19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 30 OCAK 2013 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Sıkıntı EVET, CHP’de sıkıntı var; kavramlara dikkat edilmez ve elmalarla armutlar, daha doğrusu ayvalar birbirine karıştırılırsa böyle olur. Ana muhalefet demek, “iktidar doğurması beklenen muhalefet” demek değil midir? Yönetenler, biraz daha titiz ve dikkatli olmalı. Birgül Ayman Güler “Türk ulusu ile Kürt milliyetçiliği eşit olamaz” demişti; olmadı. Şimdi, sıkıntı başlayınca “milliyetçilik” yerine “milliyet” diyor; biraz oldu ama, tam değil. Sıkıntıyı ve takışmanın tarafları arasındaki kafa karışıklığını gidermek gerekiyor. Devletin niteliğinden başlayarak. ürkiye Cumhuriyeti bir “ulusdevlet”tir; yani devletle ulus bir bütünlük taşır. Devletin bütün vatandaşları, hep birlikte ve hukuk açısından, yani insan hakları açısından, hiçbir farklılık taşımaksızın “ulus”u oluştururlar. İsterseniz, dilde karışıklık yaratmamak için “millet” diyelim ve devam edelim: Osmanlı döneminde başlamış olan Türk milliyetçiliği, aslında çok değişik kökenli ama büyükçe bölümü ayrılıp “millet”, hatta “milletdevlet” olma özlemi besleyen topluluklardan oluşmuş bir imparatorluktaki Müslüman Türkleri bir araya getirip ayakta kalmayı hedeflemekteydi. “Harbi Umumi” ve özellikle Çanakkale belirgin bir biçimde Mustafa Kemal’i ve İstiklal Harbi’yle Cumhuriyeti yarattı. Milliyetçilik geçmişteki bir akımın adıdır ve Cumhuriyet, Türk milliyetçiliğinin çağdaş ulusdevlet kavramıyla taçlandırılması sayılmalıdır. ürt terörünün, İmralı kalıntısıyla birlikte, tam neyi amaçladığı pek belli değil: Özde Kuzey Irak’taki bölge yönetimini mi, Türkiye’nin güneydoğusunu da içerecek bir büyük Kürt devletini mi, yoksa Türkiye Cumhuriyeti ile bir federasyon oluşturmak mı, Türkiye içinde “özerk vilayet ya da eyalet” olmak mı? O hareketi yönetenlerin biraz aklı varsa, silah zorlamasıyla etnik kökenli siyasal ya da bölgesel çözümler yerine, çağdaş ulusdevletin etnik niteliklere saygı gösteren, hatta onların korunmasını güvence altına alan, ama her alanda ve bütün temel ilkelerde mutlak eşitliği esas sayıp her türlü ayrımcılıkla eşitsizliği en ağır ölçüde cezalandıran bir ulusdevlet cumhuriyetçiliğinin içinde yer alırlar. CHP’ye gelince, Cumhuriyetin temel ilkelerini geliştirip çağdaş ayarlamalarla oy almak varken laf ebeliği ve cambazlığı peşinde koşmak, Atatürk mirasçısı bir CHP’ye hiç yakışıyor mu? AKP Hükümetinin 2012 Yılı Demokrasi Karnesi Yolsuzluklar ve kayırmacılık ciddi biçimde yaygınlaşırken 13 milyon yurttaşımız hâlâ yoksulluk sınırında yaşıyor. İşsizlik ve yoksulluk toplumu umutsuzluğa itiyor. Tüm bunlardan ve Türkiye’nin ikinci sınıf bir demokrasi olmasından on yıldır ülkeyi tek başına yöneten AKP iktidarı sorumludur. T A Ercan KARAKAŞ ğunun da tespitidir. K KP hükümeti 2002 yılında iktidara geldiğinde halka eksiksiz bir demokrasi, yolsuzlukla mücadele, komşularla sıfır sorun vaatlerinde bulunmuştu. Bu vaatlerinden dolayı da liberal aydın ve yazarlardan destek bulmuştu. AKP hükümeti ilk döneminde AB’ye uyum çerçevesinde çok sayıda yasada değişiklikler yapmıştı. Bu değişikliklerin birçoğu CHP Meclis Grubu tarafından da desteklenmişti. Daha sonra “Kürt Açılımı”, “Alevi Açılımı” adı altında yapılan toplantılarla Kürt ve Alevi yurttaşlarımızın hak ve özgürlük taleplerinin karşılanacağı izlenimi verilmiş; ancak hükümetin ciddi ve demokratik bir yol haritası olmadığından bu girişimler büyük bir düş kırıklığı yaratmıştı. Hükümetin, siyasi partiler ve seçim yasaları, YÖK Yasası gibi 12 Eylül yasalarına dokunmaması ve anayasa konusunu sonunda “başkanlık sistemi”ne bağlaması; ifade ve hak arama özgürlüğünü sürekli biçimde ihlal etmesi, adil yargılama ilkesini yok sayması gibi uygulamaları AKP’nin “kendine demokrat” bir parti olduğunu gösterdi. Bu tespit yalnız ana muhalefet CHP’nin, diğer muhalefet partilerinin değil, başlangıçtan beri AKP hükümetine destek veren liberal aydın ve yazarların ço luslararası kuruluşların raporları AKP hükümeti ve Başbakan, bu tespitler karşısında durumunu gözden geçirecek yerde, Türkiye’de “ileri demokrasi”ye geçildiğini söylemeye devam ediyor. Peki, gerçekten demokraside ne durumdayız? Bu soruyu objektif olarak yanıtlamak için özgürlükler ve demokrasi konusunda çalışma ve ölçümler yapan uluslararası kuruluş ve kurumların raporlarına bakılması gerekir. Bu kuruluş ve kurumlardan bazıları, AB komisyonu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Özgürlük Evi (Freedom House), Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü, Barış ve Ekonomi Enstitüsü, UNESCO, Dünya Adalet Projesi gibi kuruluşlardır. Bu kuruluşların son 56 yıldır yayımladıkları raporlarda, Türkiye’nin demokrasi; ifade, basın ve hak arama özgürlükleri; adil yargılama; hukukun üstünlüğü vb. konularda oldukça gerilerde olduğunu söylüyor. Raporlar, Türkiye’nin bırakalım “ileri demokrasi”yiklasik temsili demokrasiden bile uzak olduğunu, “üçüncü sınıf” ya da “hibrit” (melez) bir demokrasi olarak sınıflandırıldığını gösteriyor. Oysa ülkemizin sosyal, ekonomik, siyasal, kültürel sorunlarının çözümü, özgürlükçü ve çoğulcu demokrasiye U bağlı. Türkiye henüz böyle bir demokrasi anlayışının çok uzağında bulunuyor. “Dünya Adalet Projesi”nin 2012 araştırmaları bu gerçeği bütün çıplaklığıyla gözler önüne seriyor. Bu projenin “Hukuk Düzeni Endeksi”nde Türkiye, “temel hakların korunması”nda 97 ülke arasından 76. sırada yer alıyor. Bir başka ifadeyle Türkiye, demokrasiye yeni geçen Doğu Avrupa ve Orta Asya ülkeleri arasında konumlandırılıyor. Aynı projenin diğer araştırmalarında ise Türkiye, “ceza adaleti açısından” 71. ve “asayiş ve güvenlik açısından” 70. sırada yer alıyor. “Dünyada Demokrasi Endeksi” araştırmasında ise Türkiye, 2008 araştırmasından daha kötü durumda. Çünkü iki basamak daha gerileyerek 89. sıraya düşüyor. Türkiye bu sırayı Nikaragua ile paylaşıyor ve AKP hükümetinin ileri sürdüğü gibi “ileri” demokrasiler grubunda değil, Tanzanya ve Uganda’nın da bulunduğu melez rejimler grubunda yer alıyor. Diğer yandan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde de Türkiye en çok haksız bulunan ve tazminat ödemeye mahkum edilen ülke durumunda. Bu mahkumiyetlerin başında ise ifade ve basın özgürlüğü ihlalleri ve yargılamadaki hukuksuzluklar geliyor. AİHM, Türk Ceza Kanunu’nun “Türk milletini, devleti ve devletin kurumlarını aşağılama” suçunu düzenleyen 301. maddesinin, belirsizlik içerdiği için sorunlu olduğunu söylüyor. AİHM’de görev yapan Prof. Işıl Karakaş “AİHM, TCK 301. maddesi yasa niteliğine sahip değildir demişse, yürütmenin ve yasamanın AİHM kararları görevi bunu ortadan kaldırmaktır” diyor. AKP hükümeti ise bu değerlendirmeleri dikkate almıyor. Her defasında hükmedilen tazminat cezalarını ödemekle yetiniyor. Ama ilgili yasaları ve uygulamaları evrensel hukuk standartlarıyla uyumlu hale getirmiyor. AİHM kararlarının gereği yapılmadığı için de örneğin üst üste çıkarılan “yargı paketleri” de bir işe yaramıyor. Gerek Silivri, gerekse KCK davaları toplum vicdanını yaralamanın yanı sıra hukuk devletine ve yargı bağımsızlığı ilkelerine de büyük zarar veriyor. Diğer yandan güvenlik güçlerinin, demokratik haklarını kullanarak gösteri ve yürüyüş yapan insanlara şiddet uygulaması artarak devam ediyor. Şiddete başvuran ilgililerin soruşturulması yerine, her zaman gösteriler hakkında “dağılın” emrine uymamak, “yasadışı gösteriye katılmak” vb. gerekçelerle soruşturma açılıyor. Gençlerin, öğrencilerin hayatları karartılıyor. Hükümetin izlediği sorumsuz dış politikadan dolayı, başta Suriye olmak üzere tüm komşularımızla bırakalım sıfır sorunu neredeyse savaş halindeyiz. Bu durum, Türkiye’yi bölgede daha da yalnızlaştırıyor. AB hedefi ise unutulmuş durumda. Diğer yandan, yolsuzluklar ve kayırmacılık ciddi biçimde yaygınlaşırken 13 milyon yurttaşımız hâlâ yoksulluk sınırında yaşıyor. İşsizlik ve yoksulluk toplumu umutsuzluğa itiyor. Tüm bunlardan ve Türkiye’nin ikinci sınıf bir demokrasi olmasından on yıldır ülkeyi tek başına yöneten AKP iktidarı sorumludur. Yeni Düşmanı; Türklük... 35 bin kişi öldü... Meğer Sayın Abdullah televizyon istiyormuş... H Bu gece karakol basarlarsa... Demek ki uzaktan kumanda aletini de istiyor... H 2001 yılında hiç şehit yok, terör sorunu da bitmiş gibi... 2002’de 6 şehit... 2003’te 21 şehit... 2004’te 30 şehit... 2005’te 73 şehit... Farkındaysanız, “Niye benim bir televizyonum bile yok” diye giderek kızıyor sanki... H 2006’da 121 şehit... 2007’de 118 şehit... 2008’de 171 şehit... 2009’da 135 şehit... 2010’da 159 şehit... 2011’de 162 şehit... 2012’de 117 şehit... H 2013... Plazma televizyon gitti... “Milli birlik ve kardeşlik projesi” başladı... H Ortada gözüken tek şey; televizyon muydu derdi?.. İktidarlarında giderek tırmandırılan terör Türkiye’yi bir yere zorlarken karşıdevrimin en önemli adımıydı bu... Mustafa Kemal’in laik Cumhuriyetini silip yerine imamın din referanslı devletini koyma aşaması... Buna göre: “Türk” devlet kavramı olmaktan çıkıyor... Antlardan, okullardan, kitaplardan, tabelalardan, yamaçlardan, kışlalardan silinirken... Anayasadan ve yasalardan da çıkartılıyor... Yerine “Türkiye vatandaşlığı” geleceğini açıkladı ya size... Yeni birleştirici unsur ise: “İslam...” H O bakımdan: “Ne mutlu Türküm diyene” out... “İslam kardeşliği” in... H Peki Başbakan bir ulusun gözünün içine baka baka “Bu ülkede ulusalcı geçinenler önümüzü kesmeye çalıştılar, kesemediler, kesemeyecekler..” derken hangi ulustan söz etti?.. Japonlar?.. H Nasıl ki muhaliflerini içeri kapatmakta “adaleti” kullandı... Ya da nasıl ki TSK’yi silmekte “demokrasiyi” alet etti... Burada da kullanılan malzeme: “Anaların gözyaşı dinsin...” “Şehit kanı dursun...” Apo... PKK... Kandil... H Siz de öyle “Türk” deyip durmayın hani... Galatasaray Üniversitesi Yangını Kuşku duyanlar Galatasaray Üniversitesi için sakin olsunlar. Kaybın çok büyük olduğu açık… Nadir kitapların, bilimsel çalışmaların, yitirilenlerin geri döndürülmesi de mümkün değil, biliyoruz. Ne var ki uluslararası anlaşmayla kurulmuş olan saygın bir üniversitenin binası elinden alınıp otel yapılamaz. 2 Doğan HASOL olan çeşitli dinlerden öğrencilere Avrupa’nın büyük mektepleri derecesinde mükemmel ve Osmanlı Devleti’nin ihtiyaçlarına uygun surette ilimler tahsil ettirecektir” (1). Okul 1923’ten beri de Galatasaray Lisesi’dir. Galatasaray Üniversitesi ise 1992 yılında Fransa ve Türkiye Cumhurbaşkanları François Mitterrand ile Turgut Özal’ın katıldıkları törende Dışişleri bakanlarının imzaladıkları özel ikili anlaşmayla kurulmuştur. Kısacası, Galatasaray Üniversitesi birçok kimsenin sandığı gibi bir vakıf üniversitesi olmayıp uluslararası anlaşmayla kurulmuş bir devlet üniversitesidir. Yine yangına dönelim. 1871’de yapılmış olan binanın dış duvarları kâgir, döşemeleri ahşaptır. İç duvarların çoğu bağdadidir; yani o duvarlar ahşap direkler üzerine çakılmış çıtalara sıva vurularak yapılmıştır. Ahşap mimarlığımızda çok kullanılmış olan bu sistemin yangın bakımından güvensiz olduğu açıktır. Son zamanlarda bu tür binaların tek tek yandığına tanık oluyoruz. Bunların bize emanet edilmiş tarihsel miras olduğu gerçeği karşısında bize düşen görev, bunları koruyarak geleceğe aktarmaktır. O binalar tabii kullanılacaktır; çoğu kez de ihtiyaçlar doğrultusunda yeni işlevlerle... Yaklaşımda, bilgi, eğitim ve teknoloji önkoşuldur. Önce o binaların yangına vb. felaketlere karşı teknolojik olanaklarla güvenli, akıllı bina haline getirilmesi gerekir. Örneğin, yangına karşı elektrik sistemleri güvenli hale getirilmeli, yangın algılama ve söndürme sistemleri kurulmalı, binaları kullananlar ve teknisyenler bu doğrultuda eğitilmeli 2 Ocak akşamı Galatasaray Üniversitesi’nin ana binası yandı. Saatler boyunca karşı kıyıdan, çaresizlik içinde alevleri seyretmek talihsizliğine uğradım. Orası benim, anılarımın tanığı eski okulumdu. “Ciğerim yandı” deyiminin ne demek olduğunu yaşayarak öğrendim. 1948 yılı ekim başıydı. Galatasaray Lisesi’nin “yetiştirici” olarak anılan hazırlık sınıfına kaydedilmiştim. Hazırlık sınıfları, ilkokulun beş sınıfı ile birlikte Ortaköy’deki o yanan binadaydı. Çırağan Sarayı’nın tamamlayıcısı Feriye (ikincil) saraylarından biri olan üç katlı binanın alt katında yemekhaneler, orta katında sınıflar vardı; üst katında da yatakhaneler… Yatakhanede karyolam ana holdeydi; ortada iri bir soba gürül gürül yanardı ve gecenin loşluğunda kızıllığıyla çevresini aydınlatırdı. Galatasaray Lisesi 1868’de kurulmuştu. Galatasaray’dan önce, Türkiye’den gönderilen öğrencilerin yetiştirilmesi için 1855’te Osmanlı yönetimince Paris’te Mektebi Osmani kurulmuş; ancak iyi sonuç alınamamış. Öğrencileri Paris’e göndermek yerine öğretmenleri İstanbul’a getirmenin daha doğru olacağı düşüncesi öne çıkınca da çağdaş eğitim vermek üzere bir lisenin kurulması gündeme gelmiş. Böylece lise, 1868 yılında Sultan Abdülaziz döneminde, Beyoğlu’nda zaten 1481’den beri eğitime ayrılmış olan yerde bu kez Galatasaray Mektebi Sultanisi (Ecole Impériale Ottomane de Galatasaray) adıyla açılmış. Hedef, kuruluş nizamnamesinde belirtilmiş: “Mektep her sınıf Osmanlı tebaasının çocuklarına mensup Devlet üniversitesi Çağdaş eğitim dir. Hiç kuşkusuz en başta da itfaiye... Son olayda itfaiyenin yetersizliği ortada. Ocak 2010’da (üç yıl önce) itfaiye üniversite binasını inceleyip rapor hazırlamış. Birçok eksik ve kusur saptayan rapor nedense Rektörlüğe verilmemiş. Öte yandan itfaiyenin, bir ahşap bina yangınına müdahale konusunda eğitimsiz ve çaresiz olduğu görüldü. Bir soru: Yıllar önce var olan deniz itfaiyesi bugün niçin yok? Yangının çıkmaması, söndürülmesinden çok daha önemlidir. Kısacası, saraylarımız, müzelerimiz, okullarımız, hepsi tehlikededir. Son zamanlarda iktidarın Osmanlı ve Selçuk yapılarının kopyalarını yapmak, vaktiyle yıkılmış yapıları yeniden üretmek eğiliminde olduğunu görüyoruz. Mimarlıkta taklidin yerinin olamayacağını defalarca yazdım. Yitirilmiş eski yapıların yeniden yapılmasına gelince; ödeneklerin o doğrultuda kullanılması yerine, var olan tarihsel mirasımızın korunup yaşatılması için kullanılması herhalde daha doğru olur. Biz genelde aklı ve bilimi dışlayan bir toplum olarak her felaketten sonra yalnızca dövünüyoruz; bir yandan da sabotaj senaryoları üretiyoruz. Her yangından sonra, binanın otele dönüştürüleceği paranoyasını yaşıyoruz. Tabii, bu tür senaryoların üretilmesine neden olan ve kuşkuları haklı çıkaracak davranışlardan uzak durulması gerektiğini yetkililere hatırlatmakta da yarar olabilir. Kuşku duyanlar Galatasaray Üniversitesi için sakin olsunlar. Kaybın çok büyük olduğu açık… Nadir kitapların, bilimsel çalışmaların, yitirilenlerin geri döndürülmesi de mümkün değil, biliyoruz. Ne var ki uluslararası anlaşmayla kurulmuş olan saygın bir üniversitenin binası elinden alınıp otel yapılamaz. Galatasaray topluluğu, özündeki dayanışma bilinciyle o binayı bir an önce yeniden yaşama geçirecek ve eğitimin hizmetine sunacaktır. (1) Engin Vahdettin, Mektebi Sultani, Galatasaraylılar Derneği yayını, 2003.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle