altında sunuluyor” ifadeleri yer almıştı. Ardından İstanbul Devlet Tiyatrosu yönetimi, yazılı bir açıklama yaparak haberi kınadı. Açıklamada, oyuncunun canlandırdığı iki ayrı rolün, tek bir karakter olarak algılandığı belirtilerek “anneoğul ilişkisi gibi bir durumun” söz konusu olmadığı ifade edildi. İstanbul DT’nin ‘Çirkin’ adlı oyununun hedef alınmasına tiyatro dünyasından tepki n Kültür ServisiCaz müziğin en ilham verici figürlerinden Miles Davis ve usta sanatçılardan oluşan topluluğu, 1969’daki Avrupa turnesi ile müzikmarketlerdeki yerini aldı. Miles Davis Quintet’in turne kapsamındaki performansları, 3 CD ve 1 DVD’lik, arşivlik bir koleksiyon olarak “Live In Europe 1969: The Bootleg Series Vol. 2” başlığıyla yayımlandı. Albümde, Trompette Miles Davis’in yanı sıra Wayne Shorter tenor ve soprano saksafonlarda, Chick Corea piyanoda, Dave Holland bas gitarda ve Jack DeJohnette davulda yer alıyor. Miles Davis Quintet raflarda
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle