19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
4 EKİM 2013 CUMA CUMHURİYET SAYFA 15 Bizim turizmi ayakta tutan ülkelerden birisi Almanya ise öteki Rusya. Almanlar için tatil keyif ve bira demek. Ruslar ise bu konuda fazla seçici değil. Bira, votka, şarap fazla fark etmiyor. İktidarın alkole sempati ile bakmadığından, kısıtlamalar olduğundan Türkiye’ye gelen her turist haberdar. Antalya’daki tüm oteller genellikle “her şey dahil turizmi” yapıyor. Turist her şeye önce “biranın da dahil” olup olmadığına bakıyor. Mısır’ın durumu yüzünden oteller tıklım tıklım... Alman ve Rus turistlerle konuşma olanağı bulduk. Bizim iktidarın “alkole soğuk bakması”nın gerekçesini şekere bulayıp anlatmaya çalıştık: “Hükümetimiz özellikle gençleri alkolden korumak istiyor!” Tepkileri fazlaca ciddi oluyor: “Biz buraya korunmaya değil eğlenmeye geliyoruz. Hem kendi devletimiz bizi korur!” Eski bakanlardan Bahattin Yücel de alkol konusunda hassas: “Alkol düzenlemesi yeterince tartışılmadı. Turistin yaşam hakkına müdahale sınırı iyi gözetilmeli!” Eski Bakan Abdülkadir Ateş ise “Antalya’ya 13 milyon turist geliyor. 5 yıldızlı otelden geçilmiyor. Ama çevre ne yazık ki 2 yıldız. Betonlaşma turizmi boğacaktır!” dedi. Eski bakanların endişelerine ve dünya turizm günü onuruna yapılan tartışmalar yanıtsız kaldı. Antalya Belediye Başkanı Prof. Mustafa Akaydın’ın şahsen davetine Sayın Bakan Ömer Çelik icabet etmedi. Sorumluluğu belli ki ağır. Sırtında bir de “kültür” yükü var. İstiklal Marşı’na marş marş mı? Birçok askeri birliği çevreleyen dağa, taşa, tepeye yazılıdır: “Ne mutlu Türk’üm diyene!” Ve yüzlerce, binlerce okulun bahçesinde, koridorlarındaki Atatürk büstlerinin kaidesinde... Sıra oralardadır. Ardından da İstiklal Marşı’nın ikinci dörtlüğünde: “Kahraman ırkıma bir gül...” HHH “Andımız”ın kalkacağını akil adamlar bile ima etmemişti. Ama imam bildiğini okudu. Sonrasına da Başbakan’ın siyasi başdanışmanı Yalçın Akdoğan’a kulak vererek hazır olmalıyız. “Andımız, tek tip faşist bir anlayışın uygulaması idi!” diyerek NTV’de kaldırılmasına alkış tutuyor ve gerekçesini de açıklıyordu: “İçeriğinde farklı tabirler var. Farklı toplum kesimlerini rahatsız ediyordu!” Eğer ölçü bu ise... “Farklı tabirden” yana dünyanın en zengin metni İstiklal Marşımızdır. Ve bu anlamda kulp takmaya çok müsaittir. “Türk’üm, doğruyum, çalışkanım”a “faşist anlayışın uygulaması” diyenler... Türk “ırkı”nı “kahraman” ilan eden milli marşımızı suç delili sayar ve söyleyenleri de yeni bir Ergenekon davasına dahil edebilirler. Mehmet Akif için de özel yetkili bir mahkemeden, temsili ve gıyabi muhkumiyet kararı çıkartabilirler. Başbakan haklı, “Demokrasi ve barışa ulaşmak kolay değil!” Her şey iyi de... Atatürk’ün “Türk”ünü ne yapacaklar? GÖRÜŞ YÜKSEL PAZARKAYA Betonlaşma turizmi boğabilir... Antalyalı turizmciler son derece yaratıcı. Lara’daki 5 yıldızlı bir otelimiz, mehter takımının yabancı turisti ürküten görüntüsünü ve gürültüsünü oryantal müzik ve dansözle yumuşatma projesi uyguluyor. “Neslin baban neslin deden!!” temposuyla oynayan dansöz Nesrin, Alman ve Rus konukları içmeden sarhoş ediyor. SPD Dersleri Almanya seçimlerinin sonucu demokrasi dersleriyle dolu. Örneğin, “Hür Demokrat Parti FDP”nin, ilk kez yüzde beş barajının altına düşerek federal meclis dışında kalması. Hem de dört yıl önce aldığı yüzde on altıdan paldır küldür düşerek. Nedeni çok açık: Bu parti, adının yüklediği görev olan birey özgürlüklerini bir yana bırakarak, hükümet koalisyonu içinde son dört yılda varlıklı kesimin ve işverenlerin lobi partisi olarak çalıştı. Yeni bir kadroyla partinin temel ilkesi olan özgürlükçülüğe dönerse, dört yıl sonra meclise dönüşü de gerçekleşebilir. Daha önemlisi, “Sosyal Demokrat Parti SPD”nin durumu. Yüzde 26.5 ile Federal Almanya tarihinde en kötü ikinci sonucunu aldı. En kötü sonuç, yüzde 24 ile dört yıl önceki seçimlerde alınmıştı. Bu durum irdelenirse, nedeni anlaşılabilir. 150. kuruluş yılını kutlayan en eski Alman partisi Sosyal Demokrat Parti, SPD, işçi hareketinden doğmuştur. 19. yüzyılda Almanya’da yaşanan ilkel ve sömürgen kapitalist sanayileşme sürecinde, kendisine hiçbir hak tanınmayan işçinin, yaşam hakkı için başlattığı direniş hareketlerinden doğmuş bir partidir. Demokrasiyle işçi ve emekçi haklarının birbirinden bağımlı olduğunu programına yazmış bir partidir. Ama Marksist kökenine karşın, komünizme seçenek olarak kapitalist sistemin bir partisidir. Kendisine seçtiği işlev, kapitalizmin özgürlükleri, demokratik hakları kısıtlayan işleyişine karşı bir onarım süreci, bir düzeltmenlik (korrektif) oluşturmak. Sosyal Demokrat Parti, bu işlevi az çok yerine getirdiği sürece, demokratik hakların ve özgürlüklerin, emekçi haklarının görece bir güvencesi olmuştur. SPD, Merkel öncesi Gerhard Schröder’in Yeşiller’le kurduğu koalisyon hükümetleri sırasında ve birinci Merkel hükümetinde koalisyon ortağı olarak, bu işlevi terk etmiştir. Sistemin açıklarını kapatmaya çalışan, bozukluklarını onaran bir partiyken, sistemin yürütücü partilerinden birine dönüşmüştür. Gerhard Schröder, başbakan olarak Blair’leşmiştir. Reform yaftası altında ve 2010 (yirmion) simgesiyle, sosyal devleti zayıflatan uygulamaları yasalaştırdı. İstihdama taşeronluğu getirerek, tam süre çalışmaya karşın geçimi sağlamayan ucuz işçiliği başlattı. İşsizin, emeklinin var olan haklarını tırpanladı, emekli yaşını 67’ye çıkardı vb. İşveren kesimin ve sistem partilerinin de alkışını aldı. Merkel’in partisinin övgüsünü bugün de alıyor. Böylece SPD, sistem partilerinden beklenenleri yaparak, Hıristiyan Demokratlar’ın seçim kazanmasını sağladı. Kendisi de emekçi oylarını büyük ölçüde yitirdi. 150 yıldır sistem partisi olan SPD, sistemi onaran işlevini terk ederek, sistemi yürüten kapitalist bir parti niteliğine gittikçe daha fazla yaklaştı. Nitekim şimdi koalisyon ortağı arayışındaki Merkel ve partisinin, en fazla istediği ortak Sosyal Demokratlar. Kendi programlarına en yakın onları görüyorlar. Bu koalisyona girerse, SPD’nin erimeyi sürdürmesi kaçınılmaz görünüyor. İktidar için yeniden bir seçenek olması ise, asıl işlevi olan kapitalist sistemin bozukluklarını onarıcı parti niteliğini inandırıcı olarak yeniden kazanmasına bağlı. Şimdi Cumhuriyet Halk Partisi’ne, CHP’ye, bakacak olursak: Kuruluş niteliği, kapitalist sistemin bir partisi değildir. Sistemi onaran bir parti olarak da öngörülmemiştir. Halkçı ve devrimci ilkeleri, Cumhuriyet Halk Partisi’ni Türkiye’nin koşulları çerçevesinde kapitalizme seçenek, özgün bir düzenin partisi olarak öngörmüştür. Bu yüzden, altı ok, özellikle halkçı, devrimci, laiklik ilkeleri dururken bunları unutturmak istercesine, sosyal demokrat vurgusunun yapılması, bende hep bir kuşku uyandırır. Karizmanın bedeli millete Tayyip Erdoğan, karizmasına kolay kavuşmadı. Bu uğurda ciddi kazalara uğradığı da oldu. Ama bedelini kendisi değil de, üzerinde duramadığı at ödedi! Zavallı at, kuşkulu bir biçimde ortadan kaldırıldı. Belli ki CHP iktidar olursa atın heykelinin yapılmasından falan korkuldu. Evet, karizmanın bedeli var. Ancak bedelini karizma sahibinin ödemesi şartıyla. Tayyip Bey ise bedel ödemek istemiyor. Bedeli halkımıza ve devlete ödetiyor. En çarpıcı örneği Antalya Belediyesi’nin Turizm Konferansı’nda eski Turizm Bakanı Dr. Alev Coşkun verdi: “İsrail lideri Peres’e ‘Van minits!’ dediği 2009 yılında, ülkemize gelen İsrail turisti sayısı 320 bin idi. 2012 yılında ise bu sayı 27 bine kadar düştü! Şimdi ise, dünya âlem Suriye sorununu barış ile çözelim derken ustamız ‘savaş’tan söz ediyor.” Niçin? Karizmasını güçlendirmek için! Antalya 13 milyon turist çek iyor. Bu rakama kolay ulaşılm adı Ülkemiz terörizm ile turizm i bağdaştıran dünyanın yeg . âne ülkesi. Türkiye dünyanın en kanlı, en vahşi terör olaylarına sah ne olurken aynı zamanda da turizmde rekorlar kırdı. New York’ta, bakanlığım ız döneminde, BM turizm ve çevre zirvesinde medyaya bunun sırrını naçizane şöy açıklamıştık: le “Bizim turizmimiz, Batılı ‘do st’ ülkelerin örgüte sağlad ıkları üstü örtülü güvence sayesi nde teröre dost turizmdir. (teror friendly turism) 30 yılda 200 milyon turist geldi, tatil yap ve esenlikle ülkelerine dö tı ndü. 200’de 1 kişinin bile burnu kanamadı. Tanrı saklasın terörde 200 turist bile öls eydi... Bu, milyonda 1 ihtimal dem ekt olmadı. Çünkü bizim turizm i! Çok şükür böyle bir şey imiz teröre dost turizmdir !” Ama yine de yaşasın teröri zme dost turizm denilem ez. “Dost” ülkelerin terörizm e gizlice kol kanat germe leri kabul edilemez! Terörizme dost turizm KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] ‘Pinokyo’laşmak mı? “Cumhurbaşkanı A. Gül”, geride bıraktığımız eylül ayındaki “New York” gezisi sırasında gazetecilerle yaptığı söyleşide bir ara, “Avrupa’nın ortaçağda yaşadığını İslam dünyası şimdi yaşıyor!” demiş. Oldukça ilginç bir saptama; dahası “uzman”ca bile denebilir; çünkü azbuz değil: “Avrupa”nın yaklaşık“5. yy”dan, “15. yy”a dek yaşadığını, “21. yy”da “İslam dünyası”nın yaşadığını ileri sürmek... Böyle bir “sav” karşısında “1000” yıllık bu tarihsel döneme şöyle bir değinmek sanırım gerekli oldu. “Ortaçağ”ın en belirgin özelliğinin “Hıristiyanlık” dolaysiyle “din” olduğu, konunun uzmanlarınca ortaklaşa kabul edildiği bilinir. Yaşam tüm boyutlarıyla “din”in çizdiği “sınır”lar içinde biçimlendirilir; bu durum ölümden sonrası için de geçerlidir; dolaysiyle insanın yaşamı başta “kilise” olmak üzere manastır tarikat gibi “1001” türlü dinsel oluşumların avuçlarında dolaşır durur... “Erkeğin başı ‘isa’, kadının başı ‘erkek’tir!” dogması cinsel ayrımcılık toplumsal yaşamın en temel “yasa”sıdır. Hiçbir “doğa yasası”, dinsel “dogma”nın dışına çıkamaz; dogma, “Dünya hareket etmez!” demişse, öyledir; “bilim”in görevi bunu ispatlayıp onaylamaktır... “Ulusal” devlet, “ulus” ve “yurttaş” yerine, ortak dili “Latince” olan bir “ümmet” toplumundan, “Hıristiyan Ümmeti”nden, “kul”larından söz edilir. “Ortaçağ”ın özellikle “5. yy”dan “10. yy”a dek uzanan süreci “Avrupa” için “Karanlık Çağlar”dır, böyle de adlandırılır. Gerek “din” in, gerekse uygulayıcısı olan “Papalık” kurumunun bu tür baskılarına karşı “ortaçağ”ın son çeyreğinde kıpırdanmalar çoğalınca, “papa” bu gibileri yargılayacak “Engizisyon Mahkemesi”ni oluşturur. Kuşkusuz bu “mahkeme”, “özel”di; öteki mahkemelerden “ayrım”ı vardı; örneğin, suçlananın “savunman” ı yoktu; gerçi savunmanı olup da konuşturulmamaktansa, olmaması daha mantıklı değil mi? Ne dersiniz? Dahası, öteki mahkemelerde “tanık” olamayacak, ya da “tanık”lığına “itiraz” edilecek kimselerin “tanık” olmasına “izin” veriliyordu... Evet, buna ne diyeceğiniz, günümüzün hangi “özel” mahkemelerini anımsattığını dile getireceğiniz besbelli; haklısınız da. Ama konuyu sürdürelim. Verilen örnekler, sözü edilenler “ortaçağ”ı, “ortaçağ” yapan özelliklerdir; “Avrupa”nın da “ortaçağ”da yaşadıkları kuşkusuz bunlardır. “Avrupa”nın bu “ortaçağlık”tan kurtulması bilindiği gibi ancak “Rönesans”ın başlamasıyla gerçekleşir. “Ümmetlik”ten “ulusal”lığa, “kul”luktan “yurttaş”lığa geçilmesi; “eğitim”in; bütün türleriyle “sanat”ın; “felsefe”nin; “bilim”in “toplumsal yaşam”ın “din” sel temelden ayrılışının, dolaysiyle “yepyeni” bir “insan”ın “doğuş”unu içerir “Rönesans”. Ayrıca bu “değişim” e bu “insan” a uygun “yeni” bir “din” anlayışını getiren “Reformasyon” süreci de “Rönesans” ın ürünüdür; yeni din “Protestan”lığı benimseyenlerle önceki din taraftarı “Katolik”ler kapışırlar, “Mezhep Savaşları” denilen kanlı çatışmaların böylece “16. yy”da başladığı kabul edilir. Ne var ki, “Reformasyon”un “din”sel “dogma”ları “gündem” e getirip, “akıl” terazisine vurmasıyla da adım adım başlayan “Aydınlanma” süreci, “laiklik” ilkesine varır; “laik yaşam” biçimi kabul görür; “din”, “bireysel”leşerek “vicdan”lara taşınıp yerleşir; bu yapılanma “mezhep” çatışmalarını sona erdirecektir. Cumhurbaşkanı gazetecilerle yaptığı ortaçağa değinen söyleşisinin devamında, Avrupa’nın “16. yy”da yaşamaya başladığı bu “mezhep savaşları”nı da “ortaçağ”ın bir “özelliği” sayarak; “İslam” ülkelerinin bu savaşları günümüzde yaşadıklarını, “Sünni”lerle, “Şii”lerin “gaddar”ca dövüştüklerini ve bu yaşananların “ilkel”liğin bir “gösterge”si olduğunu vurgulamış; sanırım “eksik”; İslam dünyasının içler acısı bu durumunun “nedeni”nin de birlikte ortaya konulması gerekmez miydi? Örnek verilen “Avrupa”nın bu “din”sel içerikli çarpışmalarından nasıl kurtulduğuna, bunun için nasıl bir “yol” seçtiğine değinerek... Bilmem ki artık anımsanır mı, partisi “AKP”nin “iktidar”ı aldığında, “A. Gül”ün, kısaca, “Mevcut rejim başarılı olamamıştır, bunu değiştireceğiz!” demesi... “Cumhurbaşkanı”nın “ABD”de gazetecilerle yaptığı bu söyleşi sırasında “İslam” dünyasını eleştirirken, dışarda çocukların “resim”ler üzerinden “Pinokyo”yu anımsatmalarına ne dersiniz? “Çocukluk” işte... ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] BULMACA UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK [email protected] SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN T.C. ADANA 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ ESAS NO: 2013/359 Davacı Yüreğir Belediye Başkanlığı vekili Av. Özge Şaşmaz, Av. Meryem Elbistan, Mustafa Ekinci aleyhine açılan Kamulaştırma Bedelinin Tespiti ve Tescil davasının mahkememizde yapılan açık yargılaması sırasında; Dava konusu Adana ili, Yüreğir ilçesi, Kışla Mahallesi 9055 ada 7 parsel nolu taşınmaza ilişkin kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescili davası açılmış olup, dava konusu taşınmazla ilgili tebligat ve ilan tarihinden itibaren 30 gün içerisinde davalı Mustafa Ekinci aleyhine kamulaştırma işlemine karşı idari yargıda iptal veya adli yargıda maddi hatalara ilişkin düzeltim davası açılabileceği, tebligat ve ilan tarihinden itibaren 30 gün içinde kamulaştırma işlemine karşı idari yargıda iptal davası açanların dava açtıklarını ve yürütmenin durdurulması kararı, aldıklarını belgelendirmedikleri takdirde kamulaştırma işleminin kesinleşeceği ve mahkemece tespit edilen kamulaştırma bedeli üzerinden taşınmaz malın kamulaştırma yapan idare adına tescil edileceği tespit edilen kamulaştırma bedelinin hak sahipleri adına Vakıfbank Seyhan Şubesi’ne yatırılacağı konuya ve taşınmaz malın değerine ilişkin tüm savunma ve delillerin tebliğ tarihinden itibaren 10 gün içerisinde mahkememize yazılı olarak bildirilmesi gerektiği aksi halde yapılan yargılama sonunda taşınmazın kamulaştırma bedelinin tespitine ve davacı idare adına tesciline karar verileceği ve duruşmanın 23/10/2013 Günü Saat 14.25’e bırakıldığı hususu 2942 Sayılı Kamulaştırma Kanunun Değiştirilen 4650 Sayılı Yasanın 10. Maddesi gereğince ilan ve tebliğ olunur. 10/09/2013 “Resmi ilanlar: www.ilan.gov.tr’de” (Basın: 59498) 1/ Yer kat 1 manlarının 2 süreçlerini inceleyen bilim 3 dalı. 2/ Nota 4 da durak işa5 reti... Ayvalık ilçesin 6 deki Cunda 7 Adası’na ve8 rilen bir başka ad. 3/ Sı 9 kılıp suyu alı 1 2 3 4 5 6 7 8 9 nan üzüm ve başka meyvelerin po 1 M A N D O L A P sası... Bir peygam 2 A L İ H A R B İ ber. 4/ Kayınbira 3 R A H İ M T E L der... Yurtlandırma, 4 İ C A R P E R A yerleştirme. 5/ Du 5 MA L İ K İ L İ K var içindeki kapak6 B E K İ N B İ sız küçük dolap... A K A B E Uzaklık işareti. 6/ 7 A S Sarı renkli bir üzüm 8 P U R K O R E cinsi. 7/ Kutsal bir 9 P A R A L İ T İ K güçten kaynaklandığına inanılan ışık... Bektaşi ve Mevlevi tekkelerinde belli tören kuralları olan sofra. 8/ Ensiz tahta... Eski Mısır’da güneş tanrısı. 9/ Erkek ya da dişi üreme hücresi... “Benden gayrısına gönül verirsen / ola yolların bağlana dostum” (Pir Sultan Abdal). YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Tüccar. 2/ İçe doğmayla akla gelen yaratıcı duygu... Veri. 3/ “Çok hoş” anlamında argo sözcük. 4/ Azerbaycan ve Kars yöresinde yaygın telli bir çalgı... Utanç duyma... Bir nota. 5/ Birçok bitkisel yağda, özellikle zeytinyağında bulunan asit. 6/ Nikel elementinin simgesi... “Aptal, bön” anlamında argo sözcük. 7/ Horoz, hindi gibi hayvanların tepesinde bulunan kırmızı deri uzantısı... Anlamlı iz. 8/ Alışverişte durgunluk... Katışıksız, saf. 9/ Antalya ilinde, yarıklarından sızan doğalgaz sürekli olarak yanan ve bu ateşin Kimera adlı canavarın nefesi olduğuna inanılan yöre. 1 2 3 4 5 6 7 8 9
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle