25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 1 EKİM 2013 SALI 2 Fikret “sanat” der demez sarhoşluktan uyandı. Ver dedi, boyayı fırçayı... Karşımızdaki tabloda bir genç kız belirdi. Anadolulu bir insanımız. Fikret iki dudak arasında nasıl da yaratmıştı Elif’i. Amerikalı galeri sahibi o tabloyu alıp vitrinin baş köşesine koydu. “Elif”i unuttun mu Fikret dedim birden. New York’ta belki de bunca yıl sonra hâlâ seni bekleyen Elif’i... Fikret’in Elif’leri bir tane de değildir. Her yeni açtığı sergide yer alır Elif’ler. Elif duruyor mu hâlâ vitrinde? Kızı orda bıraktık. Bizden sonra neler yaptı, hangi serüvenleri yaşadı! Ya da kendisini görenleri ne gibi düşlere götürdü. Elif bu Fikret’in nice Elif’lerinden New York’lusu. Sevgili Otyam gelip görmek ya da senin gelmeni beklemek artık bir masal... Gazetecilik, Vatan, Milliyet, Cumhuriyet derken bir ömrü tükettik. Hele senin ses alma makinesiyle saptadığın, günümüze getirdiğin o köy türküleri, şarkıları, destanları... Hep elinde fotoğraf makinesi, onun yanı sıra ses alma aracıyla gezerdin. Nice kitaplar böyle yaratıldı. Ama bugünlerde bu güzel yapıtları yeniden basan niye yok! Onlar yalnız bir ressamın, bir yazarın, bir gerçek halk adamının, usta bir sanatçının ürünleri değil, hepimizin içinde yer aldığı bir güzellikler dünyasının çağrıları. Otyam, ben de biraz korkuyorum. Bir daha sevdiklerimizle buluşamamak... Yüz yüze iki kelime konuşamamak... Sevgiler sevgili Otyam. OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Gençliğin Eğilimi Dikkate Alınmalı Gençliğin eğilim ve yönelimleri dikkate alınmazsa, ileride çeşitli gençlik olaylarıyla karşı karşıya kalınması kaçınılmazdır. Bunun örneklerini, dünyanın pek çok ülkesinde ve Türkiye’de görmek olanaklıdır. Bu gençlik olaylarının etkisi, Türkiye’de ve dünyanın pek çok ülkesinde hissedilmeye başlamıştır. Otyam’la Bir Dertleşme... Fikret Otyam’la arada telefonla konuşuruz. Yıllardır oturup dertleşemedik. Ama yazarken, okurken onu hep yanımda hissederim. Bugün de sesini duydum. Nasılsın, iyi misin? Ama o kadar da iyi mi? Yaşlanma bir hastalıktır. Tifo olursun, grip olursun geçer. Ama bir de çözümlenmez durumlar var. Gözlerin iyi görmez, bacakların iyi yürümez olur. Ama çocukluğundan bu yana hep bir düşünce adamı olmuşsan yaşlılığı biraz uzaktan duyarsın. Uzak yakın derken zaman geçer. Dün Fikret’le New York Parkı’nda ördeklere yem verirken, bilmem hangi gazinosundaki yemekte bir kişinin lafından alınıp Fikret’le gece yarısı Greenwieck’in karanlıklarında kaybolmak gibi... Kar lapa lapa yağarken bir sanat ve kültür semtini dolaşıyorduk. Bir resim sergisi kapanmak üzereydi. Bir bayanın New York manzaraları. Ressam Otyam hemen daldı, baktı, ressam orada yoktu ama galeri işletmecisi Fikret’in ressam olduğunu duyunca bırakmadı. Sandalyeyi çekti, eline fırçayı boyayı, paleti tutuşturdu. Haydi bir resim... İyice içmiştik, üstelik yemek davetini veren şahsa da içerlemiştik. Onun Türk yazarlarını küçümseyen tavrına... B G Prof. Dr. ALİ ARAYICI şünceleri dikkate alınmalı ve yaşam deneyimlerinden yararlanılmalıdır. Cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal’in, gençlere ve öğretmenlere hitaben yaptığı çeşitli konuşmalarda; genç kuşaklara ve onları yetiştirecek olan öğretmenlere kutsal görevler verdiği bir gerçektir. M. Kemal, Türkiye Cumhuriyeti’ni korumayı her zaman genç kuşakların ilk görevi; onların bunu başaracak biçimde yetiştirilmesinde laik ve demokratik eğitimin temel amacı olarak göstermiştir. Bu amacı gerçekleştirme görevini ise çağdaş, aydın, devrimci öğretmen ve eğitimcilere vermiştir. Gençlere ve öğretmenlere “birinci vazifeleri”nin ne olması gerektiğini, M. Kemal’in özgün sözleriyle her zaman anımsatmakta yarar vardır. M. Kemal, Ekim 1922’de Bursa’da öğretmenlere şöyle seslenmektedir: “Çocuklarımıza ve gençlerimize vereceğimiz eğitimin sınırı ne olursa olsun onlara esaslı olarak şunları öğreteceğiz: 1 Ulusuna, 2 Türkiye devletine, 3 Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne düşman olanlarla mücadele etmek.” Gençliğe Hitabe de, ülkede yaşanan her türlü olumsuz ortam içinde bile olsa, asla taviz vermeksizin, “Türkiye’nin bağımsızlığını ve Türkiye Cumhuriyeti’ni ilelebet muhafaza ve müdafaa etmeyi” gençliğe “birinci vazife”si ugün, siyasi iktidarlar gençlerin eğilim ve yönelimlerini dikkate almamakla hata üstüne hata yapmaktadır. Eğer, gelecekte bu tür sorunları bir daha yaşamak istemiyorlarsa, genç kuşakların kendilerinden farklı olmalarına saygı duyarak onlarla birlikte barış içinde “bir arada yaşama”nın olanaklarını yaratmalıdır. Toplumsal yapılarda, gençliğin çeşitli tanımları yapılabilir. Burada, gençlikten kastımız 1525 yaşları arasında bulunan eğitim ve öğretim yaş çağındaki gençliktir. UNESCO, yükseköğrenim gençliğinin tanımını şöyle yapmaktadır: “Gençlik, yaşamını kazanmak için çalışmayan, kendine ait özel evi bulunmayan ve sadece öğrenim gören kişidir.” olduğunu anmsatarak genç kuşağa şöyle diyordu: “Ey yükselen yeni nesil! Gelecek sizindir. Cumhuriyeti biz kurduk. Onu yükseltecek ve devam ettirecek sizsiniz.” Geleceğin sahibi olan aydın, Kemalist ve devrimci genç kuşakların iyi yetişmesiyle ilgili olarak M. Kemal, Büyük Nutku Parti Kongresi’nde okuyup kamuoyuna açıklamadan önce; Ekim 1927’de, İstanbul’da Dolmabahçe Sarayı’nda çevresinde bulunanlara ondan bazı parçalar okuyarak şöyle demiştir: “Gençliği yetiştiriniz, onlara ilim ve irfanın müsbet fikirlerini veriniz. Geleceğin aydınlığına onlarla kavuşacaksınız.” Gençliğin eğilim ve yönelimleri dikkate alınmazsa, ileride çeşitli gençlik olaylarıyla karşı karşıya kalınması kaçınılmazdır. Bunun örneklerini, dünyanın pek çok ülkesinde ve Türkiye’de görmek olanaklıdır. Fransa eski başbakanlarından Pierre MendesFrance, 1954 yılındaki bir konuşmasında gençliğe söz hakkı tanınması ve onların eğilimlerinin dikkate alınması konusunda şöyle diyordu: “Rejimin yönü ile gençliğin eğilimleri arasında bir ayrılma olduğu andan itibaren, felaket yakın demektir. Totalitarizm, az ya da çok uzun sürede tehlike oluşturmaya başlar. Eğer, cumhuriyet gençliğin umut ve tutkularını toplayıp yön veremezse, onlara katkıda bulunamazsa, önüne geçilmez bir baskı altında hızla yıkılacaktır.” Fransa ve Almanya başta olmak üzere, bazı Avrupa ülkeleri; gençliğin eğilimlerini dikkate almadıklarından dolayı, 60’lı yıllarda gençlik olaylarıyla baş başa kalmışlardır. Bu sorunla başa çıkmakta zorlanan bu ülkeler, 1968’den sonra gençleri siyasi sisteme katmak ve onlara siyasi sistemde kısmen de olsa “söz ve karar sahibi” olma haklarını vermek zorunda kalmışlardır. Bu gençlik olaylarının etkisi, Türkiye’de ve düyanın pek çok ülkesinde hissedilmeye başlamıştır. Ancak, siyasi iktidarlar, gençliğin eğilimlerini ve yönetimde “söz ve karar sahibi” olma hakkı tanıma gibi isteklerine; işkencelerle, ölümle ve idamla karşılık verdi. Her türlü Genç kuşakların eğilimi ençliğin yetişmesi ve görevi Gençlik, bir toplumsal yapının geleceğini oluşturan en dinamik ve hareketli unsurudur. Hareket noktası ve ilham kaynağı olarak, yaşı genç kuşaklar dikkate alınmalıdır. Şöyle ki, genç kuşaklar, zamanla orta ve yaşlı kuşaklar haline gelince zaten üzerlerine düşen görevi yaparlar. Aynı zamanda, yaşı ilerlemiş, fakat “kafası ve ruhu genç” beyinlerde dışlanmamalı, onların da görüşleri ve dü çağdışı yöntemlerle, devrimci, sosyalist ve Kemalist gençlik yok edilerek sindirilmeye çalışıldı. Amaçları sadece özgürlük istemekten ve Türkiye’nin tam bağımsızlığını savunmaktan başka bir şey olmayan; Deniz’ler, Mahir’ler, bunun sonucunda idam edildi ve öldürüldü. Ayrıca, 12 Eylül (1980) faşizmi en büyük darbeyi üniversite gençliğine vurdu. Yüzlerce genç idam edildi ve işkence sonucunda öldürüldü. Binlerce genç, işkence tezgâhlarından geçirildi. On binlerce genç, eğitim hakkından yoksun bırakıldı. Yüz binlerce genç ise yurtdışına çıkmak zorunda kaldı. Bu darbeden, sadece 78 kuşağı değil, aynı zamanda, 80’li ve 90’lı yılların genç kuşakları da etkilendi. Bunun etkisi, günümüz Türkiyesi’nde de halen kendini hissettirmektedir. Son günlerde, İstanbul Taksim Gezi Parkı olayı, Ankara, İzmir, Eskişehir, Hatay gibi yerleşim birimlerinde yaşanan olaylarda kendini gösterdiği gibi; 11 yıldır iktidar koltuğunda oturan AKP hükümeti, geçmiş iktidarları aratmayacak şekilde genç kuşaklar, öğretmenler, sendikalar, çeşitli örgütsel yapılar ve siyasi partiler, deyim yerindeyse AKP’li olmayan ve hükümetin faşist, ayrımcı ve dışlayıcı mantığına karşı olan tüm topluma karşı her türlü baskı, sindirme, yok etme politikalarını uygulamayı sürdürmektedir. Geleceğe güvenle bakılması açısından, toplumun en dinamik unsuru olan gençlik göz önüne alınmalıdır. Bu kuşağın geleceğini dikkate almak, siyasette ve yönetimde “söz ve karar sahibi” olma haklarını tanımak gerekir. Laik ve demokratik, sosyal ve bir hukuk devleti olarak kendini lanse eden Türkiye Cumhuriyeti’nin en önemli görevi; toplumun geleceğini oluşturan çocukları ve genç kuşakları şiddet, işkence, dayak, cinsel taciz, dışlama, ayrımcılık ve her türlü insanlık dışı hareketlere karşı korumak; bunları yapanlara karşı gerekli en ağır cezanın verilmesini, yargılanmasını ve hukuksal işlemlerin yapılmasını sağlamak; genç kuşakların genel sorunları karşısında duyarlı olmak ve onların eğitim kurumlarında karşılaştıkları genel sorunlarına yönelik, doğru dürüst bir gençlik politikası üretmektir. Sonuç: Karanlığa Açılan Kapılar... NUSRET ERTÜRK Ö rgütlü cehalet. Sistemli bilgi kirliliği. Kentleşme zorlukları. Doğan Kuban, ülkemizde çağdaşlaşmaya engel üç sorunu böyle sıralıyor. Sayın Kuban, en önde gelen bilgelerimizden biridir. Böyle kişilerin gözlemlerinde, tanılarında tartışılacak yer göremezsiniz. “Örgütlü cehalet” ya eğitimi ele geçirirse? Toplum için en yakıcısı budur. Bir ülkeye kötülüklerin büyüğü böyle çarpık eğitimle gelir. Öğretmen çocuğu olan Barış Bey, o yörede büyüdü, öğretmen oldu. İlçedeki liseye atanması evde, çevrede bayram havası yarattı. Barış Bey, sevincini önce ilçe milli eğitim müdürüyle paylaşmak istedi. Tıraş oldu. Özenle giyindi, hazırlandı. Sabahın erken saatinde ilçe milli eğitim müdürünün kapısını çaldı, girdi: “Günaydın efendim. Liseye öğretmen atandım. Önce size...” Müdür Bey, genç öğretmenin sözünü keser: “Evladım, Allah’ın selamı yok mu? Günaydın da ne demek?” Öğretmen Barış Bey, yıkılmış bir durumla odadan çıktı. Milli eğitim müdür yardımcısı babasının arkadaşıydı. Ona da görünmek istedi. Kapıyı tıklattı. İçeri adımını atar atmaz ağzından eğik bükük: “Selamün aleyküm!” sözü çıktı. Müdür yardımcısı bu selama şaştı kaldı. Kalemi elinden düştü: “Barış Bey, Cumhuriyetin, Atatürk’ün genç bir öğretmenisin. Üstelik öğretmen çocuğusun. Daha ilk günde bu tür selam verme de nereden çıktı?” biçiminde, üzüntüyle yakındı. İngilizlerin yazılı anayasası yok derler. Peki nasıl yönetiliyorlar? Aklın öncülüğünde insanlara saygılı, çağdaş kurallarla. O kurallar anayasanın da, babayasanın da önündedir. Bizde şu anda anayasada “laiklik” yazmıyor mu? Yazıyor. Uygulamada laikliği ara ki bulasın. Şimdilik, örgütlü cehalete engeller vız geliyor! Ama nereye kadar? İşte o bilinmiyor. Taksim Gezi Parkı Direnişi’ne değin dünyayı düz görenlerin sayısı çoktu. Beklenilmeyen? Bir anda ge mi su almaya başladı. Şimdilik sallantılı, sessizce yüzmeye çalışıyor. “Bilgi kirliliği”, Doğan Kuban’ın ikinci sırada saydığı engeldir. Kafa karışıklığı yaratan, doğru düşünmeyi önleyen önemli bir etmendir. Acaba, bilgileri kim, neden kirletir? Bilgileri kirletme hakları var mı? ABD’de uzun zaman kalanların bir gözlemidir: Başkan, TV’ye canlı yayına çıkınca bazıları, “Üçüncü Dünya Savaşı mı çıktı?” diye heyecanlanırmış! Gel onu bir de bizde gör. Başbakan her gün canlı yayında. Canlı yayında görünmediği gün sorun çıkıyor; ne oldu, diye. Hasta mıdır, nesi var, soruluyor. Bu sorularla bir bakıma Başbakan’ın konuşmasının yolu açılıyor. Ne oluyorsa, neden korkuluyorsa konuşmaların her biri birer miting havasında. Karşısındakilere vurdukça vuruyor. Toplum, tek yönlü işleniyor. “Yandaş medya”nın oranı yüzde doksanlara dayandı. Basın özgürlüğü arama. Özgür basının bulunmadığı bir ortamda bilgi kirliliğinden adım atılmaz. “Yalancı Tanıklar Kahvesi” Vedat Türkali’nin bir romanıdır. Adliyenin yanındaki bir kahvede para karşılığında yalancı tanıklık yapan kişiler bulunurmuş. Adamın biri kahveye girmiş. İçerdekilerden biri yanına sokulmuş. “Sorun nedir?” demiş adama. İçeri giren “Alacak davası” demiş. “O namussuz paranı hâlâ vermedi mi?” Adam, “Para benden isteniyor” deyince de: “Kaç kez vereceksiniz beyefendi? Kaç kez vereceksiniz?” Yalancı tanık atmayla başlıyor. Vatandaş hakkını bilse, kendini savunabilse şuna buna gerek kalır mı? Bizde öyle olmuyor. Yalancı Tanıklar Kahvesi’ni son yıllarda neden sık sık anıyoruz? Anmaktan öte, arıyoruz. Çünkü, ödülünü bire yüz alan “gizli tanıklar” el üstünde tutuluyor. Şimdilik devir onların. Doğan Kuban’ın adını andığı karanlığın kapıları nasıl kapatılacak? Yürekli bilim, sanat, düşün insanları ile aydın eğitimcilerin üstün çabalarıyla... Başka yolu yok.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle