22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
23 OCAK 2013 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA DİZİ 7 Seç beğen fişle anlatıyor IŞIK KANSU 1 MİT’te ürktüm ‘Terörizm’ Mali ve Cezayir’deki gelişmeleri izlerken “terörizm” kavramının çeşitli faydalarının ayırdına varmaya başlıyoruz. ABD hegemonyasının gerilemesi hızlanır, Avrupa Birliği projesinin temeli sarsılırken, kapitalizmin Batı merkezli küresel ekonomik siyasi “düzeninin” geleceği üzerinde soru işaretleri oluşuyor. Bu koşullarda Batı’nın ekonomik, siyasi, kültürel üstünlüğünün sürdürülmesi, ABD’nin, Avrupa ülkelerinin liderlerinin, güvenlik bürokrasilerinin, üniversite kürsülerinin, düşünce kuruluşlarının, medya kompleksinin en önemli ilgi alanı oluyor. Kapitalist dünya sisteminin Batı merkezli düzeninin korunabilmesi için iki tehdidin iyi yönetilmesi gerekiyor: Yükselmeye başlayan güçlerin kendi çıkarlarını düzene entegre etme çabalarının basıncı (sistem içi tehdit) karşısında, stratejik mineral, maden ve enerji kaynakları, su, gıda havzaları üzerinde denetimi sürdürmek. İkincisi, “sistem karşıtı” güçlerin tehdit edici bir noktaya gelecek kadar güçlenmesini engellemek. Dökülecek kanı, yaratılacak yıkımı dünya halklarına anlatmaya uygun bir söylemin geliştirilmesi de gerekiyor. Bu söylem, hem sistem içi basınca karşı alınacak önlemlerin uygulanacağı coğrafyaları tanımlamanın, buralara müdahale etmenin gerekçelerini oluşturmalı, hem de sisteme dışarıdan gelecek tepkilerin, sistem karşıtı projeleri düşünmesini önlemeli. Bu söylem, böylece sistem karşıtı düşünceleri bastıran “simgesel şiddeti” üretirken aynı anda, fiziki şiddet uygulamalarının gerekçelerini de sunmalı. Şu gözlemler üzerinde düşünmeyi sürdürebiliriz. Amiral Moeller, “Africacom’un (ABD’nin Afrika ordusu) görevi doğal kaynakların Afrika’dan dünya piyasalarına serbestçe akmasını sağlamaktır” diyor. “Enerji akımının aksaması olasılığının, Çin’in artan etkisinin ABD çıkarlarını tehdit ettiğini” düşünüyor (Allafrica.com, 14/08/2009). Hasan Fehmi Güneş Saçı dökük, şu yaşta, şu boyda birini tarif ettiler. Bu bilgilere uyan çok sayıda insan çıktı. Daralta daralta bir kişiye indirdiler. Kartında Tandoğan mitingine katıldığı ve solcu olduğu yazıyordu 1978’in Aralık ayının son günlerinde 56 gün devam eden Kahramanmaraş olaylarının maalesef hâlâ tam olarak bedeli ödenmemiştir. Faşist bir saldırıyla insanlar neredeyse soykırım tanımına yaklaşan nitelikte bir olayla mağdur edildi, öldürüldü. Olaylar üzerine sıkıyönetim ilan edildi ve dönemin İçişleri Bakanı Sayın İrfan Özaydınlı istifa etti. Ben o zaman Cumhuriyet Senatosu’nda grup başkanvekiliydim. Bir senatör heyeti olarak Kahramanmaraş’a gittik, olaylardan hemen sonra. Evi barkı yıkılmış yahut evinde oturamaz olmuş, kaçmak zorunda kalmış insanlar, çoluk çocuk spor salonlarında yerlere yataklar sermişler, oralara sığınmışlardı. Spor salonunu gezerken giyimiyle kuşamıyla anneme benzeyen yaşlı bir kadın yaklaştı, kolumdan tuttu, “Evladım” dedi, “Bize bunu niye yaptılar?” Benim verecek bir cevabım yoktu. O kadın bugün sağ ise, kafasındaki o soru sanıyorum ki hâlâ cevapsız duruyordur. Kahramanmaraş yargılamasının benim vicdanımı rahatlatmadığını ifade etmek zorundayım. Yani örgütlü suç, örgütlü saldırı, hazırlıklı, planlı saldırı gibi konulara cevap vermedi yargılama. Gerçi çok sayıda idam kararı vs. çıktı, ama benim vicdanım tatmin olmadı. “İrfan Özaydınlı döneminde, yurtdışına istihbarat eğitimi, dedektiflikle ilgili eğitimler almak üzere polisler gönderilmişti. Onu da hızlandırdık. Ayrıca, Scotland Yard’la bir anlaşmamız vardı, toplantılar yapılıyordu. Örneğin, 1 Mayıs 1977 Taksim katliamının analizini onlara yaptırmaya çalıştık. Nasıl bir olay olduğunu anlatmaya çalıştılar ve bizim istihbaratçılarımıza belli konularda kurslar verdiler.” SUNUŞ ? Hasan Fehmi Güneş, 12 Eylül darbesine koşar adım giden ve hemen her gün onlarca kişinin öldürüldüğü bir ortamda İçişleri Bakanlığı yaptı. 1979’da yaklaşık 10 ay süren bakanlığı boyunca, poliste “örgütlü suç” kavramının iyi algılanmasını sağlayan Güneş, suçların üstüne çağdaş yöntem ve bilgiyle gidilmesi için ekipler oluşturdu. Şiddet örgütlerini yakından izleyen istihbaratçılar ve dedektifler yetişmesi için olanaklar yarattı. Onun döneminde oluşturduğu özel ekipler; Bahçelievler, Piyangotepe, Balgat kıyımlarının, Abdi İpekçi, Doğan Öz ve Bedrettin Cömert, Cevat Yurdakul gibi toplumu sarsan önemli cinayetlerin sanıklarını yakaladı. Adalet ve Demokrasi Haftası için hazırladığımız bu dizi, görev yaptığı dönemde Türkiye’de kirli işler yürüten yabancı ajanları da açığa çıkaran Hasan Fehmi Güneş’in İçişleri Bakanlığı anılarından bir kesiti sunacak okurlarımıza... MİT’in başındaki 1960 Anayasası’nın getirdiği özgürlük ortamından, örgütlenme imkânlarından yararlanan kesimler örgütlenmeye başlamışlardı. Sol emeğin taleplerini gündeme getiriyordu. İlericiler çağdaş uygarlığa ulaşmak için demokratik kazanımları sağlamak için örgütlenmişlerdi. Bundan rahatsız olan bir kesim vardı. Bu örgütlenmeye “komünist hazırlık” diye hüküm verenler vardı. O soğuk savaş döneminde, NATO ve Batı; Türkiye’yi Sovyet saldırısına karşı ilk direnecek ileri karakol olarak görüyorlardı. Türkiye’de solun asla yeşermemesi için ne gerekiyorsa yapılmalıydı. Uyanış içinde olan kesimlere karşı çağdaş uygarlığa doğru örgütlenenlere karşı yapılan saldırıların temelindeki amaç sözde komünizmi, özünde solu önlemekti. Ve insanlar birbirini öldürüyorlardı. Öldürenlerin eline silahı başkaları veriyordu. Suç örgütleri dediğimiz örgütler veriyordu. Öldüren insan öldürdüğü kişiyi tanımıyordu. Sorgulamalarda “Niye vurdun?” dediğimizde, cevap klasikti: “Gösterdiler bana, vurdum.” Tüm eylemlerin ayrıntısında, o eylemi yapan örgütün imzası vardır. Kullandığı silah, eylem türü, koyduğu bomba, attığı slogan, o örgütü ele veren işaretler taşır. İyi bir istihbaratımız olursa bunları öğrenebilir ve önleyebilirdik. İstihbarat Daire Başkanı’nı çağırdım. Anlattıkları korkunçtu. Bütün Türkiye’de istihbarat elemanı olarak yanılmıyorsam sadece 150 civarında insan vardı! Oysa neredeyse bir ayda 150 kişi öldürülüyordu Türkiye’de... İstihbarat Daire Başkanı, “İstihbaratı asıl biz Milli İstihbarat Teşkilatı’ndan bekliyoruz” dedi. MİT’in durumu da acıklıydı bana göre... Polisin istihbarat noksanını öğrenince dönemin MİT Başkanı, emekli Orgeneral Adnan Ersöz’e gittim. Anlattım durumumuzu, istihbarata ihtiyacımız olduğunu. O da bana MİT’in durumunu anlattı, “Elimden ‘ Gözüm korktu’ Maraş’tan döndükten sonra 13 Ocak 1979 sabahı Başbakan’ın danışmanı aradı, “Başbakan sizinle görüşmek istiyor” dedi. Başbakanlık Konutu’na gittim. Başbakan Bülent Ecevit beni oturttu, Maraş’la ilgili çok kısa konuştu, günün koşullarını anlattı. CHP Genel Sekreteri Orhan Eyüboğlu vekâlet ediyordu İçişleri Bakanlığı’na. Sayın Ecevit kibarca, İçişleri Bakanlığı’nı önerdi. Gözüm korktu. Hazır olmadığım bir alan diye düşündüm, bir de Maraş’ı görüp gelmiş olmak da etkilemişti beni. İçişleri Bakanlığı çok önemli bir sorumluluktu bu koşullarda. Ecevit’ten beni bağışlamasını, bu iş için çok uygun bir insan olamayabileceğimi söyledim. Ben Köy Enstitüsü mezunuyum. Öğretmenlik yaptım, hukukçuluk yaptım, savcılık yaptım, avukatlık yaptım. O alanların benim için daha tanıdık olduğunu, ama kamu yöneticiliğinin, mülki yöneticiliğin benim için yabancı olduğunu; başarısız olursam partinin de zorda kalacağını, partiden beklentilerin sarsılabileceğini anlatmaya çalıştım. Ecevit ise o günkü koşullarda ancak benim gibi bir insan tarafından bu görevin yerine getirilebileceğini söyledi ve dedi ki: “Sen kendini düşünüyorsun başarılı olamazsam diye, ben partiyi düşünüyorum, böyle bir farkımız var.” sembolik isim ne gelirse yaparım, ama istediğim istihbaratı ben de alamıyorum” dedi. Şaşırmıştım, “Neden” dedim, “Burası öyle bir yapı ki” dedi, “Ben bunun başında sembolik olarak bulunuyorum” dedi. MİT’in o dönemde resmi bağlantıları vardı, istihbarat yardım anlaşması yapılmıştı. MİT’in o zamanki teknik donanımını ABD Haberalma Teşkilatı (CİA) karşılamıştı. Adnan Ersöz ile görüşmemizde, bana bu mekanizmayı anlatmasını rica ettim. Beni gezdirdi. O zaman Türkiye’de bilgisayar yok düzeyindeydi. Orada vardı. Dış yardımla gelmiş. Bana dediler ki, “Siz bir kişi söyleyin, biz onunla ilgili ne bilgi varsa elimizde hemen size söyleyelim.” Kendimi söylemeyi düşündüm, tatsız bir şey çıkar diye de çekindim, cesaret edemedim. “Siz söyleyin” dedim. İşte saçı dökülmüş, buna ön dazlak deniyor, orada öğrendim MİT’ten öğrendiğim tek şey de budur şu boylarda, şu yaşlarda falan gibi bir tanım yapıldı. Bu bilgilere uyan çok sayıda insan çıktı. Daraltıldı, daraltıldı, sonra bir kişiye indirildi. Dediler ki işte bütün bu tanımlara uyan kişi bu. Onunla ilgili bilgiler geldi, nerede doğmuş, nerede büyümüş, nerede okumuş, ne yapmış falan... Burası önemli, siyasi eğiliminin karşısında, “solcu” yazıyor kartta. Eylemleri diye bir yer var, 1978 yılı içinde Tandoğan mitingine katıldığı kaydedilmişti. Düşünebiliyor musunuz, bir mitinge katılmak sizin hakkınızda bir tanımlama yapmaya, bir fiş düzenlemeye yetiyor. Bu tablo beni çok ürkütmüştü. Bir şey yapmak gerekir diye düşündüm. Adnan Ersöz’ün “Burası öyle bir yapı ki, ben bunun başında sembolik olarak bulunuyorum” ifadesinden “Her ünite diğerlerine kapalı ve bağımsız gibi çalışır”ı kastettiğini sanıyorum. Bu tablo üzerine poliste istihbarat zaafını giderecek, örgütleri önceden haber alarak önleyici tedbirler geliştirecek bir sistem kurmak için çalışmalar başlattık. Batı’nın ‘yeni sınavı’ İngiltere Başbakanı Cameron, ABD Savunma Bakanı Panetta ile görüştükten sonra “Kuzey Afrika’da terörizme karşı mücadele onlarca yıl sürebilir” demiş (The Guardian, 20/01/2013). New York Times’a göre, “Kuzey Afrika yeni bir sınav”. Financial Times, “ Batı bu tehdidi savuşturmak için yerel güçlerle birlikte çalışmalıdır” diyor. “ABD Dışişleri Bakanı Clinton Cezayir’i, Kuzey Mali’ye müdahale etmesi için ikna etmeye çalışmış”. (New York Times) Karşımızda, onlarca yıl bölgesel, yerel işbirlikçilerle birlikte sürdürülecek bir savaş var. Kime karşı? Terörizme karşı. Dün küreselleşmecilik egemenken emperyalizme, Batı’nın çıkarlarına karşı çıkan herkes ulusalcılıkla suçlanıyordu. Küreselleşme krize girince, emperyalizme, Batı’nın çıkarlarına karşı çıkanlar terörizmle suçlanır oldu. Emperyalizme karşı dinci popülist itirazlar ise hemen El Kaide olarak damgalanıyor. Bunlar, yıllardır fidye için insan kaçırma, sigara, uyuşturucu kaçakçılığı filan da yapıyorlarmış. Gördüğünüz gibi “terörizm” bize hem müdahale edilecek coğrafyayı, hem müdahale sürecinin özelliklerini tanımlıyor. Bununla da kalmıyor, aynı anda bir grup insanın etkinliğini “El Kaide” ve “adi suçlu” damgasıyla siyasi bağlamından soyutluyor. Böylece neye karşı, nerede mücadele edileceği saptanıyor. Bu mücadele edilecek şeyin “orada” ne aradığını konuşanı bulmak ise çok zor. Ama şunları biliyoruz: Karşımızda, bölgenin gençlerinin bir demokratik isyanı (Arap uyanışı), bir de gençleri son derecede riskli silahlı eylemlere katılmaya ikna edebilen bir siyasi akım var. Bölgenin gençleri neden bu ikinci akıma da ilgi gösteriyor? Sakın bu ilginin arkasında, işsizlik, geleceğe ilişkin umutsuzluk, emperyalist güçler ve kültür tarafından horlanmışlık duygusu, yaşamlarına yön verecek radikal bir düşünce, sadakat arayışı gibi etkenler olmasın? Bir yorumcu diyor ki, bu akımlar dinin çok çarpık bir biçimini savunuyorlar. Bu akımlar aslında, “Yüzyıllardır yaptığınız yorumlar bizi bir yere götürmedi. Kitapta yazanlar Allah’ın kelamı olduğuna göre, bunlar hiç yorumlanmadan uygulanmalıdır” diyor. Sakın bu keskinlik, kesinlik, gençler tarafından yaşamlarını bağlayabilecekleri bir sadakat kaynağı sunuyor olmasın? “Terörizm” kavramının iki işlevi daha var. Emperyalizmle, kapitalizm bağlantısını kurmadan savaşmaya çalışan dinci popülizmi ilgi çekici kılıyor. Terörizme karşı ılımlı (sadakatinden uzaklaşmış, işbirlikçi) İslamın desteklenmesi, demokrasi mücadelesi, adına liberal solun öne çıkmasını kolaylaşıyor. ‘ Bu, bana ağır bir söz olarak geldi. “Peki efendim, emredersiniz, ama bir tek ricam var, bana yardım edin lütfen” dedim. Meğer kararnamem hazırlanmış. Cumhurbaşkanlığı genel sekreterini aradı ve kararnamemin imzalanmasını istedi. Konuttan kendi arabamla ayrıldım, uzun bir yol çizerek İçişleri Bakanlığı’na geldim. Önce neyle karşı karşıyayım, sorunum nedir, koşullar nedir, onu anlamaya çalıştım. Daha önce savcılık yapmış olmam ve TODAİE’de yüksek idarecilik eğitimi görmüş olmam yardımcı oldu. Her gün çatışmalar, ölümler oluyordu, genç insanlar birbirlerini öldürüyorlardı, faili meçhuller pek çoktu. Türk toplumu daha önce öyle bir süreç yaşamamıştı. İnsanlar çıldırmış olmalıydı. Bunlar birer bireysel adam öldürme, münferit adam öldürme, yani bir alacak verecek meselesi yüzünden kızıp işlenmiş adi cinayetler gibi algılanıyordu ve böyle üzerine gidiliyordu. “Örgütlü suç” kavramı henüz algılanmamıştı. Göreve gelmemden hemen sonraki bütçe sunuşumda da, bu kavramları dile getirdim ve bütün gücümle örgütlü suça, suç örgütlerine karşı polisin hazırlıklı olmasını gündeme almak, eğitim yapmak üzere bir program yaptım. Bana yardım edin’ Maraş’taki katliam sonrası birçok insan kenti terk etti. YARIN: AMAÇ SOLUN ÖNÜNÜ KESMEKTİ
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle