27 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
21 OCAK 2013 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA 13 Böyle Bir Ortamda Seçmenlerin CHP yönetsin diye oy verdikleri Yenimahalle Belediyesi’nin, CHP’den ayrılmış bir kadro tarafından yönetilmesine ilişkin kimi yakınmaların parti genel merkezine yansıtıldığını duyurmuştuk. Örnek olarak da CHP’den istifa etmesine karşın halen başkan yardımcılığını sürdüren ve fiilen belediyeyi yönettiği söylenen Şenol Balaban’ın eşi Ayfer Balaban’ın dışarıdan atama ile belediyeye özel kalem müdürü ve başkan yardımcısı yapıldığını yazmıştık. CHP Genel Merkezi’nin haberdar edildiği bir başka yakınma daha elimize ulaştı: Ümitköy 8. Cadde üzerinde, bir yanında Türk Telekom Anadolu Lisesi, diğer yanında cami bulunan 3 bin 770 metrekarelik park alanı üzerinde inşaat çalışması başlatılır. Bunun üzerine, CHP’li Yenimahalle Belediye meclis üyeleri, belediye başkanlığını, imar yönetmeliğine göre, imar planlarında başka tesisler gösterilmemiş ise park alanlarına “büfeler, havuzlar, çayhaneler ve heladan başka tesis yapılamayacağı” Tatlı İşler konusunda sözlü olarak uyarırlar. Uyarıya kulak asılmaz. Bunun üzerine CHP’li meclis üyeleri, belediye meclis başkanlığına bir yazılı önerge vererek park alanında yasaya aykırı yapılmakta olan betonarme bina inşaatının durdurulmasını isterler. Konu, belediye yasası gereği komisyona gönderilmesi gerekirken doğrudan Yenimahalle Belediye Meclisi’ne sunulur. Önerge, CHP’li 6 meclis üyesinin lehte oyuna karşılık, Başkan Yardımcısı Şenol Balaban ile birlikte CHP’den istifa etmiş belediye meclis üyelerinin AKP ve MHP’lilerle yaptıkları uzlaşma sonucu reddedilir. CHP’li belediye meclis üyeleri, park alanının bir baklavacıya kiralandığını, inşaatın da bu baklavacı tarafından yapıldığını belirlerler. Yenimahalle Belediyesi uzun süredir, CHP’li belediye meclis üyelerinin ısrarla karşı çıkmasına karşın CHP’li olmayan belediye meclis üyelerince “tatlı işler” çerçevesinde yönetiliyor. CHP Genel Merkezi bu gelişmelerden haberdar ama her nedense sessiz kalmayı sürdürüyor. “Üstat Bediüzzaman Hazretleri’nin vekili Ahmet Husrev Altınbaşak” tarafından kurulmasıyla övünen Hayrat Vakfı, Milli Eğitim Bakanlığı ile “Osmanlı Türkçesi” ve “Kuran ve tecvitli okuma kursları” düzenlemek için işbirliği protokolü imzalarken... Ziraat Bankası’nın Milli Emlak’a devrettiği ve oradan da hazineye bağışlanan eski Darüşşafaka Lisesi, Milli Eğitim Bakanlığı’nca “milli ve manevi değerleri ihya ederek geleceğe taşımak” amacında olan İlim Yayma Cemiyeti’ne “imam hatip lisesi yapmak” üzere bırakılırken... Milli Eğitim Bakanlığı, kurucusu olduğu Ensar Vakfı ile birlikte “İmam Hatip Liselerinde Arapça Öğretimi Sempozyumu” gibi toplantılara öncülük ederken... Hem amacın “çağdaş yaşamı destekleme” olur hem de başını bağlayıp erkeklere hizmette kusur etmemesi gereken kız çocuklarını burslu okutmaya kalkarsan... Olacağı budur: Devlet gücünü kullanarak tepene binerler... Hüseyin Aygün, Dido Sotiriyu’yu Bir Kez Daha Okumalıdır “Ve sen Kör Mehmet’in damadı! Hele sen! Niye öyle tiksinerek bakıyorsun yüzüme? Öldürdüm evet seni, ne olmuş! Ve işte ağlıyorum... Sen de öldürdün! Kardeşler,dostlar, hemşeriler... Koskoca bir kuşak, durup dururken katletti kendi kendini!.. Anayurduma selam söyle benden Kör Mehmet’in damadı! Benden Selam Söyle Anadolu’ya!.. Toprağını kanla suladık diye bize garezlenmesin… Ve kardeşi kardeşe kırdıran cellatların Allah bin belasını versin!..” Bu sözler Yunan yazar Dido Sotiriyu’nun 1982 Abdi İpekçi TürkYunan Dostluk Ödülü’ne layık görülen “Benden Selam Söyle Anadolu’ya” adlı romanından alınmıştır. Özgün adı “Manometa Homata” (Kanlı Topraklar) olan romanda 15 Mayıs 1919’da Yunan ordusunun İzmir’e çıkmasıyla başlayan Anadolu’yu işgal hareketinin TürkRum kardeşliğini nasıl bir çırpıda kan ve gözyaşına dönüştürdüğü, Rum asıllı bir Anadolu köylüsü olan Manoli Aksiyotis üzerinden anlatılır. Romanın kahramanı olan Manoli, Ege’nin işgaliyle birlikte Yunan ordusuna yazılmış, giydiği Yunan üniformasının altında kişilik değişimine uğramış, acımasızlaşmıştır. Bunu, romanın sonunda, yukarıda alıntıladığımız bölümde pişmanlık duyguları içinde, içtenlikle itiraf eder. Roman, Türkiye’de doğan, 9 Eylül 1922 günü İzmir’in Türk ordusu tarafından geri alınmasıyla son bulan Kurtuluş Savaşı’ndan sonra Türkiye’den göç etmek zorunda kalan yazarın en etkileyici kitabıdır. Dido Sotiriyu şöyle anlatır: “1922’de Anadolu’dan ayrılarak Yunanistan’a, amcamların yanına gitmek zorunda kaldım. İlk çocukluk yıllarımın anıları belleğimden silinmiyordu. Yaşadığım günlerin, duyduğum olayların o kadar etkisi ve büyüsü altında kalmıştım ki, bu konuyu ele alan bir kitap yazma isteği içimde çığ gibi büyüyordu.” Basında son günlerde CHP Tunceli milletvekili Hüseyin Aygün’ün Twitter’da “Dido Sotiriyu’nun kitabını 20 yıl sonra bir kez okuduğunu, kitapta geçen yüzyılda Anadolu’da Rumlara etnik temizlik yapıldığını” yazdığı haberleri ve yorumları yer alıyor. Cumartesi günü de değerli dostum Ali Sirmen köşesinde bu olayı ele alan ve altına imzamı atabileceğim bir yazı yayımladı. Dünkü yazımda bir başka konuya ilişkin olarak kendisini savunduğum Hüseyin Aygün eğer “etnik temizlik” kavramından Anadolu’yu işgale yeltenen Yunan ordusuyla işbirliği içine giren, düşmanla bütünleşen ve bunu her olanakta ortaya koyan Ege Rumlarının büyük bölümünün Kurtuluş Savaşı’nın Türk ordusunun zaferiyle sonuçlanmasından sonra kaçan Yunan ordusunun peşine takılarak topraklarını terk etmesini anlıyorsa yanılgı içindedir. Yunanistan’ın Anadolu’yu işgal girişimini başta İngiltere olmak üzere emperyalizmin bir oyunu olarak değerlendiren, işgali ve sonuçlarını “Küçük Asya felaketi” olarak anan Yunan tarihçileri ve yazarları bile “etnik temizlik”ten söz etmezlerken, Aygün’ün söz konusu kitaptan “etnik temizlik” sonucu/yorumu çıkarması bir zorlamadır. Dolayısıyla Hüseyin Aygün’ün yorumlarının Kurtuluş Savaşı’nı kazanan kadrolarca kurulan partisi CHP içinde tartışmalara, eleştirilere yol açması da doğal karşılanmalıdır. Tartışmalar Hüseyin Aygün’ü ya da CHP’yi ne tür bir karara götürür, bilemem. Ama kendisine önerim Dido Sotiriyu’nun kitabını mutlaka bir kez daha okumasıdır. Yoğunluğa Gel “Kamuözel işbirliği” adı altında sağlık tesislerini yıkıma uğratma tasarısı, TBMM Sağlık Komisyonu’na “tali” olarak havale edildi. Komisyon Başkanı AKP’li Türkan Dağoğlu, “komisyonun iş yoğunluğu” nu gerekçe göstererek tasarıyı görüşmeyi reddetti. Sağlık komisyonu üyesi CHP’li Özgür Özel, aynı kanıda değildi: “Tasarıyı ‘yoğunluktan’ dolayı geri gönderen komisyon 6 Haziran 2012’den bu yana toplanmıyor bile.” Siyasetçilerimizin geleneğidir. Bir yere baş oldular mı ya da olmak istediler mi, kapağı Amerika’ya atarlar. Bir tür icazet alırlar. Sırtları azcık sıvazlandı mı da, motor takmış gibi dönerler Türkiye’ye... CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, bu gelenekten ayrı bir tutum izliyor. Genel başkanlıktan önce de sonra da ABD’ye gitmedi. Diplomat kökenli CHP milletvekili Osman Korutürk’e, “Kılıçdaroğlu’na ABD’den çağrı oldu mu” diye sorduk. Kimi düşünce kuruluşları, üniversiteler çağırmış ama şimdilik gitmeyi düşünmüyormuş. CHP’nin Dışa Açılımı Ama, Çin’den, Çin Komünist Partisi düzeyinde bir resmi çağrı geldiği için bu ülkeye ziyaret gerçekleştirilmiş. Korutürk’e, “Neden Çin” diye sorduk, şöyle yanıtladı: “Çin göz ardı edilmeyecek, ekonomi ve siyaset sahnesinde giderek ilerleyen bir ülke. CHP’nin hedefi, Türkiye’nin yönetimine gelmek. Bu tür ülkelerle ilgili doğrudan izlenimler edinmesi, ilişkiler kurması gerek. Çin, BM Güvenlik Konseyi daimi üyesi. Bizim ülkemizin çevresinde cereyan eden olaylarda bu konsey içerisinde etkin rolü var. Güvenlik Konseyi’nde Batı çizgisiyle örtüşmeyen bir rol bu. Bütün bunlar, Çin’in özel dikkatle izlenmesine neden oluyor.” Kılıçdaroğlu’nun bundan sonraki ziyaret listesi içerisinde Irak, Mısır ve Tunus yer alıyor. Mısır’dan çağrı, doğrudan Cumhurbaşkanı Mursi’den gelmiş ve Kılıçdaroğlu çağrıyı ilke olarak kabul etmiş. Tunus’tan da iktidarın ortağı olan sosyal demokrat parti çağrı yapmış. Güvenlik açısından durum parlak olmadığından Irak gezisi ise şimdilik askıda... Görüş HİKMET ALTINKAYNAK KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] 2012’den Kalan... Bir hoş seda değil! Tersine tam bir çığlık! İşin o yanı başka bir yazı konusu. Ama kitap açısından, 2012’ye damgasını vuran, hortlayan sansür ve gazeteci kitapları oldu. Nerede roman, öykü, şiir kitapları? Sanki yok gibi. Ama gazetecilerin yazdığı biyografiler, incelemeler 2012’ye damgasını vurdu. Hele bazıları var ki, önemini yıllarca sürdürecek görünüyor. İşte birkaçı: Mustafa Balbay’ın ‘O Mektubu Yazan Bendim’, Soner Yalçın’ın ‘Samizdat’, Tuncay Özkan’ın ‘Anne Hiç Canım Acımadı’, Nilgün Cerrahoğlu’nun ‘Demokrasi Tramvayı’, Orhan Karaveli’nin ‘Kendi Heykelini Yapan Adam’, Miyase İlknur’un ‘İlhan Abi’, Can Dündar’ın ‘Birand’ ve Güldal Mumcu’nun ‘İçimden Geçen Zaman’. Bunlar çağını, Türkiye’nin içinden geçtiği olağanüstü dönemi yansıtan kitaplar. Unutulacak türden değiller, tıpkı yazarları gibi, hiç unutulmayacaklar, satır satır altı çizilerek okunacaklar. CHP İzmir Milletvekili, gazetemiz yazarı Mustafa Balbay’ın içerideyken yazdığı beşinci kitabı, ‘O Mektubu Yazan Bendim’. Öncekilerde Silivri ‘zindanını’, ‘zulümhanesini’ anlatmıştı, bu kitapta ise aldığı 30 bini aşkın mektuptan bir seçkiyle toplumun duygu grafiğini, hepimizin hikâyesini yansıtıyor. Kitabın son cümlesini Balbay şöyle bağlıyor: “Özgürlükte görüşmek, kucaklaşmak üzere… Bütün mektuptaşlarıma bulutlar dolusu selam…” Bizden de gökler dolusu selam ve özlem Sevgili Mustafa Balbay. Güldal Mumcu, kendine ve tarihe karşı çok büyük bir sorumluluk taşıdığının bilinciyle, ilkeli, kararlı duruşuyla hem yakın çevresine, hem de resmi kurumlara istediğini yaptırıyor. Ne var ki Uğur Mumcu suikastındaki sır perdesini onca çabasına ve aradan 20 yıl geçmesine karşın kaldırtamıyor. Zaten olay onun, ailesinin yürüttüğü bir dava olmaktan çıkıyor, sivil toplum örgütlerinin, Meclis araştırma komisyonlarının, hükümetlerin gündemine giriyor, demokrasiden çağdaşlıktan yana herkesin davası oluyor. Ama yine de, toplum belleği unutuyor. Güldal Mumcu, bu kitabı yazma amacını da buna bağlıyor. Utku Çakırözer’le söyleşisinde: “İnsan belleği çabuk unutuyor. Belleksiz bir toplum olmamamız için tarihe not düşmek istedim. O soruşturma ve dava sürecine ilişkin ihmalleri, özensizlikleri, savsaklamaları ve ortada kalan bazı iddiaları kamuoyu ile paylaşmak istedim” diyor. Doğaldır ki gazeteci yazar deyince akla önce İlhan Selçuk geliyor. Miyase İlknur’un ‘İlhan Abi’, adını taşıyan kitabı bugüne kadar bilinmeyen yanlarını da gün yüzüne çıkardığı gibi, İlhan Selçuk hakkında dört dörtlük bir belge özelliği taşıyor. Çocukluğundan başlayarak yaşamını yitirdiği güne kadar en ince ayrıntılara varıncaya kadar yaşamöyküsünü, kızı gibi sevdiği Miyase İlknur’un yalın, sıcak anlatımından okuyoruz. Yaşamını Türkiye Cumhuriyeti için, demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü için verdiği büyük savaşımla geçiren, bu uğurda ağır bedeller ödeyen İlhan Selçuk’a layık bir kitap ‘İlhan Abi’. Orhan Karaveli de ‘Kendi Heykelini Yapan Adam’ kitabıyla yarım yüzyıllık arkadaşı İlhan Selçuk’u hem kendi anlatmış, hem kardeşi Ülfet Ertel’e, hem de arkadaşlarına anlattırmış. Karaveli de çok önemli belgelerle yapıtını benzersizleştiriyor. Son bir not da Soner Yalçın’ın kitabından aktarayım. Soner Yalçın’ın kitabına seçtiği Samizdat ismi Rusça, “muhaliflerin yazdığı, sansürden korumak için el altından dağıtılan yayın” demekmiş. Bu adı Yalçın’ın boşa koymadığı, önsöz okununca daha iyi anlaşılıyor. Diyor ki: “Benim ülkemde; düşünce hayatın düşmanı, kötülüğün simgesi olarak görülür. Düşünsel değerlere tutkuyla bağlı, soru soran, arayan, kovalayan zihne sadece düşmanlık edilir. Düşünen insanın korunağı yoktur... Benim ülkemde; iktidar ve güç uğruna hiçbir şeyden çekinmeyen her zorba güç, yalnızca kendi isteğinin onaylanmasını, gururunun okşanmasını ister... Benim ülkemde; bir gazeteci yazar hapse atılarak yayınevine, gazetesine baskı yapılarak, sonsuza kadar sessizliğe unutuşa mahkum edilmeye çalışılır... Ama benim ülkemde; gerçekler de inatçıdır. Mutlaka yazılır. Samizdat gibi...” HARBİ SEMİH POROY UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK [email protected] BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Ayet ve 1 hadislere da 2 yanarak yargıya varan, 3 karar veren 4 din düşünü 5 rü. 2/ Ses... 6 Eğlenceli, hafif konulu, 7 içinde beste 8 siz konuşma 9 lar da bulunan müzikli 1 2 3 4 5 6 7 8 9 sahne yapıtı. 3/ 1 B E R G A M O D İ Yolcu evi... Çıp 2 E B E R İ V E T lak vücut resmi. 3 K E B A N A N İ 4/ Bir şarkının, 4 E N E K E N bir filmin deneme 5 S A K İ A K Y A kaydı ya da çeki6 A G T A S A mi... Cennet bahçesi. 5/ Bir gıda 7 R O M B A D Y A R E A L maddesi... Yaban 8 İ R İ S kazı. 6/ Kestane 9 G A L İ B A R D A rengi... Satrançta bir taş. 7/ Bir kimsenin ya da bir topluluğun başkalarında yarattığı izlenim... Pasak. 8/ Yankısının çokluğundan sesin iyi anlaşılmadığı yer. 9/ Sodyum elementinin simgesi... Sarp geçit. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Bir şeyin içinde var olan, bulunan. 2/ Şöhret... Seyrek dokunmuş bir tür kumaş. 3/ Kemiklerin yuvarlak ucu... Güzel, hoş, latif. 4/ “Doğu doğudur, batı da batı” örneğinde olduğu gibi, aynı düşünceyi değişik terimlerle tekrarlamaya dayanan üslup kusuru ya da oyunu. 5/ Eskrimde kullanılan üç silahtan biri... Bir şeyin esas tutulan yüzü... Bir nota. 6/ Duvar örülürken büyük taşların arasına yerleştirilen ufak taşlar... Tatlı bir çörek. 7/ İran’ın plaka imi... Eş, karı. 8/ Ölü yıkanan kerevet. 9/ Belli bir sınıfa bağlı bireylerin tümünü içine alan... Kuzu sesi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle