21 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 16 ARALIK 2013 PAZARTESİ 2 DEVLETLER arası ilişkilerde Birleşmiş Milletler’in görevi barışı kolaylaştırmaktır. Ne var ki, o kuruluşun içinde ve çevresinde türeyen birtakım diplomatlar ve sözde uzmanlar anlaşmazlıkların ufkunda yakın ve kolay çözüm ya da barış ışığı belirince onu uzaklaştırıp zorlaştırmak için kolları sıvamadan edemiyorlar. En son örnek, “Kıbrıs sorunu denen ama aslında sorun olmaktan çıkıp sadece karşılıklı el sıkışmaya kalmış” Kıbrıs konusudur. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu geçenlerde “birbirimize merhaba demek, dostça yan yana yaşamaktan başka bir işimiz kalmadı” anlamına gelen bir söz söylemişti; sözde uzmanlar ve diplomatlar bu sözü ciddiye alıp sorunun bittiğini ilan ederek bir “el sıkma” töreni düzenlemek yerine yeniden yokuşa sürmenin çarelerini OLAYLAR VE GÖRÜŞLER biçimde gerçekten iki devletli yaşamda hangi işlevlerin birleştirilebileceğini, hangileri için ne gibi eşgüdüm mekanizmaları kurmak gerekeceğini gösteren bir çalışmayı ortaya koymaktan başka bir yol kalmamıştır. Hele Rum tarafının olup bitenleri tam tersine çevirerek KKTC’yi uzlaşmazlıkla suçlamak gibi propaganda kampanyasına başlamasına asla izin verilmemelidir. Birleşmiş Milletler hiç değilse bu konuda dürüst davranmalı ve KKTC’nin tutumunu doğru yorumlayarak hangi tarafın ciddi barıştan yana olduğunu resmen açıklamaktan kaçınmamalıdır. Başka türlüsü, yani anlaşmazlığın sona ermediğini ileri sürerek Ada’da işinin bitmediğini ima etmek Birleşmiş Milletler gibi ciddi ve yüce bir kuruma hiç yakışmıyor doğrusu. Yokuşa Sürmek aramaya koyuldular, Rum ve Yunan tarafı da fırsat bilip müzakere sürecini başlatmaktan dem vurmayı ihmal etmediler. Üstelik, konunun on duyarlı faslını yine gündeme getirip KKTC’nin egemenlik iddiasından vazgeçmesini peşinen şart koşarak süreci yeniden başlatmak istemekten başka bir anlamı var mı bunun? nkara’nın duruma hâkim olarak Eroğlu’nu açıkça desteklemekten ve onun açılımını kolaylaştıracak bir Bazı kitaplarda, yazarlardan günümüze atıflar DENİZ BANOĞLU “Unutmayın ki demokrasi bir eğitim işidir, eğitimsiz kitlelerle demokrasiye geçilirse oligarşi olur, böyle olduğu takdirde demagoglar türeyecektir, demagoglardan da diktatörler çıkar.” A B öyle demiş, ünlü Yunanlı düşünür Platon tam 2400 yıl önce. Ne dersiniz? 2400 yıl önce söylenmiş bu söz günümüz Türkiyesi’nin koşullarıyla birebir örtüşmüyor mu? Hem de nasıl? Gelin şimdi, tarih tekerrürden ibarettir, demeyin ve kitapların, daha doğrusu yazarla rın düşüncelerinin tarihin ve toplumsal yaşamın hemen her dem ve dönemindeki koşulları yansıttıklarını sakın ola ki yadsımaya kalkışmayın!. Ve işte bir başka, bu kez saygın bir Türk aydın ve yazarının, Şevket Süreyya Aydemir’in gözlemi ve öngörüsü diyelim: “Bir inkılap yaşıyorduk. Fakat eğer bu inkılabın tarih içindeki yeri ve çağımıza getirdiği değerler işlenmez, izah edilmezse, yani inkılabımızın ideolojisi, bir doktrin temeline dayandırılarak bu doktrin, inkılapçı ve önder bir kadronun memleket ve dünya görüşü haline getirilmezse, bu inkılap er geç bir oligarşiye kayabilir miydi” diye soruyor ve yanıtı “Evet” oluyor. (Suyu Arayan Adam, sayfa 26) Şevket Süreyya’nın bu görüşü, Platon’un düşüncesine yaklaşmıyor mu sizce? Ve yine inkılaplar, yani Cumhuriyet devrimleri yazarın deyişiyle, bir dünya görüşü haline getirilip işlenmediği ve tamamlanmadığı içindir ki bugün bu onulmaz daralmayı ve sıkıntıları yaşıyoruz ve devrimlerin birer birer yok edilmesine neredeyse sesimizi çıkartamıyoruz. Şevket Süreyya Aydemir bu düşüncelerini daha sonra, belki de inkılapları önder bir kadronun girişimiyle yaygınlaştırmak amacıyla önce bir dergi (Kadro), sonra da bu derginin kapatılmasıyla “İnkılap ve Kadro” adlı kitabında perçinledi. Ve yine günümüzde durmaksızın altı deşilerek orası burası çekiştirilerek sözde tartışmaya açılan, ümmetten millete dönüşümüzün zaferleri için bakın ne demiş: Çünkü o (yani Kurtuluş Savaşı) sadece askeri bir zafer değildi. Sadece yeni bir devletin kuruluşu demek değildi. Hem antiemperyalizmin, hem imtiyazsız, sınıfsız bir millet yapısının tohumlarını taşıyan büyük bir hadiseydi. Hülasa Türk milli kurtuluş hareketi çok cepheli bir problemler sistemi, bir problemler kompleksidir. Türk inkılabı, başarılmış veya başarılmamış davaları, ulaşılmış veya ulaşılamamış hedefleri ile bir sistemin adıdır (İnkılap ve Kadro, Remzi Kitabevi sayfa 14) Mitolojinin usta araştırıcısı ve Homeros’un dev eserlerinin çevirmeni Azra Erhat’ı unutmamak gerek. Bakın ne demiş “Ahlak” adlı makalesinde. “Yunus için tek düşman kin, tek dost sevgidir: Tanrı sevgisi, insan sevgisi: Adımız miskindir bizim? Düşmanımız kindir bizim? Biz kimseye kin tutmayız? Kamu âlem birdir bize” ve “İşitin ey yarenler? Aşk bir güneşe benzer/Aşkı olmayan gönül? Bir kara taşa benzer? Taş yürekte ne biter? Dilinden ağu tüter? Nice yumuşak söylese? Sözü savaşa benzer” (Azra Erhat, Sevgi Yönetimi, Can Yayınları, sayfa 106) Söyleyin bakalım, bu deyişler sizlere kimi anımsatıyor? Sevgiyi değil de, kini öğütleyen birini. Sevgiyi, aşkı belki de ömür boyu içinde hissetmemiş birini değil mi, ne dersiniz? Ve yine şöyle diyor Erhat, aynı kitabın aynı adlı makalesinde: “Ne tuhaf, Mustafa Kemal’i görür gibi oldum sonunda, o muydu, değil miydi? Evet kim olursa olsun, her Türk gencinde, bir Mustafa Kemal olma yeteneği vardır. İşte bunu ne bunalım, ne yozlaşmış politika, ne çarpık düzen, hiçbiri bu olasılığı, bu gerçeği silip yok edemez. Bunu iyice anlasak artık.” Evet Sevgili Erhat, nasıl da doğru saptamış daha o günlerde, gerçekten de her Türk gencinde bir Mustafa Kemal olma yeteneği var, bunu bugünlerde büyük bir coşkuyla görüyor, yaşıyor ve anlıyoruz. Ama hâlâ anlamayanlar da var. Anlamaları yakındır umarız… Ve yine Azra Erhat, Hippilerin dönemi olan 1970’lerde yazdığı bir makalesinde (Mutluluk Yolları, Sevgi Yönetimi, sayfa 82) Hippilerin politikadan nefret ettiklerine değinerek şöyle bağlıyor sözünü: “Bin yıllık Batı politikası savaş doğurmaktan başka bir sonuca varamamıştır: Kore Savaşı, Vietnam Savaşı, Hiroşima yıkımı; insanlar arasında kin ve nefret saçmaktan, ayrıcalık ve mutsuzluk yaratmaktan başka bir işe yaramamıştır politik ideolojilerden hiçbiri. Bu yüzdendir ki politika üstüne kurulu düzenler hiçbir zaman insanın insanca yaşamasını sağlayamamış, onu oyalayıp aldatmak için bir yalan düzen mekanizması olmaktan ileri gidememiş ve gidemeyecektir.” Azra Erhat bunları yazdığında daha Irak savaşı olmamış,Yugoslavya Batı politikalarının sonucu parçalanmamıştı. Türkiye de Batı emperyal güçlerin böl ve yönet politikalarının hedefi ve mağduru durumuna henüz bugün olduğu kadar düşmemişti. Ama politika üzerine kurulu düzenlerin insana insanca yaşamayı sağlayamadığı ne doğru bir öngörüdür, hele politikanın müthiş bir yalan düzen mekanizması üzerine kurulmuş olduğu gerçeğinin günümüz politikalarıyla ne denli örtüştüğü… Evet sonuç olarak, bazı kitapları tekrar tekrar okumakta yarar var diyor ve kitap meraklılarına bu alışkanlığı edinmelerini öneriyorum... Başka kitap alıntılarında buluşmak üzere...
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle