14 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 28 EYLÜL 2012 CUMA 16 Siyaset Hayat Kurtarmaksa... Sisli Gelecek Buharlı Mazi Hafta sonu AKP kongresi var. Tayyip Erdoğan’ın Başbakan olarak katılacağı son kongre olacak. Her son bir başlangıç. Sonra da “12. Cumhurbaşkanı” sıfatı ile kendisini Çankaya Köşkü’ne terfi ettirecek. Bu vesileyle basında bol bol özyaşam öyküsü yer alacak. Hazırlık bakımından şimdiden başlamakta sakınca yok. İnsan karakterinin, ilkokul döneminde oluştuğuna inanılır. Hem 12. Cumhurbaşkanımızı daha yakından tanımak hem de 4+4+4’lü ders yılının açılışı vesilesiyle çocuklara örnek olmak bakımından kendisinin ağzından ilkokul günlerini aktarmak yararlı olacaktır: İlkokulu Piyale Paşa İlkokulu’nda okudum. Okul yıllarında okul harçlığımı temin etmek için kâğıtlı şeker satardım. İlkokul 5. sınıfta iken din kültürü derslerimize giren okul müdürümüz (Allah rahmet eylesin) İhsan Aksoy, o dersteki başarım sebebiyle bir gün omzumdan tutarak sınıfın penceresine yaklaştırdı. Haliç’in karşısında bir yeri göstererek “Seni o gördüğün okula gönderelim” dedi. Orası İstanbul İmam Hatip Okulu idi. Böylece, 1965 yılında Piyale Paşa İlkokulu bitmiş, artık İmam Hatip Lisesi yıllarım başlamıştı. Yatılı okudum. Babam haftada 2.5 TL. verirdi. Hafta sonlarında top sahalarına gider, su satardım. Yol parası vermemek için Kasımpaşa’dan Eminönü’ne yürüyerek gider; nane, limon ve okaliptüs şekerlemeleri alıp satardım. Bunun yanında, akşamdan bayat simit alırdım, anneciğim onu buhara yatırırdı. O zaman simit 10 kuruştu. Ben 2.5 kuruşa tanesini alır, 5 kuruşa satardım. Ayrıca okulda da kartpostal satardım. Amerika’nın eski büyükelçisi Abromowitz Tayyip Bey’in geleceğini parlak görmüyor. Ahmet Altan ise Başbakan’ın 2 yıl içinde “koltuksuz” kalacağını iddia ediyor. Dünya hali bu. Neşet Ertaş’ın cenazesinde kendisi de söyledi. Trilyonlar bile para etmiyor. Düşmez kalkmaz bir Allah. Koltuksuz kalabilir. Ama işsiz kalmaz. Öğretmenlik yapabilir. Din ahlak veya ticaret bilgisi derslerine girebilir. Elinde kapı gibi diploması, gül gibi imam hatiplik mesleği ve bayat simitleri buhardan geçirip tazeleme dehası var... Başbakan dünya görüşünü, siyaset felsefesini anlatırken “Siyaset hayat kurtarmaktır!” diyor. Çok haklı. Bu ülkemiz için en doğru tanım. Terör devletin öteden beri belası. Doğru, samimi ve tutarlı siyasetler izlenmediği sürece hayatlar, epeyi bir süre daha kurtarılamayacak görünüyor.. Ne yazık ki insanları trafikteki terörün elinden kurtarmak da mümkün görünmüyor. Tunceli’de 6 askerle bir kadın yurttaşın bomba yüklü araçla öldürüldüğü gün Bolu’da otoyoldan da bir haber geliyor: 10 vatandaş ölü, 64 yaralı. 2918 sayılı yasaya göre trafiğin en yetkilisi en yüksek sorumlusu Başbakan’dır. Ama Başbakan, ne yazık ki, Karayolu Güvenliği Yüksek Kurulu’nun başkanı olarak 10 yıldır “hayat kurtamak” adına hiçbir siyaset üretemiyor. İhmal ve tedbirsizlik, yönetimin ve denetimin sorumsuz, yeteneksiz, ehliyetsiz kadrolara terk edilmesine bağlı olarak ciddiyetsizlik, özensizlik yüzünden duble yollar bile ölü sayısının katlanmasını engelleyemiyor. Trafikteki ölümlerin nedeni, kaza raporlarına hep “ihmal ve tedbirsizlik” diye geçiyor. Başkanı olarak yılda en az iki kere toplamak zorunda olduğu kurulu yıllardır toplamayan Başbakan, en büyük “ihmal ve tedbirsizliğin” faili oluyor. Yollarda sönen hayatları kurtarmak ve trafikteki teröre son vermek için Oslo’ya, İmralı’ya gitmeye gerek yok. Başbakan, kendi özel internet sitesinde yazdığı, “Siyaset hayat kurtarmaktır” “Son Kongre”de yapacağı konuşmanın gerçekten “tarihi” olmasını istiyorsa trafikteki ölümleri, cinayetleri hükümetin gündemine sokmalıdır. Sözünün gereğini artık yerine getirmelidir. GÖRÜŞ BAŞAR YALTI Avukat Balyozla Demokrasi Kurulmaz! Balyoz davası sonucunda verilen kararları, malum çevreler demokrasinin zaferi gibi göstermeye çalıştılar. Denetim altındaki medya, rol verilerek ekranlara çıkarttığı “aydınları”, kararın kamuoyunda yarattığı vicdani tepkiyi azaltmak için “kullandı”. 21 Eylül, TV ekranlarında, askeri darbelerin bir daha olmayacağı demokrasi zaferi olarak ilan edildi. Burjuva demokrasisinin dahi ne demek olduğunu kavrayamamış ya da kendisine verilen görev gereği kavramamış gözüken “sözcüler”, bir kez daha topluma alçakça yalan söylediler. Demokrasi iki temel değer üzerinde yükselir: Hukuk devleti ve laiklik. Eğer bu iki değere sahip değilse, sandık, demokrasinin ölçüsü olamaz. Hukuk devleti çok boyutlu bir kavramdır. Diğer anlam ve işlevlerini bir yana bırakıp hukuk devleti kavramına, toplumda yaşayan kişiler, yurttaşlar açısından bakalım. Bir yurttaş için hukuk devletinin anlam ve önemi, kendisine hukuk güvenliği sağladığı kadardır. Bir devlet, yurttaşına hukuk güvenliği sağlıyor ise ve sağladığı ölçüde hukuk devletidir. Hukuk, barış ve adalet demektir. Hukuk güvenliği ise; toplumda adaletin sağlanması için, hak arama yollarının açık olması ve asıl olarak da, hak aramak için başvurulan yerlerde hakkın elde edilebileceğine olan güven duygusunun kişilerde oluşmasıdır. Haksızlığa uğrayan kişilerin hak aramak için başvuracağı birçok devlet mercii vardır. Ancak en son hak arama yeri, mahkemelerdir. Eğer, hak aramak için başvurulan mahkemenin tarafsız ve bağımsız olduğuna olan inanç kalmamışsa, mahkemeler siyasal otoritenin etkisinde kalıyorlarsa, sizi yargılayan yargıçlar özel olarak seçilmiş belli görüş ve anlayışı temsil ediyorlarsa, doğal yargıç ilkesine aykırı olarak mahkemeler oluşturulmuş ise, savunma hakkınızı kullanamıyorsanız, kendinizi sonucu önceden belli bir mizansenin, bir yargılamanın içinde hissediyorsanız, yargılama cezaevi içinde yapılıyorsa, mahkemenin verdiği kararı denetleyecek olan daha üst mahkemenin de benzer anlayışta olduğunu biliyorsanız yargıya, hukuka güveniniz kalmaz. Mahkemelerine güvenilmeyen bir devlet de asla hukuk devleti olamaz. Demokrasi için sandık/oy ne ise, mahkeme ve yargıç için de hak arayanların güven duygusu aynıdır. Bunun içindir ki, yargıçların tarafsızlığı, mahkemelerin bağımsızlığı hukuk devletinin vazgeçilmezleridir. Oysa Türkiye, askeri vesayetten kurtulmak adına girdiği yolda, daha katı bir vesayetin altına girdi. 12 Eylül 1980 askeri darbesinden tam 30 yıl sonra, 12 Eylül 2010 tarihinde yapılan referandum sonucu, daha tehlikeli bir sivil darbenin kollarına atıldı. Tarihte, bütün otoriter rejimler halk darbesi yoluyla yerleşmişlerdir. Türkiye’nin yaşadığı asıl postmodern darbe, halk kitleleri kandırılarak yapılan 12 Eylül 2010 darbesidir. Bu darbe sonucunda Türkiye’de her şey yeniden “formatlanmıştır”. Yerel mahkemelerden Yargıtay’a, Anayasa Mahkemesi’ne kadar uzanan bütün başvuru yolları belli bir anlayışın eline teslim edilmiştir. Bu nedenle, Silivri mahkemelerinde yaşanan açık hak ihlallerinin düzeltilme olasılığı yoktur. Mahkemece verilen karar siyasal niteliktedir. Siyasal bir kararın siyaseten düzeltilmesi dışında, Balyoz kararına hukuken kesinleşmiş bir karar gözüyle bakılması gerekmektedir. Hukuk devleti kavramıyla asla bağdaşmayan bir yargılama sonucunda verilen Balyoz kararının mahkum ettiği şey, askeri vesayet değildir. Balyoz kararının mahkum ettiği şey; hak arama özgürlüğüdür, adil yargılanma hakkıdır, yargı bağımsızlığıdır ve “ileri demokrasidir”. Elbetteki yumurtayı balyozla da kırabilirsiniz. Bu denli kaba ve yıkıcı ellere sahipseniz ancak kırarsınız, amacınıza uygun kullanamazsınız. Bunun içindir ki, yumurta balyozla kırılmaz. Balyoz kararıyla da Türkiye’ye demokrasi gelmez. Müzakereye Egemen Olmak İçin... Oslo’da müzakereler yeniden başlayacak deniyor. Adalet Bakanı, İmralı’nın da masaya, müzakere masasına dahil edilmesi gerektiğini söylüyor. Bu işin sorumluluğu ve yükünü atanmışlara bırakmakla bir sonuç alınamıyor. İktidar elini artık kendisi taşın altına sokmalıdır. Oslo’ya, İmralı’ya Milli İstihbarat’tan memur göndermekle bu iş olmuyor. Kaldı ki bu tür bir görev, “MİT Kuruluş Yasası”na da aykırı. MİT’in görevi müzakere değil, istihbaratçılık... İktidarın elinde bakan sıfatı da taşıyan bir “Başmüzakereci” var. AB işi askıya alındığı için epeydir de işsiz. Böyle Bir Mahkeme! MERİÇ VELİDEDEOĞLU KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] Faks: 0216 355 31 78 C MY B C MY B Silivri’de görülen “Balyoz”, “Ergenekon” davalarında “yargıç”larla “savcı”ların hukuksal görüş, söylem v.ö’ler dışındasergiledikleri “tutum”u, “duruş”u kısaca onlardan yansıyan “GÖRÜNTÜ”yü izlerken de; Hoca Nasrettin’in pek bilinen bir fıkrasını sık sık anımsamadan duramıyorum. Hoca camideki bir “vaaz”ında, “Her şey Allah’tandır!” diye söz etmiş; dinleyenlerden gözü pek iki delikanlı bunu pek kabul etmemişler; Hoca camiden çıkıp evine giderken, kendisine sert bir biçimde çarpıp yere düşürürler; küfrederek toparlanmaya çalışırken, delikanlılar yanına yaklaşıp: “Hani her şey Allah’tandı?” diye sorunca Hoca; “Allah’tan olmasına Allah’tan da, hangi ‘p....k’i ‘görevlendirdiği’ni merak ettim!” diyerek “cuk” oturan bir yanıt verir. Bu fıkranın anlamını türlü türlü değerlendirme olanağı var kuşkusuz; ama kimin “kimi görevlendirdiği” konusu, bu değerlendirmelerin hep “odak” noktası olmuştur. İsterseniz sizlerle birlikte herhangi bir oturumun “görüntü”sünü izleyelim. “Mahkeme Heyeti”nin Başkanı “oturum” u açar açmaz, “üye” yargıçlarda bilgisayarlarını açarlar; onlar artık “ekran”larıyla baş başadırlar, “savcı”lar da öyle; önlerinde, bir metre ötede tanık, sanık, savunman konuşur olsa da, var mı, yok mu ekran... Zaman zaman Başkan da onlara katılır “ekran”a kilitlenerek. “Kürsü”nün yine böyle bir “görüntü”yü yansıttığı bir oturumda, değerli hukukçu Av. Celal Ülgen konuşmasını yaparken, Başkan’ın ekrana bakmayı sürdürmesine dayanamayıp kendisine seslenmişti: “Sayın Başkan, sizinle göz teması kuramıyorum; gözlerinizi arıyorum bulamıyorum!..” diyerek. Eğer bu son derece “insancıl” ve “incelik”le yapılmış “sitem”in etkisi ne oldu diye soracak olursanız şu söylenebilir: Bu gibi “insancıl” isteklerin “baskısı”(!) altında kalmadan açıkcası aldırış etmeden davayı sürdürmek... Ayrıca, “Kürsü”nün uzun “öğle” aralarından sonraki oturumlarda yansıyan “görüntü”süne de şöyle bir değinelim diyorum. “Heyet”; yargıçlar, savcılar duruşma başladıktan bir iki saat sonra genellikle çeneleri avuçlarının içinde dirseklerine dayanarak konuşmaları dinlerler; kimileyin, sırtları öne doğru hafiften hafiften bükülmeye başlarsa da “oturum”u sürdürürler. Kuşkusuz bu “görüntü”ler salondaki “izleyiciler”in “tepki”sine neden olmaktadır; tıpkı sergilenen “hukuksuzluk”lara verilen “tepki”ler gibi. Öyle ki, sabah oturumlarında “ekran”a “kilitlenme”lere verdikleri “tepki”den daha sertlerini ortaya koyarlar; yaptıkları değerlendirmeleri “söz”e dökerek: “Hiçbiri dinlemiyor!”; “Karar çoktaan verilmiş!”, “Bizim canlarımızın hayatı söz konusu!”; “Tüh! Yazıklar olsun!” diye seslice birbirlerine iletirler; kimileri de dayanamayıp kendisini dışarı “atar”! “Heyet”e yapılan bu “tepki”yi “haksız” bulanlar olabilir; ama geride bıraktığımız “Ağustos” ayının “16”sındaki “Balyoz” duruşmasını izleselerdi, yalnızca “hak” vermekle kalmaz, ülkemizin “yargı”sı adına “üzüntü”nün ötesinde belki “utanç” bile duyabilirlerdi. O günkü Balyoz’un “öğle”den sonraki oturumunda bir ara, gerek sanıklar gerekse izleyiciler “savcı”nın hafiften hafife “şekerleme”ye başladığını görüp hareketlenmişlerdi. Tam bu sırada Başkan, E. Alb. Y. Ziya Toker’in “reddi hâkim” dilekçesini okudu; ardından da “savcı”ya bu konudaki “mütaala”sını sordu. “Savcı”dan hiçbir “sesseda” çıkmadı. Oysa Başkan “soru”yu “mikrofon”a okumuştu; salonda duymayan yoktu, “Kürsü”den “iki metre” ötedeki “savcı” dışında... Başkan biraz bekleyip, daha “tok” bir “ses”le soruyu yineledi; Savcı Bey, “irkilip” ”şekerleme”yi kesti, “reddi hâkim”i, “reddettiğini” söyleyiverdi... Gelin de Hoca’yı anımsamayın; ne diyordu: “...bu iş için ‘kim’leri görevlendirdiler?” Oysa bu “yaşanan”dan daha “ilginç”i; ne “savunmanların, ne sanıkların, ne de yakınlarının o gün dışında ‘bir kez’ olsun bu ‘şekerleme olayı’nı gündeme getirmemeleri, ağızlarına almamaları; dolaysiyle tam bir ‘insancıl’ tutum sergilemeleriydi.” Ne var ki, Balyoz’un ertesi hafta “23 Ağustos” günlü duruşmasında, “mütalaa” üzerine “son” sözünü söyleyen E. Org. Çetin Doğan’a, “bu savcı” diklenmek için “fırsat” arar gibiydi. Bir ara, “bu savcı”yı; kendisine “başını sallamaması” için uyaran Org. Ç. Doğan’a Başkan: “Siz Cumhuriyet Savcısı’nı uyaramazsınız!” diyerek “savcı”yı “koruma”ya kalkışınca; insan “aynı” Cumhuriyet Savcısı’nın bir hafta önceki oturumda sergilediği “şekerleme” olayını düşünmekten kendini alamıyor... Hele, Balyoz için “21 Eylül”de verilen o “KARAR”ın dayandığı “mütalaa”yı yazan “savcı”lardan “biri”nin “bu savcı” olduğu düşünülürse... Dahası, “bu savcı”nın; “mahkemesinin” verdiği “Balyoz”daki tüm “beraat” kararlarına “itiraz” başvurusu yaptığı düşünülürse... Daha fazla yorumu sizlere bırakıp, “Başkan”ın bir başka “koruma” olayını anımsayalım; “21 Eylül” günü, Balyoz’un “karar”ı okunmadan önce “Başkan”; gerek kendi “kürsü”sünü, gerekse “savcı” kürsüsünü tam “donanımlı jandarma erleri”nce “koruma” altına aldırtmıştı. Kime karşı, ülkemizi “PKK” teröründen koruyan “Türk Ordusu”nun “364” komutanına karşı... “İst. 10. Ağır Ceza Mahkemesi” yalnız verdiği “karar”la değil; “oturum”da “uyuklayan” “savcı”sıyla; kendini ülkesinin ordusunun komutanlarına karşı “koruma”ya alan “Başkan”ıyla da tarihe geçecek... ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] BULMACA HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN [email protected] OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ [email protected] YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Bir örgütün içine sızan gizli ajan. 2/ Geminin rüzgâr alan yanı... Bir kimsenin davranışlarına temel olan ahlak ilkelerinin tümü. 3/ Magnezyum elementinin simgesi... Çalıştığı sanat alanında başarı gösteremeyen, yeteneksiz sanatçı. 4/ Üstünde kapak gibi tek bir kabuğu olan küçük bir yumuşakça cinsi. 5/ Cemaate namaz kıldıran kimse... Lityum elementinin simgesi. 6/ Romanya’da tarihi bir bölge... Boş bırakılmış tarla. 7/ Giyeceklerde takım... Aşık ve bilye oyunlarında kullanılan, içi oyulup kurşun akıtılarak ağırlaştırılmış boyalı kemik. 8/ Kenar süsü... Bir masal kuşu. 9/ Gırtlaktaki aşırı ve süreğen iltihap. SOLDAN SAĞA: 1/ Hemen kavra 1 namayan, çözümü, 2 kavranması güç olan. 2/ Motif... 3 Spor karşılaşma 4 larında yapılan ku 5 raldışı hareket. 3/ Nazi partisinin as 6 keri polis örgütü... 7 Metal bilyelerin 8 savrulması ilkesine 9 dayalı, elektrikli bir oyun makinesi. 4/ Ba 1 2 3 4 5 6 7 8 9 lık yumurtasıyla yapılan 1 Ş İ R V A N İ A bir tür meze... Rütbesiz 2 A T A N A D A S asker. 5/ İlgi. 6/ Tasvir... 3 H İ S T O L O J İ “Saraylar saltanatlar çö 4 N Y A T L U T ker / susar bir gün/Zu 5 İ K O N Ş R A lüm biter” (Nâzım Hik 6 Ş İ N A N A Y N met). 7/ Meyvelerin ye 7 İ Z K A N E P E nen bölümü... Hindis8N İ G A R T İ tan’da kutsal sayılan ır9 R E A Ş İ N A mak. 8/ Bir bağlaç... Açı ölçmeye ya da çizmeye yarayan araç. 9/ Kuşku ve duraksamaya yer bırakmayan... Satrançta bir taş. SEDAT YAŞAYAN 1 2 3 4 5 6 7 8 9
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle