22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA 6 HABERLER CUMHURİYET 30 OCAK 2013 ÇARŞAMBA Anayasa Mahkemesi uzun tutukluluklarla ilgili Adalet Bakanlığı’nın ‘savunmasını’ alacak Tutukluluklar AYM’de İLHAN TAŞCI O Eski Tartışma Bir zamanlar Türkiye’de solun ana tartışma konusu, gerçekleşmesi istenen devrimin “Milli Demokratik Devrim” mi, “Sosyalist Devrim” mi olacağı idi. Sosyalist devrimi savunan Türkiye İşçi Partisi uzun yıllar bu tezi büyük bir teorik derinlikle savundu. Ne var ki Mihri Belli gibi kimi “eski tüfeklerin” de desteğini kazanan gençler MDD tezini ve onun daha anlamlı bir söylenişi olan “Tam bağımsız, gerçekten demokratik Türkiye” sloganını yaygınlaştırdılar. Bu tez aslında Komünist Partisi TKP’nin de tezi ve yakın programı idi. Kadroları ve tarihi bakımından Komünist Partisi’nden ayrı düşünülemeyecek olan TİP bu nedenle de güç yitirdi. Sosyalist devrim tezinin bu ideolojik savaşı yitirmiş olması aslında bugün Türkiye solu ve Kürtler açısından bir kayıptır. ??? O yıllarda “feodaliteye” ve köktendinciliğe, geriliğe karşı “demokrasi”, emperyalizme karşı ise “milli” kavramları ile mücadeleye giren sol, aynı zamanda Kürt aydınları ve gençleri ile de iç içeydi. Bu arada TİP’in Kürt sorununu ilk kez kendi programıyla da uyumlu bir şekilde Doğu mitingleriyle gündeme getirdiği, kongresinde ele aldığı ve bu nedenle kapatıldığı da unutulmamalı. “Alt kimlik üst kimlik” tartışması o yıllarda önemli bir konu değildi. En fazlası kimi Kürt aydınları Türkiye’yi emperyalist bir ülke, Güneydoğu’yu sömürge olarak görüyorlardı. Bu yaklaşım bugün de bazı aydınlar tarafından Kürt milliyetçiliğinin haklılığını göstermek için savunuluyor ama etkili olduğu, gerçeği yansıttığı söylenemez. ??? Peki, şimdi “Türk ulusu üst kimlik, Kürtler ve diğer milliyetler alt kimlik” söyleminin bir anlamı var mı? “Türk söylemi etnisiteyi yansıtmıyor, herkesi kapsıyor” savunması, tartışılabilir bir tez gibi görünse ve başka ülkelerden örnekler gösterilse bile, şoven milliyetçiliği beslediği için ikna edici olamıyor. Doğruyu başka yerde aramalı. 60’lı 70’li yılların MDD’cileri programlarında “ulusların kaderlerini tayin hakkını” altını çizerek yazarlar ve birlikte yaşamayı savunurlardı. Sosyalist devrimciler de aynı şekilde hem programlarında ulusların kendi kaderini tayin hakkını savunur hem de sosyalizmin halklar için birlikte savaşmak ve yaşamak için çözüm olduğunu vurgularlardı. Şimdi aradan geçen bunca zamandan, bunca olup bitenden sonra eskiden de pek anlamlı olmayan üst kimlik alt kimlik tartışması, şoven Türk milliyetçileri ve dinciler için çekici olabilir ama sol açısından tümüyle geçersizdir. Bu tartışmanın, kendisi koyu bir milliyetçi olan, hem de kavramın dinle derin ilişkisini yıllardır hatmetmiş ve hazmetmiş olan iktidar partisi tarafından sosyal demokrat olduğunu söyleyen partiye karşı kullanılıyor olması her haliyle pek ironiktir. Ümmeti, yani milleti bir üst kimlik olarak Allah’ın emri sayan ve Kürtleri din çatısı altında erimeye, kendisine oy vermeye çağıran parti açısından bir Kürt sorunu yoktur. Emperyalistlerin yarattığı koşullarda Ortadoğu’daki diğer Kürtlerle birlikte büyük bir Türkiye hayali kuran bu partinin “İleri demokrasisinin” ise bir “hapishaneler ve özel yetkiler demokrasisi” olduğunu hepimiz biliyoruz. ??? Sonsuz ve kof gururlarıyla şimdi alay eder gibi “Her şeyi tabusuz tartışabiliriz” diyorlar ya, tartışabileceklerinden değildir. Kürtlerin ve Türkiye solunun içi boş bir münazaraya girişeceğine olan güvenleridir bunu onlara söyleten. Sosyal demokrat olduğunu söyleyen ve Kürt sorunu konusunda ciddi görüşler geliştirmiş, raporlar yazmış bir partinin de bu oyunu boşa çıkarması gerekmez mi? Tarihte geriye dönülmez ve eski zamanlarda bile ciddiye alınmamış tartışmalar artık tümüyle anlamsızdır. Bugün bölgede askeri politik gücü, nüfuzu artmış ve harekete geçmiş emperyalizme karşı Kürt ve Türk tüm yurtseverlerin dikkatlerini bu yurdu korumaya ve demokrasiye vermeye ihtiyaçları var. Bırakınız üst kimlik Hürriyet gazetesinin logosunun kenarında bir “şaka” olarak kalsın. ANKARA Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru kapsamında uzun tutukluluk nedeniyle yapılan başvurular için Adalet Bakanlığı’nın “savunmasını” alacak. Aralarında gazetemiz yazarı, CHP İzmir Milletvekili Mustafa Balbay, Prof. Dr. Mehmet Haberal ile emekli Korgeneral Ziya Güler, Tümgeneral Beyazıt Karataş’ın da bulunduğu 30 kişinin tutukluluğuna ilişkin bakanlıktan alınacak yanıtın ardından Yüksek Mahkeme, kabul edilebilirlik ya da edilemezlik kararı verecek. Olası bir kabul edilebilirlik kararıyla incelemeye geçilmesinin ardından tutuklukla ilgili binlerce başvuru nun yapılabileceği olasılığına dikkat çekiliyor. 23 Eylül 2012 tarihinde yaşama geçen bireysel başvuru, özellikle hak ihlallerinde yeni bir seçenek olarak öne çıktı. Bugüne kadar değişik konularda bini aşkın başvuru gerçekleşti. Yüksek Mahkeme’ye “uzun tutukluluk” nedeniyle yapılan başvuru sayısı ise 30’a ulaştı. Uzun tutukluluğa ilişkin yapılan bireysel başvuruların Adalet Bakanlığı’ndan savunma alınması aşamasında olduğu bildirildi. Mahkeme kaynakları, konunun gündeme alınmasının ardından Adalet Bakanlığı’na gönderilmesine karar verileceğini ‘Ön inceleme yapılıyor’ belirtirken, “Şimdilik ön incelemeleri yapılıyor. Adalet Bakanlığı’ndan savunma istenmesi aşamasında. Esasın incelenebilmesi için bakanlığın savunması gerekiyor. O geldikten sonra raportör raporunu hazırlayacak ve heyet görüşecek” değerlendirmesini yaptı. Anayasa Mahkemesi’nin resmi isteminin ardından anayasa uyarınca konunun “tarafı” olan Adalet Bakanlığı her bir tutuklu kişi yönünden, “Sanığın hangi tarihten beri tutuklu olduğu, kişiyle ilgili kaç duruşma yapıldığı, tutuklamaya kaç üyenin oyuyla karar verildiği, sanık hakkındaki suçlamaya ilişkin sevk maddesi, suçlamanın alt ve üst cezasının ne olduğuna” ilişkin bilgileri mah kemeye ulaştıracak. Kaynaklar bu süreci “başvurucunun dilekçesinde belirttiği durumların teyidi” olarak nitelendirirken, “Çünkü başvurucu dilekçesinde pek çok şeyi yazıyor ancak bunun doğruluğu ancak resmi makamlar kanalıyla doğrulatılabilir. Doğru bilginin doğru makamdan alınması işlemi” yorumunu yaptı. Bu aşamadan sonra başvurucuyla ilgili rapor düzenlenecek ve ondan sonra da heyet önüne gelerek bir karar oluşturulacak. Uzun tutuklulukla ilgili olası bir “kabul edilebilirlik” kararı verilip incelemeye başlandığında, Anayasa Mahkemesi’ne binlerce tutuklulukla ilgili başvurunun yapılabileceği de değerlendiriliyor. Yargıdan ders gibi karar: Devlet ibadete karışamaz ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Ankara 16. Asliye Hukuk Mahkemesi, Çankaya Cemevi Yaptırma Derneği hakkında, tüzüğündeki “cemevlerini ibadethane” olarak niteleyen maddesi nedeniyle açılan kapatma davasının reddedilmesinin gerekçesini açıkladı. Mahkeme devletin neyin din, ibadet ve ibadethane sayılacağını belirlemesinin, laiklik ilkesiyle çeliştiğini belirtti. Ankara 16. Asliye Hukuk Mahkemesi, tüzüğünde cemevlerinin Alevilerin ibadet yeri olduğu yazılan Çankaya Cemevi Yaptırma Derneği hakkında açılan kapatma davasını reddetmişti. Dosyayı görüşen Yargıtay 7. Hukuk Dairesi, mahkemenin kararını oyçokluğuyla bozmuş ve derneğin kapatılması gerektiğini bildirmişti. 16. Asliye Hukuk, bozma kararına direnerek derneği kapatmamıştı. Mahkeme kararında, Türkiye’nin de taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) din ve vicdan özgürlüğünü düzenleyen 9. maddesine dikkat çekildi. Anayasanın 2. maddesinde devletin laik olduğu anımsatılan kararda, devletin neyin din, ibadet ve ibadethane sayılacağını belirlemesinin, laiklik ilkesiyle çeliştiği gibi usulüne uygun yürürlüğe girmiş sözleşmelerdeki inanç özgürlüğünün gereğinin yerine getirilmesini de engelleyeceği anlatıldı. Kararda “Alevilik inancının gereklerinin yerine getirildiği yer olduğu belirtilen cemevlerinin kurulması ve faaliyette bulunmasının demokratik bir toplumda engellenemeyeceği” vurgulandı. Kararda, AİHM’nin din ve vicdan özgürlüğüne ilişkin iki kararına atıfta bulunuldu. Girit’te yaşayan 4 Yehova Şahidi’nin ibadet yeri olarak kullandıkları odaların kapatıldığı kaydedilen kararda, şikâyet üzerine AİHM’nin, 1996’da “kısıtlamanın demokratik bir toplumda inanç ve ibadet özgürlüğüne aykırı olduğu” gerekçesiyle başvurucuları haklı bulduğu bildirildi. İzmir’de bir kişinin, nüfus cüzdanında “İslam” yerine “Alevi” yazılması için açtığı davanın reddedilmesi nedeniyle Türkiye’nin AİHM’de mahkum olduğuna dikkat çekildi. İlk kez Öcalan sıcak yemek yedim tazminat Sincan Cezaevi’ne nakledilen Engin Alan, Silivri’de yaşadıklarını anlattı MAHMUT LICALI ANKARA Balyoz davası kapsamında 18 yıl hapse mahkum olan ve geçen hafta Silivri Cezaevi’nden Sincan Cezaevi’ne nakledilen MHP İstanbul Milletvekili Engin Alan, mahkum olduğu günden bu yana ilk sıcak yemeği Sincan Cezaevi’nde yediğini söyledi. MHP Milletvekili Lüftü Türkkan Sincan Cezaevi’nde tutuklu bulunan Engin Alan’la görüştü. Alan görüşmede Sincan’ın fiziki şartlarının daha iyi olduğunu, Silivri’deki sıcak su sıkıntısının Sincan’da yaşanmadığını, yemeklerin de sıcak geldiğini, ancak sosyal koşullarda sıkıntı olduğunu söyledi. “Mahkum olduğum günden beri ilk defa sıcak yemeği burada yedim” diyen Alan, yalnızca 10 kitaba, aynı anda 2’şer adet pantolon, atlet ve kazak kullanımına izin verilmesini eleştirdi. “Bana 10 kitaba müsaade eden Adalet Bakanlığı İmralı’yı da sadece 10 kitapla mı sınırlı bırakıyor?” diye sitem eden Alan, giysi sınırlamasıyla ilgili olarak üzerindeki hırkayı göstererek “Ben bununla bir hafta geçirmek zorundayım” dedi. Sağlık Bakanlığı’nın obeziteyle mücadele programının tanımı kapsamında bütün milletvekillerine dağıttığı adımölçer cihazın kendisine de gönderildiğini ancak cezaevi yönetiminin bu cihazı yasak olduğu gerekçesiyle kendisine vermediğini ifade eden Alan, Meclis tarafından vekiller adına bastırılan ve üzerinde “Unutmayınız” yazan boş kartların bile kendisine verilmediğini kaydetti. AYM’ye başvurdu istedi İLHAN TAŞCI CK’liler Krahatsız etti AİHM’nin kararına atıf Alan, Sincan’da DHKPC TİKKO ve KCK’lilerin bulunmasından rahatsızlık duyduğunu belirterek, “Bunlar benim dağda kovaladığım PKK’lilerin şehir ağaları. Bunlarla beni aynı kodese atan zihniyeti her aklıma geldiğinde lanetliyorum” diye konuştu. MHP lideri Devlet Bahçeli’nin grup konuşmalarının Silivri Cezaevi’yken MHP Genel Başkan Yardımcısı Ruhsar Demirel tarafından hiçbir sıkıntı olmadan gönderildiğini belirten Alan, Sincan’da ise “görüldü” mührü vurulup kendisine teslim edildiğini kaydetti. MHP’li Türkkan da Sincan Cezaevi şartlarının fiziki açıdan daha iyi olmasına karşın sosyal yaşam açısından daha sıkıntılı olduğunu ifade etti. Türkkan, Alan ile yaptığı görüşmede fotoğraf çektirmesine izin verilmediğini söyledi. ‘Makara boşaldı’ TSK’de yaşanan istifaları değerlendiren Alan, “TSK’de makara boşaldı” değerlendirmesini yaparken, orduda her kademedeki askerin bir üstünün kendisiyle ilgili savunma mekanizmasını devreye koyduğunu, ancak orduda bu hiyerarşik yapı içinde komutanların kendini savunamaz hale geldiğini belirtti. Alan, “TSK’de artık bu hiyerarşik düzeni tekrar sağlamakta güçlük çekecekler” dedi. Öcalan’ın serbest bırakılacağı tartışmalarıyla ilgili olarak da Alan, “Öcalan ile bizlerin bir değerlendirilmesi bana çok koyuyor. Ben de dilekçe vereceğimi asla ve asla Öcalan’a karşı serbest bırakılmayı kabul etmem” dedi. Gizemli mektuplar Şengül Hablemitoğlu, kapısına mektup bırakan kişinin tespit edildiğini ancak işlem yapılmadığını söyledi ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Evinin önünde uğradığı silahlı saldırı sonucu 18 Aralık 2002 yılında yaşamını yitiren akademisyen, yazar Dr. Necip Hablemitoğlu’nun eşi Prof. Dr. Şengül Hablemitoğlu, gazetemiz yazarı ve CHP İzmir Milletvekili Mustafa Balbay’ın Ergenekon davası kapsamında ilk gözaltına alındığı gün kapısının önüne kimliği belirsiz kişilerce bir mektup bırakıldığını belirtti. Hablemitoğlu, “Mektupta o günün gündemine dair çeşitli, saçma sapan değerlendirmelerin olduğu bir şeyler yazılıydı. O kişiyi kamera kayıtlarından tespit de etmiştik. Ancak hâlâ o kişi hakkında yasal işlem yapılmadı” dedi. Hablemitoğlu, gündemde tartışmalı konuların olduğu günlerde de kapısına bu biçimde mektuplar bırakıldığını söyledi. Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı’nca (um:ag), 24 Ocak 1993’te İlk kez ‘anadilinde savunma’ ANKARA Abdullah Öcalan “Kürtlerin Manifestosu” başlıklı çalışmasının basımının engellendiği gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi’ne başvururken maddi ve manevi tazminat da istedi. Yüksek Mahkeme, Öcalan’a ne tür bir zarar gördüğü ve ne kadar tazminat istediğini bildirmesi için 15 gün süre verdi. Öcalan, el konulan kitabının karışıklığa neden olmayacağını, hükümetin Kürt sorununa ilişkin açıklamalarıyla savundu. Öcalan’ın avukatlarının Anayasa Mahkemesi’ne verdiği başvuru dilekçesinde, “Kürdistan Devrim Manifestosu, Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü (Kültürel Soykırım Kıskacında Kürtleri Savunma)” isimli kitaba basım aşamasındayken Terörle Mücadele Yasası’nın 10. maddesiyle yetkili İstanbul 2 No’lu Ağır Ceza Mahkemesi’nce “...kitabın kapağında Irak, İran ve Türkiye topraklarında bir bölgenin ayrılmış ve içi yazılarla belirginleştirilmiş olduğu, kitabın içeriğinde ise silahlı terör örgütü PKK propagandası yapıldığı” gerekçesiyle el konulduğu belirtildi. Dilekçede Türkiye’de Kürt sorununun devlet nezdinde her gün konuşulduğu dönemde bir eserin toplatılmasının hukuka uygun olmadığı anlatıldı. Anayasa Mahkemesi tarafından, el koyma kararının düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğüne aykırılığının tespit edilmesi istenirken, Öcalan’ın gördüğü maddi ve manevi zararların kamu tarafından ödenmesi de talep edildi. Anayasa Mahkemesi Öcalan’ın avukatları aracılığıyla yaptığı başvurunun ilk incelemesinde, Öcalan’ın başvurusunda avukatının vekâletnamesinin onaysız örneğinin sunulmasını, dilekçede anlatılan el koyma işlemine ilişkin kararların fotokopilerinin verilmesini ve hangi gerekçeyle ne kadar tazminat istediğini bildirmemesini dosyanın eksiklikleri olarak saptadı. Mahkeme, Öcalan’ın bu eksiklikleri gidermesi için 15 gün süre verdi. Anayasa Mahkemesi ayrıca Öcalan’dan ne gibi maddi ve manevi zarar gördüğüne ilişkin açıklayıcı belge ve istediği tazminatın miktarını da iletmesini istedi. Abdullah Öcalan verilen 15 günlük süre içerisinde bu eksiklikleri tamamlarsa dosyası incelemeye alınacak. Verilen sürede eksiklikleri giderememesi durumunda ise başvurusu “düşürülecek” ve hiç başvurmamış sayılacak. Mahkeme Kürtçe tercüman atadı DİYARBAKIR (Cumhuriyet) “Anadilinde savunma” imkânı getiren yasa tasarısının TBMM’den geçmesinin ardından anadilinde savunma talebi ilk kez bir mahkemece kabul edildi. Diyarbakır 8. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmada “yasadışı eylemlere katıldığı ve güvenlik güçlerine taş attığı” gerekçesiyle tutuklu yargılanan Tekin Taşkın ve avukatı hazır bulundu. Sanık avukatı Servet Özen, müvekkiline tercüman atanmasını talep etti. Mahkeme heyeti, “sanığın dosya kapsamında Türkçe bildiğinin görüldüğünü, henüz yasa cumhurbaşkanı makamında onaylanmamış olsa dahi TBMM tarafından yasal düzenlemenin onaya sunulduğu ve sanığın kendi tercümanını hazır bulundurduğunun görüldüğü ve hazır bulunan tercümanın atanmasına oybirliği ile karar verildiğini” bildirdi. Duruşma salonuna alınan tercüman Serdar Opçin’e yemin ettirildi. Sanık Taşkın, tercüman aracılığıyla verdiği ifadesinde suçlamaları kabul etmedi. Duruşma ertelendi. Bugünün Mumcu’ları Silivri’de Etkinlikler kapsamında dün akşam da Odatv davasında 20 ay tutuklu kalan gazeteciler Barış Terkoğlu ve Barış Pehlivan başkentlilerle bir araya geldi. Çocukken Uğur Mumcu’nun kitaplarını defterinin arasına koyup, gizlice okuduğunu belirten Terkoğlu, “Aydınları katleden zihniyet günümüzde değişti. Bugün yeni bir ölüm şekli var. Artık aydınları hücrelere atıyorlar, sessizliğe gömüyorlar” ifadelerini kullandı. Barış Pehlivan da “Bugünün Uğur Mumcu’ları Silivri’de yatıyor” dedi. Kaç lira istiyorsun? katledilen gazetemiz yazarı Uğur Mumcu’nun anısına düzenlenen “20. Adalet ve Demokrasi Haftası” etkinliklerinin 6. gününde “Türkiye’nin Karanlık Yüzü: Faili Belli Cinayetler” başlıklı söyleşiye Prof. Dr. Hablemitoğlu ile Milliyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Fikret Bila katıldı. Bila, Uğur Mumcu’nun çok koyu bir Atatürkçü olduğunu belirtti. Eşinin öldürülmeden önce tıpkı Uğur Mumcu ve Ahmet Taner Kışlalı gibi ölüm tehditleri aldığını belirten Hablemitoğlu, son dönemde “yandaş medya” da sui kastlarla ilgili “ilginç haberler” yayımlandığına da dikkat çekerek, “Bugün medyaya baktığınızda Fehmi Koru, Rasim Ozan Kütahyalı denilen kodlamalar var. Fehmi Koru, gazetesinde bir gün Bahriye Üçok hakkında ‘MİT ile Üçok’un alakasının olduğu saptandı’ diye yazdı. Aynı şeyi Uğur Mumcu ve eşim Necip için de yaptılar. Ben eşimle yıllardır aynı bilgisayarı, aynı epostayı kullandım, onun sürekli yanındaydım, ben bilmiyorum da siz nereden biliyorsunuz?” dedi. ? ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, Ergenekon ve Balyoz davasında tutuklu yargılanan bazı sanıkların davalara bakan ağır ceza mahkemesi hâkimleri hakkında açtığı tazminat davalarını “dava ön şartının yokluğu” nedeniyle reddetti. Daire, hâkimler hakkında açılan tazminat davalarının, 6110 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun uyarınca devlete yöneltileceği gerekçesiyle görevsizlik kararı vererek davaların ağır ceza mahkemesinde görülmesine karar vermişti. Davacıların karara itiraz hakkı bulunuyor. İtirazı Yargıtay Hukuk Genel Kurulu görüşecek. Ergenekon yargıçlarından tazminat istemi reddedildi Türk siyasetçinin başarısı ? Dış Haberler Servisi Hollanda’da Demokratlar 66 partisi eski milletvekili Fatma Koşer Kaya, Lahey yakınlarındaki Wassenaar kentinin belediye başkanı yardımcısı oldu. Wassenaar’da yeni yerel koalisyonun kurulmasından sonra bu göreve getirilen Kaya, 11 Şubat’ta yemin ederek görevine başlayacak. Kaya, yerel seçimlerin yapılacağı Mart 2014 tarihine kadar bu görevi sürdürecek.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle