14 Kasım 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
25 ARALIK 2013 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA 13 alnız Türkiye’de Y değil, dünya tarihinde görülen en büyük tutarda yolsuzluk ve rüşvet operasyonunun başından beri, perişanım desem, inanır mısınız? Bir kez, gündüzleri Türkiye’de n’oluyor, geceleri de ABD’nin gündüzlerinde n’oluyor diye izlemekten, gözlerimin altı uykusuzluktan mosmor; sanki okyanusaşırı yolculuk yapıyormuş gibi “cetlak” dolaşıyorum. İkincisi, ayakkabı kutularından çıkanlar karşısında duyduğum şaşkınlıktan küçükdilimi yutarken, az kaldı boğuluyordum. Boğulmamak için aksıra tıksıra öksürürken ki, bu aksıra tıksıra lafı da bir şeyler hatırlatıyor!!! ters bir hareket yapmış olacağım ki, siyatik sinirim sıkıştı, topallamaya başladım. Etti mi size üçüncü bela? Ayrıntılara girmiyorum; sünnetim kısa kaldı, düğünde farz olmadı, akrabalarım altınları bozdurmuştu, sarraf parayı getirdi gibi ifadeleri dinlerken gülmekten ağrıyan çenem ve yaşaran gözlerim de cabası! Uzun lafın kısası, devasa rüşveti elin oğlu yemiş, ceremesini sanki ben çeker gibiyim. Ama en kötüsü, iç sesim. Durmadan, vırvır da vırvır, beynimi oyuyor iç sesim. Bir Rus fıkrası, sürekli aynı Rus fıkrası dönüyor kafamda… Anlatıp da kurtulayım, bari! HHH Çiftliğin ambarını mesken tutan fare, bir gün çiftçinin Günlerden bir gün, çiftçinin fare için kurduğu kapana, bir yılan yakalanır. Zehirli mi zehirli türdendir. Çiftçinin oğlu kapanın yanından geçerken, yılan can havliyle oğlanın bacağını ısırır. Çocuk acıyla kıvranarak yere düşer, katılır kalır. Çiftliğe doktor çağrılır. Muayene sonrası gereken ilaçları veren doktor, çıkıp giderken “Horoz kesip suyuna çorba yapın, hastayı güçlendirir” der. Horozu kesip çorba yaparlar. Çiftlik evine o kadar çok “geçmiş olsun” ziyaretine gelen olur ki, çiftçi konukları ağırlamak için koyunun gözü gibi sevdiği kuzusunu keser. Kebap yapıp ikram eder. Ne var ki çiftçinin oğlunun sağlığı, gün geçtikçe kötüleşir. Sonunda ölür. Çiftçi cenazeyi kaldırır ve bu kez, “başın sağ olsun”a gelenleri ağırlamak için öküzü keser! HHH Arife tarif gerekmez, sevgili okurlarım. Horozların sonunu da gördünüz, kuzuların başına gelenleri de izliyorsunuz. Ama sırada o öküz var ya, o öküz… Ben öküzlerin akıbetini, ezilmiş çimlere özgü bir vakarla bekliyorum! as dostum, değerli H meslektaşım Orhan Bursalı’yı 1980’li yılların diyorlar ki, bulsanıza katilleri… Evet, biraz daha yarısında tanıdım. O zorlarsanız, katillerin günden beri eğilmeyen, devlet içindeki bükülmeyen iradesi uzantılarından biri ikisini ve son derece isabetli önünüze atarlar… Ama yorumlarıyla savunduğu artık bütün bu zorbalık dünya görüşünün ve karanlık ve katiller arkasında “mıh” gibi sisteminin kontrolü duruşuna saygıyla tanık iktidara geçmiştir. oldum. Ergenekon Orhan Bursalı, “Hey ve diğerleri, Türkiye Nasılsın?” demokratikleşme ve başlıklı son kitabını, özgürlükler mücadelesi “Sayılar, olgular, değildi, tam tersine, yorumlarla bir ülke AKP’nin totaliterliğinin fotoğrafı…” diye önündeki bütün tanıtmış. odakları temizleme Doğru. Ülkemizin süreciydi. Ergenekon bugün nerede ve niçin kararlarından orada olduğunu, dünya demokrasi ve özgürlük ölçeğinde bilimsel çıkabileceğini verilerle açıklayan bu sananların hepsi, kitap, sanki bir cep bu yeni totaliter ve ansiklopedisi! Her dinci faşist rejimin satırına kafa sallıyor ve işbirlikçileri, samimi her satırında yeni bir veya değil, kullandıkları gerçeği kavrıyorsunuz. aletlerdir… Üstelik bazı yorumlar, Fikri Sağlar, bazılarının da ezberini Ergenekon bozuyor: yargıçlığından atılan “Karanlık odak, Köksal Şengün, hiçbir şimdi RTE ve AKP karanlık çete ortaya iktidarının bizzat çıkmadı, diyor. kendisidir. Ülkede en Çıkmasını bekleyen büyük antidemokratik, mi vardı? Sadece demokrasi düşmanı kontrolü el değiştirdi. iktidarla karşı karşıyayız. Şimdi herkesin işi Susurluk, 12 Eylül ve daha zor… Ama böyle güncel yaşadıklarımızın rejimlerin günümüzde hepsinin ardında AKP yıkılışları kaçınılmazdır iktidarı bulunuyor. da. Uzun zaman almaz, Hrant Dink cinayetinin merak etmeyin…”* ardında da… Dink’in *Alıntı: Hey Türkiye sözde arkadaşları da, Nasılsın?/Orhan Bursalı, bu iktidarla ortaklık Cumhuriyet Kitapları halindeler ve onlara 2013 Paralanma Sırası… Daha Fazla Alay Konusu Olmadan Sanmam ki dünyada bir başka lider on iktidar yılında gerek Batı’da gerekse Doğu’da kazandığı saygınlığını bir yıl içinde bizimki gibi yitirmeyi becerebilsin. Dört gündür Atina’dayım. Yunan yazılı ve görsel medyası gibi kamuoyu da Türkiye’de bir haftadır olup bitenleri dikkatle izliyor. Aynı ilgi öbür Avrupa ülkelerinde de görülüyor. Tüm dünyanın gözünün üzerinde olduğu bir lider, bu kadar yanlışı bu kadar kısa zamanda nasıl yapar, akıl sır erdirilecek gibi değil. Yunan dostlarımla konuşuyorum. Hemen hepsi iyi eğitimli, iş güç sahibi insanlar. Bizimkine benzer rüşvet, yolsuzluk gibi yasadışı olaylara onlar da zamanında tanık olmuşlar. Fakat iktidarda hangi hükümet, hangi başbakan varsa olayları “dış odaklar”, “faiz lobisi”, “yargıdaki, polisteki çeteler” gibi inandırıcılıktan uzak güçlere bağlamamış; yabancı ülkelerin büyükelçileri arasında suçlu arama yoluna gitmemiş. Eğer senin yurttaşında suç işleme eğilimi yoksa bütün dünya bir araya gelse o insanı yasadışı davranışlara yönlendiremez. HHH Sokaktaki Yunan, rüşvetin de yolsuzluğun da bir “iç sorun” olduğunun bilincinde. Öyle ki “edosafekalaki.org” adlı bir rüşvethaber sitesi bile faaliyete geçmiş; rüşvet verenler, yolsuzluklara tanık olanlar kendi adlarını belirtmeden işlenen suçları bu sitede duyuruyorlar. Kısa bir süre önce kurulmasına karşın sitede yaklaşık 500 duyuru yer almış, rüşvet toplamı ise iki milyon Avro’yu bulmuş. Herhalde rüşvet ve yolsuzluk izini süren, ortaya çıkaran yüzlerce üst görevlerdeki polisin yerlerinin değiştirilmesi, apar topar çıkarılan yönetmeliklerle savcıların önlerinin kesilmesi, yalnızca Türkiye’ye özgü bir durum. Yabancıların bu tür uygulamaları anlamaları olası değil. Onlar Başbakan’ın ülkede yaşanan her eylemi, her olumsuzluğu, işlenen her suçu kendisine ve iktidarına karşı bir kalkışma olarak algılamasını da anlayamıyorlar. Bırakalım yabancıları, bizler de anlamakta güçlük çekiyoruz. Nasıl oluyor da Ergenekon, Balyoz, OdaTV, gençlik direnişleri soruşturmalarında “efsaneleşen kahraman Türk polisi”, “üstün bir hukuk savaşımı veren yüce Türk savcı ve yargıçları” bir gece içinde “Emniyet ve yargıda yuvalanmış çetelere” dönüşüyor? Dış dünya bunları duydukça alay konusu oluyoruz. HHH Başbakan’da kriz yönetme becerisi hiç gelişmemiş; olayları kişiselleştirme gibi bir takıntısı var. Anlaşılan bir yol göstereni de yok; olur gibi olanları da azarlayarak susturuyor. Sonuçta bir avuç ciddiye alınmaz yalakasıyla yalnız kalıyor. Yalnızlık onu yeni yanlışlara sürüklüyor. Kürt sorunundan Suriye’ye, Gezi’den Mısır’a, Uludere’den Reyhanlı’ya, rüşvet ve yolsuzluk savlarından polis atamalarına her şey apaçık ortada değil mi? HHH Biraz geriye, Davos’a dönüp bakalım: Onun o “van minüt” babalanmasını, Mavi Marmara ile Gazze’ye çıkış girişimini sokaklarda şölenlerle kutlayan Araplara ne oldu? Bugün birkaç zibidi kraldan, emirden, diktatörden başka hangi Arap Başbakan’a “dost gözüyle” bakıyor? Yarın bir gün Avrupa’da insanlar sokağa dökülüp “Erdoğan Şanghay’a!” diye haykırdıklarında hiç şaşırmayalım. Hiçbir Avrupa ülkesi ve halkı bu kadar çok hukuk ve demokrasi yanlışına sessiz kalamaz, içine sindiremez. Sonuçta olacak olan bizedir, ülkemizedir. Yol yakınken, dünyaya daha fazla alay konusu olmadan bir an önce bu iktidardan kurtulmamız gerekiyor. Doğal ki eski yanlışlarımızı yineleyip birbirimize düşmeden… Sıradaki Öküz kendisine kapan kurduğunu görür. Hemen horoza gidip, heyecanlı ve endişeli bir sesle, durumu anlatır. “Benim sorunum değil” der horoz. “Ben zaten yakalanmam o kapana. Tuzak sana kurulmuş, başının çaresine bak!” Fare, panikler. Yeni yavrulamış koyuna koşar, soluk soluğa, “Çiftçi bana kapan kurdu koyun kardeş…” diye yakınır. Koyun, “Bana ne ki?” der. “Dikkatli ol, kapana yakalanma!” Farecik, ağlamaklıdır. Son bir umutla, öküzün yanına varır, içini döker. Öküz de ilgisiz kalır. “Beni meşgul etme!” diye payladığı fareyi, “Başının çaresine bak” öğüdüyle savar. Fare çaresiz ve üzgün, yuvasına döner. “Alkol yavaş yavaş öldürürmüş, aman ne iyi. Zaten acelemiz yok!” GEORGES COURTE LINE GÖRÜŞ PROF. DR. COŞKUN ÖZDEMİR KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK G NOKTASI behicak@yahoo.com.tr Demokrasi ve Sandık Demokrasi ve sandık ilişkileri sık sık tartışılıyor. Ülkenin başbakanı ve onun destekçilerine göre demokrasinin ölçütü sandıktır. Sandıkta en yüksek oy alan partinin icraatı kayıtsız şartsız demokratiktir. Çünkü arkasında onu destekleyen bir halk kitlesi vardır. Bazı örneklerle bu konuya açıklık getirebileceğimizi sanıyorum. Türkiye İsmet İnönü’nün cumhurbaşkanlığında çok partili düzene geçti ve 1946 yılında ilk seçimler yapıldı. Böylece demokrasiye bir başlangıç yapıldı diyebiliriz. O yıllarda Türkiye’nin demokrasiye hazır olmadığı sanırım tartışma götürmez. Bakınız; daha seçim öncesindeki gelişmelere göz atacak olursak, demokrasi sözü gündeme düşer düşmez, köy ağalarının ortaya çıktığını, onların partilere girdiğini ve bu ağaların baskısı ile büyük eğitimci Hasan Âli Yücel’in, İ. Hakkı Tonguç ile birlikte görevden uzaklaştırıldığını görürüz. Gelişmeler bundan ibaret kalmaz. Kinyas Kartal adlı büyük ve güçlü bir Doğu ağasının başını çektiği çabalarla ve muhafazakâr milletvekilleriyle bir büyük eğitim devrimi sayılması gereken Köy Enstitülerine karşı suçlamalar ve iftiralar başlar. Bunlar açıkça daha başlangıcında demokrasiye vurulmuş ağır darbelerdir. Ülkemizde demokrasi, çağdaşlaşmayı amaçlayan Cumhuriyet devrimlerden geriye dönüşün bir aracı olarak kullanılmış, Köy Enstitüleri ve Halkevleri, adı demokrat olan bir iktidar tarafından yok edilmiştir. Cumhuriyetin kuruluşundan 70 yıl kadar sonra göstermelik demokrasimizin AKP isimli partisinin başkanı, açıkça demokrasinin kendileri için binilip inilecek bir tramvay olduğunu söylemiştir. Bu görüşünü değiştirdiğine ait bir ifadesini hatırlamıyoruz. İktidara geldikten sonra bunu izleyen söylemleri de icraatı da kendisinin aslında hiç de öyle gerçek bir demokrasi taraftarı olmadığını ortaya koymuştur. O dindar ve kindar bir gençlik yetiştirmek istiyor. Onun amacı ülkede siyasal İslamı geçerli kılmaktır. Bu onun kutsal bir görevidir. Bu politikalar AKP milletvekilleri tarafından yıllardır alkışlarla kayıtsız şartsız onaylanmakta ve desteklenmektedir. Türkiye örneğini Arap ülkeleri örnekleri ile çoğaltabiliriz. Şimdi gündemde olan Mısır’daki çalkantıları ve çatışmaları, yaşanan kaosu izliyoruz. Kim Mısır’ın demokrasiye yakın olduğunu söyleyebilir? Erdoğan’ın Mursi ısrarı demokrasi özlemi midir? Tarafların çatışmasına yol açan darbenin de demokrasi sağlayacağı söylenebilir mi?.. Şu gerçeği iyice görmek lazım. Azgelişmiş, aydınlanmadan uzak kalmış, laikliği benimseyememiş, halkın büyük çoğunluğunun birey olamadığı, bilinçlenemediği bir ülkede sandıktan demokrasi çıkamaz. Ancak bizde olduğu gibi ağır kayıplara yol açan demokrasi mücadelesi verilir. Siyasal İslam demokrasi üretemez. Böyle toplumlarda seçimi kaçınılmaz bir şekilde demokrasi karşıtları kazanır. O halde sandık = demokrasi kesinlikle yanlıştır. Azgelişmiş ülkelerde, halk, eğitim yoksunu olarak kaldıkça demokrasi şansı olmayacaktır. Bocalamaya mahkumdurlar ve toplum iyi eğitim görmüş, çağdaşlık, uygarlık değerlerini benimsemiş insanları ile feodal değerlere, dogmalara bağlı milyonlar arasındaki çatışmalardan kolay kolay kurtulamayacaktır. Buna bir de böyle bir ortamda, çıkarcı, dönek, ikiyüzlü okumuşların oynadığı rolü ve emperyalizmin bundan yararlanarak oynayacağı oyunları eklerseniz, bu ülkelerde demokrasiyi kurmak ve yaşatmanın ne kadar zor olduğunu teslim edersiniz. Türkiye Arap ülkelerinden elbette farklıdır. Bizim Atatürk ve onun eseri olan Cumhuriyet devrimleri ve aydınlanma gibi bir mirasımız ve avantajlarımız var. Gezi gençleri bu mirasın boşa gitmediğini ve özgürlükleri ve gerçek bir demokrasiyi savunacak kuşaklara sahip olduğumuzu gösterdi. Kırılan umutlarımız yeniden yeşermiştir. ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaracı@gmail.com BULMACA HARBİ SEMİH POROY SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN 1/ İzmir’in Sel 1 çuk ilçesine bağ2 lı turistik bir köy. 2/ Mantık... Gü 3 neş doğmadan 4 önceki alacaka5 ranlık. 3/ Konya ilinde bir baraj... 6 Kürkü değerli bir 7 yabankedisi. 4/ 8 Boyundan ge çirilerek tutulan 9 üflemeli bir ba1 2 3 4 5 6 7 8 9 kır çalgı. 5/ Siyah, sert ve ağır bir tahta... 1 K E R T E R İ Z Çemberin çevresinin 2 O T O L A N A K çapına oranını göste 3 L İ N K S A E ren sayı. 6/ At eğiti 4 O K A L İ P T Ü S mine ve bu eğitimin 5 K S U L U N T yapıldığı yere verilen İ T A İ ad... Toplama, bir ara 6 Y A R 7 U Z A M İ B E R ya getirme. 7/ Rütbesiz asker... Birçok ef 8 M A N T İ N F İ saneye konu olmuş ün 9 M İ A T C EM lü Frigya kralı. 8/ Çalıştığı sanat alanında başarı gösteremeyen, yeteneksiz sanatçı... Okyanusların çok derin kesimlerine verilen ad. 9/ Antalya’nın Kaş ilçesi açıklarında arkeolojik bir ada. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Ayçiçeğine verilen bir başka ad. 2/ Bir peygamber... Uzun tüylü çuha. 3/ “Yedi türlü çiçek vardır başında / Kokar ile gül karmakarış” (Karacaoğlan)... Bir cetvel türü. 4/ İşaret... Erkekliğini gidermek, iğdiş etmek. 5/ Bir dilde yeni sözler kullanma. 6/ Çoğul ikinci kişi adılı... Kâğıt oyunlarında ortaya para koyma. 7/ Dağ, tepe gibi yamaçlı şeylerin alt bölümü... Alınan bir şeyle birlikte parasız verilen şey. 8/ Kıl ve saçların dökülmesi ya da yokluğu. 9/ Yaratıcısının adı bilinmeyen yapıt... Buket Uzuner’in bir romanı. 1 2 3 4 5 6 7 8 9
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle