14 Kasım 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
18 ARALIK 2013 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA 15 evlet yöneten ya da D yönetmeye aday politikacıların, toplumsal davranışı belirleyici rolü; ailenin çocukların düşünce yapısındaki sorumluluğundan farksızdır. Çocuğun kişiliği, ailesinin kendisine sağladığı olanaklarla değil, ailesinin geleneğine göre biçimlenir ve nasıl bir eğitim alırsa alsın, yaşamsal sorunlara aile görgüsüyle örülmüş çözümler üretir. Başka bir deyişle, armut dibine düşer. Çocuk verilen öğüdü tutmaz, gördüğünü yapar! Bu saptama, dünkü yolsuzluk operasyonlarında gözaltına alınan muktedir oğulları için, herkesten fazla geçerlidir… Dünden bugüne zenginleşen çiftlerin “beraber yürüdüğü yollarda” doğurduğu çocuklar, elbette Türkiye’yi de babalarının çiftliği sanarak yetişmişlerdir. İşin kötüsü, dünyanın her yerinde toplum tabanı, toplum tavanını, yani yönetenleri örnek alarak davranır. Yukardakiler yolsuzluğu başarı çizgisi olarak koyarsa, aşağıdakiler de kendi çaplarında hileyi, hurdayı benimserler. HHH Ama Türkiye’de yaygınlaştığı için meşruiyet kazanan terslikler, salt hırsızlık, yolsuzluk, hukuksuzluk gibi “suç”larla sınırlı değil… Kadına yönelik şiddetin artmasından nüfusun yarısını oluşturan kadınların toplum sahnesinde arka plana itilmesine kadar, geri kalmışlığın, hatta her alana yansıyan vahşet ve öfkenin bir numaralı nedeni, ötekileştirilen kadın nüfusa ilişkin hiçbir projesi olmadığı gibi, örnek göreneği de yok! Oysa yanlış toplumsal kodlamaları, çağdışı gelenekleri temelden değiştirmenin biricik yolu, yönder kurum ve kişilerin örnek olduğu yeni göreneklerden geçer. HHH Almanya’yı 2005 yılından beri Başbakan Angela Merkel’in kurduğu koalisyon hükümetleri yönetiyor. Merkel’in yeni hükümetinde, ilk kez Türk kökenli bir bakan var ve bu bakan, üstelik kadın: Aydan Özoğuz. 1958 yılında Almanya’ya işçi olarak giden göçmen bir ailenin çocuğu Aydan Özoğuz, acaba Türkiye’de doğsa ve yaşasa, üniversiteye gidebilir miydi? Öğrenci derneği başkanlığı yapabilir miydi? Bir siyasal partiye başkan yardımcısı, ardından bir koalisyon hükümetinde bakan olabilir miydi? Bu sorunun yanıtı yok, ancak tahmin yürütülebilir. Ve yürütülecek tahmin hangi yönü gösterirse göstersin… Her sonuç, 2005’ten beri koalisyon hükümetlerine Angela Merkel hanımın başbakan olduğu Almanya neden öyle; 2002’den beri tek parti hükümetlerine Recep Tayyip Erdoğan beyin başbakan olduğu Türkiye neden böyle, sorunsalına yanıt niteliğindedir! “Bu çocuklar camiye gir erken papuçlarını da çıkarır, besmele de bira da içmezler halbuki… çeker, Yolsuzluk yapmışlar çok mu? Hırsız lık suç mu?” ANONİM SORUNSAL Almanya Öyle, Türkiye Böyle! Fotoğraf: AYDAN ÖZOĞUZ GİDERKEN aha çıkmadan istasyondan D vurulduktan sonraki çığlıklar kadar umutsuz sevdan düşer aklına acılarını yastık yapıp başının altına kapatırsın gözlerini büyük uğultularla yığılır kulaklarına rayların sesleri çocukluğuna kaçarsın yetişse rüyalarım durdursa hepsini sayıklamalarıyla yıllarında savrulur yollarında geçerken büyük ayrılıkların duraklarından sahil kasabalarında yalnız beklemelerin sadık arkadaşları kadın heykelleri yontarsın ve yavaşça bırakırsın onları bembeyaz terkedilmişliklerine tren pencereleriyle geçer zamanlar sana en yakışan yalnızlıklarının rüzgârları kesiliverir birden bütün yelkenlerin iner kalakalırsın ölüm neyse en kötüsü unutulursun yenik savaşlardaki toprağa düşmüş sahipsiz mavzerler gibi upuzun bırakıp siperleri evleri gidersin. A. KADRİ ERGİN Ortalık Toz Duman Öyle günlerdeyiz ki karşılaştığımız olaylar karşısında elimiz, dilimiz tutuluyor, ne yazacağımızı, ne söyleyeceğimizi bilemiyoruz. Dün sabah bir gazetede, Azeri işadamı Reza Zerrab’ın katıldığı bir müzayedede 1.200.000 TL değerinde bir Nazmi Ziya tablosu alıp şarkıcı eşi Ebru Gündeş’e armağan ettiğini okuyup “Vay be!” dediğim sırada, arabanın radyosunda spiker adı geçen işadamının “bakan oğullarına rüşvet verme” şüphesiyle gözaltına alındığını duyuruyordu. Bu yazıyı yazdığım sırada “büyük yolsuzluk ve rüşvet operasyonunda” gözaltına alınanların sayısı 37’ye yükselmişti. Aralarında işadamları, üç bakanın oğlu, bir banka genel müdürü, bir ilçe belediye başkanı, yüksek bürokratlar vardı. İlk izlenim, gözaltına alınan şüphelilerin devasa bir çıkar çetesi oluşturmuş oldukları doğrultusundaydı. Sonu neye varır, şimdilik bilmiyoruz. Bekleyip göreceğiz. Kesin olan, İstanbul Başsavcılığı’nın başlattığı operasyonun açılacak bir ceza davasına zemin olması durumunda, Başbakan’ın “çeteleri temizledik” sözlerinin bir anda acıklı bir masal olacağı gerçeğidir. Bu arada iktidar yandaşı medyanın bu operasyonun “emniyet ve yargıda yuvalanmış cemaatçi cuntanın bir komplosu” olduğuna ilişkin çıkacak yazı, yorum ve görüntüleri okurgörür gibiyim. Neyse… HHH Bugün aslında Gezi protestoları sırasında Çanakkale’de yola “Hükümet istifa” ve “Faşizme ölüm” yazan 13 yaşındaki B.T.İ. hakkında savcılıkça açılmak istenen davadan söz edecektim. Konu önemli, çünkü 1. Asliye Ceza Mahkemesi, Çanakkale Cumhuriyet Savcısı Ozan Kaya’nın hazırladığı iddianameyi ciddiye alıp “Eylemi suçun anlamını kavrayarak yaptı” derse çocuk “kamu malına zarar vermek” suçundan 2 yıldan 6 yıla kadar ceza alacak. Burası nasıl bir ülkedir, işleyen nasıl bir hukuktur ki, bir ortaokul öğrencisi çevresindeki abilerine, ablalarına özenip yere yazı yazdı diye polis, karakol, mahkeme süründürülebiliyor. Oysa çocuğa Adli Tıp “eyleminin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama yeteneğinin yeterince gelişmemesi nedeniyle cezai ehliyetinin olmadığı” raporu vermiş. Fakat savcı ısrarcı, Adli Tıp raporunu dikkate almıyor, çocuk cezalandırılsın istiyor. 27 Kasım günü görülen ilk duruşmaya B.T.İ. okuldaki sınavı nedeniyle katılamayınca yargıç, çocuğun “bir sonraki oturuma polis zoruyla getirilmesine” karar vermiş. Yargılama sonunda mahkeme olur da “çocuğun, yaptığı eylemin suçun anlam ve sonuçlarını kavramadığına” karar verip cezaya gerek görmezse, 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu’nda belirtilen 5. ve 7. maddeler uygulanıp B.T.İ. ailesinden alınarak bir yetiştirme yurdunda koruma altına alınabilecek. Durum bu! Elbirliğiyle bir şeyler yapıp bu çocuğumuzu devlet şiddetinden kurtarmamız gerekmiyor mu? Her ne kadar ortalık tozdan, dumandan görünmüyor olsa da! tavanın tabana verdiği yanlış mesajlar var. İktidarların silme erkekten oluştuğu ve hükümetlerin her yaptığına sözde itiraz eden muhalefetlerin de tam bu noktada hiçbir farklılık göstermediği ülkelerde, isteyen istediği yasayı çıkarsın, kadınların ne hak eşitliği sağlanır, ne de can güvenliği… Türkiye’de son 10 yılda yüzde 1400 artan kadın cinayetleriyle, AKP’li “erkek egemenler”in toplumda kadına biçtiği “harem” rolünün, üstüne bir iki “karı” daha alınabilen “dörtte bir” değerin ve kocaya itaat, bol doğurmakla yükümlü olduğu çocuklara şefkatle sınırlı önemin, doğru orantılı bir ilişkisi vardır! HHH 11 yıldan beri kurulan hükümetlerin, Meclis’te mostralık sergilediği kadın milletvekillerinden sadece birini, o da illaki “aileden sorumlu” bakan olarak barındırması, AKP’ye egemen “üstün erkek” zihniyetinin zaten tartışılmaz kanıtıdır! Ancak, yapısında kadınerkek eşitliğini sağlayan BDP haricinde, ne ana muhalefet CHP, ne de zaten iktidar değnekçisi MHP’nin “üstün erkek” zihniyetine bir diyeceği var. Güya AKP’ye alternatif politika üretmesi beklenen bu partilerin; ülkenin temel sorunu, çünkü cehaletin, GÖRÜŞ SEVGİ ÖZEL KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK G NOKTASI behicak@yahoo.com.tr Mustafa Balbay Dün de Özgürdü Deniz’i bebekken görmüştüm; Yağmur’la birçok kez kucaklaştım. Gülşah Balbay tam da Nâzım’ın, “Ve unutma ki/daima iyi şeyler düşünmeli/bir mahpusun karısı” dediği gibi hep iyi şeyler düşündü; iyi şeyler düşünerek salt çocuklarının değil, eşinin gözü kulağı, eli kolu, yüreği oldu. Ben ona “sarı gelin” derim; gelinliğiyle kucakladığımız günden bu yana dik duruşuyla bilirim. Gülşah hep “iyi şeyler düşündü” ve bir cumhuriyet kızı olarak içindeki öfkeyi dirence dönüştürdü. Balbaylar yaklaşık beş yıl süren bir karabasana tutsak olmadılar. Mustafa’yı Silivri’de bir kez görebilmiştim. Duruşma salonuna Tuncay Özkan’la birlikte getirildiklerinde yıkkın, bungun, umarsız olan bendim; gözpınarlarımda tutmaya çalıştığım yaşları onların sesi kurutmuştu. Dokunamayacak denli uzaktık; bağırarak birbirimize seslerimizle dokunuyor; sesimizle kucaklaşıyorduk. Onları o duruşma salonunda metrelerce uzağımıza iten, aramıza parmaklıklar koyanlar da biliyordu ki gerçekte kendileri o parmaklıkların ardındaydı. Şimdi Mustafa evinde; yanımızda... Özgür... Tuncay uzağımızda mı; öteki aydınlar yüksek duvarların ardında mı? Uğur Mumcu’nun “Türkiye ilginç günler yaşıyor” sözünü anımsıyorum; gerçekten de ilginç günler yaşıyoruz. Hani keserinsapın dönüşü üstüne bir sözümüz var ya... Her yeni güne yeni savlarla uyanıyoruz; bir iktidar büyüğü “irticaı suç olmaktan çıkarmakla” övünüyor. Hangi demokraside gericilik suçu çağrıştırmaz, yanında taşımaz? Evet, ilginç günler yaşıyoruz. Şimdi keser “irticaı” suç olmaktan çıkardık diyenlerle kankaları arasında gidip geliyor. Bir de dün her yöne mavi boncuk dağıtan, bugün boncuklarını toplamaya bakanlar var; konuştukça batıyorlar; her boncuk alınlarında birer kara damla... Utanmayı bilenler için elbette... Mustafa tutukluyken sekiz kitap yazdı; ne yazı makinesi ne bilgisayar... Uyuşan parmaklarının acısını duyumsamadan, okuruna duyumsatmadan üretti. Tuncay da öyle... Başka tutukluların kitaplarıyla da kitaplıklarımız bir dönemin karanlığını hiç unutturmayacak kar gibi emekle beslendi. Yıllardır Mustafa’nın mapusta yazdığı kitaplar kadarını bile okumayanların ekranlarda şakımasına tanık oluyoruz. Aralarında tek kitap yazmayan da var; tek yanlı birkaç şey okuyarak olup bitenlere at gözlüğüyle bakmayı sürdüren de var; tek yanlı yargılarla oluşturulmuş kitabımsıların yazarları da... Mustafa’nın hapisten çıkmasına sevindiğini söyleyenlerin sesiyle beden dili arasındaki dengesizlik, üç beş sözcük savurdular mı belirginleşiyor. Yalakalıkla sıvanan çokbilmişliğin bedeli olmaz mı? Rüzgârgülü her zaman doğru yönü göstermezmiş demek... Mustafa içerdeyken de özgürdü, a rüzgârgülleri... Yüreği, beyni özgürdü; kalemi özgürdü... Arkasında, dört duvar arasında kalanların da öyle olduğunu biliyor; biz de biliyoruz. Öyle olmasa bin türlü yalan dolan, tuzak karşısında hiçbiri dimdik duramaz, Silivri kitaplığını oluşturamazlardı; Nazlıcanlar, Yağmurlar umudu diri tutamazdı. Gülşah “daima iyi şeyler” düşünen, yürekli bir “mahpusun karısı” olarak hep alkışla anımsayacağımız savaşımını veremezdi. Nazlıcan, Yağmur ve Deniz umudun pırıl pırıl simgeleridir. Onları okul yolundan çevirmeye bile çalıştılar; başaramadılar. Onlar gibi nice çocuğumuz var; her biri zamanından önce büyüdü; büyümek zorunda kaldılar. Baskı dönemlerine direnen ana babaların çocuğu olmak kolay mı? Bu nedenle hem adaletsizliğe direnen babalarına hem bu çocuklara gönül borcumuz var. Sana “Hoş geldin!” demiyorum Mustafa; bir yere gidip gelene hoş geldin denir... Yaklaşık beş yıl ona yakın kitapla taçlandırdığı adalet ve demokrasi savaşımında hem uzağımızda hem evimizdeydin. Senin kişiliğinde cumhuriyetimizin değerleri; adalet ve demokrasi için savaşım veren bütün aydınları Ahmed Arifçe selamlıyorum: “Gör, nasıl yeniden yaratılırım/ Namuslu, genç ellerinle./ Kızlarım/ Oğullarım var gelecekte/ Her biri vazgeçilmez cihan parçası/ Kaç bin yıllık hasretimin koncası/ Gözlerinden/ Gözlerinden öperim/ Bir umudum sende/ Anlıyor musun?” ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaracı@gmail.com BULMACA SEDAT YAŞAYAN HARBİ SEMİH POROY Aşağıda tescil işareti ve ruhsat numaraları bulunan uçak telsiz ruhsatlarımız zayi olmuştur. Hükümsüzdür. TESCİL İŞARETİ RUHSAT NUMARASI TCOBD HV200900006 TCOBE HV200900007 TCOAL HV201200105 TCOBH HV201000110 TCOBI HV201000051 ONUR AİR TAŞIMACILIK AŞ. TÜRK GENÇLİĞİNE HİZMET VAKFI Eğitimde Sevgi Konuşmacı Konu: İnal AYDINOĞLU (EğitimciYazar) Yönetmen Prof. Dr. Güngör ŞATIROĞLU T.G.H.V. Başkanı Tarih: 18 ARALIK 2013 Çarşamba Saat: 17.00 19.00 Yer: INN PERA TAKSİM Sıraselviler Cad. No: 15 (Eski Taksim Devlet Tiyatrosu Yanı) TAKSİMİSTANBUL TEL: 0212 252 96 00 SOLDAN SAĞA: 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Bir ülke 1 nin iskele ya 2 da limanları arasında ge 3 mi işletme 4 işi. 2/ Lütfi 5 Ö. Akad’ın 6 bir filmi... 7 İşçi. 3/ Yapıları yıldı 8 rımdan koru 9 yan aygıt. 4/ 1 2 3 4 5 6 7 8 9 “Bir sesi duy1 G I V I Ş K A N maya göreyim / İki gözüm iki çeş 2 A S İ R Ö R E K Ş A İ R M İ me” (Orhan Ve 3 L li)... Yakışır, ye 4 D E N K L E M L İ MA L E rinde, uygun. 5/ 5 İ K A Ispanakgiller 6 R E P O E T A den, sapları etli 7 İ N K A Z A L A R E Y bir ot... Bir şeyin 8 K E P E Z K A Y A B A Ş I olancası, bütünü. 9 6/ Endonezya’nın plaka imi... “Bir düşünür bu bahçelerde / Altın tüyü sonbahara uygun” (Ahmet Haşim)... Lityum elementinin simgesi. 7/ Yurdumuzun batısında bir körfez. 8/ Cennet ile cehennem arasında bulunduğuna inanılan yer... Geçmiş zaman. 9/ Türkiye ile Ermenistan arasında bir sınır kapısı. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Marangozlukta kullanılan kollu testere. 2/ Kargaşa, başıboşluk... Eski Mısır’da güneş tanrısı. 3/ Maden ve inşaat işçilerinin giydiği koruyucu başlık... Parlak kırmızı renkte bir süs taşı. 4/ Hazır, mevcut... Eski ve bilinmeyen bir tarihi anlatmakta kullanılan deyim sözü. 5/ Kekeme ya da dilsiz kimse... Doğu Slav halkı. 6/ Roma mitolojisinde aşk tanrısı... Muma batırılmış fitil. 7/ Ormanlık bölgelerde yaşayan bir kürk hayvanı... Nâzım Hikmet’in soyadı. 8/ Meyve şekeri. 9/ Bir cins antibiyotik.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle