14 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 28 EYLÜL 2012 CUMA 2 konusu? Ne zaman, niçin ve nasıl başlamış olursa olsun, dünyanın en sağlam devlet geleneğine, en büyük ordularından birine, en gözüpek halkına sahip olan bir ülkede böyle bir etnik başkaldırış çoktan çökertilmiş olmalıydı. Niçin eğitim? Çocuklarının iyi yetişmesi için her özveriye katlanan bir toplumda binbir çabayla kurulmuş öğretim sisteminin derme çatma “dört artı”lı fiskelerle yıkılmasına izin verilmemeliydi. Niçin dış politika? “Cihanda sulh”la yola çıkan bir cumhuriyet, sıfır dostluklarla çevrilip eskiden sıcak dostluk yaşadığı Suriye’yle savaşa sürüklenircesine bir diplomasi fiyaskosu yaşamamalıydı. Bu alanların siyasal sorumluluğunu taşıyan bakanlar var, ama istifa düşüncesinin zihinlerinden geçmediği de biliniyor. Büyük olasılıkla, bir bakıma haklı olarak, ortaya çıkan tablonun kendi eserleri olmadığını söyleyip başka nedenleri sayıp dökebilirler. Peki, geçenlerde Güney Kıbrıs’ta bir cephanelik patlayınca, hiçbiri kişisel olarak suçlanamayacak durumda olan siyasilerin istifa gerekçeleri neydi? O günlerin Rum kamuoyunda dolaşan yorumlardan en beğenileni galiba şuydu: Sorumlular belli olmasa bile genel bir laçkalık vardır ve istifalar hiç değilse bazı kritik alanlarda görev değişikliğini kolaylaştıracaktır. OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Subay Ailesi Olmak ve Balyoz İnsanlık onuruna sahip çıkanlar, asker ailesinin onurunu yok etmenin dayanılmaz hafifliği içinde intikam duygularını tatmin ederken insanlıklarını çoktan yitirmekte olduklarını elbet bir gün göreceklerdir. Adaletin, insafın, insanlığın geri döneceği günleri özlemle bekleyen temiz vicdanlıların, umudu kaybetmeye hakkı yoktur. Prof. Dr. F. Nur SERTER / CHP İstanbul Milletvekili ubaylar “komutan” olarak doğmazlar. Göreve komutan olarak da başlamazlar. Törenlerde giydikleri sırmalı üniformaları, kokteyllerde çekilen gösterişli fotoğraflar yanıltmasın sizi... Onlar dar, engebeli ve sarp yollarda mücadele vererek, zorluklarla boğuşarak, tehlikelerle kucaklaşarak, adım adım, emekle, özveri ile terfi basamaklarında yükselirler. Subay aileleri bu zor, çileli yaşamın bir parçasıdır. Ülkenin en ücra köşelerinde verilen hizmetin ayrılmaz parçasıdır. Bir subay ailesinin yıllar boyu kalıcı bir yuvası, sağlam iki koltuğu, bir masası bile olmaz. Çocuklarının bir sonraki yıl yurdun hangi köşesinde, hangi okulda okuyacağını bile bilmekten uzakta, bilinmezler içinde yaşar, dolaşır, dururlar. Yarı göçebe bir yaşamdır bu, gücünü vatan sevgisinden alan. Geceleri sıcak yataklarında uyuyanlar, asker ailesinin yaşadıklarını hayal bile edemezler. Sabahları eşi ile vedalaşan genç bir subayın, akşam eve dönüp dönmeyeceğini bilmeden onu uğurlayan eşinin kaygılarını anlayamazlar. Subay ailesi olmak özveri ister, cesaret ister, ancak hepsinin ötesinde vatan sevgisi ister. mal Atatürk’ün Kurtuluş mücadelesinden aldılar. Atatürkçü olmanın onurunu taşıyarak hizmet aşkı ile göreve koştular. Laik, demokratik, çağdaş ve gelişmiş, onurlu bir Türkiye için yandılar. Endişeli sivillere yol gösteren komutanlar tanıdım. “Türkiye’de mücadelenin tek yolu demokrasi içinde seçim sandığıdır” diyerek kışkırtmalara kapıyı kapadılar. Şimdi onlar Balyoz davasında “darbeci” oldular. 27 Mayıs’ta doğmamış, 12 Eylül’de çocuk yaşta olanlar bile bu intikam rüzgârından paylarını aldılar. Adeta Türk Silahlı Kuvvetleri’nin tüm geçmişinden yargılandılar. “Ordu darbecidir, siz de darbe yapacaktınız” anlayışına hedef oldular. Ulus devlete, üniter yapıya, laikliğe sahip çıkmanın bedelini ödediler. Hukuk ve adaletin yok edildiği bir düzende gizli bir örgütün ürettiği yapay delillerle öç alma duygularına kurban edildiler. Geçmişleri, bilgileri, birikimleri, hizmetleri, özverili gayretleri silindi, yok edildi. Ama bu da yetmedi. Onurları da ayaklar altına alındı, çiğnendi, insanlıkları örselendi. İnsanlık onuruna sahip çıkanlar, asker ailesinin onurunu yok etmenin dayanılmaz hafifliği içinde intikam duygularını tatmin ederken insanlıklarını çoktan yitirmekte olduklarını elbet bir gün göreceklerdir. Adaletin, insafın, insanlığın geri döneceği günleri özlemle bekleyen temiz vicdanlıların, umudu kaybetmeye hakkı yoktur. Silivri’de akan gözyaşları, aydınlık Türkiye’nin başlangıcı olacak, karanlıkları boğacaktır. İstifanın Erdemi BAŞBAKAN hep söylüyor, iktidar hizmet yeridir. Kendisi de bilir ki, partisinin iktidarda kalışı bazı hizmetlerdeki başarılar sayesindedir. Şimdi, bazı hizmetlerde başarısızlık, hatta derece derece fiyasko yüzünden iktidara ödettirilecek bedelin seçmen oylarıyla iktidardan düşürülmek olacağını en iyi bilen de odur herhalde. Başarısızlıkları saymak kolay, ama önemlerine ve anlamlarına göre sıralamak zordur. Sıra, siyasal açıdan, halkın devlet anlayışına ve sunulan hizmetleri değerlendirişine göre değişir. Daha doğrusu, o konuda anlamlı sonuca ancak bu iki değişkeni bağdaştırarak varılır. Ama, böylesine sıralama derinliklerine varmadan da hemen göze çarpan şu dört hizmet alanında başarısızlıktan söz etmek pek yanlış olmaz: adalet, terörü durdurma, eğitim ve dış politika. Niçin adalet? Yargı bağımsızlığı ilkesine zarar vermeden şunu söylemek o konudaki başarısızlığı özetlemeye yeter: Mülkün temeli sayılan ve bütün vicdanların titreme noktası olan adalet böylesine geniş bir tartışmaya yol açmadan tüm toplumca benimsenebilmeliydi. Niçin terörü durdurma Apo’yu Paşa Yapın... Sonunda terörü çözme işi Apo’ya kaldı... Büyük devlet başka... ? Adalet Bakanı “Teröre karşı çözüm sürecinde PKK liderinin olabileceğini” söyledikten bir gün sonra, Başbakan televizyonda “İmralı ile görüşülebileceğini” açıkladı size... “İmralı” Apo’nun coğrafi adı... Onu getiren komutanı cezaevine kapattılar... 18 yıl... Terörü çözmek için Apo’ya gidiyorlar... İyi mi?.. ? Apo’nun anayasa yapımı sürecinde yer aldığı da anlaşıldı, partiler arası anayasa komisyonu kurulması onun fikriymiş... Memleketin aydınları, gazetecileri, bilim insanları, ordunun yarısı “anayasal düzeni yıkmak”tan içeride... Yeni anayasal düzen Apo’nun katkıları ile kuruluyor... Eeee çüş?.. ? Ben size söyleyeyim: Çaresiz kaldılar... ? En son bizim Enis Berberoğlu’na düşmüştü iş... Bir masa, masa örtüsü, bir vazo çiçek alıp gitti Şemdinli’ye, teröre karşı... Teröristler, masa, masa örtüsü, vazo ile gelen birisini görünce, mağaralarda uzun süre birbirlerine bakarak sessiz oturdular... Sonra mağara deliğinden sordular muhtemelen: “Ula sen kimsen?..” “Enis...” “Dizi filmci?..” “Hayır, Enis Berberoğlu...” “Heeee...” “Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni...” “Nedisen?..” “Öyle dedikleri gibi terör merör yok burada yani...” “......?” ? Biliyorsunuz, ertesi gün sekiz şehit... ? Bu da çare olmayınca işte... Çözüm Apo’ya düştü... Başbakan’a ve bakanına bakılırsa, onun terörün çözümünde Genelkurmay Başkanı’ndan, bakanlardan, muhalefet liderlerinden, daha az etkili olduğunu kim söyleyebilir?.. ? Türkiye içine düştüğü büyük tuzaktan kurtulamıyor açıkçası... AKP; muhaliflerini yok etmek, önündeki tüm engelleri kaldırmak, iktidarını sürdürebilmek uğruna teslim olduğu ABD’nin nihai oyununa düştü... Çıkamıyor... Çaresiz... ? Ve mecbur... Apo’yu çıkarıp paşa yapsalar... Abdullah Paşa... S Dondurucu soğukta sabahın ilk ışıklarında karı küreyerek açılan dar yollardan atının sırtında görevine giden babamı hatırlarım. Kendi giysilerini bozarak, mantosunu ters yüz edip bana kıyafet diken annemi de… Doğu Anadolu’nun sert ikliminde yüzünü yıkayacak suyu bulamayıp buzları eriten, donmuş havluyu ısıtıp ellerini kurulayan ama vatan sevdasını gönüllerimize taşıyan bir askerin evladı olmaktan hep onur duydum. Yokluğa, yoksulluğa, cehalete savaş açan bir kuşaktır asker aileleri. Silopi’de üniversite hazırlık kursu açıp birkaç Kürt çocuğuna üniversite kapısını aralamanın coşkusunu gördüm bir komutanın gözlerinde. “Ah” diyordu, “keşke onların bazılarını da askeri okullara alabilsek.” Öğretmen yetersizliğinde yardımcı öğretmen olarak okullarda okumayazma öğreten subay eşleri tanıdım, gözleri umut doluydu. Terörle mücadelenin amansız koşullarında canlarını siper eden, gözlerini kırpmadan ölüme meydan okuyan, asker ocağında Mehmetçiğin cesaretine öncülük eden komutanlar gördüm. Hepsi bu cesaretlerini, bu kahramanca mücadelelerini Mustafa Ke Kıyımı Kanıksamak Günay Güner P KK’nin ayrılıkçı kıyımı ivmesini gitgide artırırken, amaçlarından biri de halkın bezginliğe kapılarak, ne olacaksa olsun, ne istiyorlarsa verilsin, bu durumdan kurtulalım da nasıl olursa olsun, diye bir eğilim içine girmesini sağlamaktır. Ne yazık ki bu etki halkta gözlenmeye başlanmıştır. Aydınların bir bölüğü ise devlet olmanın olmazsa olmaz koşullarını, gelecek kuşakların güvenliği kaygısını bir yana bırakmış; halkın içine düşürüldüğü bunalımdan yararlanarak kıyım örgütünü yasallaştırma ereklerinin ardına düşmüşlerdir. Onlara göre Oslo benimsenebilir bir süreçtir, sürmelidir, eleştirilmemelidir. Bu durumda silah bırakmamış, bırakacağına ilişkin herhangi bir açıklama yapmamış olan kıyım örgütü görüşmek için karşıya alınabilir. Yeter ki kan dursun! Bu mantığa göre kanın durması için her isteneni verebiliriz. İsteklerin anlamlı, tutarlı, haklı olacağının; sonunun geleceğinin güvencesi var mı? Ayrıca kıyımı örgütünün işinin kıyım olduğu, başka bir yöntem seçmesinin gerekmediği, artık o dünyanın anlayışıyla yoğrulmuş, yapılanmış olduğu unutuluyor, düşünülmek istenmiyor. Kıyımın sıradanlaştığı yerde gerçek barışın yeri olmaz. İçtenlikli bir barış isteği beklenemez. Mantık, ilişkiler buna göre kurulur. Nesnel çözümlemeler yapılmadan gerçeğe ulaşılamaz. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle