19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 12 EKİM 2013 CUMARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER İstifaların Kaçınılmazlığı ADALET Bakanı istifa etmelidir. Bu istifayı sağlayamıyorsa, Sayın Başbakan da. Çünkü bütün yürütme gücünü ilgilendiren bir durum var: “Mülkün temeli” sayılan adalet hizmeti ağır yara almıştır; bu ölçüde tartışılır duruma düşmüş bir adalet hizmeti olmaz. Ama hizmetin durumu yüzünden kurum olarak asıl “tartışılır” duruma düşmüş olan yargı organıdır yani yasalarla kurulmuş bağımsız mahkemeler ve temyiz mekanizması. “Tartışılan kusurlar varsa, kusurlar ve kusurlular o kurumlarda aranmalıdır” denirse ne yapılacak? Yargıçlar ve kurumlar “Biz yasaları uyguluyoruz, yasaların emirlerini yerine getiriyoruz” demezler mi? Yasaları kimler yapıyor? lbet böyle bir “akıl yürütme”yle akıllıca bir sonuca varılamaz, varılsa da bu arayış sorumlu bakandan ya da Başbakan’dan öteye geçmez, geçmemelidir. En azından, halk kitlelerinin vicdanlarındaki isyan böyle davranışlarla kolay dinmez, tam tersine artar ve sürer. İnşallah, sinsi hesaplarla isyan çıkartıp da hesaplı tepki olarak diktatörlüğe geçmek isteyen bir iktidarca yönetilmiyoruzdur. Öte yandan, “Merak edilmesin, pek yakında yapılacak yerel ve genel seçimlerle her şey düzelir, adalet de yerini bulur” diyenler çoğaldı. Zaten, içte ve dışta bu davaların ve cezalarla duruşmaların “siyasal” olduğu, çıkmaz durumların da siyasetle çözüleceği hep söylenmiyor mu? öylenenlere inanılırsa, gelecek parlaktır ve çok yakında gelebilir. Sabır gerçekten bir erdemdir ve bizim gibi toplumlarca çok sevilir. Ayrıca, bayram ayları sonrasında veya iktidarın takdirine göre hemen kapıda bekleyen bir “genel af” olasılığı da söz konusudur. Öyle olsa bile, ya şimdiler ve bugünler? Hiç hapis yatmamış olanlarımız orada bir günlük gecikmenin ne kadar uzun sürdüğünü asla bilemez. Kültürümüz hep “ya sabır!” der ama fakültelerimizde okutulan hukuk kitaplarına göre “geciken adalet, adalet değildir”. Turgut Özakman... Ya da ‘Bizi Dinler misiniz?’ Özakman, 17 yaşında Pembe Evin Kaderi’ni yazmıştı Devlet Tiyatroları’nda sahnelenen. Ve sonra Bir Şehnaz Oyun’dan Resimli Osmanlı Tarihi’ne, Ocak’tan Fehim Paşa Konağı’na, Töre’den Duvarların Ötesi’ne, Kanaviçe’den Sarıpınar 1914’e... Hepsi ödüllü. ABDULLAH NİHAT YILMAZ B S E u, belki bir çağrıydı... 1 Eylül 1930 yılında Ankara’da doğan ve 28 Eylül 2013 yılında yine Ankara’da dünyamızdan ayrılan bir pirüpakın çağrısı: “Bizi Dinler misiniz?” Ankara ve Köln üniversitelerinde öğrenciyken... Radyoda şef, TRT’de merkez program daire başkanı ve genel müdür yardımcısıyken... ya da Devlet Tiyatroları’nda dramaturg, genel müdür ya da fakültede öğretim üyesi ve Radyo Televizyon Yüksek Kurulu üyesiyken... Yani, önemli devlet görevlerindeyken özel bir çağrısı var gibidir onun: “Bizi Dinler misiniz?” Evet, bir çağrı bu!.. Ama dayatıcı değil, yalın, alçakgönüllü, efendice, bağımsızlık ve Cumhuriyetin savunulmasına, Atatürk ve devrimlerinin yerleştirilip geliştirilmesine yönelik bir çağrı... Ümmetlikten milletliğe, kulluktan bireyliğe, karasapandan traktöre, atölyeden fabrikaya, ilkellikten modern topluma... Yani “muasır medeniyete” yönelik bir çağrı: “Bizi Dinler misiniz?” Ben onun bu “çağrı”sını, kim olduğunu bilmeden dinlemeye başlamıştım, 1965 yılında Adana Cezaevi’ndeyken!.. Orada teğmen arkadaşlarımla yeni çıkan küçük boy bir seyyar radyo satın almıştık. Ve zapping yaparken de “Bizi Dinler misiniz?”e Erol arkadaşım rastlamış, beni de dinlemeye çağırmıştı, sonraları da müdavimi olmuştuk hep birlikte... Dinleti, kısa bir sinyal müziğinin ardından “Bizi Dinler misiniz?” diye yükselen davudi bir sesle açılıyordu önce... Ve onun ardından orta yaşlı diye hayalen tasvir ettiğimiz bir kişi, kırçıllı ama sevimli sesiyle konuşmaya başlıyordu! Ama ne kadar güzel konuşmalardı onlar... Sözcükler, cümleler, güncelleştirilmiş konular, yeni kurulmuş TRT’nin özerklik sorunları, acemilikleri, program türleri, Kurtuluş Savaşımız, devrimler, toprak reformu, seçkin müzikler, laiklik, emperyalizme karşı direniş öyküleri, haber değerlendirmeleri, bağımsızlık, modern yaşam, teknik ve teknolojik gelişmeler, radyofonik oyunlar... Ne bileyim, cin fikirli, bilgi küpü ama hep inandırıcı, hep bal tadında söz öbekleri... Ve o kısacık beş dakika bittikten sonra da bir “Bizi Dinler misi niz?” sesi daha, peşinden bir kısa sinyal müziği ve final!.. Ama bizim onunla ilgili “vay anasını yahu!” cinsinden laflaşmalarımız biter mi? Üstelik her pazar saat dokuzu vurdu mu, yeniden... Ama adamın kim olduğu meçhul! Hapisten çıktıktan sonra, Ankara’da bankalardan birinin kelek bir masasında memurken bana “Hapishane fakültesi mezunu” diye takılan arkadaşlarım geldiler. TRT’nin bir ilanını duymuşlar, prodüktör için sınav açılmış, sen de katıl, kazanırsın dediler! E ama ben henüz mektuptan başka yazı yazmamış biriyim dedim, boş bir macera olmaz mı? Iıh, itiraz mitiraz yok! Eh, katıldım artık, çaresiz... Ve birkaç hafta sonra sınavın yazılı bölümünü kazandığımı, mülakat günüyle birlikte Radyoevi kapısındaki listeden okudum. Ve bildirilen gün, Ankara Radyosu’nun o mülakat yapılan odasına gittim. Bir oval sehpanın etrafında yedi sekiz mümeyyiz... İçlerinden nötr duruşlu bir bey, “Hoş geldiniz, buyurunuz!” diye yer gösterdi ama hiç duraklamadan ilk sorusunu da patlattı: Beyefendi siz ihtilal akşamı tankla giremediğiniz radyomuza şimdi kalemle mi gireceksiniz? Şaşırdım birden, hatta üstümden aşağı soğuk sular dökülmüşe döndüm ama bereket ağzımdan, “Ben tank subayı değildim” sözleri dökülmüş ve bu sözlerim bir kahkahanın kopmasına yetmişti. Ve ardından Atatürk ilkeleri, bağımsızlık vs. soruları ki, iğneden ipliğe kadar her şey!.. Çıkarken müracaat memuruna: (Tarif ederek) O bey kimdi, diye sordum. Turgut Özak man , dedi memur ve ekledi: “Bizi Dinler misiniz’de” konuşuyor. Hay Allah’ın belası dedim içimden ama öte yandan da Özakman’ın o kahkahasının “Bizi Dinler misiniz?”ine eklendiğini de duyumsayıverdim. Sonra kurslarda hocam, mesleğimde amirim, yazılarımda ustam...Ve de ömür boyu bir abikardeş sıcaklığı... Özakman, 17 yaşında Pembe Evin Kaderi’ni yazmıştı Devlet Tiyatroları’nda sahnelenen. Ve sonra Bir Şehnaz Oyun’dan Resimli Osmanlı Tarihi’ne, Ocak’tan Fehim Paşa Konağı’na, Töre’den Duvarların Ötesi’ne, Kanaviçe’den Sarıpınar 1914’e... Hepsi ödüllü, hepsi çok izlenen, çok sahnelenen ve çok beğenilen, çok özlenen oyunlar, oyunlar... Ve Korkma İnsancık Korkma’dan Romantika’ya, baskı rekorları kıran Şu Çılgın Türkler’den Çanakkale 1915’e hedeflerini bulan ro manları... Ve Kıb rıs ve Türk Mucizesi: Cumhuriyet ve Rıza Nur Dosyası ve senaryoları ve “Vahidettin, Mustafa Kemal ve Milli Mücadele” ve Radyo Notları... Ve konferansları ve dersleri ve konuşmaları ve röportajları...Ve de güzel yüreği, güzel insan oluşunun... İşte tüm bu eserlerinin tüm içeri ği ve içtenliğiyle, tüm Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarına bir de çağrısı vardı inceden... Ki, devam ediyor: “Bizi Dinler misiniz?” Ya da doğrudan doğruya kitapları: Turgut Özakman’ın... Geleceğin Bilimi, Bugünün Adaleti Princeton İleri Araştırmalar Enstitüsü ziyaretçi profesörü ve Amerikan Fizik Topluluğu Kurulu üyesi Prof. Dr. Michio Kaku, gelecekteki buluşlarının dünyayı nasıl etkileyeceğini Koç Üniversitesi’nde verdiği bir konferansta anlatmış. Devrimsel icatların telekomünikasyon ve bilgisayar teknolojileri, biyoteknoloji, yapay zekâ, nanoteknoloji ve kuantum alanlarında olacağını vurgulamış. Toplumsal yaşamdan çok önemli bir haber vermiş: “Önümüzdeki yıllarda gündelik hayatımıza roboavukat, roboprofesör, robodoktor kavramları girecek” demiş. Görüntüleme sistemleri alanındaki gelişmeler sayesinde ihtiyaç duyulan ve uzmanlık gerektiren bilgilere, duvarlara, lenslere ve kâğıtlara yerleştirilecek cihazlar sayesinde ulaşılabileceğini belirtmiş. “Önümüzdeki yıllarda robodoktor, roboavukat ve roboprofesör gibi kavramlar gündelik hayatımıza dahil olacak. Ulaşım dahi dijitalleşecek… Kendi kendine hareket edebilecek araçlarla trafiğin tıkanması ve trafik kazası gibi kavramlar hayatımızdan tamamen çıkacak” biçiminde konuşmuş. Prof. Kaku tıp alanından da büyük bir müjde vermiş: “Molekül büyüklüğündeki nanoparçacıklar kanserli hücreleri saptayarak yok edebilecek. Kök hücre alanındaki gelişmeler sayesinde her organ yeniden üretilecek; organ yetmezliği artık yaşanmayacak” demiş. Çok kritik bir noktaya daha değinmiş; CD konusuna: Her bireyin kendine ait genetik kodunu barındıran CD’ye, çok uygun bir ücret karşılığı erişebileceğini belirterek sözlerini şöyle sürdürmüş: “Kök hücre alanındaki gelişmeler sayesinde her organın yeniden üretilebilmesi mümkün olacak ve hatta organ yetmezliği artık yaşanmayacak.” HHH Prof. Kaku’yu görseydim, bizim şimdiden, önceden hazırlanan CD’lerle ve gizli tanıklarla insanların kaderlerini belirlediğimizi… AKP iktidarının uygulamalarıyla, robodoktor, roboavukat ve roboprofesör kavramlarını, üniversitelere, hastanelere ve yargı mekanizması dahil yaşamın tüm alanlarına yaydığımızı… Böylece geleceğin bilimsel gelişmelerini, eğitim ve adalet mekanizması başta olmak kaydıyla bugünkü Türkiye’ye taşıdığımızı anlatır… Ve övünürdüm!
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle