18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
16 ARALIK 2013 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA [email protected] KÜLTÜR SİYAD’ın yeni başkanı Taşçıyan n Kültür Servisi Sinema Yazarları Derneği’nin (SİYAD) 10. Olağan Genel Kurulu, Cezayir Restaurant’ta önceki gün yapıldı. Yönetim kurulu seçiminin ardından, üç yıldır görevi yürüten Tunca Arslan, başkanlığı Alin Taşçıyan’a devretti. Oylamada Uğur Vardan, Melis Behlil, Deniz Yavuz ve Elif Tunca, Taşçıyan’ın başkanlığında görev yapacak yönetim kurulu üyeleri olarak belirlendi. 19 Hoş geldin Balbay... Mustafa Balbay’ın en büyük özelliklerinden biri de kurulu algı kalıplarını zorlayan coşkusu ve yaratıcılığı... “Gezme sözcüğünün bende ilk çağrıştırdığı, yeniden doğmak, çoğalmaktır. (…) Her gezi dönüşü, evimin kapısını açarken yepyeni bir yere taşınıyormuşum hissiyle dolarım. Her gezi dönüşü, gazetemin yolunu tutarken yepyeni bir işe başlıyormuşum gibi heyecanlanırım.” 1997 yılında yayımlanan u Meclis kürsüsünde “Ülkelere Değil Savaşa Düşizlediğim ve bütçe manım” adlı kitabının önsötartışmalarına “Bizde züne böyle başlamış Mustaözgürlük açığı var, fa Balbay. Dünyanın çeşitli ülkelerine, çeşitli nedenlerhukuk açığı var, le çıkılmış gezilerde derlenadalet açığı var” miş gözlemler, anılar, çağrıdiyerek damgasını şımlardan oluşan enfes bir kitap, bir “gezi kitabı…” vuran Balbay’ın bunu O sırada hiç aklından geçer kendisine misyon na karşı doğal bir panzehir olmamiydi Sevgili Balbay, 16 yıl bilmesini gönülden sıdır. Yazarken de konuşurken sonra bambaşka bir yolculukde hep bunu zorlar Balbay. Çok diliyorum. tan, dört duvar arasında gealıştığınız, neredeyse üzerinçirilen 5 yıla yakın bir sürede düşünmeden kullandığınız bir nin ardından evine dönüp gesözcüğü olmayacak bir yerinden bölüp iki leceğin? sözcük çıkarıverir ortaya, bütün anlam sistematiğiniz altüst olur, gülmeye başlarsınız. lgı kalıplarını zorlamak Tahliye edildikten sonra izleyebildiğim Yukarıdaki satırların ritminde Balbay’ın kadarıyla, cezaevinde geçirdiği uzun süreyaşamın her anında görülen o iyi niyetli henin onun bu yanını hiç törpüleyemediğiyecanını, coşkusunu, hep yeni bir şeylere ni gördüm, sevindim. Heyecanlıydı, heyebaşlama, hep yeniyle dolma isteğini algılacanını gizlemiyordu; umutluydu, umudunu mak mümkün. Zaten benim tanıdığım Muspaylaşıyordu; “Kindar olmaya zamanım tafa Balbay’ın en büyük özelliklerinden biyok” derken çok doğru ve derin bir gerçeri de kurulu algı kalıplarını zorlayan bu coşğin altını çiziyor ama cezaevlerindeki durukusu ve yaratıcılığıyla, kanıksama hastalığımun sözcüsü olacağını, yani “unutmayacağını” da Meclis kürsüsünden yaptığı bence çok önemli konuşmada üzerine basa basa dile getiriyordu. Cezaevleri yakıcı bir sorun. Hasta tutuklu ve hükümlüleriyle, ölmeye yatırılmışlarıyla; siyasi davalardaki “uzun değil, upuzun, gaddarca uzun tutukluluk süreleri” yüzünden hükümsüz ceza giyenleriyle; yedikleri cezaların üstüne insanlık dışı koşullarda yatırılarak iki kere, üç kere daha fiilen cezalandırılan adli mahkumlarıyla bu memleketin en büyük, hiç durmadan kanayan yaralarından biri. Üstelik, kanıksanmış bir yara; vicdanlar kabuk bağlamış, ondan herkes yara artık kanamıyor sanıyor ya da kendini öyle kandırıyor. Ama “mapusane kapısı”nda, “ateş düştüğü yeri yakıyor.” Ben, Mustafa Balbay’ın bu kanıksamayı, bu umursamazlığı epey zorlayacağına, zorlaması gerektiğine inanıyorum. Meclis kürsüsünde izlediğim ve bütçe tartışmalarına “Bizde özgürlük açığı var, hukuk açığı var, adalet açığı var” diye damgasını vuran Balbay’ın bunu kendisine misyon bilmesini gönülden diliyorum. O coşkulu, heyecanlı, algı kalıplarını zorlayan üslubuyla bu memlekete cezaevi gerçeğini anlatmasını, Meclis’te yıllardır cezaevi sorunlarını, yaşanan hukuksuzlukları, hak ihlallerini ısrarla, inatla takip eden, vicdanların sesi olmaya uğraşan bir avuç milletvekiline kendi sesini, nefesini katmasını diliyorum. Hoş geldin Balbay, iyi ki geldin, zamanında geldin… Balbay’dan Özgürlük Dersleri... Bir gazeteci düşünün. Sadece mesleğinin gereklerini yerine getirdiği için ülkesinde en olmayacak suçlardan ve hukuk adına ancak adaleti lekeleyebilecek kanıtlarla(!) yargılanmaya başlasın; üstelik de tutuklu yargılanmasına karar verilsin. Bu tutukluluk hali neredeyse beş yıl sürsün ve ortada hâlâ bir kesin hüküm olmasın. Sonra günlerden bir gün, ülkenin Anayasa Mahkemesi “aşırı tutukluluk süreleri”ne ilişkin bir karar versin ve beş yıla yakın tutukluluğunu parmaklıkların arkasında geçiren gazeteci de tahliye edilip “özgürlüğüne” kavuşsun. Kavuşulan bu özgürlük, tahliyeden “sonraki” özgürlüktür. Özgürce yaşanabilecek iken hapiste geçirilen yılların yerini tutmaz. O yıllar boyunca dışarıdaki bütün sevilenlere, parmaklıkların kalın çizgileri ile dilimlenmemiş bir gökyüzüne, beş yıl boyunca taşların buz gibi soğukluğu ile mayalanmış gündoğumlarına ve günbatımlarına duyulan hasretin ateşinden geri kalan yanık izlerini silmez. Dahası, kimi zaman bunca uzun sürmüş bir haksız tutukluluk süresi, Nazilerin toplama kamplarından kalan bir deyişle, hapis kalanın “entelektüel ölümüne” bile yol açmış olabilir. Bu “entelektüel ölüm” ile dile getirilmek istenen durum, haksız yere hapiste kalan aydın bireyin sonunda, başta özgürlük kavramı olmak üzere, insanı insan kılan bütün değerlere kuşkuyla bakmaya başlaması, dahası onlara duyduğu inancı yitirmesi durumudur. İkinci Dünya Savaşı’nın son bulmasıyla birlikte Nazilerin toplama ve ölüm kamplarından kurtulabilen aydınlardan bazıları, “kurtulmalarından” yıllar sonra intihar ettiler. Onlar, hapisteyken “entelektüel ölüm” ile ölmüş kişilerdi, ve bu nedenden ötürü de aslında “kurtulamamışlardı”. Mustafa Balbay, tutukluluğunun ilk gününden son gününe kadar bu türden bir “entelektüel ölüm”e karşı koydu. Bunu, hapiste geçirdiği o uzun süre boyunca özgürlüğünden bir an bile vazgeçmemekte direndiği için başarabildi. Burada bir “kendini avutma durumundan” söz etmiyorum. Yani Mustafa Balbay, kendini “entelektüel ölüm”den örneğin: “Ben aslında hapiste değilim!” gibisinden bir masal ile korumadı. Tam tersine, savaşımını hep “haksız yere hapis yatmakta olan biri” kimliğiyle, ama “hiçbir hapislik durumunun ruh özgürlüğünü zedeleyemeyeceği” bilinciyle sürdürdü. Hapis yatan bedenine karşın, ruhu öylesine özgürdü ki, hapishanenin kapıları açılır açılmaz oradan “çoğalarak çıktığını” söyleyebildi. “Artık özgürlükleri konuşmamız gerekiyor” diyebildi. Ve demir kapılar açıldığı gün taşıdığı ruh, ona “çocuklarıma kin ve intikam duyguları taşımayacağım” dedirtebilecek kadar sapasağlam bir ruhtu. Montaigne, dış dünyadan kaynaklanarak başımıza gelenlerin bizi sürükleyebileceği yıkımlardan korunmanın en emin yolunun, ruhumuzda çok sağlam bir “iç kale” inşa etmek olduğunu söyler. Çoğu yazdıklarında her zaman bir deneme tadı bulduğum Sevgili Mustafa Balbay da hapiste geçirdiği yıllar boyunca kalemini elinden hiç bırakmamakla, ruhunda aslında ne kadar yıkılmaz bir “iç kale” inşa edebilmiş olduğunu kanıtladı. Böylesine güçlü ve kalıcı bir “özgürlük dersi” verebildiği için ülkemin hem bugünkü insanları, hem de bütün gelecekteki kuşakları adına Mustafa Balbay’a teşekkür etmeyi onurlu bir borç sayıyorum… Cezaevlerinin sesi olmak Dev Aynası’ndan ‘Ya Tutarsa’ n Kültür Servisi Kabare Dev Aynası, “Ya Tutarsa?” oyununda, seçim atmosferine giren ülkemizin nabzını, “Çulsuzlar Kasabası”nda yaşananlar üzerinden tutuyor. Ali Erdoğan’ın yazıp yönettiği oyunda Celal Belgil, Sibel Erkan, Sedat Dalar, Meriç Eroğlu, Çağla Şadoğlu ve Gökhan Keskin rol alıyor. “Ya Tutarsa” 14, 15, 20, 21, 29 Aralık’ta, 5, 12, 17, 24, 25 Ocak’ta Barış Manço Kültür Merkezi’nde. A ALTERNATİF SAHNELER’DEN VAN’A YARDIM KAMPANYASI ‘Devletin görevini halk yapıyor’ ASLI ULUŞAHİN İstanbul’daki sekiz tiyatro topluluğunun oluşturduğu Alternatif Sahneler birliği, Van’a yardım kampanyası başlattı. Kumbaracı50, Emek Sahnesi, İkinciKat, TiyatroD22, Tiyatro Karakutu, Şermola Performans Mekân ArKumbaracı50 tı ve Sahne Hal’den oluşan birlik, Van’daki depremzedelerin ihtiyacı olan kışlık kıyafet, ısıtıcı, battaneyi gibi malzemeleri tiyatro mekânlarında toplayıp Van’a ulaştıracak. Yardım malzemeleri 21 Aralık’a kadar merkezlere iletilebilecek. Kumbaracı50’nin basın ve halkla ilişkiler koordinatörü Gülhan Kadim, benzer sıkıntılar yaşayan bağımsız tiyatro topluluklarının sorunlarını çözmek için kurulan Alternatif Sahneler birliğinin, yalnız tiyatronun sorunlarına değil, güncel olaylarla ilgili de çözüm üretmeye çalıştığını, Van için ne yapabiliriz diye düşünürken bu kampanyayı düzenlemeye karar verdiklerini söylüyor. Birlikte, yeni sezonda başvuruda bulunan hiçbir tiyatronun bakanlıktan ödenek almadığını vurgulayan Kadim, sadece seyirci desteğiyle tiyatroların ayakta kalamayacağını, ideal olanın devlet ya da yerel yönetimlerin tiyatroları desteklemesi olduğunu, ancak ülkemizde “ideal olmayan birçok durumun” yaşandığını aktarıyor. Kadim, “ideal olmayana” örnek olarak da Van’daki depremzedelerin halini işaret ediyor. TiyatroD22’den Can Kulan ise, sosyal medyayı kullanarak kampanyayı duyurduklarını ve desteği büyütmeye çalıştıklarını söyleyerek “Artık devletin yapması gerekeni halk yapıyor” diyor. Destek için: TiyatroD22 (Beyoğlu) 0212 2931992, Emek Sahnesi (Kadıköy) 0216 5457376, İkinciKat (Beyoğlu) 0 212 2923247, Kumbaracı50 (Beyoğlu) 0212 2435051, Mekân Artı (Şişli) 0212 2245756, Sahne Hal (Mecidiyeköy) 0212 2747478, Şermola Performans 0212 2437436, Tiyatro Karakutu (Beyoğlu) 0541 4102910 n Kültür Servisi Oscar’ın öncülü kabul edilen Altın Küre sinema ödüllerinin adayları belli oldu. En çok adaylığı Steve McQueen’in yeni filmi “12 Years A Slave” ile David O. Russell’ın yönettiği “American Hustle” aldı. Bu filmler 7 dalda ödüle aday gösterildi. İngiliz aktörler Chiwetel Ejiofor ve Idris Elba’nın hem “En İyi Erkek Oyuncu Dram” hem de “En İyi Erkek Oyuncu Televizyon Filmi” kategorisinde yarışacakları ödül, 12 Ocak’ta düzenlenecek törenle sahiplerini bulacak. Törende Woody Allen da özel Cecil B. DeMille ödülüyle onurlandırılacak. 71. Altın Küre adayları Şair, yazar ve araştırmacı Şükran Kurdakul’u on yıl önce yitirmiştik ‘Türkiye’m nereye...’ EREN AYSAN n Kültür Servisi Akademisyen ve yazar İsmail Gezgin’in verdiği arkeoloji dersleri Gümüşlük Akademi Arnavutköy’de devam ediyor. Gezgin, 2022 Aralık tarihleri arasında “Aşkın Arkeolojisi” dersiyle akademinin konuğu olacak. Bu derslerde, antik toplumdaki aşk ve cinsel ilişki biçimleri, çıplaklık, kadın, fahişelik, eşcinsellik, lezbiyenlik gibi başlıklar sanat ve arteoloji ışığında tartışılacak. ‘Aşkın Arkeolojisi’ Tam on yıl geçmiş aradan... Sen gideli... Ah be Şükran Amca... O kadar acılı günler birbirini kovaladı ki, nefes almayı bile unuttuk. Türkiye tarihi çok zamandır “çağdaş yenilgiler ansiklopedisi”ne dönüştü. Gençliğinde demir parmaklıklar ardından bakan gözlerin, yaşasaydın cezaevindeki aydınlarımıza gözyaşı dökerdi. Gezi’de toprağa düşen gencecik bedenlere, gidenlere yakınır, kalanların kederine sığınırdık, birlikte... Çoktandır güzel haberler yok, ortalık toz duman. Ne iyi ki, yazdıkların bugünü de kapsıyor: “Darda kaldık seferberlikte gibi/ Baka kaldık gidenlerin ardından /Ekmeğin şiirini yitirdi ortalık/Türkiye’m nereye götürüyorlar seni.” Şimdi yeniden hatırlıyorum, F tipi cezaevlerine karşı ölüm oruçlarının yoğun olduğun zamanları... Yeni ölümlerle yaşadığımız kahpe sıkıntılar tekrarlanıyor adeta. Yazar örgütlerinin ortak ses vermesi zorunlu... Edebiyatçılar Derneği’nin, o zamanki başkanı Şükrü Erbaş’ın çağrısına TYS’den Ataol Behramoğlu ve PEN Yazarlar Derneği’nden Şükran Kurdakul katılıyor. Bildiri hazırlanıyor. Şükran Amca’nın eşi bulunmaz örgüt adamlığına bir kere daha tanıklık ediyorum. Diyor ki: “Bu bildiri ne olursa olsun okunacak. Herkesin elinde bir kopyası olacak. Ben okumaya başlayacağım. Eğer polis beni alırsa, Ataol, sen devam edeceksin... Seni de alırlarsa Şükrü, sen...” Peki Bigadiç’e gittiğimizde karşılaştığımız seksenlik rençbere ne demeli? 1965 seçimlerinde, TİP’ten milletvekili adayı Şükran Amca... Köy kahvesinde rençber aradan yıllar geçmesine rağmen ayağa kalkıyor: “Tam kırk yıl sonra hatırladım seni... Seçimlerde, sana oy vermiştim” diyor bastonunu doğrultarak. Düşünüyorum da, kaç şairin şiiri mitingde elden ele dağıtılmıştır? Tabii ki onun... Altıncı filoya karşı yürüyüşte olanlar anlatır hayat sürdürmeye çabalıyor. Ferit Oğuz Bayır, Şükran Amca’yı görünce bir mutlu, bir mutlu! Zuladan şerbet çıkarıyor. İçine buz dolduruyor. Yakıcı güneş bahçedeki dut ağacının yapraklarını kıpırdatmasına engel oluyor. Ferit Oğuz Bayır, tam bir eğitim emekçisi... Köy Enstitülerinin kuruluşunda İsmail Hakkı Tonguç’un yardımcısı... Anadolu’daki eğitim seferberliğinin öncüsü... Yazdığı “Köyün Gücü” kitabını veriyor bana... “Oku” diyor, “sonra mektuplaşalım”. Kutsal emaneti alıp göğsüme sokuyorum. Vakit buldukça “şiir oyunu” oynuyoruz. Şiir oyunu nedir biliyor musunuz? Yazılan dizedeki hece toplamı tek rakam çıkarsa, bir sonraki dizenin de hece toplamı tek olacak... Çift olursa bir sonraki dizenin toplamı da çift. Zamanu Çoktandır güzel haberler la yazılanlar bütünlüklü şiiryok, ortalık toz duman. Ne lere dönüşüyor. Onun son kitabı “İhtiyar Yüzyıla”nın iyi ki, yazdıkların bugünü dizeleri böyle böyle çıkıde kapsıyor: “Darda kaldık ilk yor ortaya. seferberlikte gibi/Baka İyi bir ekibiz. Özcan Amlar, “İzmir’in İçinde Amerikan Neferi” şiirinin yarattıkaldık gidenlerin ardından/ ca (Özcan Yalım, şiir sevdalısı... Mülkiye’den Cemal ğı etkiyi.. Ekmeğin şiirini yitirdi Süreya ve Ece Ayhan’ın sıNe çok dolaşmışız birlikortalık/Türkiye’m nereye nıf arkadaşı... Ah o da yok te... Foça’da Şükran Amca’lı artık!) bizi her gördüğünde, ve Avni Arbaş’lı gece geligötürüyorlar seni.” “Hayatımda hiçbir şeyi kısyor hemen aklıma. Çeşme’de, kanmadım ama bu kızın ölümünden bir gün önce Aziz Şükran’a olan sevgisini nasıl kıskanıyoNesin’le... İstanbul’da Beşiktaş’ta, onun rum, bir bilseniz” diyor. Hınzırca gülüyoBehçet Necatigil’le bir zamanlar gittiği ruz. Anılar kalbimde bir hançer gibi duruyor. meyhanede... (Adı, aramızda Behçet NecatiŞükran Amca... Benim ikinci babam. gil Meyhanesi ) Göksu kıyısında... Ayvalık’ta o bol yıldızlı bir gecede oturuyoYa Foça’da Ferit Oğuz Bayır’ın evinderuz... Rüzgâr esiyor, içim ürperiyor. Bir baki güneşli cuma günü... İki katlı bir köy evilıkçı ötede palamarı çözüyor. Kediler ısrarla ne giriyoruz. Tahta merdivenleri çıkıyoruz. Merdivenin bittiği yerde, mavi boyalı iskem balıkçıyı bekliyor. “Hey... Sait Faik’in kedileri bunlar...” lede Ferit Oğuz Bayır’ın sarı örgülü saçlı eşi Yine aynı şiir dökülüyor ağzından, hicranoturuyor. Yaşlılıktan gözleri iyice mavileşla... “Karanlığın gizinde milyonla yürek/ miş, görmüyor. Beyaz keten elbise üzerinde. Aç kapıyı zındancıbaşı/Bana soru gerek, Damarları çıkmış ince elleri ellerimi sıkıca yanıt gerek/Türkiye’m nereye götürüyortutuyor. Bir daha da bırakmıyor. Yaşları doksanı geçkin karı koca yalnız bir lar seni.”
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle