19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 22 EKİM 2013 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Toplum Gönüllüsünün Ardından Adaşım Oktay Daha dündü. Balkonda oturmuş konuşuyorduk. Bugün yok. O güzel gün geçti gitti. Oktay Ekinci artık yaşamıyor mu? Balyoz gibi tepeme indi, adaşımın sessizce çekip gidişi. Binlerce anı var, anı bile olmayacak yaşantılar. Kırk yıl önceden, Oktay’ın ilk gençlik günlerinden. Bir gün her şeyin kopacağını düşünmeden, bilmeden. Oktay Ekinci hasta yatağında veda etmiş bizlere. Adaşım, oğlum, dostum. Zordur çok sevilen bir dostun arkasından bir şeyler yazmak. Bilerek boş sözcüklerin bir anlam taşıyamayacağını. Duygusallıktan öte bir duyarlılıktır. O aramızdan ayrıldı. Ama içimizde, yüreğimizde... Ben bir kez daha yalnız kaldım. Her dostun ayrılışından sonra yalnızlık nedir yaşamışımdır. Hepsi yanımda, elimi uzatsam tutacaktır. Biz burdayız, yanındayız, seni bırakmadık, der gibi. Geceyarısı duydum Oktay Ekinci’nin çekip gittiğini. İnanmadım, sağı solu telefonla aradım, bir türlü inanamadım. Bir bayram gecesinin aydınlığında yitirdik onu. Nerdeyse çocukluğundan bu yana tanıdığım, sevdiğim, anlaştığım bir insanı bir daha görememek, konuşamamak, bunun acısını kaç kez yaşamışımdır. Onlar gittiler sen arkalarından baktın. Teker teker senin belleğinde yaşamlarını sürdürdüler. Yok olmak için beklemenin bir yararı yok, bekle bekle, perde ne zaman inecek, ne zaman sen de daha öndeki arkadaşlarının yanına gideceksin. Ne zaman, ne zaman? Oktay Ekinci’yi tanıtmak gereksiz. 61 yıllık yaşamında o yeterince kendini sevdirdi, beğendirdi, kendi sanat alanında en üstün bir çizgiye ulaştı. Niye böyle erken gitti, niye? Bunun yanıtını kişi veremez ki?.. Bir başka güç var bizleri yöneten, dünden bugüne bir yaşantı veren. Oktay Ekinci’yle birkaç hafta önce beraberdik. Yine beraberiz. Zamanlar geçip gider ama dostluklar bir yere gitmez. Ancak yüreğimizin ortasında yaşar, yaşayacaktır. Oktay, kimi çevrelere sevimsiz olmak pahasına bütün bu çarpıklıklarla savaştı, kentsel ve kültürel yağmanın karşısında hep dimdik durdu. Çevrecinin ve korumacının daniskasını ararsanız, işte o, Oktay Ekinci’dir. Zamansız kaybının medyada yarattığı duyarlılık onun, toplumun bilinçlenmesi yolundaki çabalarının boşa gitmediğini gösteriyor. DOĞAN HASOL “K ara haber çabuk gelir” derler; çok doğruymuş: Oktay Ekinci’nin kaybı haberi daha ilk yarım saat içinde beni ABD’de, Atlanta’da yakaladı. Oysa İstanbul’dan yola çıkmadan birkaç gün önce kendisini hastanede görmüştüm. İzleyen günlerde de haberlerini sürekli olarak oğulları Esat ve Kerem’den almıştım: Her gün daha iyiye gidiyordu. Hastanede ziyaret ettiğimde tehlikeyi atlatmış görünüyordu. Yoğun bakımdan çıkmıştı. Yattığı yerde, başından geçenleri yazarak anlatmayı deniyordu: “Yüksek tansiyona bağlı, sağ lopta beyin kanaması. İlk tanı: Erdal Atabek, Coşkun Özdemir: Alman Hastanesi’ne…” Atabek ve Özdemir, gazetede geçirdiği krizde yardıma koşan Cumhuriyetçi doktorlardı. Oktay yazdıklarını bir kez de sözlü olarak yineledikten sonra yoğun bakımdan odaya geçerken doktorunun söylediklerini ve kendisinin yanıtını aktardı: Doktor, “Size hastanenin en güzel, Boğaziçi manzaralı odasını verdik” demiş. Oktay’ın yanıtı, “Biliyor musunuz, bu manzaranın bozulmaması için ben bir ömür verdim” olmuş. Oktay’ın yanıtı çok doğruydu ve belki de yaşamının en güzel özetiydi. Söz konusu pencereden dışarıya baktım. Hastanenin önünü perdeleyen iki binanın arasından bir avuç de niz görülebiliyordu. Oktay yaşamını toplum, çevre ve koruma konularına adamıştı. Önce Mimarlar Odası’nda üstlendiği görevler; iki dönem Genel Başkanlık… UIA 2005 Mimarlık Kongresi için dünya mimarlarının İstanbul’da buluşması konusundaki öncülüğü… Koruma kurullarında zaman zaman esen ters rüzgârlara karşın sabırla aldığı gelgitli görevler: İstanbul, Erzurum, Antalya, Muğla, Kars koruma kurulları üyeliği. Gazete ve dergi yazıları: Özellikle de Cumhuriyet’teki “ÇED” ve “Uygarlıkların İzinde” köşeleri… Yazdığı kitaplar… Yurdun her köşesinde, birinden diğerine koşarak katıldığı toplantılar, paneller, konferanslar… Düzenleyip yönettiği TV programları… Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’ndeki öğretim görevi… Ödüller, jürilikler… Bilemediğim daha nice etkinlikler… Konu sürekli olarak, çevre, kültür ve mimarlık değerlerinin korunmasıydı. Bunca işi bir kişinin ömrüne sığdırabilmesi mümkün olabilir miydi? Şaşılacak gibi, ama olabiliyormuş. Oktay son zamanlarda beliren sağlık sorunlarına karşın büyük bir inanç ve özveriyle hiç yüksünmeden çabasını sürdürüyordu; hem de en üst düzeyde. Bilindiği gibi, koruma bilinci Türkiye’ye çok geç gelmiştir. Yalnızca Osmanlı döneminde değil, Cumhuriyet döneminde bile çoğu yönetici ler kültürel değerleri, ülkenin mimarlık değerlerini gözlerini kırpmadan yok etmekten çekinmemişlerdir. Ülke bunun çarpıcı örnekleriyle doludur. Benzer duyarsızlıklar günümüzde bile sürmekte… İşte Taksim Meydanı ve Gezi Parkı uygulamaları, yasal koruma kararına karşın yıkılan İnönü Stadyumu, Emek Sineması, Ankara’da Su Süzgeci binası yalnızca birkaç örnek… Doğa kıyımı da öyle: Kentiçi yeşil alanların yapılaşmaya açılmasının yanı sıra akıllı(!) ya da çılgın projelerle İstanbul’un kuzey ormanlarının ve su havzalarının yok edilmesi, Ankara’da Atatürk Orman Çiftliği’nin kemirilmesi… HES’lerin getirdiği doğa kıyımı, kıyı koruma şeridinin 50 m’den 10 m’ye indirilmesi, son günlerde yaşanan ODTÜ ormanı saldırısı … Bunlar bir anda akla geliverenler. Kısacası, doğayı, toprağı, havayı, suyu, denizi, akarsuları, yeşili, ormanları, tarım alanlarını, tarihsel ve kültürel varlıklarımızı yağmalamayı hiç durmadan hâlâ bilinçsizce sürdürüyoruz. Oktay, kimi çevrelere sevimsiz olmak pahasına bütün bu çarpıklıklarla savaştı, kentsel ve kültürel yağmanın karşısında hep dimdik durdu. Çevrecinin ve korumacının daniskasını ararsanız, işte o, Oktay Ekinci’dir. Zamansız kaybının medyada yarattığı duyarlılık onun, toplumun bilinçlenmesi yolundaki çabalarının boşa gitmediğini gösteriyor. Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Başkanı Deniz İncedayı’nın çok güzel özetlediği gibi, “Büyük ve cesur bir yürekti. Parlak bir zekâydı. Toplumun belleğiydi. Kalbine hepimizi sığdırdı.” Hep, “bazı insanlar ölmemeli” diye düşünmüşümdür. Oktay da onlardan biriydi; artık toplumun belleğinde ve kalplerimizde yaşayacak. ‘Yetmez Ama Evet’ Bağlamında Gezi Parkı ve ODTÜ Ormanı Olaylar herkesin gözü önünde cereyan ediyor: Kamu görevlileri, yani halka hizmet etmekle yükümlü olanlar, güya halk için, doğayı tahrip eden, buram buram rant kokan, tartışmalı projeler yapıyor… Halkın doğa bilincine sahip olan kesimleri, kadınlar, gençler, öğrenciler, çevreciler, mimarlar, mühendisler, avukatlar, doktorlar, uzmanlar, akademisyenler, bu projelere karşı çıkınca da derhal kaba kuvvet devreye giriyor. HHH Gezi Parkı’nda, ağaçları korumak için kamp kuranlara, sabaha karşı yapılan baskın, çadırların yakılması, kimyasal gaz ve kimyasal ilaçlı tazyikli su kullanılması… ODTÜ ormanına gece yarısı yapılan baskınla polis eşliğinde ağaçların kesilmesi ve çok daha vahim bir durum olarak bu eyleme karşı üniversitenin yaptığı başvuruları, yönetim ya da yargı makamlarının kabul etmeyişi: Her ikisi de, belediyelerden kaynaklanan projelerin hükümet tarafından da kaba kuvvetle desteklenerek zorla kabul ettirilmesine ilişkin eylemler. Üstelik ODTÜ olayında, muhatap olan bir de değerli bir üniversite ve onun soğukkanlılığı, bilimsel kimliği herkesçe bilinen, uluslararası saygınlığı olan bir rektörü var! HHH Doğrudan kent halkının beklentilerine yanıt vermeleri gereken belediyelerin de… Vatandaşların demokratik isteklerine göre davranması gereken hükümetin de… Sivil toplum kuruluşları ya da üniversitelerle (bunlar konunun doğrudan muhatabı olsalar bile) danışma ve müzakere yerine, baskı ve kaba kuvveti tercih ettiği görülüyor. HHH “Yetmez ama, evet”çi liberallerimiz memnundur herhalde... Şimdi hep birlikte bağıralım: “Sadece Gezi Parkı ve ODTÜ ormanı yetmez; ama evet… Yaşamın her alanında, yurdun ve hatta sanaldijital âlemin her köşesinde, kaba kuvvet ve orantısız şiddetle desteklenen ‘İleri demokrasiyi’ yaşamak istiyoruz… Yerel ve genel seçimlerde oylarımız AKP’ye!” Doğal ve Kültürel Korumacılık Dostunu Kaybetti Prof. Dr. OSMAN İNCİ K ültürel değerler, doğal ve kültürel var lıkların korunmasına, kent kültürü ve kimliğine, aydınlan maya ve çağdaşlığa adanmış bir yaşam. Sevgili Oktay, de ğerli dost uğurlar olsun. Bir ömre sığmayacak başarılarla, dolu dolu yaşadın. Işıklar içinde yat. “Kent kültürü ve kimlik toplumu için demokratik birliktelik” gerçeğinin altını özenle çizerdi. Bu coşkulu birlikteliği öneriyordu ve “kamusivil buluşmasını” çok önemserdi. Tarihi Kentler Birliği Genel Danışmanı olarak “Koruma uygulamaları ve projeleri” ödülleri ile tarihi kentlerde yerel kimliğe sahiplenme yarışını başlatmışlardı. Böylece “koruma seferberliği” başlamış, yerel yönetimler “Tarihsel mirasın korunması” için yarışıyordu. Belediye başkanları farklı siyasi görüşte olsalar da kent kimliği ve yerel kültürü önceliyor ve kentlerinin kültür varlıklarını koruyor, diğerleri ile tatlı ve onurlu yarışa giriyordu. Kentler rant uğruna talan edilmiyordu. Çok değil on yıl öncesine kadar bu kültür ve tarih bilinci ayaktaydı. Ülkenin bu aydınlık yüzünde Oktay Ekinci’nin de aralarında bulunduğu müthiş beyin kadrosu yerlerini almışlardı. “Kentsel kimliklerimizi koruyan” bir yerel yönetim anlayışı içinde kol kola yürüyüşü önermişti. Her kentin tarihsel varlıklarını “tarihsel ayrıcalık” olarak görürdü. Örneğin Edirne için yazdığı “Roma’dan bu yana kent uygarlığını dünyaya armağan eden, Anadolu’nun Avrupa ile uygarca tokalaşmasına çağlar boyu ev sa hipliği yapan kent” tanımındaki derinlik ancak, büyük bilgi birikimi ve bilgelikle açıklanabilir. ÇEKÜL, Tarihi Kentler Birliği gibi daha birçok sivil kuruluşun kurulması ve kurumlaşmasındaki katkıları herkes tarafından bilinmektedir. Ayrıca üniversitelerimizde verdiği dersler ve yaptığı uygulamalar ile mimarlık eğitimine büyük katkılar sağlamıştır. Mimarlar Odası’nda ve diğer kuruluşlarda üstlendiği görevlerin tümünü iz bırakarak gerçekleştirdi. Oktay Ekinci; bıkmayan, usanmayan, yorulmayan, acımasızca çalışan, beyni sürekli devinen, vücudu beyin yükü altında bazen onu taşımaktan zorlanan ve alarmlar veren yiğit dost, tek kişilik kurum... Arkasında yüzlerce inceleme, makale, onlarca kitap ve eser bırakan, dolu yaşayan, soluk aldığı sürecin hakkını veren bir Cumhuriyet aydını ve kültür adamı... Cumhuriyet son birkaç günde has evlatlarını birer birer kaybediyor. Bilim insanı Prof. Dr. Alpaslan Işıklı, sahneler dolusu Tuncer Kurtiz, “Çılgın Türk” Turgut Özakman, korumacı Oktay Ekinci gibi değerlerimizi toprakla örtüyoruz. Ne oluyor da acılarımız üst üste geliyor? Bir hekim olarak insan ömrü, hastalıklar, yaşlanma üzerinde konuşmaya ve yazmaya kendimi yetkin bulabilirim ama bu ölümleri yakıştıramıyorum. Bu değerlerimizin, o güzel insanların gidişleri içimizi yakıyor. Yerleri kesinlikle doldurulamayacak dev yürekli insanlarımız ışıklar içinde yatsınlar.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle