17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 14 KASIM 2013 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Bekliyoruz!.. Geriliklere Doğru! Gerilik, ilkellik, aptallık sürüp gitmekte... Şu başörtüsü konusu güncellikten düşmüyor. Hele gazeteci, aydın hanımlara yapılan baskılar gözden kaçmıyor. Yıllardır sürüp giden başı örtmek, örtmemek kavgası bir kez daha günün olayı. Okula giden kızların, çalışan kadınların ille de başı örtük olmaları onlara bir katkı sağlıyor mu? Önce bunu düşünmeli... Başörtülü bir işçi kadın, aydın bir hanım, gerçek birer aydın olan genç kadınlarımız her an içine düşecekleri bu gerilemenin tehdidi altında. Ya işinden olacak ya da gerici iktidar yandaşlarının dileklerine hizmet edecekler. Nice devrimler yaptık, başardık ama sinsi sinsi köşelerde Cumhuriyet karşıtlarının güçlerini artırdıklarını görüyoruz. Akıllı uslu aydın kadınlarımız kör cahil bir akımın eline düştü düşecekler. Giderek işadamı patronların emirlerinde görev yapan kadınlar bir çeşit esaret altında tutuluyorlar. Ülkemizde irtica denen olay yeniden hortlamıştır. Bunun aksini söylemeye kalkanlar işin içyüzünü bilmeyenlerdir. Pek çoğunun da işine öyle geldiği için. Denecek ki iktidardakiler başarıyla ülkeyi yönetiyor. Ama yöntemleri nedir? Cumhuriyet devrimlerinin yanında mı? Değil, tam tersi... Bir eski anıyı anımsadım. Mustafa Kemal bir gece yapılan davette yanında oturan Mısır elçisini görünce hem kızmış, hem şaşırmış. Yemek masasında otururlarken elini uzatıp elçinin kafasındaki fesi çıkartmak istemiş. Sanırım eliyle de o fesi çıkarmış... Şimdi kafalardan çıkarılıp çöplüklere atılması gereken nice yaşantılar var. Göz göre göre Atatürk de, devrimleri de, onu yıllarca izleyen kadrolar da, giderek halkımızın büyük bir bölümü de ülkede irticanın kucağına itiliyor ve ne yapacağını bilemiyor. Bir bilinse Cumhuriyetimizin kurucuları Mustafa Kemal ve İsmet İnönü başta olmak üzere tüm bu aydınlık kadroların yeniden şahlanması gerektiği... Başını örtmek suç değil elbet. Ama en büyük çağdaşlığa hizmet etmek... Kadın uyanışı yakın günlere kadar yürürlükte idi. Ama aydın, okumuş, yazmış hatta öğrenimlerini en üst kademeye kadar tamamlamış hanımlarımız bile belki de modaya uyarak ya da toplumun sağa kaydığını hissederek Mustafa Kemal devrimlerini savsaklamaya kalkışırlar. En büyük tehlike budur. Geriliğin ilerlemeyi alt etmeye kalkması; daha da ileri gitmesi... Vagonların pencere hizası bembeyazdı. Ve o en arka vagonun en arkasında, balkonda durur, bize el sallardı. Çocuk gırtlağımızın bütün gücü ile haykırır; sıçrayarak, koşarak el sallardık: Güle güle, güle güle!.. Sanki ölmezliğin sembolüydü o. G Prof. Dr. Cengiz Kuday pıcı yorum ve fotoğraflar gösterdim. Ne kadar kabul gördü bilmiyorum!. Üç gün önce 10 Kasım’dı!... Bizim neslin hocalarının tümü, Atatürk ilke ve devrimlerinin ürünü aydın insanlardı. Bunlardan biri de geçen yıllarda kaybettiğimiz Prof. Dr. Hıfzı Özcan idi. Ben onun ağzından size, bana verdiği notlara dayanarak10 Kasım’ı anlatmak istiyorum: İşte Cumhuriyetin 81. yılında, 2004’te yapılmış olan o konuşma: Düşündüm ki Cumhuriyetin 81. yılında hemen hemen onunla yaşıt olarak, kendimi onun içinde bulmuş biri olarak nasıl yaşadım, neler gördüm, onu sizlere nakledeyim. Cumhuriyetin ilanından 4 yıl sonra 1927 yılında doğmuşum. Hatırladığım en küçük yaşımda, babam ve annem gece mekteplerine gidip yeni yazıyı şimdiki Türk abece’sini öğreniyorlardı. Gece ben ve küçük kardeşim ise onların dönüşünü beklerdik. Daha sonra okuduklarıma göre Atatürk Sarayburnu’nda şöyle diyor: “Bizim uyumlu zengin dilimiz yeni Türk harfleri ile kendini gösterecektir” ve devam ediyor. Bir ulusun uyanışından ve o uyanışın getireceklerinden bahsediyor. 1933 yılında ilkokula başladım. İzmit’te Yenitütün İlkokul’nda ilk günlerimi hatırlıyorum. Okul eylülde açılmıştı. Ekim eçen hafta Antalya’da “Beyinsel Cerrahi Kongresi” yapıldı. Benim de bilimsel bir konuşmam vardı. Amerika’dan 28 Ekim akşamı döndüm. 29 Ekim sabahı Antalya’daydım. Kongre başkanına konuşmamda “Cumhuriyet”i anlatmak istediğimi söyledim. (*) Kabul ettiler. Peki buna neden ihtiyaç duymuştum? “Amerikan Beyin Cerrahları Birliği”nin son kongresine katılmak için geçen ekim ayında ABD’de idim. Son günümde bir yakınımın evindeki kütüphanesinde üzerinde Atatürk’ü değişik şekilde gösteren Ocak 1998 tarihli bir dergiye rastladım. Bu derginin iç sayfalarında “Atatürk Türkiyesi Nereye Gidiyor” başlıklı bir yazı ve çarpıcı bazı fotoğraflar vardı. (Dergi nin yayınlandığı tarihte Türkiye’deki iktidar; şimdiki iktidar değildi.) Çok etkilendim; çok üzüldüm. Antalya’daki toplantıda, liseden büyüğüm çok sevdiğim ağabeyim Sn. Alev Coşkun’un kitaplarından Cumhuriyet ile ilgili pasajlar sundum. Cumhuriyetimizin ne zor şartlar altında kurulduğunu ve bu yapılanmada Mustafa Kemal Atatürk’ün ne kadar yalnız olduğunu, içinde bulunduğu güçlükleri ve ideallerine ulaşmak için verdiği zorlu mücadeleyi anlatmaya çalıştım. O dergiden çar eRdaL aTICI Valilerin Tükenişi… C umhuriyet tarihi boyunca valiler, atandıkları illerde, vatandaşa karşı devleti temsil etmiş, görevlerini devlet ciddiyeti içinde; tarafsız, eşit ve adil bir şekilde yapmaya çalışmışlardır. Halkın gözünde “devlet baba” kavramını ve “sosyal adalet” duygusunu valiler filizlendirmişlerdir. AKP iktidara geldikten sonra, her alanda olduğu gibi, valilik orununun (makamının) görev tanımında da değişmeler başladı... Başbakan Erdoğan iktidarının daha ilk aylarında, “vücut dilinden anlayan bürokrat” deyimini siyasi edebiyata (literatüre) kazandırarak görev tanımlarının değişeceği işaretini vermişti. İşte o günden sonra çoğu vali, yurttaşlara karşı devleti tarafsız temsil etmekten çok, siyasal iktidarın temsilcisi gibi davranmaya başladı. Özellikle de siyasal olay larda, yanlı davranarak ve tutarsız açıklamalar yaparak kamuoyunu yanlış bilgilendirdiler. Geçmişte yaşanan; seçim dönemlerinde, suyu olmayan köye çamaşır makinesi dağıtmak, yaz mevsiminde kömür dağıtmak gibi olaylar bir yana; Gezi Parkı protestoları sırasında İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu ve Eskişehir Valisi Güngör Azim Tuna’nın çelişkili söylemleri kamuoyunda büyük tepki yarattı. Son olarak; Adana Valisi Hüseyin Avni Coş’un; Başbakan’ın “Kızlıerkekli evlerde kalıyorlar, denetlenecekler” sözlerini, “emir telakki” etmesini protesto eden yurttaşlara “Ga..t” demesi, insana “Artık bu kadarı da olmaz” dedirtiyor... Ne yazık ki yaşanan bu olaylar; her geçen gün valilik orununun saygınlığının daha da azalmasına, valilerin halkın gözünde güven kaybına uğramasına ve yavaş yavaş tükenmesine yol açıyor… Çok yazık! de çocukluğumuzun bütün hızı ve neşesi ile haykırıyorduk: Çıktık açık alınla on yılda her savaştan. Evimiz İzmit demiryolu yanındaydı. Sokaklardan biri de demiryoluna çok yakındı. “Kılavuz geçiyor”, diye bir ses işittik mi üstümüzde ve ayağımızda ne varsa değiştirmeden çocuk sevinciyle demiryolunun kenarındaki yüksek korkuluklara koşar, tutunurduk. Beklerdik. “Kılavuz” demek onu ve bir kısım yakın arkadaşlarını Ankara’dan İstanbul’a gelişinde taşıyan; yük vagonları ile otomobilleri de götüren ön haberci tren demekti. Biz ona “kılavuz” adını takmıştık. Beklerdik... Bazen dakikalar, bazen saatler geçerdi. İki dev lokomotifin çektiği tren, İzmit’in ortasına girer ve biraz da yavaşlardı. (Beyaz Tren derdik biz ona.) Vagonların pencere hizası bembeyazdı. Ve o en arka vagonun en arkasında, balkonda durur, bize el sallardı. Çocuk gırtlağımızın bütün gücü ile haykırır; sıçrayarak, koşarak el sallardık: Güle güle, güle güle!.. Sanki ölmezliğin sembolüydü o. İzmit tepeler üzerine kurulmuş bir şehirdir. Tepelerden İzmit Körfezi’nin sonunda gözden kaybolan dümdüz demiryolu görünür.1938 Kasım ayında bir sabah sarsıldık. Ona bir şey olmuştu. Bir iki gün belki bir hafta geçti. Bizi istasyona götüren öğretmenlerimizle çiçekler taşıdık. “Beyaz Vagon” orada duruyordu. Çiçeklerle süsledik Beyaz Tren’in en sondaki vagonunu. Onu “Yavuz Zırhlısı”yla önce İzmit Tersanesi’ne oradan da eller üstünde istasyona bizim süslediğimiz vagona getirdiler. Akşam saatleriydi. Hava kararmıştı. İzmit tepelerinden görünen manzara şuydu: Ovada dümdüz giden demiryolunun iki yanında kendiliğinden kopup gelen halk ellerinde meşalelerle koşuyordu. Onun vagonu yine en arkada idi. Beyaz Tren yine gidiyordu. Son vagonun geçtiği noktada meşale sönüyordu. Onu aydınlıklar içine doğru uğurluyorduk. Genç dostlarım, benim kuşağım, o günleri yaşamış olan kuşaklar, hayal edebiliyor musunuz: (Hocam; sizden sonra gelen yakın kuşaklar, bizler de bugün aynı şeyi hayal ediyoruz). Körfezden bize doğru gelen demiryolunun iki yanında sizler. O bize doğru geldikçe meşalelerinizi yeniden yakıyorsunuz. Beyaz Tren sizin aydınlıklarınız içinde geri geliyor. Işıklar, aydınlıklar, sizin ve hepimiz için olsun. Bekliyoruz. (*) Yurtdışındaki bu tür mesleki toplantılara meslek dışındaki tanınmış kişiler de farklı konularda konuşma yapmak üzere katılır. Ben bu konuşmaları dinler imrenir, toplantılarımızda buna benzer uygulamalar yapmaya, yaptırmaya özen gösteririm. Neden Böyle Yapıyor? Strateji mi... Taktik mi... İdeoloji mi... İnanç mı... Kişilik özelliği mi... Tutum ve davranış biçimi mi... Seçmeni etkilemek için mi... Neden böyle yapıyor? HHH Stratejisi: Gerilim... Taktiği: Türbanı Meclis’e sokmak yetmedi, hem Taksim Gezi Direnişi’nin intikamı, hem de gerilimi sürdürmek için “öğrenci evleri” sorunu verelim... İdeolojisi: Siyasal İslam... İnancı: Sünni İslam... Kişilik özelliği: Otoriter, dogmatik... Tutum ve davranış biçimi: Feodal, geleneksel, muhafazakâr... Seçmeni etkiliyor mu: Kendi seçmeninin toplumsal ve kültürel normlarına yani beklentilerine uygun olabilir... HHH Neden böyle yapıyor? Hem strateji, hem taktik, hem ideoloji, hem inanç, hem kişilik özelliği, hem tutum ve davranış biçimi, hem de seçmeni etkilemek için: Bir kombinasyon, (çok kullanılan yanlış moda terimiyle) bir kombin, bir karışım, bir sentez! Sentez olarak, bütün bireysel, toplumsal, kültürel ve siyasal faktörleri içinde birleştirdiği için çok güçlü... Zaman içinde oy oranını arttırdığı sanıldığı için, yerleşmiş, gücüne güç katmış... Devlet partiyle, parti kendisiyle bütünleşmiş: Tam bir kişisel iktidar! HHH Değişir mi? Sanmıyorum! Demokratik mi? Hayır! Türkiye buna mahkum mu? Hayır! Bu bir yazgı mı? Asla! Demokrasi sürecinde, demokratikleşme savaşımında yaşanması gereken bir aşama mı? Belki! Aşılacak mı? Mutlaka! Yunus Nadi Armağanı Yarışması, 1946’da kuruldu; hem geçmişe hem geleceğe dönük olan anlamı, gazetemizin kurucusu Yunus Nadi’ye saygı ve sevgiden kaynaklanıyor. Yalnız Cumhuriyet gazetesinin değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda büyük emeği bulunan Yunus Nadi’nin anısını her yıl tazelemek bizim için bir görev. Devrimci ve demokrat Cumhuriyet’in Ulusal Bağımsızlık Savaşımızla ve Türkiye Cumhuriyeti’yle zamandaş ve eşanlamlı bir kuruluş tarihçesi var. Yunus Nadi, gazetemizin temel taşlarını bu doğrultuda koydu. Yunus Nadi’nin ölüm yıldönümünü geçmişe dönük bir acı olarak değil, geleceğe yönelik bir kültür olayına dönüştürmek amacıyla bu yarışma düzenlendi. Yarışmanın ilk düzenlendiği yıllarda Türkiye’de sanat alanında hiçbir özel ödül yoktu; tek parti dönemiydi ve yalnız CHP’nin koyduğu bir şiir ödülü vardı. Aynı dönemde bütün dünyada sanat, bilim ve edebiyat ödülleri ün yapmışlardı. İsveç’te Nobel, ABD’de Pulitzer, Sovyetler’de Lenin, Fransa’da Goncourt ödüllerinin sonuçları Türkiye’de de izleniyordu; ama ülkemiz bu alanda da geç kalmıştı. Cumhuriyet gazetesi bu öncülüğü üstlendi, altmış yedi yıl önce düzenlenen Yunus Nadi Armağanı’yla sanat ve kültür yaşamımızda bir yarışma coşkusu oluşturdu. Daha sonraki yıllarda Türkiye’de de yarışmaların ve ödüllerin sayısı çoğaldı, yirmiyi aştı. Bugün belki ödül enflasyonundan söz açılabilir; eleştirel bir yaklaşımla sakıncaları gündeme getirilebilir, ama yine de kültür, 68. YIL YUNUS NADİ ÖDÜLLERİ 2014 bilim ve sanat konularında yapılan yatırımların çok yararlı olduğu rahatlıkla söylenebilir. Zamanla ödüller arasında ayrımlar ortaya çıkar; bir yarışma kurumsallaştıkça, amacı, nitelikleri, karakteri belirginleşir. Bu arada kimi holdinglerin kendi amaçlarına yönelik ya rışmalar düzenlemeleri ve ödüller dağıtmaları da bu alanda kaçınılmaz çoğulculuğu yansıtıyor. Kimi bankaların, şirketlerin, ticari tekellerin reklam amacıyla düzenledikleri yarışmaların ödülleri, parasal açıdan ne kadar büyük olursa olsun; özü, maddi çerçevenin dışındaki anlamda odaklaşıyor. Ödüller, Yunus Nadi Armağanı Yarışması adıyla aralıksız olarak altmış yılı aşkın bir sürede düzenli olarak gerçekleştirildi, kültür ve sanat hayatımıza amaçlanan katkıları yaptı ve etkilerini duyurdu. Daha önce bir dalda yapılan ödüllendirmenin kapsamı 1990 yılından itibaren genişletildi ve Yunus Nadi Ödülleri adıyla sürmeye başladı. Ülkemizin kültür ve sanat yaşamı bütün baltalanmalara ve olumsuz yatırımlara karşın sürekli gelişiyor ve yaygınla şıyor. Fikir ve sanat özgürlükleri Türkiye’de tam değil; siyasal iktidarın baskıları hâlâ sürüyor ve çağdaş demokratik ortamdan henüz yoksun sayılıyoruz. Buna karşın fikir, sanat, bilim, kültürde çabalar sürüyor. Tarihsel gelişim sürecinde elbette ‘aydınlanma’nın önüne hiçbir güç geçemez. Cumhuriyet, çağdaş uygarlığa giden yolun fikir, sanat, kültür, bilim yolu olduğunu kuruluşundan beri savunan bir gazete. Bu yoldaki çabaları desteklemek ve özendirmekte Yunus Nadi Ödülleri’nin işlevi sürecek. 2014 Yunus Nadi Ödülleri Edebiyat Ana Dalı’nda öykü, roman, şiir; Görsel Sanatlar Ana Dalı’nda karikatür, fotoğraf; Bilimsel Araştırma Ana Dalı’nda Sosyal Bilimler Araştırması olarak sürüyor. Adaylara başarılar diliyoruz. ÖYKÜ Ödüle 1 Nisan 2013 ile 1 Şubat 2014 tarihleri arasında yayımlanmış bir kitap ya da yayına hazır bir ‘kitap dosyası’yla aday olunabilir. Yayımlanmamış yapıtların, beyaz dosya kâğıdına makine yazısı ile çift aralıklı yazılmış olması gereklidir. Adaylar yapıtlarını altı adet olarak göndereceklerdir. Ödül bir yapıta verilir. Seçici Kurul, ödülü, kitap ve kitap dosyası arasında paylaştırabilir. Seçici Kurul: Hikmet Altınkaynak, Metin Celâl, Faruk Duman, Cemil Kavukçu, Osman Şahin. da yayımlanmış bir kitap ya da yayına hazır bir ‘kitap dosyası’ ile aday olunabilir. Yayımlanmamış yapıtların beyaz dosya kâğıdına makine yazısı ile çift aralıklı yazılmış olması gereklidir. Adaylar yapıtlarını altı adet olarak göndereceklerdir. Ödül bir yapıta verilir. Seçici Kurul, ödülü, kitap ve kitap dosyası arasında paylaştırabilir. Seçici Kurul: Ataol Behramoğlu, Egemen Berköz, Muzaffer İlhan Erdost, Doğan Hızlan, Sennur Sezer. Teknik serbesttir. Çizer yarışmaya en fazla 5 karikatür ile katılabilir. Eserler orjinal olmalıdır. Sanatçı tarafından (ıslak imza) imzalanması koşuluyla dijital baskı kabul edilir. Seçici Kurul: Behiç Ak, Ercan Akyol, Musa Kart, Kâmil Masaracı, Tonguç Yaşar. FOTOĞRAF Ödüle en çok 4 adet siyahbeyaz fotoğraf ile aday olunabilinir. Gönderilecek fotoğrafların en az 18x24 cm. boyutlarında ve daha önce başka yerde ödül almamış olması gerekmektedir. Seçici Kurul: Hikmet Çetinkaya, İsa Çelik, Ara Güler, Paul McMillen, İbrahim Yıldız. ROMAN Ödüle 1 Nisan 2013 ile 1 Şubat 2014 tarihleri arasında yayımlanmış bir kitap ya da yayına hazır bir ‘kitap dosyası’yla aday olunabilir. Yayımlanmamış yapıtların, beyaz dosya kâğıdına makine yazısıyla çift aralıklı yazılmış olması gereklidir. Adaylar yapıtlarını altı adet olarak göndereceklerdir. Seçici Kurul, ödülü, kitap ve kitap dosyası arasında paylaştırabilir. Seçici Kurul: Adnan Binyazar, Ahmet Cemal, Konur Ertop, Yüksel Pazarkaya, Güray Öz. SOSYAL BİLİMLER ARAŞTIRMASI Ödüle 1 Nisan 2013 ile 1 Şubat 2014 tarihleri arasında yayımlanmış bilimsel araştırmalarla yayına hazırlanmış en az 25 sayfa olarak beyaz dosya kâğıdına makine yazısıyla çift aralıklı yazılmış bilimsel araştırmalar katılabilir. Adaylar yapıtlarını sekiz adet olarak göndereceklerdir. Ödül bir yapıta verilir. Seçici Kurul ödülü kitap ve kitap dosyası arasında paylaştırabilir. Seçici Kurul: Erdal Atabek, Prof. Dr. Rona Aybay, Dr. Alev Coşkun, Prof. Dr. Emre Kongar, Prof. Dr. İoanna Kuçuradi, Prof. Dr. Ahmet Mumcu. dığı katılma belgesini ve yaşamöykülerini 20 Şubat 2014 Perşembe günü saat 17.00’ye kadar ‘Cumhuriyet Gazetesi Yunus Nadi Ödülleri Prof. Dr. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2 34381 Şişli / İstanbul, adresine iadeli taahhütlü olarak postayla ulaştırmaları ya da elden teslim etmeleri gerekmektedir. Yayımlanmış yapıtların daha önce herhangi bir ödül almamış olması şartı geçerlidir. Zarfın ya da paketin üzerine hangi dal ile ilgili olduğunun (şiir, roman, öykü vb.) yazılması zorunludur. Ödül dallarında konu sınırlaması yoktur. Yapıtlar hiçbir şekilde iade edilmez. Ödül alan ya da herhangi bir şekilde ön elemeden geçirilen yapıtlar, genel yayın ilkelerimiz doğrultusunda gazetemizde yayımlanabilir. Ödül sonuçları gazetemizin kuruluş yıldönümü olan 7 Mayıs 2014 Çarşamba günü açıklanacaktır. HER DAL İÇİN GEÇERLİ GENEL KOŞULLAR Ödüller, her dalda amatör profesyonel herkese açıktır. (Cumhuriyet mensupları hiçbir dalda ödüle aday olamazlar.) Adaylar gerçek ad ve adreslerini ve telefon numaralarını belirtmek zorundadırlar. Ancak adaylar ad ve adreslerinin saklı tutulmasını isteyebilirler. Ödül koşullarına uymayan yapıtları yarışma dışında tutmak zorundayız. Adayların yapıtlarıyla birlikte adlarını ve soyadlarını arkasına yazacakları iki fotoğrağlarını, açık adreslerinin de yer al KATILMA BELGESİ ADIM, SOYADIM: ..................... ADRESİM: .................................. ..................................................... TELEFONUM: ............................ KATILDIĞIM DAL: .................... ŞİİR Ödüle 1 Nisan 2013 ile 1 Şubat 2014 tarihleri arasın KARİKATÜR Karikatürlerin boyutu 30X40 cm’yi geçmemelidir.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle